Cumhuriyet Türkiyesi'nin kuruluşuyla baskı altına alınan veya belirleyici kimlikleri yok sayılan Müslümanlar, değerlerini savunmak ve yaşatmak azmi içinde önemli çabalar sarfettiler. Öldürülen, hapsedilen, sürülen veya yalnızlaştırılan yüz binlerce acı çekmiş ve çeken insanlarımız oldu. Ama Türkiye sınırları içinde kalan Müslümanların İslam'ı yaşama ve yaşatma azmi hep devam ede geldi. İslam'a aidiyet duygularından kaynaklanan bu fıtri azim, mabetsiz şehir olarak bilinen Ankara'yı bile Türkiye'de en çok camisi ve mescidi bulunan şehir haline getirdi.
Ancak İslam'a aidiyetin duygu düzeyinden ölçü ve ilke düzeyine çıkamayışı; yani yeterince kitabileşememesi, bugüne kadar uzanan düşünsel, metodik ve yaşamsal sorunlarımızın aşılması konusunda istikamet açısından, ciddi bir dirilik ve direniş zayıflığı oluşturdu. Beykoz Belediyesi Kültür Müdürlüğü, Urfa'da bu acıları çekmiş bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen, zorluklar içinde büyüyen ve geldiği aslı inkar etmeyen, uzun yıllar yayıncılık yapan; bir inanç, kültür ve dava adamı olarak sessizlik ve mütevazılığı, çalışkanlık ve yardımseverliği ile yakınlarının gözdesi olmuş bir isimsiz öncü, yani Nihat Armağan hakkında, ölümünün 1. yıl dönümünde anma programı düzenledi. Kuşaklarımızın bilinçlenmesine önemli katkı sağlayan Armağan'ın yakın dostları tarafından bir kere daha gündeme getirilmesi ve misyonunun farklı cephelerden dillendirilmesi, değerler erozyonu yaşadığımız bir süreçte oldukça önemli ve anlamlıydı.
Toplantıda Nihat Armağan'ın yakın arkadaşlarından söz alan bazı isimler şunlardı: Zübeyr Yetik, Yusuf Armağan, Erdem Beyazıt, Muharrem Balcı, Atilla Maraş, Halil Çelik, Ahmet Bahçıvan, Hüseyin Kansu, Akif Emre, Ahmet Şişman, Ali Kemal Temizer, İhsan Süreyya Sırma, İsmet Uçma, Ali Haydar Haksal.
Konuşmalarda en fazla öne çıkan husus, onun Kur'an ile olan yakınlığı ve Kur'an'ın mesajının anlaşılması konusunda imza atmayan, bağırmayan, gösterişi olmayan ibadet amaçlı katkılarıydı. Nuri Gökalp'ın tespitine göre o, vahyin mesajını aktarabilmek için küçükle küçük gibi, büyükle büyük gibi, işçiyle işçi gibi, iş adamıyla da anlayacağı şekilde konuşma bilgeliğini gösteren bir olgunluktaydı. Erdem Beyazıt'ın aktarımına göre de o, dinin anlaşılması önündeki engellere atıfta bulunarak "buzdağını hohlayarak erittik" diyordu; ama şimdi eriyerek oluşan bataklıktan nasıl çıkacağız arayışının kıvranışı içindeydi.
Halil Çelik'in onun İslami bilinç ve azim aşılayan mütevazı duruşundan, insanların nasıl etkilendiğine, onun Urfa'daki bir lisede öğretmenlik yapan ablası Melahat Armağan'ı örnek verdi. Melahat hanımın 1965 yılında derslere başörtüsüyle girdiğini ama 1966 yılında soruşturmalar sonunda öğretmenlik yapabilmesi için başörtüsünü çıkartması istendiğinde bu karara direndiğini ve bilahare de memurluktan istifa ettiği söyleyen Çelik, Melahat Hanımın öğretmenlik görevini, hayatının sonuna kadar Urfalı genç kızlara, ev ev İslami dersler ve hayat bilgisi dersleri vererek sürdürdüğünü belirtti. Nihat ağabeyin anıldığı bir ortamda, onun kız kardeşinin, bu onurlu örnek tavrının da gündeme getirilmesi, salondakiler tarafından ibretle dinlendi.
"Nihat Armağan, bir 'ak çağ'ın doğması için bir sahabe toplumunun oluşturulması azmindeydi" diyen Zübeyr Yetik'in vurgularına, İhsan Süreyya Sırma, onun sahih değerlere yönelten mütevazı ama etkileyici öğretmenliğinin vefatından sonra da sürdüğünü belirterek açılım getirdi. Oturumda ben de bir konuşma yaptım. Konuşmamı ufak tefek düzeltmeler yapmış olarak sizlere sunuyorum:
"Rahmetli Nihat Armağan ağabeyin misyonunun daha iyi anlaşılabilmesi için, özelimizden kalkarak ona yönelen bir yolu takip etmemizin daha aydınlatıcı olacağını düşünüyorum.
Sarıyer Lisesi'nde okurken birkaç arkadaşımızla beraber MTTB Orta Öğrenim Komitesi'nde faaliyet gösteriyorduk. Birlikte olduğumuz arkadaşlardan birisi de şu anda aramızda bulunan Muharrem Balcı'ydı. Ancak daha sonra o zaman için oluşturduğu cazibe nedeni ile 1970 yılında arkadaşlarımla birlikte Yeniden Milli Mücadele Hareketine katıldık. Orada inkılap ilmini, strateji derslerini, teşkilatçılığı ve metodik olarak Peygamberimizin siretini okumuştuk. İçinde yaşadığımız sistemin Judeo-Grek menşeli kapitalist sistem olduğu bize öğretilmişti. Güya biz inkılapçıydık ve bu sistemi yıkacaktık. Bu arzu, beş vakit namazımızda yaptığımız dualarla da bilinç düzeyine taşınıyordu. Önce Milli Demokratik Devrim'cileri andırır tarzda devleti ele geçirip millileştirecektik, sonra da İslam inkılabını gerçekleştirecektik.
Üniversiteye girdiğimizde baktık ki işler iyiye gitmiyor. Biz devleti değil, kapitalist devlet bizi millileştiriyor ve kuşatıyor. 12 Mart darbesi, DGM'ler, Faik Türün gibi darbeci paşalar savunuluyor ve İslam'ın kılıcı olduğu yutturmacısıyla beş bin yıllık Türk tarihini araştırma senaryoları oluşturuluyordu. Hareket İslam inkılapçılığından Türk milliyetçiliğine evrildikçe, Kürt kökenli kardeşlerimizle yollarımız ayrılmaya başlamıştı. Ayrılışların nedenini sorduğumuzda, sorumlu ağabeyler bize Kürtçülük tehlikesinden bahsediyorlardı. 1974-75 yıllarına rastlayan o süreçte, yakın çevremiz içinde ciddi bir sorgulama ve eleştiri faaliyetine yöneldik. Ve bazı arkadaşlarımızla YMM Hareketi içinde, mevcut İslami hassasiyetlerimize dayanarak bir muhalefet başlattık ve iki sene içinde İstanbul örgütünü tabanıyla birlikte hareketten koparttık. Ayrılmalar daha sonra Anadolu'ya da sıçradı. Ancak arkadaşlarımızın ve ağabeylerimizin büyük çoğunluğunun kafasını sağcı, devletçi, uzlaşmacı, gelenekçi kirlerden ayrıştıramadık, eski kimliklerinden kopartamadık.
1970'li yıllara geldiğimizde tüm İslami cemaatler; yani Nurcular, Süleymancılar, Nakşiler, Kadiriler benzer kirlilikleri maalesef ki taşıyorlardı. Mezhepçi-batini bir geleneğin uzantısı konumundaydılar ve resmi ideoloji tarafından sağcı, devletçi, milliyetçi bir çizgiye sürüklenmişlerdi. Ve 1970'li yılların ortalarından sonra gerek evrensel İslami kazanımların Türkiye'ye taşınması, gerek diğer çabalar sonucunda, bir avuç insan ile Türkiye'de İslami kaynaklara dönmek, kavramların Kur'an ile sağlamasını yapmak, sistemi sorgulamak gibi tevhidi veya İslami uyanış süreci dediğimiz sevinç ve canlılık katan bir yöneliş başlamıştı. Bu yöneliş etkileyiciydi. Tabii ki bu süreç çok genç idi, gerek içeriden gerek dışarıdan barikatlarla karşılaştı, kendini özgürce geliştiremedi. İnişler çıkışlar yaşadı. Ama bu süreç Müslümanlar için yeni bir İslami/İslamcı dalga oluşturdu.
İşte bu süreçle karşılaştığımızda imanımızı yeniden tazelerken ve bu dalganın köklerini araştırırken, karşılaştığımız isimler arasında, Nihat Armağan ağabey de vardı. Çünkü Türkiye'deki tevhidi uyanışın 1960'lı yıllarda dayandığı en önemli iskelelerden birisinin, Hilal Dergisi ve Yayınları olduğunu öğrendiğimizde, o cenahtan iki isim karşımıza çıkmıştı. Birisi Nihat Armağan, diğeri İsmail Kazdal. Bu isimlerin gayretleriyle Ebu'l Ala Mevdudi ve Seyyid Kutub'un kitapları neşredilmeye başlanmış, Kutup'un şehadet haberi bize ulaşmış ve hemen peşinden Yoldaki İşaretler kitabı çevrilip yayınlatılmış; ama yargı tarafından toplatılmış ve dava açılmıştı.
Bir grup arkadaşımızla 1988 yılında kurduğumuz, Yöneliş Yayınları'nın Cağaloğlu'ndaki binasının açılışından sonra, Nihat Armağan ağabey ile daha yakından tanışma imkanını bulmuştuk. Tanışıklığımızı yayıncılar arasında yaptığımız, tartışmalı oturumlarda derinleştirmiştik. Çünkü bu oturumlarda yayıncılığa yaklaşım açısından kaygılarımızda da paralelleşmeler oluyordu.
Sonra, yayın evinden yayın evine, haftada bir veya 15 günde bir karşılıklı ziyaretlerimiz başlamıştı. Uzun konuşmalarımız, mütalaalarımız olurdu.
O, bizim için 1960'lı 70'li yıllardan itibaren çok az muhakkik ve gayretli insanın fedakar ve adanmış çabaları sayesinde çeviri veya telif çalışmalarla başlayan, Türkiye'deki Tevhidi uyanış sürecine, İslam'ı kaynaklarından öncelikle de Kur'an'dan öğrenme ve tanıklaştırma sürecine, başından beri tanık olmuş bir kişiydi.
Bu süreci dedikodu etmek için değil, ama zaaflarıyla katkılarıyla daha iyi anlamak için onunla uzun uzun sohbetlerimiz oldu. Onun gözlemleri ve hatıraları, ufkumuzun genişlemesi için önemli katkılar sağladı.
Nihat Armağan hayatını yayın faaliyetleri içinde geçirmişti. O hep, İslam'ı daha iyi anlamak ve yaşamak isteyenlere, katkıda bulunmak çabası içinde oldu. Ama o ilerlemiş yaşına rağmen, mevcudu tekrarlamak değil, mevcudu tahkik ederek vahyi çizgide yenilemek gayreti içinde oldu.
Nihat Ağabey, bilinçlenme sürecimizi ve temel değerlerimizi konuştuğumuz süreç içinde, hep Kur'ani bir akaid, sahih bir usul, sahih bir sosyal ve siyasi perspektif hedefi peşinde oldu ve birikimlerini genç bir üniversite öğrencisi gibi sürekli gözden geçirdi. Çok hızlı değildi. Ama iz bırakan ağır ve oturaklı adımları vardı. Olgunluğunu sürekli olgunlaşarak aşmaya çalışıyordu.
Nihat Armağan ilerlemiş yaşına rağmen, tevhidi bilinçlenme sürecimizde, tartışma konusu olacak görüşleri sürekli takip eder ve değerlendirmeye çalışırdı. Örneğin 1988'de Muhammed Ammara'nın Mutezile ve Devrim, Muhammed Ebu Reyye'nin Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması adlı kitaplarını yayınlamıştık. Tarih analizi ve usulu'd din açısından tartışmalı ve tahkik gerektiren bu çalışmaları kalın gözlüklerini takıp nasıl çize çize, ağır ağır okuduğunu ve sonra da uzun uzun değerlendirdiğimizi sanki şu an yaşıyormuş gibi hatırlıyorum. Ve daha birçok kitabı ve önemli konuyu da…
Bahsi geçen dönemde de yayınevimize gelip giden genç arkadaşlar vardı. O da bize gelen arkadaşlarla irtibat kurmaya çalışır, onlara elde ettiği ve önemli gördüğü, Kur'an perspektifli dergileri veya özel yazıları ve kitapları aktarmaya gayret ederdi.
O, İslami yayıncılık konusunda, ahlakı kapitalistleşmiş kişilerin suistimallerinin yaygınlaştığı, dini yayınların hizmet için değil de servet edinmek veya kartvizit oluşturmak için yapılmaya başladığı son dönemlerin hüznünü de yaşamıştı.
Nihat Armağan, 1960'lı yıllarda Müslüman cemaatlere, entelektüellere ve kanaat önderlerine arız olan sağcı, devletçi, sığınmacı anlayışların, taşınan mezhepçi ve batini telakkilerin nasıl aşıldığına ve bu bilinçlenme sürecinin içeriden ve dışarıdan ne gibi barikatlarla engellenmeye çalışıldığına, Babıali'de safha safha tanık olmuş bir insandı.
O, hayatının en olgun dönemlerinde gaybi alanda da siyasi alanda da Kur'an'ın muhkem ölçüleriyle belirlenmiş bir hattın oluşmasını arzu etti. Bu konudaki çabaların gönüllü taşıyıcılığına talipti. Nihat Armağan bu haliyle Kur'ani kimliğimizin oluşmasında, moral destek aldığımız, İslami camiada temayüz etmiş çok ender şahsiyetlerden birisiydi.
Kendini vahyi doğrultuda geliştirmek isteyenler için Nihat Ağabey, ömrünü merdiven kılmaya hazır bir tipti. İnşallah bizler de, onun paylaştığımız gayelerine kendimizi merdiven ederek, o gayelerin daha nitelikli ve nicelikli mevkilere yükselmesine vesile oluruz.
Nihat ağabey hakkında, dostlarından da çok hatıralar dinledik. O, alnı secdeye uzananların sohbet meclislerine katılmayı hiç reddetmezdi. Ama o çiğ köfte partisi olarak da algılanan veya havanda su dövülen sohbetlerde ne yapıp edip oturumun gündemini İslami sorumluluklarımıza veya Müslümanlarla ilgili yararlı bir konunun tartışılmasına kaydırırdı.
Nihat Armağan, delilli düşünmenin taşıyıcılarındandı. O, Kur'an ahlakı ile ahlaklanmayı, tekkeye kapanmadan, münzevi inzivalara girmeden, hayatın içinde şahitleştirebilen, mütevazı ve etkileyici kahramanlarımızdan birisiydi. Rabbimiz onun için mağfiretini geniş kılsın. Bağışlaması geniş olan Allah'ımız, ona ahiret gününde rahmet ve şefaat eylesin."