Bilginin halen en önemli taşıyıcılarından olan kitaplar, birçok özelliklerinin yanı-sıra, duyumsanabilen ve fonksiyon icra eden karşılıklı bir iletişimi ve etkileşimi de gerçekleştiren varlıklardır. Bu bağlamda, bir kitabı okuyup bitirmek bir "terk ediliş" olduğu kadar hatla daha da fazlasıyla bir başlangıç, bir satırbaşı, bir ufuk çizgisi, bir kıvılcımdır.
Zihnimize ve yüreğimize (belki de bütün bedenimize ve benliğimize) hitap eden kitaplar; niteliksel kimi boyutlarını, bazı biçimsel özelliklerini, formasyonlarını yitirerek bizde başka bir düzlemde yaşamaya, bizi etkileyip sorgulamaya, birbirleriyle fikir ve duygu bazında çalışmaya, çelişip çekişmeye ve birleyip birleşmeye, son çözümlemede yaşamaya ve ölmeye devam ederler. Başka bir deyişle, artık onlar bizi biz yapan bir yörüngenin, bir birikimin nirengi noktaları, demirbaşları olurlar. Bu çelişim ve karışım bir yönden bizi güçlendirip motive edici bir güzergâha iteklerken, diğer bir yönden de bağlı bulunduğumuz / bulunduğumuzu sandığımız kimi payandaları sarsmakta, zayıflatmakta ve hatta yıkmakla da etkili olurlar. Zaten bizim salt edilgen tarafımızı yoklayan, bizde somut bir karşılık, fehmedilebilir bir gerçeklik kaplayamayan satırlar; bizi bir süreç içerisinde eylemlere yöneltmeyen, yüzünü hayatımıza çevirmeyen cümleler, zamanla sararıp dökülmeye yüz tutarlar. Üstümüzde iğreti duran bir elbise gibi idrak alanımızdan kayıp giderler.
Bu konuda önemli bir nokta, insanın kendi doğrularını ve faydalarını (genel geçerlerini - genel kabullerini) kanıtlayıp pekiştirecek kitaplar okuması değil, değişik görüş ve içeriklere sahip kitaplar okuması, onlardan onurlu ve ayakta durabilen sonuçlar çıkarması, okuduklarını zihninde bir yere yerleştirebilmesi gerekliliğidir. Daha önce okuduklarıyla bağdaştırabilmesi, akrabalıkları görebilmesi, daha sonra okuyacaklarına da çok yönlü ve kullanışlı bir zemin hazırlayabilmesidir. Bu noktadan hareketle diyebiliriz ki kötü yazarlar, bu bireşimi gerçekleştiremeyen yazarlar; kötü ve seviyesiz kitaplar da, çatışmadan, tartışmadan sürekli kaçan, köşegen ve statik olguları yineleyip duran, banal ve aşınmış bir çizgiyi tekrarlayan ve yeni bir şeyler söyleme cesaret ve kapasitesi bulamayan kitaplardır. Doğruyu, hakkı, ileriyi göstereni yazmayan kalemin ya hammaddesi çürüktür ya o kalem güdüklüdür, satılmıştır, yahut da o kaleme uzanan parmaklar korkak ve titrektir. Kalem başka kalemlerden korkuyor, başka kalemlere benzemeye çalışıyor demektir
Bazen tersi de olabilir: Kendi niteliklerine ve kalitesine güvenemeyen fakat kendi çizgisinden de vazgeçemeyen kalem, kendisi dışındakileri yalnızca yıkmaya, karalamaya, üstünkörü tenkide tâbi tular. Bu tavır hiç tutarlı ve ekonomik değildir ve kalemin çabucak ve zamansız körelmesine, kesilmesine ve tükenmesine sebep olur.
Gerçek okuyucu da kitapların gerektiğinde savaşmasına ve el sıkışmasına katlanabilen, zihninin ve yüreğinin koridorlarını geniş ve evrensel, münbit ve iyimser tutabilen okuyucudur.
Kitaplar yüzeysel bir bakışla, ilk görünüşte bizde ayrı dünyalar halinde yaşayan, fakat birbirlerini özleyen, seven, bazen birbirlerinden tiksinen, hatta dedikodu yapan varlıklardır!.. Gülerler, ağlarlar, çiçek açarlar, unutur ve unutulurlar, zehirlerler, göz kırparlar, kandırırlar, ihanet ederler, yetiştirirler, dost ve sığınak olurlar. Bu cümleden olarak, kitaplar, olanları ve olabilirlikleri değişik boyutlarda içerirler, hayatı ve dünyayı çeşitli perspektiflerden yansıtırlar, yansırlar, yaşatırlar ve taşırlar. Şikayetçi olsak da, olmasak da kendimizle/kendimizde taşırız onları...
"Kitap yüklü merkep" diye tanımlanan insanlar, bu meyanda "okuma ve anlama özürlü" insanlardır. Kiralık zihinlere sahiptirler, beyinleri ipotek altındadır. Ya da dalkavuklukları, menfaate ve maddeye endeksli olmaları onları bir körlüğe götürmüştür. Boyunduruk altındadırlar. Tıpkı merkeplerin, yularlarını tutanların istedikleri yöne gitmeleri gibi... Böyle insanların cüzdanlarından yükselen ses, vicdanlarından gelen sesi boğmuş, kamufle etmiştir. Bu tür okuyucular ya da kitap sahipleri, salt okumuş olmak için okuyan, kitapların arasına adeta sınırlar koyup, canlılıklarını engelleyen, satırları ve sayfaları eskitip, tozlandırıp küf bağlatan; aksiyoner bir gerçekliğe, doğruyu öğrenip doğruca söylemeye katlanamayan veya o yürekliliği gösteremeyen insanlardır. Onlar hüsran yolcularıdır.