Saadet Partisi’nin 11 Temmuz’da yapılan olağanüstü kongresinde meydana gelen liste krizi sonrası yaşanan tartışmalar Genel Başkan Numan Kurtulmuş ve ekibinin partisinden istifa etmesiyle sonuçlandı. Önder Sav’dan akıl almaktan internet üzerinden psikolojik savaşa, iftar sofrasına baskından partinin kayyuma devredilmesine kadar bir dizi gelişmeye parti tabanı ilk defa şahit oldu. 40 yıllık Milli Görüş siyasetinin yaşadığı son süreç aslında birçok açıdan değerlendirilmeyi gerektiriyor.
Refah ve Fazilet partilerini kapattıran 28 Şubat sürecinde AK Parti’yi kuracak kadroların Milli Görüş çizgisinden ayrılmaları ve Necmettin Erbakan’ın siyasi yasaklı pozisyona düşmesi kimi zaman açıktan kimi zaman örtülü olarak genel başkanlık sorununu ortaya çıkardı. Genel başkanlığın sadece bir görüntüden ibaret olduğu, asıl söz ve yetkinin Erbakan’da olduğu pratikte, parti tabanının istediği Numan Kurtulmuş’un başa geçmesiyle durum değişti. Partinin söylemi ve yetkili organlarında tek söz sahibi olan Erbakan’ın aynı tavrı sürdürmek istemesine Kurtulmuş’un razı olmaması sorunların hem başlangıcını hem de özünü teşkil etti.
Tapulu Siyasi Hareket
Erbakan’ın herkes tarafından bilinen liderlik tarz ve anlayışı, Milli Görüş partilerinin işleyiş biçimi bilinmesine rağmen Kurtulmuş’un Saadet Partisi (SP) Genel Başkanlığına adaylığını koyması, bu işleyişe razı olduğu, dolayısıyla sonrasında yaptığı eleştirilerin geçerli olmadığı yönünde değerlendirmeler bir ölçüde doğruluk payı içerse de özünde yanlıştır. Partiyi bir kişinin tapulu malı, siyasetini de yalnızca tek bir kişinin belirlediği hareket olarak nitelemek hem ilkesel açıdan hem de siyaset açısından yanlıştır. 40 yıllık Milli Görüş geleneğinin bugüne kadar bu şekilde gelmiş olması bugün yaşananları doğrulatmaz. Bu durum olsa olsa bu çizginin iflah olamayacağının işareti olarak görülebilir.
SP’de yaşanan son gelişmeler Türkiye’de İslamcılığın politik alandaki en önemli temsilcisi olarak görülen Erbakan’ın da aslında esaslı bir kritiğe tabi tutulmasını gerektiriyor. Bir boyutuyla dünya ölçeğinde yükselişe geçen İslamcılığın Türkiye ayağında politik örgütlenmenin başına geçen Erbakan’ın biyografisi aynı zamanda teori-pratik alanda yaşanan çelişkileri de büyük oranda göstermektedir. Yıllardan beri Erbakan’a yönelik olarak saltanat mantığıyla partiyi yönettiği eleştirisi yapılmakta. Oysa Türkiye’de genel olarak İslamcı karakterin çok sevdiği “medeniyet” söylemi doğrultusunda siyaset yapmayı tercih edenlerin bir hareketi saltanat mantığıyla yönetenlere karşı söyleyeceklerinin pek de inandırıcılığı olamaz. İslam’ın öngördüğü bir yaklaşımdan çok Osmanlı üzerine bina edilmiş ‘medeniyet perspektifi’ doğal olarak içerisinde saltanatçılığı barındırır. Aynı şekilde bu perspektif devlet-statüko karşısında esaslı bir muhalefeti yapamayacak kodlara sahiptir. Bu bağlamda saf İslami bir kimlik ve siyaset yerine ‘medeniyet’ gibi gerçekte heterojen, muğlâk, müphem ve abartılı tarihsel kurguların arkasına sığınarak varoluşu temellendirmenin revaçta olması köklü ve kapsamlı bir mücadelenin verilmesi için uğraşan Müslümanların işinin ne kadar zor olduğunu göstermektedir. Elbette ümmet perspektifinden Osmanlı geçmişini, ümmetin birliğinden D-8’i anlayanlar sadece Erbakan ve çevresiyle sınırlı değil.
Yeni bir siyasi hareket başlatan Numan Kurtulmuş’un da ‘medeniyet’ söylemiyle işe koyulmuş olması ilginç. Her ne kadar Kurtulmuş, referanslarında Said Halim Paşa, Babanzade Ahmet Naim, Filibeli Ahmet gibi İslamcı isimler zikretse de İslami bir siyaset vurgusu yapmaktan imtina etmekte. Burada önemli olan konu yeni partinin hangi kimlik ve siyasetle yola koyulduğudur. Muhafazakâr demokrat kimlik büyük oranda AK Parti ile, Milli Görüş siyasetinin ise SP ile temsil edildiği siyasal haritada Kurtulmuş’un daha net bir kimlikle ortaya çıkması gerekiyor. “Bin yıllık tarih”, “medeniyet”, “bizi var eden değerler” gibi söylemler iki partinin de kabul ettiği ya da en azından itiraz etmediği argümanlar. Dolayısıyla ayrılığın sadece üslup ve yöntemden kaynaklanmadığını gösterecek ideolojik ayrımlar gerekiyor.
Kurtulmuş Nasıl Taban Oluşturacak?
Bir partinin kimliği, ideolojisi seçimlerde rekabet ettiği diğer partilerden ayrımı sağlayacak en önemli donelerden birisini teşkil eder. Bu bağlamda yeni hareket, Milli Görüş söylemiyle sahaya indiğinde doğal olarak kitleler işin hakiki sahibi Saadet’i, muhafazakâr demokrat kimlikle siyaset yaptığında ise AK Parti’yi tercih edeceklerdir. Benzerliklerin sadece Kurtulmuş’un işini zorlaştırdığı açıktır. Bir tarafta oy yüzdesi gittikçe küçülmüş olsa da SP; öte tarafta uyguladığı sosyo-ekonomik politikalar nedeniyle büyük bir toplumsal desteğe sahip AK Parti.
Şu ana kadar ortaya konulan söylem Kurtulmuş ve ekibinin işinin kolay olmayacağını göstermektedir. Ama eğer yaşadığımız dünyayı ve Türkiye’yi doğru tahlil eden ve siyasal-sosyal olaylara İslamcı bir perspektifle bakış tercih edilirse bunun en azından artı değer olduğunu da görmek gerekiyor. Muhalif duruşu net, sistemle esaslı bir hesaplaşmaya niyetli, anti-emperyalist, sosyo-ekonomik çelişkilere dikkat çeken, hak ve özgürlükleri merkeze almış bir siyasettir kast ettiğimiz. Reel olarak bunun Numan Kurtulmuş özelinde bir karşılığı var mı diye sorulduğunda bunun cevabının evet olduğu ama esas meselenin tercih ve irade olduğu söylenebilir. Örneğin Kurtulmuş’un konuşmalarında Kemalist sisteme, resmi ideolojiye ilişkin net ve açık vurgularının olmaması, içinde yaşadığımız sistemin en temel konuları hakkında tercihinin ne olduğunu göstermektedir. Oysa statükonun geriletilmesi noktasında yaşanan bunca gelişmelerden sonra hem AK Parti’yi doğru bir yerden zorlamak hem de söylenmesi gereken hakikatleri ortaya koyma babında tam da Kurtulmuş’un yeni hareketi birçok şeyi gündeme getirebilir.
Oligarşinin ve resmi ideolojinin tasfiyesi noktasında AK Parti’nin iki ileri bir geri tavırları karşısında net bir duruş ortaya konabilir. Bunun hem alternatif parti olma hem de doğru bir siyaseti ortaya koyma imkânını artırma şansı daha fazla. Salt ekonomik alanda yaşanan çelişkiler üzerinden siyaset yapmanın popülizm olduğu da bir başka vakıadır. Bu söylem dünün mağdurları bugünün iktidar sahipleri Müslümanların sadece eleştirilmesini içermekte ve bu durum da özellikle laik kesimin hoşuna gitmektedir. Ayrıca anti-emperyalizm konusunda ortaya konulan dil dikkatli ayarlanamadığında yer yer ulusalcılarla paralellik arz eden görüntüler ortaya çıkarabilmektedir. Onun içindir ki bütüncül bir siyasi perspektifin ortaya konması noktasında oligarşiyle, Kemalizm’le hesaplaşmak ve resmi ideolojinin hayatın tüm alanlarına yansıtılmış zulümlerine net biçimde karşı koymak gerekiyor.
Öngörüler Boş Temenni Olmasın!
Siyaset mühendisliği tadında Numan Kurtulmuş’un siyasi geleceğine yönelik yapılan değerlendirmelerin ekserisi ise gerçeklikten çok temenniyi yansıtmaktadır. Özellikle bazı çevrelerin Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olacağı varsayımına dayalı bu tahlillerde AK Parti’de liderlik sorunu yaşanacağı iddia edilmekte. Siyasi alanda bu lider boşluğunu ise AK Parti tabanına çok uzak olmayan Kurtulmuş’un dolduracağı ve yeni dönemin başbakanı olacağı söylenmekte. Öncelikle Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olacağına dair kesin olarak bir şey söylemek mümkün değil. Şu anki siyasi konumuyla başbakanlık daha etkili bir makam. Erdoğan bu konumunu neden terk etsin? İkincisi Erdoğan sonrasında AK Parti’de bir liderlik sorunu neden yaşansın ki?
Varsayalım ki Erdoğan cumhurbaşkanı oldu o zaman partiye liderlik yapacak ve oy oranını büyük oranda koruyacak Abdullah Gül, Bülent Arınç, Ahmet Davutoğlu gibi isimleri göz ardı etmek mümkün mü? Başkasının zayıflaması, güç kaybetmesi, dağılması üzerine hesap yapmanın yanlışlığı bir tarafa, yapılan tahliller de ciddiyetten uzak. Siyaset mühendislerinin hangi tezleri bugüne kadar doğru çıktı ki bu da doğru çıksın! Başarı şansı partinin kimliğiyle, kadrosuyla, ortaya koyduğu politikalar, sahada göstereceği performansla alakalıdır. Daha zayıf bir tez olarak ileride Kurtulmuş’un AK Parti’nin başına geçeceği iddiası ise Erdoğan’ın birkaç defa AK Parti’de birlikte siyaset yapmayı teklif ettiği ve Kurtulmuş’un da bunu reddetmesiyle çoktan geçerliliğini yitirdiği düşünülebilir.
Olağanüstü kongreyle Erbakan’ı başa geçiren SP ise bir nevi siyasi tarikat görünümünde yoluna devam edecektir. “Hocaya Sadakat Şerefimizdir!”, “Hocam İzindeyiz!” sloganlarıyla; “Yanılmaz ve Yenilmez Lider!” söylemleriyle kongresini yapan partinin topluma söyleyecek sözü kalmamıştır artık. 28 Şubat sürecinde darbecilerin cezaevine göndermek için uğraşmaları karşısında yaşını öne sürerek süreçten sıyrılmaya çalışan Erbakan’ın asansör kullanarak genel başkanlık koltuğuna oturması doğrusu ibretlik bir görüntü idi. Dava için cezaevine girmeyi hiçbir şartta göze al(a)mayıp liderlik için asansörlü görüntüye razı olmak en azından üzüntü verici. Erbakan’ın oğlu, kızı ve damadıyla şereflendirilmiş parti kurullarıyla tapulu araziye kaçak yapılanmanın önünün kesildiği Saadet artık resmen bir aile partisidir.
Siyasi hareketini kuracağı partiyle yeni bir noktaya taşıyacak Numan Kurtulmuş’un işi çok zor görünüyor. Kısa ve orta vadede başarı şu an ki siyasi tabloda oldukça zor. 2011 seçimlerinde elde edilecek düşük oy ihtimali ise işi daha da zorlaştıracaktır. Üstelik partinin ideolojik söylemi, kimliği de muğlâklıklar içermekte. Ama Müslümanlar adına kimlik ve siyasi duruşunu netleştirecek, anti-emperyalist, oligarşik sistem ve resmi ideolojiye muhalif, sosyo-ekonomik meselelere öncelik verecek, hak ve özgürlükler mücadelesi verecek bir partinin var olması da bir olumluluk sayılmalıdır. Sistemin mayınlı arazilerine girmeyi göze alacak bir partinin başarı şansı çalıyı dolaşmayı tercih edecek partiden daha fazladır. Zaten AK Parti’nin halktan aldığı desteğin arka planında kısmen de olsa bu riskli alanlara girme cesaretini göstermiş olması yatıyor.