- Niçin öldürülüyordu çocuklar?
- Niçin çocukken büyümek zorunda kalmışlardı?
- Niçin incitilmişti hayatları?
- Öğretmenim söyler misiniz?
- Ölüm hep çocukları mı tanırdı, ölüm hep annelerin yüreğine, çocukların gözlerine mi düşerdi?
- ...............?
- ...............?
Ve daha binlerce sorularla sarsılmıştı bedenim. Oysa ben hiç düşünmemiştim çocuk yüreğinde ki savaşı, çocuk yüreğindeki dünyaya sığmayan acıyı, çocuk yüreğinde ki yalın ayağı, açlığı ve çocuk yüreğindeki bahadırlığı.
Ve ben çocuklar, oysa bu ders size nice masallar anlatmak için hazırlanmıştım. Keloğlanı, Anka Kuşunu, Kaf Dağını, Pinokyoyu ve daha nice kahramanları.
Ama istemediniz hiç birini. Kaf Dağının olmadığını, Anka Kuşunun hayal olduğunu, Pinokyonun burnunun uzamadığını siz de biliyordunuz. Siz doğruların derdinde, doğruların peşindeydiniz çocuklar.
Küçücük bedeninizde taşıdığınız kocaman yüreğinizle, açlığıyla ve gözyaşıyla büyüyen Afganlı çocuğu anlat diyordunuz. Ve gözyaşlarının ne renk aktığını soruyordunuz. Ayağı kopan çocuğa ayak, umudu yiten çocuğa uçurtma olmak istiyordunuz. Afganlıların yanında savaşmak, Afganlı çocukları kurtarmak için çabucak büyümenin, büyük adam olmanın yollarını soruyordunuz.
Oysa çocuklar, oysa ben çoktan büyümüş, kocaman olmuştum. Daha doğrusu sizin yanınızda acziyetinden küçülen bedenimi adam oldu sanmıştım.
Ve sonra çocuklar,
Gür türküler gibi yükselen sınıftaki sesinizin arasında ve uğultuların ırmağında boğuldum adeta. Alabildiğine suskunlaştı yüreğim, cümlelerim ve sustu kelimelerim.
Ben değil ama siz, siz cennetin inançlı, inatçı ve hınçlı çocukları. Siz öğretmen oldunuz ve anlattınız bana savaşı ve savaşın asıl kahramanlarını. Dostluğun ölümcül fedakarlığını paylaşmasını. Öfke üstüne büyüyen öfkenizi, acı üstüne büyüyen acınızı ve dost üstüne büyüyen dostluğunuzu. Evet çocuklar,
Bugün yine kaçıncı olduğunu bilmediğim bir dersimizi daha bitirdik.
Şimdi kaleminizle bismillah yazdığınız adımlarım eve doğru yol almakta.
Daha bir kavi sanki yürüyüşüm. Nedense kendimi onca isyanımdan, onca günahımdan ve onca kötülüğümden arınmış, sıyrılmış gibi hissediyorum.
Ansızın başımı kuşları vurmak için taş atarken kirlenen göğe kaldırdım.
Ve ilk defa gökyüzünün bu kadar engin, berrak ve mavi olduğunun farkına vardım.
Ağladım... Ağladım...