"Mahfuz'un kitapları bir çok filme ve televizyon dizilerine konu olmuştu. Fakat kitaplarından çok onu ünlendiren siyasal görüşleriydi."
Yüzyıllar öncesinden yankılanarak gelen:
"Söz var keser savaşı
Söz var götürür başı
Söz var ağılı aşı
Bal ile yağ ede bir söz"
Dizelerinin Necip Mahfûz'un hayatını özetlediğini düşünüyorum. 1998 Ekim ayının on üçünde, İsveç Akademisi sözcüsü Sture Allen, Nobel Edebiyat Ödülü'nün sahibini açıklamasından sonra deyim yerindeyse Mahfûz'un şahsında sembolleşen figüratif edebiyat anlayışı Batı'da Arap edebiyatının yeniden ve yoğun olarak araştırılmasını gündeme getirmişti. Sanatın çeşitli dallarında yaygın bir terim olarak kullanılan figür son tahlilde herhangi bir nesneyi, kişiyi genellikle düşsel bir şekilde somut gerçekliklerden soyutlayarak ideal hale getirmek ve çoğu zamanda kutsamakla ilgili bir anlamlandırma girişimidir. (Sarıbay, 2004-107)
Figüratif olan konjonktürel olarak önem kazanmış yine konjonktürel olarak kaybetmiştir. Nobel Edebiyat Ödülü sonrasında eserleri peş peşe Türkçeleştirilen Mahfûz göstergelerin, imajının sirküle edilişinin durduğu zaman unutuluşa terk edildi. Çünkü konjonktürel bir figürdü. Arapça edebiyatı ağırlıklı olarak görmezden gelen yayın dünyası konjonktürel ilginin dağılmasıyla yazarın yapıtlarını yeniden yayımlamayı da unutmuştu. 1994'te Necip Mahfuz'a düzenlenen saldırı gibi birkaç medyatik iç patlama olayı ile Mahfûz gündeme gelmiş, gerçekliğin yerine geçen imajından istifade edilmişti.
Edebiyat dünyasını tek bir dünya haline getirme seremonisi Nobel hakkında kanaatlerini 15 Ekim 1988 tarihli Şark el-Evsat gazetesinde yayımlanan söyleşisinde ödülü almasından önceki kanaatlerini de açıklar:
"Şahsen ben, özellikle son yıllarda Nobel ödülünü alacak kişiyi tespit için kullanılan ölçütlerin pek sağlıklı olmadığını düşünüyordum. Oldukça şüpheciydim bu konuda. Zira söz konusu ölçütler, nesnel ve eleştirel değerlendirmeler sonucunda değil, politika ve ırk esaslarına dayanarak belirleniyordu. Bu nedenle benim ya da Arap dünyasında bir başka yazarın, bu ödüle layık görülebileceğini hiç mi hiç tahmin etmiyordum. Bir çok arkadaşımda aynı karamsarlık söz konusuydu." (Akt. Ben Der; 1988: 6) Ödülün hem karamsar bir ortamda hem de politika esaslarına dayanarak dağıtıldığını doğrulayan gelişmeler yaşandı. Arap dünyasında Mahfûz'un Nobel Edebiyat Ödülünü alışından sonra Nobel, Arap dünyasında büyük bir puan topladı. Ayrıca Arapça konuşan dünyanın bütün dikkatleri Mısır'a odaklandı. Irak, Suudi Arabistan, Kuveyt, Bahreyn, Sudan gibi ülkelerin televizyonları ve kitle iletişim araçları Arap dünyasının önde gelen yazarlarının ve eleştirmenlerinin Mahfûz hakkında yaptığı değerlendirmelere yer vermişti. İsveç Akademisi sözcüsü Sture Allen edebiyat ödülünü Mahfûz'a veriş gerekçelerini açıkladıktan sonra "Umarız bu karar İsrail tarafından tepki ile karşılanmayacaktır." şeklinde bir özür girişiminde bulunmuş ama İsrail Başbakanı Şimon Perez'in Mahfûz'a gönderdiği kutlama mesajında yer alan 'politik tavırların yazara bu ödülü kazandırmakta yararlı olduğu'nu belirtmesi Nobel Edebiyat Ödülü'nün verilişindeki art niyetli tutumları ortaya koyuyordu. İşte Nobel Edebiyat Ödülü'nün verilişinin hemen akabinde yaşanan bu gelişmeler bazı edebiyatçıların figüratif kimliğinin konjonktürel doğasını anlamamıza olanak tanıyor. Göbeklerini tarihin lordlarının kesişi nedeniyle hayırla anılmayan edebiyatçılar vardır. Özellikle ödüllerin nirvanasına kavuşanları için bir yeniden doğuş, edebiyat için bir başlangıç beklenir. Ama nafile bir beklentidir bu. Geçirdikleri yaşam tecrübeleri herkesin eline bir ölçü vermiştir. Adı kimilerinin dilinde bir efsane iken kimilerinin dilinde fesatçıdır. (Aldı: 2004) işte Necip Mahfûz hem ödüllerin nirvanasına ulaşması hem de Müslüman Kardeşler'e dair değerlendirmelerinde efsane olma durumu ile fesatçı olma durumunu yaşatmıştır. Coğrafyamızın hemen bütün imtiyazlı edebiyatçıları gibi varlığını garpzedelikte bulan edebiyatçıların konumlanışlarının konjoktürel değişimlerinin farkında olmak, dolmaları yutmamızı da engelleyecek bir bilinçte donanımlı kılacaktır bizleri. Mahfûz'u figüratif hale getiren iki olayı geçici okur gezer tesiriyle değil, uygarlık ve kültür değişimleri içinde gözden geçirdiğimizde ona damgasını vuran fikir ve eyleyişin siyasal karakterini de anlamış oluruz.
Mahfûz, ününün büyük bir kısmını tek tek romanlarının varlığı ile, başka bir deyişle sanat eseri denen 'ontik bütün'le kazanmamıştır. Onu değerlendirirken keskin görüşle gerçekliğine, ısrarlı çok yönlülüğüne, yapıtlarının ayrıntılı zenginliğine, kısacası sanat ontolojisine odaklanmayı ödevleştiren çalışmalar yok değil. Ne yazık ki, Mahfûz'u salt sanat ontolojisine dahil ederek incelemek Mahfûz'un bütüncül portresinin çıkarılması sürecinde büyük bir bahtsızlıkla yüz yüze bırakır bizleri. Nobel Edebiyat Ödülü'nü almamış olsaydı Mahfûz'un romantik alınyazısı bugünkünden çok başka olurdu. Mahfûz üzerine konuşmak ilkin İslam dünyasının geçirdiği sömürgecilik ve batılılaşma üzerinde konuşmaktır. Sonrasında bu süreçlerle biçimlenen bir devrin zihniyeti üzerine konuşmaktır. Mısır'ın geçirdiği toplumsal dönüşümü, bu dönüşümün aktörlerini anlatısal olarak taklit ettiğine göre buradan zorunlu olarak şu sonuç çıkar. Eylemde bulunan aktörlerin anlatı düzleminde temsiliyeti iyi ve kötü olarak ayrılabilir. Bu bakımdan Mahfûz'un Mısır'da yaşanılanları resmetmesi itibariyle Aristotelesçi perspektiften taklitçi bir sanatçı olduğunu söyleyebiliriz. Anlatısı, olay örgüsü, anlatıyı somutlaştıran karakterleri, karakterlerin kanıtladığı ya da genel bir hakikati ortaya koydukları durum açısından yirminci yüzyıl Mısır'ının toplumsal gerçekçi bir tasvirini buluruz. (Er: 2004: 143) Kendini beğenmişliğini, kendi kendine koyduğu büyük sınırları, ilerleyen yaşlarında terk eden Mahfûz'un kendi sınırlarını terk etme girişiminin somut görünümü Müslüman Kardeşlerle ilişkileridir.
Sömürgecilik ve batılılaşma ile yüz yüze gelen bütün dünya edebiyatçıları, ülkelerinin yaşadığı siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel ortamdan diğer ülke yazarlarına (merkezin yazarları) nazaran daha çok etkilenirler. Birinci Dünya Savaşı'ndan az önce dünyaya gelen Necip Mahfûz da Batılılaşma ve sömürgecilik sorunlarını eserlerinde işlemiştir. Mahfûz'un dünyaya geldiği Mısır, 1798 yılında Napolyon Bonapart komutasındaki Fransız ordusu tarafından işgal edilmesi nedeniyle İslam dünyası içerisinde farklı bir yere oturur. Mısır'ın işgal edilmesi hem Mısır'ın sömürgeleştirilmesinin hem de modern Arap edebiyatının başlangıcı olması nedeniyle önemlidir. Mısır'ın Napolyon tarafından işgali Haçlı Seferleri'nden bu yana Mısır'ın Avrupa ile ilk irtibatıdır. (Mitchell; 2001) Mısır'daki kültürel batılılaşma Türkiye'den çok önce başlamıştır. Kültürel batılılaşma açısından kıyaslandığında Osmanlı-Türk modernleşmesine nazaran Mısır'ın batılılaşmasının daha yavaş devam ettiğini söylemek mümkündür. (Ürün: 2002:14)
Mahfûz Mısır'da orta sınıf bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Yetiştiği aile ortamında dini hava egemendir. Dini havanın egemen olduğu bu aile yapısı Seyyid Kutub'un aile ortamını çağrıştırır. Ama Mahfuz'un ailesinde özellikle firavunlar uygarlığına sempati duyulmasının onun kişiliği üzerinde büyük etkisi olduğu düşünüldüğünde durum farklılaşır. Zamanla aksak olan bu dini hava yazarın sonradan okuduğu ve içselleştirdiği fikirlerle gevşemiştir. Ailede edebiyatla yoğun olarak ilgilenen kimse yoktur. Aile ortamını şöyle anlatır: "Evimiz, kendisinden sanata ilgisi olan bir insanın çıkabileceği izlenimini vermezdi. Oradaki tek kültürel kaynak dini hüviyet taşımaktaydı. Evimizin dış hayatla olan ilişkisi ise siyasi içerikliydi. Kahire Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nden 1934'te mezun olan Mahfûz bu bölümde hazırlamakta olduğu tezini 1936'da yarım bırakır. Tamamen Mısır'ın yirminci yüzyılın ilk yarısındaki sosyal çevresini betimleyen romanlara yönelir. (Er; 1996: 6) Mustafa Lütfi el-Menfalûti, Tevfik el-Hakim, Yahya Hakkî, Muhammed Hüseyin gibi yazarlardan etkilenen Mahfuz Ümmü Gülsüm hayranıdır. Cemal Abdunnasır tarafından özel elçi olarak gönderildiği Yugoslavya ve Yemen dışında yurt dışına çıkmamıştır. Necip Mahfûz 1952 devrimini, Mısır'da görülen sosyo-politik değişimleri, devrimden beklentileri, hayal kırıklıklarını ilk işleyen romancıdır. (Landau: 2002: 44-45) 1952 Mısır devriminden önce sosyal eleştiriye odaklanan Mahfûz, 1952'den sonra artık bu tür edebiyata gerek olmadığını düşünmüş, bu nedenle sosyal gerçekçi edebiyatla arasına mesafe koymuştu. Devrimin beklentileri karşılamakta başarısız oluşu onu hayal kırıklığına uğratmıştır. Bundan dolayı devrime yönelik ilk eleştiriler ondan gelmiştir. 1960'lı yıllarda yayınladığı sembolik romanları içinde yer alan Hırsız ve Köpekler yeni rejimden soğumanın ilk sinyallerini vermektedir. (Mahfûz, 1996) Vefd Partisi'ne büyük bir sempati duyan bir ailede yetişti. Arap Milliyetçiliği prensiplerini modern eğitim kurumlarında özellikle de Arap dili öğretmenlerinden öğrendi. Orta sınıf bir Mısırlı olması hasebiyle Vefd Partisi'ne sempati duyduğunu gizlemeyen Necip Mahfûz, Müslüman Kardeşler'in faaliyetlerini de yakından takip ettiğini ediyordu: "Baştan beri hoşlanmadığı grup el-ihvânu'l-Müslimîn'dir. Başta Vefdli olanlarla olmayanları içeren dini içerikli bir cemiyetti. Fakat biz ortaya çıktığımızda el-Vefd ile mücadele etmeye ve düşman olmaya başladılar. El-Vefd'e karşı yapılan bu mücadele gücünün zayıflamasına yol açtı ve dolayısıyla seçimlerde el Vefd, İhvan'ın gösterdiği adaylar karşısında sadece Kıptî (Hristiyan Mısırlılar) adaylar göstermekteydi. Çünkü diğer adaylar başarısız oluyorlardı." (Ürün, 2002:124) Mahfûz, bunun dışında Müslüman Kardeşler'e meyilli olan ve Seyyid Kutub'la birlikte çocuk kitapları kaleme alan Abdulhamid Cûde es-Sahhar ile yakın arkadaşlık kurar. Es-Sahhar'ın ısrarlarına rağmen Hasan el-Benna ile görüşmemiştir. Sosyalist bir yazar olmasına rağmen İslamcılar, Marksistler ve feodallerle de ilişkiler kurmuş, görüş alışverişinde bulunmuştur. Belki bütün bu çok boyutluluğu kafasında canlandırdığı ideal Mısırlı entelektüeli olma konumunun göstergesi olarak yorumlanabilir. Yazarın mutlak özgürlüğe sahip olup olmaması hususunda "toplumun kendini savunmaya hakkı olduğuna inandığı" kadar "bireyin de karşı çıkmaya hakkı olduğuna" inanışının göstergesi Salman Rüşdi'nin Şeytan Ayetleri kitabı hakkındaki verilen fetvayı kıramaması ama aynı zamanda söz konusu eseri kıyasıya eleştirmesi hatırlanabilir. (Mahfûz, 2006:23- Özen, 2006: 32) Ama onun devlet adamlarıyla ilişkileri, 1952 devrimi, 1973 Camp David anlaşmaları gibi siyasi konularda ortaya attığı düşünceleri nedeniyle tutarlı siyasi bir kimliğe sahip olmadığı vurgulanır. Onu kimi kez ulusalcı, kimi kez milliyetçi, kimi kez İslamcı eğilimlere sahip bir yazar olarak görenler de vardır. Politik tutumlarını, ideolojik tercihlerini romanlarında yansıtan Mahfûz kimi zaman romanlarında politik görüşünü ortaya koymadığını ifade etmiştir. Edebi kimliğinin bütüncül tasvirini şöylece yapar: "Birinci olarak Arap kültüründen, ikincisi İslam dininden, üçüncüsü kuşkusuz Arap edebiyatından etkilenmiş bir insanım." Mahfûz'un Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanması daha fazla Arap eserinin dünya dillerine çevrilmesine neden oldu. Ödülün Mahfûz'a gidişinden sonra Batı'da Arap edebiyatı ve Arap feminizmi konusunda çalışmalar arttı. (Ebû Rabi, 2005: 90)
'Arap edebiyatının en büyük kalemi', 'Modern Mısır romanının kurucusu', 'Ortadoğu'nun Balzac'ı' gibi sıfatlarla taltif edilen Mahfuz hemen bütün edebi türlerde eser vermiştir. Mahfûz'u parlatan esas unsurun Camp David anlaşması sırasında takındığı anlaşmayı destekleyici tavrıdır. O Camp David anlaşmasıyla Mısır'ın savaşın yol açtığı yıkımı düzelteceğine inanıyordu. Zamanla İsrail'in verdiği sözleri tutmamakta kararlı olduğunu anlayınca anlaşmaya verdiği desteği geri çekmiştir. Enver Sedat, Yaser Arafat gibi siyasiler nasıl Nobel Barış Ödülü ile taltif edildiyse Mahfûz da Edebiyat Ödülü ile taltif edildi (Emre: 2006)
Mahfûz'un siyasi hususlarda tutarsız oluşu onun kimliğinin ne'liği hakkında da tartışmalara neden olmuştur. 1950'li yıllardan itibaren İslamcılarla yaşadığı sorunlar, 1990'lı yıllarda uğradığı saldırı ve nihayet Müslüman Kardeşlerle görüşmesi onun ömrünün son yıllarında İslami değerlere mesafeli duruşunu terk ettiğinin göstergesi olarak algılandı. Hatta onun İhvan'a üye olduğu bile söylendi. Mahfûz ise sürekli olarak bu söylentileri reddetti: "Şimdilerde herkes benim İhvan-ı Müslimin'e üye olduğumu sanıyor. Yok böyle bir şey. Şimdi ben de bakın gazetede bununla ilgili çıkmış haberleri okuyordum. İhvan'ın sözcülerinden Abdulmunim Ebu Futuh ve birkaç kişi daha ziyarete geldiler. Benim doğum günümdü. Doğum günü kutlaması yaptık. Güzel bir sürprizdi, çok sevindim. Yaptıkları çalışmaları anlattılar. Halkın sevgisini kazanmış bir hareket. Onları takdirlerle karşılıyorum. Halk da seçimlerde bunun karşılığını vermiştir. İhvan'la organik bir bağım yok. Fakat anlattıklarından oldukça etkilendim." (Çakır: 2005)
Mahfûz uzun yıllar Müslümanların uzağında yaşadı. Hatta 1994'te ona karşı gerçekleştirilen suikast Müslümanların tepkisi olarak yorumlanmıştı. Mahfûz'la Müslüman Kardeşler'in ilişkisini sırf yazarlık, sanat ilişkisi olarak okuduğumuzda gecikmeli bir kesişme olduğunu söyleyebiliriz. Müslüman Kardeşler Mısır'ın kültürel dünyasına hazırladığı çeşitli etkinliklerle katkıda bulunan bir sosyal harekettir. Mısır'da yetişen tiyatro ve sinema sanatçılarının sanat dünyasına ilk adım attıkları yerin Müslüman Kardeşler'in etkinlikleri olduğu hatırlandığında sanatsal kesişmenin sınırlı birlikteliğine dair yorumlar üretilebilir. Mahfûz'un üye olmadığı, sadece görüştüğü Müslüman Kardeşler üzerinden yapılan çarpıtıcı yorumlamalar Türkçe edebiyat dünyasında çeşitli tartışmalara neden olmuştu. Mahfuz ise bu ziyaretten oldukça memnun kaldığını, Müslüman Kardeşler'in fikir özgürlüğü ve insan hakları eksenli çalışmalarını takdirle karşıladığını belirtmişti. Nobel Edebiyat Ödülü'nü aldıktan sonra Türkiye Yazarlar Birliği tarafından Türkiye'ye davet edilen Mahfûz belki Türkiye'ye gelmiş olsaydı İslamcılık, din, İsrail vb. konularda farklı açıklamalarda bulunacaktı. Ama olmadı. Sağlık sorunları nedeniyle Türkiye'ye yolu düşmeyen Mahfûz'un Atatürk'le ilgili değerlendirmeleri Boby S. Seyyid'in İslam dünyasındaki bütün batılılaşma hareketlerini Kemalizm olarak kavramsallaştırmasını doğrulayan örneklerden biri olması nedeniyle önemlidir. Seyyid, hilafetin kaldırılmasından sonra Türkiye'de kurulan sistemin bütün Ortadoğu'ya bir ideal tip, bir model, örnek olarak sunuluşuna dikkat çekiyordu. Mahfuz, Seyyid'in bu analizini doğrulayan açıklamalarda bulunur. Atatürk'ün Türkiye'yi Batı uygarlığına yöneltmesinin Mısır'ı derinden etkilediğini belirtir: "Türkiye'nin benim için iki anlamı vardı. Eski ve yeni. Geçmişte büyük tarihi görevler üstlenmiştiniz. İslam diyarının sınırlarını Türkler genişletti. Sonra Mustafa Kemal geldi ve yeni dönem başladı. Mustafa Kemal'in çabaları uygarlığı izleyen bütün Mısırlıları derinden etkiledi." (Bardakçı: 1988: 4) Mahfuz hem siyaseten hem de edebi açıdan modernleşme sürecinde tanık olduğumuz İslami bütünlükten daha dar olan etnik bütünlüğün ve tarihi bütünlüğün tipik bir örneğidir. Araplık ve Mısırlılık üzerinden yürütülen batılılaşma politikalarının farklı bir dil ve farklı bir dilde nasıl üretildiğini görmemizi sağlıyor. Mahfûz'un dünyası bütün bunlara rağmen Cumhuriyet döneminde Arap dünyası ile oluşan kültürel uçurumu kapatma imkanını az da olsa sunabildi. Mahfûz'un kitaplarının tercüme edildiği yayınevleri incelendiğinde bu durum daha net olarak görülebilir.
Kaynakça
ARSLAN, Abdurrahman (1988) "NECİP-Her Hakkı-Mahfuz", Kitap Dergisi, Sayı: 22
SARIBAY, Ali Yaşar (2004) Global Toplumda Din ve Türkiye, Everest Yay. İstanbul.
MITCHELL, Timothy (2001) Mısır'ın Sömürgeleştirilmesi, Çev: Zeynep Altıok, İletişim Yay. İst.
ÜRÜN, Ahmet Kazım (2002) Necip Mahfuz ve Toplumsal Gerçekçi Romanları, Çizgi Kitabevi, Konya.
ER, Rahmi (1996) 'Necip Mahfuz'un Hırsız ve Köpekleri' Hırsız ve Köpekler İçinde, Vadi Yay. Ankara.
ER, Rahmi (2004), Çağdaş Arap Edebiyatı Seçkisi, Kültür Bakanlığı Yay. Ankara.
MAHFUZ, Necip, (1996) "Hırsız ve Köpekler", Çev: Rahmi Er, Vadi Yay. Ankara.
EBU-RABİ, İbrahim M. (2005) Çağdaş Arap Düşüncesi, Çev: İbrahim Kapaklıkaya, Anka Yay. İstanbul.
ÖZEN, Saadet (2006) "Kahire Sokaklarında Yükselen Evrensel Bir Sesti", Vatankitap, sayı. 30.
Mahfûz, Necip (2006) "Bedel Ödemekten Korkmayacaksın", Radikal Kitap, sayı: 286.
EMRE, Akif (2006) "Necip Mahfuz ve Nobel" Yeni Şafak, 31-8-2006.
ÇAKIR, Elif (2005) "Necip Mahfuz'la Edebiyat ve Nobel Söyleşişi" Hürriyet Gösteri Sanat Edebiyat Dergisi (Aralık 1988)
BENDER, Lütfullah (1998) "Nobel Mahfuz'a mı, Mısır'a mı?", Kitap Dergisi Yay: 22.
ANDAU, M-Jacob (2002) Modern Arap Edebiyatı Tarihi; Çev: Bedrettin Aytaç, Kültür Bakanlığı Yay. Ank.
ALDI, Mustafa, (2004) Emperyal Kanonun Vasiyetli Nirvanası", Umran Dergisi, Sayı: 124.