1. Okul
Bugünkü modern okulların çıkışında sanayileşmenin önemli bir faktör olduğunu biliyoruz. Üretim süreçlerinde kadınlara önemli bir rol biçebilmenin yolu; öncelikle onları "anne" rolünden uzaklaştırmaktan/soyutlamaktan geçiyordu. Zorunlu temel eğitimin kanunlaşması ve çocukların küçük yaşta ailelerden alınmasıyla; okullar, kadınların üretime dahil edilebilmesine yardımcı olmuştu; çünkü artık çocukların güvenle bırakılabileceği ücretsiz okullar vardı.
Okullaşma sürecindeki diğer tetikleyici faktör de ulus-devlet modelinin yaygınlaşmasıydı. Yeni devlet modeli, yeni bir "insan" tipini gerektiriyordu. Yeni "yurttaşlar/vatandaşlar" hangi araçla, bu yeni devlete tabi hale getirilecekti? Elbette okullarla... Okullar kiliseden alındığından beri devletlerin kontrolü altındaydı. Bu kontrolün önemine devletler de kısa zamanda vakıf olmuştu. Daha küçük yaşta sıralara oturan taze beyinler; işlenmeye müsaitti ve kısa zaman içinde eğitim kurumları iktidarın yeni sahiplerinin istekleri doğrultusunda şekillenmeye başladı. Bu önemli dönüm noktasıydı, zorunlu eğitim sürecinin başından sonuna kadar işlerlik kazanacağı kurumsal yapılar olarak okullar süratle inşa ediliyor ve ulus devlet sınırının en ücra köşelerine kadar okulların sayıları arttırılıyordu.
Modern okul; planlanan ve belli bir programa oturtulan eğitim ve öğretim faaliyetlerinin gerçekleştiği kurum olarak ortaya çıktı. Eğitim sisteminin en başında olanlar, eğitim faaliyetleri için istedikleri hedefleri koyuyor ve sistemin uygulayıcıları da bu istenen hedefleri tutturmak, ya da başka bir ifadeyle istendik davranışları öğrencilere kazandırmak için çalışıyordu. Davranışçılık, uzun süre ezberci eğitim yöntemleriyle birlikte, çocukları belirli bir disiplinden geçirmeyi sağlıyordu. Her şey olmasa dahi, hedef davranışlar, "başarılı" olmak isteyenlerde çok şey bırakıyordu. Üstelik, artık "okuldaki başarı, hayattaki başarının bir ifadesi" tezi tüm topluma kabul ettirildiği için, aileler de, çocuklarının okuldaki başarısı için çabalıyordu.
Okullar, devlete bağlı bakanlıklara bağlıydı. İktidar, devlet aracılığıyla, okullarda kendi resmiyetini ve meşruiyetini yaymaktaydı. Zamanla başka durumlar da belirdi. Okullarda ulaşılacak hedefleri belirlemek için üst kurullar oluşturulduğunda, alt kurumlar da, doğal olarak; üst kurulların belirlediği hedefleri yürürlüğe koymak için düzenlenmeliydi. Böylece eğitim bakanlıkları merkezden çevreye doğru yayılmaya/genişlemeye başladı. Çevredeki alt yönetim kadroları ise kurumsal kimlik kazanan okullarda; hedefleri öğrencilere aşılayacak öğretmen kadrolarının yönetim sorumluluğunu üstlendi. Zamanla okulun bürokratik işlemlerinde yönetime yardımcı olacak yeni görevli memurlar ve okulun fiziki şartlarındaki temizlik ve düzenlikle ilgilenecek hizmetliler de belirdi. Böylece eğitim sistemleri dikey bir şekilde örgütlenirken; örgütün temelinde okullar; okulların temelinde ise öğretmenler önemli roller üstlendiler.
Bugün tarihsel serencamı içinde pekişen anlamıyla; eğitim, günümüz modern toplumlarındaki işlevi göz önünde tutularak, "bir topluma yeni dahil olan insan yavrusunu, okullarda yeniden ve istenilen şekilde yaratarak geleceğini kontrol etme girişimi" olarak tanımlanabilir. Toplumsal bir kurum olan eğitimin "formal" örgütü okuldur. Okul dediğimiz örgütün en önemli ve açık özelliği, üzerinde çalıştığı hammaddenin toplumdan gelen ve topluma giden insan oluşudur. Okul, birey boyutu kurum boyutundan daha duyarlı, informal yanı formal yanından daha ağır, etki alanı yetki alanından daha geniş açık sosyal bir sistemdir.
Okul, çeşitli değerlerin bulunduğu ve bazen bu değerlerin de çatışabildiği bir örgüttür. "Ürün"ünün değerlendirilme güçlüğü okul denilen örgütün başka bir özelliğidir. Çünkü okulun amaçları diğer örgütlere oranla daha karmaşık ve çatışıktır. Eğitim genellikle dolaylı bir girişim olduğundan, okul denilen özel bir çevre inşa edilmiştir. Okul çevredeki bütün formal ve informal örgütlerin ya yön verdiği, ya da etkilediği bir kurumdur. Okul, dışında kalan bütün diğer örgütlere insan kaynağı sağlar. Ayrıca okul bilgi/kültür/kimlik değişimini sağlayan örgütlerin başında yer alır. Her örgüt gibi, kendine özgü bir kişiliği olan okul, ulus devlette ise bürokratik örgüt özelliğini geliştirir. Sayılan tüm bu ve bunun gibi özelliklerden dolayı, eğitim örgütlerinin diğer örgütlerden ayrıldığı görülmektedir. Bu örgütün hangi boyutlardan oluştuğunu inceleyelim.
2. Öğretmen
Okulun en önemli öğelerinden başında öğretmeni gelir. Tüm ulus-devlet temelli, laik ve pozitivist eğitim sistemlerinde, öğretmenler, halen bilginin tek aktarıcısı ve öğretim faaliyetlerinin ana merkezi konumundadır. Klasik yaklaşımlarda öğretmenlerin eğitim sürecideki en temel rolü, çocukların öğrenmeleri gereken bilgileri onlara aktarmak, onların kafa yapılarını şekillendirmek olmuştur. Bu yol ise öğrencileri bilgiyi sadece ezberlemeye yöneltmiştir. Ezberlenen bilgi ise eleştirel düşünce filtrelerinden geçirilemeyeceği gibi; farklı bir düşüncenin ortaya çıkması için gerekli olan altyapıyı da hazırlayamayacaktır.
Oysa, iyi bir eğitimde, öğretmenlerin eğitim süreci içinde görevi; çocuğun doğal eğilimlerini zedelemeden, çevreyle uyum sağlayabileceği şekilde olumlu yönde gelişebilmesi için çocuklara rehberlik etmek olarak tanımlanmaktadır. Böylece öğrenci bilgiyi sindirecek, onu işleyebilecek ve mümkün olduğu yerlerde yeni bilgiler de üretebilecektir. Öğrencide öğrenme istediğinin artması, öğretmenin de kendisini sürekli öğrenmek zorunda bırakacaktır. Öğrenci ve öğretmen arasındaki bu karşılıklı etkileşimin olumluluğu öğrenme ortamını da zenginleştirecek ve bu da niteliği öne çıkaracaktır.
Son müfredat değişikliklerinden ve eğitimde yeni arayış çabalarından sonra, her ne kadar günümüz eğitim literatüründe, "öğretme"nin yerine "öğrenme"nin ön plana çıktığını biliyorsak da; bu öğretmenliğin artık önemsiz olduğunu göstermez; hedeflenenin aksine, öğretmenlere şimdi daha önemli bir yol göstericilik rolü düşmektedir.
Öğretmenler sadece öğrenime rehberlik etmekle kalmamaktadır. Kaliteli bir öğretmen aynı zamanda iyi bir de eğitimcidir. Eğitimcinin kalitesi ise, onun meslek hakkında yeterince bilgilenmesi ve bu bilgileri sürekli güncellemesi, eğiticilik vasıflarına sahip olması ve onları geliştirmesi, eğitim sistemi ve politikalarını kavrayarak sistemi iyi analiz etmesi ve eğitim-öğretim faaliyetlerini öğrencilere anlamlı hale getirebilmesiyle belli olur. Toplumun sosyal/düşünsel zenginliği, nitelikli bir öğrenme ortamında öğrencilere aktarılabilir ve bunun gerçekleşmesinde öğretmenin önemli bir rolü vardır.
Günümüz eğitim sistemlerinde ise öğretmenlere biçilen rol, devletin benimsediği "önyargılı ve şekillendirilmiş doğruların" çocuklara "şartsız kayıtsız" dayatılmasından ibarettir. Bu sistemde, öğretmen, devlet otoritesinin, sınıf içindeki somut tezahürüdür. O ders içinde, tartışılmaz bir otoritedir; öğrenciler, bu otorite figürüne saygı duymasalar dahi, saygı göstermeye mecburdur. Çünkü saygısızlık, daha üst bir otorite, disiplin kurulu tarafından cezalandırılır.
Öğrenci, okul içindeki bu hiyerarşinin, toplumda da geçerli olduğunu, yıllar süren eğitim sürecinde yaşayarak öğrenmektedir ve bu hiyerarşinin son noktasındaki "devlet" ile onun temel değer ve ilkeleri ile sınıf içinde karşılaşır. Öğretmen, sınıf içindeki kürsüsüyle, öğrencilerden "üst" konumdadır. O istediği vakit ayakta durup, öğrencilerin tepesinde dikilebilirken; öğrenciler ise ancak onun izniyle ayağa kalkabilir ve konuşabilir. Burada sözün ve eylemin hareketliliğini yönlendiren öğretmendir ama sınıfta dahi, iktidar, herkesten ve her şeyden "üst" konumda olduğunu, sembolleri aracılığıyla göstermektedir. Öğretmen, sınıfın ve tahtanın önünde dururken dahi, onun bu "dik" duruşu, belletilmek istenen şekliyle, en üst olana işaret eder, hemen tahtanın da üstünde, sınıfın en yüksek ve herkesin sürekli baktığı yöndeki sembollere... Türkiye'de, iktidarın bu göstergeleri, "Atatürk portresi, çoğunlukla arka planlı İstiklal Marşı ve Gençliğe Hitabe"dir.
3. Müfredat/Program
Okul ve öğretmenden sonra, dikkatimizi yönelteceğimiz üçüncü boyut eğitim müfredatıdır, yeni deyişe, öğretim programları... Mevcut sistem, dersler, müfredatlar... Merkezi yapılanmanın beraberinde getirdiği tek tip olma ve çoğu kez bireysel farklılıkları dikkate almama gibi sorunlarla maluldür.
Tüm konuların ilkokulun birinci sınıfından itibaren tekrar tekrar verilmesi öğrencileri bıktırdığı gibi onları sürekli aynı bilgileri depolamaya sevkeder; bu ezberciliği kaçınılmaz kılar. Oysa; eğitim açısından nitelikli bir müfredatta, konuların tekrar tekrar verilmesi yerine, her öğretim düzeyinde konuların derinliğine öğretilmesi, her sınıfta seviyeye uygun konuların üst düzey öğrenmelere altyapı hazırlayacak şekilde düzenlenmesi anlamlıdır. Eğitim programlarının öğrencilerin duyuşsal ve bilişsel açıdan en üst düzeyde gelişmesini sağlaması da eğitimdeki beklentiler arasında olmalıdır.
Öğrencilerin öğrenme ihtiyaçlarının karşılanması, eğitimin değerini artıran önemli bir faktördür. Bu yüzden öğrencilerin her birine kendi yetenekleri doğrultusunda, kendini geliştirme fırsatı vermek için daha geniş, içeriği zenginleştirilmiş, fiziksel altyapısı hazırlanmış öğrenme olanakları sunulmalıdır. Amaç, öğrenciye kendisi için anlamlı olan şeyleri uygulamak için fırsat vermektir. Öğretmenin değil, öğrenmenin önemli olduğu bir eğitim anlayışında, iyi bir öğrenim için gerekli donanımın temin edilmesi önemlidir. Hapishaneye girip çıkan mahkumlar gibi davranan öğrencilerin varlığı eğitim sistemindeki anlayışı sorgulatmalıdır.
Öğrencilerin zeka seviyelerindeki farklılık onların öğrenme süresinde ve miktarında da farklılıklar olmasına yol açar. Aynı sınıfta, her öğrenciye, aynı bilgiyi öğretmenin yüklemeye kalkışılması da, eğitimde "düşünen bireylerin öğrenimi" amaçsa, beyhude bir çabadır.
Türkiye'de, eğitim programları, diğer ulus devletlerde olduğu gibi, öncelikle "iyi yurttaş" yetiştirmeye odaklanır. Toplumda, başarı düşüncesi, okuldaki başarıyla birlikte değerlendirildiği için de, nasılsa bazı öğrenciler, diğerlerine göre daha başarılı olacaktır. O halde, müfredatta, onların öğrenecekleri bilgilerin öne çıkarılmasında sorun yoktur. Onlar temel eğitimden yüksek öğrenime kadar geçeceği süreçte, sistemin sürekliliğini sağlayacak makamlara geldiğinde gerekli duyacağı bilgi ve davranışlarla donatılacaktır. "Başarısız" öğrenciler ise ekonomik hayatta işçi rolüyle yerini alacaktır. Böylece eğitim programları, kimin neyi/ne kadar öğreneceğini düzenlediği kadar, toplumsal rollerin dağıtılmasında pay sahibi olacaktır. Bunun için düzenlenen "sınavlar", müfredattaki bilgi ve değerlerin içselleştirilmesindeki maksimum düzeyi ölçecektir.
Eğitim sisteminde yıllardır aynı şeylerin tekrar edilmesi ve sorunların çözülmemesi, aslında eğitimden maksadın, "eğitim" olmadığını dışa vurmaktadır. Okul sürecinden başarıyla geçtiğinizde, düşünme yetinizin ne kadar geliştiğinin, eleştirmeyi ve sorgulamayı ne kadar öğrendiğinizin ya da erdemli bir insan için gerekli hangi değerleri edindiğinizin, sizi okula zorla getiren sistem açısından pek bir önemi yoktur. Sorun, otoriteyi ne kadar içselleştirdiğiniz, "iyi yurttaş eşittir iyi insan" algısına ne kadar kavuştuğunuz, "toplumu sev, devleti say, toprak için öl ve vergini öde" komutlarını ne kadar ezberlediğiniz ile ilgilidir... Müfredatlar, bunun için vardır, iktidar için, neyin nasıl olması gerektiğini öğrenmeniz için...
4. Mekan
Sorgulanması gereken diğer bir konu da okulun mekansal boyutudur. Okulun fiziksel bir kurum olması; fiziksel şartların da eğitime olumlu ya da olumsuz yönde etkileyeceği gerçeğini ortaya koyar. Mekanın insan psikolojisi üzerine olan etkileri üzerine yeterince çalışma yapılmıştır ve bu araştırmalardan bizim için altı çizilecek en önemli sonuç; fiziksel şartların insan davranışlarına önemli bir etkisinin olduğudur.
Giriş kapısından sınıflardaki tebeşirlere kadar, her yer okulun fiziksel yapısı içinde düşünülebilir. Türkiye'deki okullara, daha giriş kapılarından başlayan ve koridorlara kadar uzanan koyu, soluk ve soğuk renkler, yüksek çitlerin ya da duvarların mevcudiyeti; öğrencide yarı açık bir cezaevine girdiği hissini uyandırır. Tek tip kıyafetlerle, belirli saatlerde giren ve belirli saatlerde çıkan, giriş çıkış saatleri arasında belirli rutin işleri günlük ve haftalık olarak tekrar eden mahkum öğrenciler...
Tahta sıralara çoğu zaman üçerli olarak dizilen, kalabalıktan konserve kutusuna dönüşen sınıfların içinde havasızlıktan yakınan; kışın mont ve atkıyla oturup eldivenleri ile kalemi tutmaya çalışan, yaz geldiğinde ise boncuk boncuk terleyen ama elini yüzünü yıkamaya gittiğinde hiç de iç açıcı olmayan lavabo ve tuvalet manzaralarıyla karşılaşan; ders araçları olarak yalnızca devletin dağıttığı kitapları, tahtaları ve beyaz tebeşirleri bilen, çoğu kez ampulü kesik tepegözü kullanmaya çalışarak zaman kaybeden, bilgisayarların yavaşlığından bıkan ve çoğu kez tek bilgisayar karşısında beş kişi gruplanan, fizik-kimya laboratuarlarını hayatında hiç kullanma fırsatı bulmayan, böyle bir fırsat eline geçse de malzemelere zarar vereceğinden korkmasından hiç bir şeyi gönül rahatlığıyla deneyemeyen öğrencilerin; böylesi fiziksel ortamlarda neyi ne kadar öğreneceği ve böyle ortamlarda niteliğin ne kadar öne cevabı bilinen bir sorudur: Hiçbir zaman!
Öğrenciler, okulun bu fizikselliği içinde küçük yaşta ezilmeye başlar. Böylece sevmese de gitmeyi, istemese de yapmayı okulda öğrenir. Oysa temel ihtiyaçların giderilemediği okullarda, sonraki basamaklara geçmek mümkün değildir. Daha önce de vurguladığımız gibi, aslında okulun duvarlarından, öğretim boyutlarına kadar her aşama, sadece belirli bir otorite karşısında, öğrencinin ezilmesi ve boyun eğmeye hazır hale getirilmesine yöneliktir. Her aşama birbiriyle bağlantılıdır ve bir bütün olarak düşünüldüğünde, birbirinin boşluğunu tamamlamaktadır.
Sonuç olarak diyebiliriz ki; eğitim sistemi, başarısızlığı bir sonuç olarak değil, bir tercih olarak görülmektedir. Eğitim sisteminde bilinen sorunlara ve bilinen çözüm yollarına rağmen, yıllardır, aynı hataların tekrar edilmesi, yönetenlerin basiretsizliğiyle açıklanmamalı. Çünkü eğitim sistemi, ancak verimli işlemediği sürece, beklenen sonuçlara ulaşmaktadır. Çünkü eğitimde kağıt üzerinde yazıldığı gibi, gerçekten tam anlamıyla düşünen, eleştiren, araştıran ve sorgulayan öğrencilerin mezun olması demek; her şeyden önce, eğitimin de bir alt sistemi olduğu devleti, yani iktidarın temel aygıtını sorgulamaya başlayan insanların topluma karışması demektir. Düzenin adaletsiz ve haksız işleyişini gören ve buna karşı irade koyan kişiliğin, okullarda, bizzat iktidarın kendisi tarafından oluşturulacağını düşünmek ise ham hayal olur. Yani eğitim sistemi, iyi işlemektedir; kişiliksiz yurttaşlar, kimliksiz vatandaşlar yetişmeye devam ettiği sürece de, bu böyle devam edecektir...