"Sonra gelenler içinde alemlerde Nuh'a selam olsun diye ona iyi bir ün bıraktık."{37/78)
"Nuh'u ve gemide bulunanları kurtardık ve bunu alemlere ibret kıldık." (33/77)
Nuh Kıssası
İslam davetinin, otoritelerinin ortadan kaldırılmasını da hedeflediğini anlayan Mekke ileri gelenleri (mele), bunun önüne geçmek için, resule ve diğer inananlara karşı hakaret ve baskı dolu bir kampanya başlattılar. Buna rağmen müslümanlar, Allah'ın ayetlerini onlara "okumak"tan vazgeçmediler. Lakin içinde bulundukları baskı ve zulüm, nihayetinde bir beşer olan inananları sıkmaya, zorlamaya başladı. Bunun üzerine Allah, müslümanlara şöyle seslendi:
"Andolsun asra ki, insan şüphesiz ziyandadır. Ancak, iman edip salih ameller işleyenler, birbirlerine Hakk'ı ve sabrı tavsiye edenler bunun dışındadır. (103/1-3)
Böylece Allah, her konuda olduğu gibi "tebliğ"de de müslümanlardan "sabırlı" olmalarını istedi. Bir süre sonra, Nuh (a) kıssasını indirerek, Nuh kavminin peygamberlerine karşı olumsuz tavırlarını ve akibetini anlattı, muhatapları uyardı.
Aynı zamanda "okuma" ve "sabır" örneği olarak Nuh'u zikrederek, rasul ve müslümanların, karşılaştıkları engellere bakarak eylemlerinde gevşememeleri öğütlendi. Yanı sıra Yunus (a) kıssasını da indirerek, "okuma" eyleminde "sabr" etmeyerek toplumunu terkeden Yunus peygamberin kınandığı gösterildi, rasul ve inananların aynı olumsuz davranıştan sakınmaları istendi.
"Sen Rabb'inin hükmüne sabret, sahib-i hut (balık sahibi) gibi olma." (68/48)
Nuh (a) kimdir?
"Biz Nuh'a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahy ettiğimiz gibi sana da vah yettik." (4/163)
"Andolsun biz Nuh'u kavmine peygamber olarak gönderdik." (11/25)
Allah Nuh'u da diğer rasullerde de olduğu gibi kavminin içinden seçerek peygamber tayin eder.
İmam Buhari ve Müslim'in ittifak ettikleri, Enes bin Malik'in (r.a) Rasulullah'tan rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Nuh'un (a) İlk peygamber olduğu bildiriliyor:
"... Adem: "Buna ehil değilim." O, işlemiş olduğu suçunu (hatiesini) hatırlar. "Siz Allah'ın gönderdiği (ba's buyurduğu) ilk rasul olan Nuh'a gidin" der..."
Kur'an-ı Kerim'de müstakil bir sureye de "Nuh" ismi verilmiştir.
Nuh kavmi
Müfessirler Nuh kavminin, bugün Irak'ın yer aldığı topraklar üzerinde yaşadığını kabul ederler.
Allah'ın beyanına göre Nuh kavmi, çeşitli ilahlara tapan, şirk içerisinde bir kavimdir. Nuh kavmi, ekonomik ve siyasi olarak sivrilmiş olan ve Allah'ın Kur'an'da "mele" olarak isimlendirdiği kimselerin istekleri, kanun ve nizamları doğrultusunda yaşamaktaydı. Halkın yaşamını yönlendirmek için kanun ve nizamları yapan ve bu kanun ve nizamları tanrılar emretti diyerek halkı kandıran kişiler, "mele" adı verilen yönetici takımıydı.
Onlara göre dünya hayatının amacı, yalnızca servet biriktirmek ve güçlü olmaktı. Bu gayeleri uğruna hem halkı ezmekte,, sömürmekte ve hem de bu sefih yaşamlarını halka, dünya hayatının tek amacı gibi sunmaktaydılar.
Bu durum Kur'an'da Nuh peygamberin dilinden şöyle ifade edilir.
"Rabbim! Doğrusu bunlar bana isyan ettiler, malı ve evladı kendisinin sadece hüsranını arttıran kimseye uydular, birbirinden büyük düzenler kurdular. Dediler ki: "Sakın ilahlarınızı bırakmayın "Vedd", "Suva", "Yeğus", "Yeuk" ve "Nesr"i asla terk etmeyin. Böylece birçok kimseyi yoldan çıkardılar." (71/21-24)
İşte Allah, kendisi de böyle bozuk bir düzen içerisinde yaşayan Nuh'u (a) rasul olarak seçer.
"Andolsun, Nuh'u da kendi toplumuna gönderdik. "Ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım. Allah'tan başkasına kulluk etmeyin! Doğrusu ben, hakkınızda can yakıcı bir günün azabından korkuyorum" dedi. (11/25)
Kendilerine daha önce rasul gönderilip inzar edilmemiş bir toplumda, artık hakk-batıl mücadelesi başlamış, insanlar imtihana alınmıştır. Nuh, insanları sadece Allah'a kulluk etmeye, taptıkları ilahlardan yüz çevirmeye çağırmaktadır. Nuh'un (a) bu çağrısına kavmi şaşırıp kalmıştır. Daha düne kadar onlar gibi yaşayan Nuh, toplumun dinini ve o dine dayalı toplumsal yapıyı değiştirmek istiyordu. Tüm toplumu karşısına aldığı bu hareketteki cesareti nereden aldığını merak ediyordu insanlar.
Öte yandan "ileri gelenler" ilahlarına yapılan saldırılara sessiz kalamazlardı. İlahların terk edilmesi, kafirlerin otoritelerinin ve toplum üzerindeki sömürülerinin de tehlikeye düşmesi demekti. Bu nedenle Nuh'a karşı gelmeye ve halkın O'na itibar etmemesi için var güçlerini kullanmaya başladılar.
Dediler ki: "Seni de ancak kendimiz gibi bir insan görüyoruz." (11/27)
"Bu da sizin gibi bir insan! Ama size egemen olmak istiyor. Allah dileseydi melekler indirirdi." (23/24)
Egemenlikleri ve çıkarları tehlikeye düşen "ileri gelenler", Nuh'a çamur üstüne çamur atmaya, Allah'ın insanlardan bir rasul göndermesinin anlamsız olduğunu iddia etmeye başlarlar. Nuh'un çabasını, "yönetici olma" çabası olarak göstermeye çalışırlar. Böylece Nuh'un (a) davasının "ilahi" yönünü halktan saklamaya uğraşırlar.
Halbuki Nuh, emin bir rasuldü, yalan ona yakışmazdı. Kendini olduğundan başka gösteremezdi. "Sivrilme" amacında olsaydı bunun için başka yollar denerdi. Mesela yanına basit görüşlü "ayaktakımı" olarak nitelenen müstez'af halkı değil, "mele" adı verilen, toplumun egemen sınıfına ait güçlü kimseleri toplardı. Oysa O, Allah'ın ayetlerini okuyordu onlara. Bu ayetlere kim iman ederse, o, Nuh'un yandaşı sahabesi oluyordu. Peygamber için mal-mülk değil, inanç önemliydi. Çünkü Allah, insanların servet ve güçlerine değil, iman ve amellerine göre değer biçiyordu.
Müşriklerin, davadan taviz istekleri
Bütün bu hamlelerine rağmen, Nuh'un tavrını değiştiremeyen "ileri gelenler" kendileri gibi bir insanın bu "basit görüşlü ayak takımı" ile birlikte hareket etmesini onun şanına uygun görmezler, o "ayak takımı" olarak nitelendirdikleri müstez'afları etrafından kovması gerektiğini, Nuh'un yerinin kendi yanları olduğunu telkin ederler. Nuh, bu isteklere karşı şöyle cevap verir:
"Benim ücretim Allah'a aittir." (11/29)
"Müminleri yanımdan kovacak değilim, çünkü ben sadece uyarıcıyım." (26/114-115)
Nuh (a) sonuna kadar kendine inananları savunur, onlara kol-kanat gerer. Onların hesabının Allah'a ait olduğunu, kendisinin sadece uyarıcı olduğunu defalarca söyler. Mal-mülk için davasından taviz vermesinin mümkün olmadığını ısrarla beyan eder.
Nuh kıssasında Allah'ın Nuh (a) hakkında belirttiği vasıflar, diğer kıssaları anlatılan rasullerde olduğu gibi, Mekke'de Hz. Muhammed (a) için de söz konusuydu. Mekke ileri gelenleri Hz. Muhammed'e servet ve dünya nimetleri karşılığı davasından vazgeçmesini teklif etmişlerdi. Peygamberimizin de cevabı, Nuh (a) gibi olmuş ve müşriklerin bu taleplerini, "Güneşi bir elime, ayı bir diğerine koysanız yine de davamdan vazgeçmem" diyerek şiddetle geri çevirmişti.
Kıssaların, cahiliyye döneminde yaşamakta olan Hz. Muhammed'e, sahabesine ve müşriklere örnekliği, insanların sorunlarına anında müdahale etmesi ve örnek geçmiş tutumları bildirmesi; peygamberimizin Mekke müşriklerinin kendisini mal-mülk karşılığı davasından döndürme isteklerini bu şekilde reddedişi ile daha da somutlaşmaktadır.
Tebliğde sabır:
Kavminin müşrikleri ve Nuh (a) arasındaki bu mücadelede yıllar geçer. Hz. Nuh her fırsatta insanlara, Allah'ın risaletini bildirme, ulaştırma çabası içindedir:
"Rabbim! Doğrusu ben kavmimi gece gündüz çağırdım." (71/5)
"Onlara, açıktan açığa, gizliden gizliye söyledim." (71/8-9)
Nuh'un tebliğ süresi hakkında Kur'an'da, Kur'an kıssalarında pek sık rastlanmayan bir uygulama ile, tebliğ sürecinin miktarı bildirilir.
"Andolsun biz, Nuh'u kavmine yolladık, onların arasında bin seneden elli yıl eksik kaldı." (29/14)
Allah'ın bize bu miktarı bildirmesinde mutlak bir hikmetin olduğu aşikardır. Allah bu uzun süreci bildirmekle, Mekke inananlarına ve kıyamete kadar yaşayacak tüm inananlara, tebliğde sabretmelerini, bu hususta Nuh'un tebliğ eylemindeki sabrını örnek almalarını, Allah'ın emri gelinceye kadar tebliğ eylemini sürdürmelerini ister.
Nuh (a)'un bu uzun tebliğ sürecindeki yoğun çabalarına rağmen kavminin bir gemi dolusu inanan insan haricindeki ekseriyeti, dinlerinde ısrar ederek muhalif kaldılar. Etrafında bir avuç inanan toplandı. Hatta oğlu ve karısı bile iman etmediler. (11/46, 66/10)
Nuh'un davetine karşı kavmi:
"Parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, inatlaştılar, büyüklendikçe büyüklendiler." (71/7)
"Benim davetim, onlara kaçışlarını arttırmaktan başka bir katkıda bulunmadı." (71/6)
Nuh'la müşrikler arasında saflar net ve kesin olarak ayrılmıştı. Müşriklerin en son kozları, Nuh'u memleketten sürme tehditlerine ve azap isteklerine ulaşmıştı.
"Ey Nuh! Bu işe son vermezsen taşlananlardan olacaksın." (26/116)
"Bizimle tartıştın, hem de çok tartıştın. Doğru sözlülerden isen bize tehdit ettiğin azabı getir." (11/32)
Mücadelede sonucun Allah'a havale edilmesi:
Çaresiz ve bitkin düşmüştü Nuh, dayanacak gücü kalmamıştı. Sığınabileceği tek melceye, Allah'a sığındı ve şöyle yalvardı:
"Rabbim! Beni yalanlamalarına karşı bana yardım et." (23/25)
"Benimle onların arasında sen hüküm ver. Beni ve beraberimdeki müminleri kurtar." (26/118)
Kafirlerin, yıllar süren inat ve kibirleri yüzünden işledikleri kötü filler, basiretlerini köreltmişti. Artık Allah'ın nezdinde o kavmin İman etmesi mümkün değildir. Haklarındaki Allah'ın hükmü gerçekleşmek üzeredir. Allah Nuh'un duasına şöyle icabet eder: "Senin kavminden iman etmiş olanlardan başkası (bundan sonra) iman etmeyecek. Onların yapageldiklerine üzülme. Nezaretimiz altında ve sana bildirdiğimiz gibi gemiyi yap.." (11/36-37)
Mücadelede yeni bir aşamaya geçilmişti. Allah, Nuh'tan bir gemi yapmasını istiyordu.
"(Nuh) Gemiyi yaparken, kavminin ileri gelenleri" yanına her uğradıklarında onunla alay ederlerdi." (11/38)
Onlar alay ededursun, gemi bitirilmiş, "tennur"dan sular kaynamaya, yani dört bir yandan sular fışkırmaya, gökten durmaksızın yağmaya başlamıştı. Allah, Nuh'a daha önce şöyle vahyetmişti:
"Emrimiz gelip tennurdan sular kaynamaya başlayınca, her şeyden ikişer çifti ve aleyhine hüküm verilmemiş olanları gemiye bindir." (11/40)
Şefaat
Sular yükselmeye, gemiyi kaldıracak seviyeye gelmeye başlamıştı. O esnada Nuh oğlunu gördü. Allah'ın "aleyhine hüküm verilmiş olanın dışında" emrine rağmen babalık yüreği dayanamadı, onuda gemiye çağırdı.
"Ey oğulcuğum, bizimle beraber gel, kafirlerle birlik olma!" (11/42)
Basireti körelmiş kafirlerden biri olan oğlu, Nuh'a şöyle cevap verdi:
"Dağa sığınırım o beni sudan kurtarır." (11/43)
Nuh ise oğluna şöyle seslendi:
"Bugün acıdığı hariç, O'nun emrinden koruyacak hiçbir şey yoktur. Aralarına dalga girdi ve O da boğulanlardan oldu." (11/43)
Nuh (a) dayanamadı ve Rabbi'ne seslendi:
"Rabbim oğlum benim ehlimdendi." (11/45)
Rasul olan bir baba bile oğlunu kurtaramamıştı. Bu dünyada şefaat edememişti ki ahirette şefaat etmesi mümkün olsun! Hz. Nuh'un "kan bağına" dayalı duygusal hareketine Allah, şöyle cevap verdi:
"Ey Nuh! O senin ehlinden sayılmaz, çünkü (onun yaptığı) salih olmayan bir ameldir. Öyleyse bilmediğin bir şeyi benden isteme. Cahillerden olmaman için sana öğüt." (11/46)
Allah'ın bu ifadesi kıyamete kadar gelip geçecek tüm müminlere de bir uyan bir ihtardır. Müslüman olmayanın, peygamber soyundan gelse bile, bir değeri yoktur Allah nezdinde. Olamaz da. İnsanı ahirette kurtaracak olan ancak "selim bir kalb", (derin bir iman) (26/89) ve buna dayalı amellerdir. (52/19)
Allah nezdinde kafirlere şefaatçi yoktur. Müslümanlara da şefaatçi gerekmeyecektir. Herkes yaptığı amellerin karşılığını alacaktır. Kafirler için rasul babası ve rasul oğlu ya da rasul eşi olsa bile hiç bir şefaat fidye ve diğer araçlar, Allah nezdinde kabul edilmez.
"Allah, kafirlere Nuh'un karısıyla, Lut'un karısını misal gösterir. Bu ikisi, kullarımızdan iki salih kulun (nikahı) altında idiler, fakat onlara hıyanet ettiler. Kocaları (Allah'tan) gelen hiçbir şeyi onlardan savamadı. (Onlara): "Cehenneme girenlerle beraber siz de .girin" dendi." (66/10)
Allah'ın tufan azabının sonucu, inananlar kurtulmuş, kafirler ise boğulmuşlardır.
"Biz O'nu (Nuh'u) ve O'nunla beraber bulunanları, dolu gemi içinde kurtardık." (26/119)
"Sonra bunun ardından, geride kalanları boğduk." (26/120)
Tufan sonrası, Nuh (a) ve O'na inananlar ve gemiye aldıkları hayvanlar, suların çekilmesiyle beraber Allah'ın ihsanıyla suları çekilen yeryüzünde eyleşirler ve yaşam yeniden başlar.
"Ey yer, suyunu yut ve gök tut!" (11/44)
"Ey Nuh, denildi, sana ve seninle beraber olanlardan (türeyecek) ümmetlere bizden esenlik ve bereketlerle (gemiden) in." (11/48)
Tufan:
Suların yükselmesiyle beraber Allah'ın Nuh kavmi hakkındaki kararı yerine gelmiş ve tufan gerçekleşmişti.
Kur'an'da tufan üzerinde kafirlere vaad edilen azab olarak durulmaktadır. Bundan başka bir gaye yoktur. Buna rağmen alimler, tufanın tüm dünyayı mı, yoksa Nuh kavmini mi kapsadığı üzerinde durmuşlar ve bu hususta hayli fikir yarıştırmışlardır. Ancak, ulemanın, tufanın tüm dünyaya mı, yoksa Nuh kavmine mi şamil olduğu hakkında da somut bir karara varamadığı da aşikardır.
Her şeyden önce kıssanın odak noktası "tufan" değil, mümin ve müşriklerin vahye karşı aldığı tavırdır. Tufan olayı, Hz. Nuh'un verdiği uzun mücadelede, kafirler aleyhine gerçekleşmiş bir sonuçtur ve kıssanın sadece bir bölümünü oluşturmaktadır.
Tufanın ister tüm dünyaya, isterse Nuh kavmine şamil olduğuna inanalım, bu inanış bizim için imani bir zaaf teşkil etmez. Ancak "gaybi bir olay" olan tufan üzerinde sonuç getirmeyecek tartışmalara girmek, bizi özden cüze, hidayetle ilgili içerikten gereksiz ayrıntılara çekeceğinden "gayba taş atmaktan" imtina etmek lazımdır. Gaybi olaylarla ilgili bilgilerin Kur'an'da yeteri kadar verildiğine inanan müslümanların, bu konuda Şu ayet-i kerimeyi hatırlamaları lazımdır.
"(Ey Rasul) "Bu konuda kimseyle tartışma ve onlar hakkında kimseye bir şey sorma." (18/22)
Sonuç:
Nuh kıssasının vahye muhatap olanlara vermek istediği mesaj ve dersleri şöyle sıralayabiliriz.
a- Nuh'un, risaletle görevlendirildiği esnadan başlayarak giriştiği tebliğ mücadelesi:
Dokuz yüz elli yıl gibi çok uzun süren tebliğ mücadelesinde, bıkmadan yılmadan sonuna kadar mücadele etmesi, kıyamete kadar tüm yaşayacak muhataplar için ders alınacak bir örnekliktir. Nuh'un bu uzun mücadeledeki metodu ise ayetlerde şöyle veriliyor:
"Rabbim doğrusu ben kavmimi gece gündüz çağırdım." (71/15)
"Onlara açıktan açığa, gizliden gizliye söyledim." (71/8-9)
b- Kafirlere yaranmak için davadan taviz verilmemesi ve müslümanların bütünlüğünün korunması:
Kur'an'da kıssaları anlatılan tüm rasullerde olduğu gibi, Nuh kıssasında da, kafirlerin davadan taviz verilmesi ve rasule ittiba eden müslümanların terk edilmesi karşılığı yaptıkları dünyalık tekliflere itibar edilmeyerek, İslam davasından taviz verilmemesi bizler için en güzel örnekliktir.
"Benim ücretim Allah'a aittir." (11/29)
"Mü'minleri de kovacak değilim. Çünkü ben sadece uyarıcıyım." (26/114-115)
c- Peygamber soyundan olsa dahi, hiç kimse Allah'a teslim olmadıkça bu dünyada ve ahirette kurtuluşa eremeyecektir. Rasul kendi soyundan olsa bile, Allah'a isyankar olan ehline bu dünyada şefaat edemez. Zaten bir kafire, ahirette de şefaat etmesi mümkün değildir. Dolayısıyla insanlar iman etmedikçe bu dünyada ve ahirette şefaate ulaşamazlar.
"Allah kafirlere Nuh'un karısıyla, Lut'un karısını misal gösterir. Bu ikisi kullarımızdan iki salih kulun (nikahı) altında idiler, fakat onlara hıyanet ettiler. Kocaları Allah'tan (gelen) hiçbir şeyi onlardan savamadı. (Onlara): "Cehenneme girenlerle beraber siz de girin" dendi." (66/10)
d- Mücadelede sürekli direniş, sonucun Allah'a havale edilmesi.
Allah'ın ayetlerini var güçleri ile topluma ileten müslümanlar, bu çalışmalarının toplumsal neticesini, Allah'a havale etmeleri, sonucun onun takdirinde olduğunu fehmetmeleri gereklidir. Yani tebliğ mücadelesini akamete uğratmamaları, Yunus peygamber gibi toplumdan uzaklaşmamaları lazımdır. Bu husustaki Nuh'un (a) duası, bize metod hakkında bilgi vermektedir.
"Benimle onların arasında, sen hüküm ver. Beni ve beraberimdeki inananları kurtar." (26/118)
Eğer müslümanlar toplumlarının tebliğe boyun eğmemelerine kızarak, Allah'ın ayetlerini tebliğ etmekten vazgeçerlerse, bu hususta Allah'ın emri olmadan böyle bir davranış gösteren Yunus (a) kıssasındaki gibi Allah tarafından kınanma durumunda kalabileceklerdir. Bu yüzden tebliğ sürecinin fetrete uğratılmaması ve tebliğde sürekli direniş gösterilmesi gereklidir. Nuh kavmindeki tebliğin sonunu, Allah şöyle belirtiyor.
"Senin kavminden iman etmiş olanlardan başkası (bundan sonra) iman etmeyecek." (11/36)
e- Hidayet ve zafer, Allah'ın dilemesine bağlıdır. Bu yüzden müslümanların sayılarının azlığı ve dünyada kafirlere galip gelememeleri yenilgi değildir. Müslümanların yapması gereken Hakk'ın şahitliğini göstermektir. Bu hususta ellerinden gelen tüm gayreti ortaya koymaları onların yegane vazifesidir. Nuh'un (a) bir gemi alacak kapasitede insanın hidayetine vesile olması, onun vazifesini yapmadığı anlamına gelmez. Nuh, Hakk'ın şahitliğini yapmış ve bu dünyadaki Allah'ın O'ndan istediği emirleri en güzel şekilde yerine getirmiştir. Hz. Muhammed (a) ve sahabesi bu kıssanın indiği zaman belki Nuh kavminin akibeti gibi kendilerinin de aynı akibete uğrayacaklarını sanmışlardı. Oysa Allah onlara çoğunluğa dayanan bir zafer ihsan etti. Hz. Muhammed ve sahabesini yeryüzünün hakimleri yaptı. Bu örnek, bizim sonuçlarla ilgilenmemizin o kadar önemli olmadığını, asıl olanın Allah'ın emirlerini topluma iletmek, Hakk'ın şahitliğini yapmak, hidayet ve zafer olayının Allah'ın elinde olduğuna inanmak gerektiğini ortaya koymaktadır.