"Allah'ın izni olmadıkça kimseye ölüm yoktur. O Ölüm kararlaştırılmış bir yazıdır." (3/145)
Hayata gözlerimizi açmamızla birlikte bir öğrenme süreci başlar hepimiz için. Sadece okuldan öğrenmeyiz; ailemizden, çevremizden, kitaplardan, konferanslardan kısacası çok farklı kaynaklardan sürer öğrenim sürecimiz. Kimisi önemli ve gerekli, kimisi lüzumsuz, hayırlı veya zararlı derslerle doludur hayat.
8 Temmuz ise bizim için çok özel bir dersin verildiği tarih oldu. Bu ders hiçbir fakültede öğretilemeyecek, hiçbir akademik tezde işlenemeyecek kadar sarsıcı, varoluş bilincinin bam teline dokunan, aklımızda ve kalbimizde kasırga etkisi yaratan bir ders; gerçekle yüz yüze kalış dersiydi adeta bizler açısından. Yine bir ders anlatacakmış gibi hazırlanıp çıktıkları yolda iki canımızın canlarını vererek anlattıkları bu dersi hiç unutmayacağız.
Onlar pek çok işlerinin arasında ne panik, ne çaba içinde hazırlanırlardı o derslere. Kitaplar karıştırılır, makaleler taranır, internet sayfalarında dolaşılarak ilgili malzeme aranırdı. Önce ağlayan çocuklar susturulup uyutulur, ardından uykusuz gecelerde verilecek seminerlerin cümleleri oluşturulurdu. Demek ki bütün bu telaş ve koşuşturma, en vurucu ders için hep birer ön hazırlıktı! Bu kadar etkili bir dersi nasıl da kolayca anlattılar tüm nesillere ve çağlara!
Kazadan bir hafta önce Özlem ile Macide Abla'ya bir kum saati hediye almışlık. Ben "zamanın kıymetini bilmeniz için" diye takılmıştım. Macide Abla saati ters çevirip bürodaki masasının üzerine koyunca kumlar diğer tarafa hızlıca aktı. "Çok da hızlı akıyormuş" dedi. Kendi kendime işte zaman da böyle geçiyor diye düşündüğümü hatırlıyorum ama onların sayılı günlerinin sonuna yaklaştığımızı nereden bilebilirdim ki?
Zaman imtihanımızın zemini. Geri dönüşümü olmayan en önemli kaynak. Zamana kıymet kazandıran ise imanımızdan neşet eden salih amellerimiz. Gerisi laf-ü güzaf. Kısacası sorumluluklarımızı erteleme lüksümüz asla yok.
Macide Ablam, Can Dostum Özlem
15 yıl önce tanışmıştık Macide Abla'yla. Tanıştığımız gün yazdığım bir yazının eleştirisini yapmıştı. Şaşırmıştım önce ama onu yakından tanıyınca düzeltmeye, değiştirmeye çalışmanın ve zulme başkaldırmanın onun şahsında bir yaşam biçimi olduğunu anlamıştım. Başörtüsü mücadelesinin aramızda bulunan en kıdemli direnişçi siydi. Demek lise yıllarımızda onların başlattığı mücadeleyi desteklemek için telgraf çekmişiz Meclise, onların mücadeleleri ile bilinçlenmiş, sonra da aynı saflarda buluşmuşuz. Onu salonda bazen beş kişiye ders anlatırken de bir kişiye tebliğ sunarken de görürdüm. Öğrenci evimizin sıfırı tükettiği zamanlarda poşetlerle gelirdi, pazar kahvaltılarında çoğunlukla onlardaydık. Yanında ağladık, yanında güldük, en zor kararlarımızda ona danıştık. En belirgin özelliklerinden biri mütevaziliği idi. Kendini hiç 'Avukat Macide' diye tanıtırken görmedim.
Özlem'le Özgür-Der kurulduğundan beri beraberdik. İdeallerimiz, umutlarımız ve söylemlerimiz o kadar benzeşirdi ki isimlerimiz karıştırılır oldu. Kahvaltıyı beraber eder, toplantılarda, basın açıklamalarında, eylemlerde zaten beraber olur, karşılıklı oturur, çocuklarımızın sorunlarını konuşurduk. Saatlerce beraber olur, konularımız bitmek tükenmek bilmezdi. Ayrılmadan önce ise genellikle son mevzuumuz evde hangi yemeği pişireceğimiz olur, birbirimizi Allah'a emanet eder ayrılırdık.
Son günlerinde yine birçok plan yapmıştık: "Dernek aidatlarını nasıl düzenli toplarız?" "Alternatif eğitim seminerlerinde hangi konulan işleriz?". Bunların dışında okuyacağımız kitapların listesi, öğrenmeye çalıştığımız yabancı dillerle ilgili planlarımız, vs...
Şahidlik Ediyoruz!
İkisini de yakinen tanıma şansına ermiş biri olarak hayatlarının merkezinin Rabbimizin rızası olduğuna şahidim. Büyük günah işlemediklerini biliyorum ve egemenlere karşı korkusuzca mücadele ettiklerini de... Macide Abla'nın polis barikatını delme planlan, Özlem'in şemsiyesi ile polis panzerine vuruşu tatlı bir anı değil sadece.
Bu iki direngen kardeşimizin, İslami sorumluluklarını yerine getirirlerken, ailelerine karşı ülfetleri ve ilgileri ise ayrıca anılmaya değer. İşte bu dengeyi kurmanın zor ama mümkün olduğunu gösteren iki dostumuz oldular her zaman.
Mücadele içerisinde yer alan Müslüman kadınlar ve erkekler arasında kurulması gereken diğer bir denge unsuru olan kadın-erkek ilişkileri konusunda da hep ölçülü ve dikkatliydiler. Bu noktada da her ikisinin de örnek olduklarını; ahlaklarıyla, kıyafetleriyle takva giysilerini hep kuşandıklarını gördük. Onur, iffet ve takva idi bedenlerinin süsü.
Bireyselleştikçe hayatlara nüfuz etme oranı artan moderniteye ve başörtülerin küçülen ebatlarına, pantolonların üzerine giyilen kısacık tuniklere, dahası sokakları dolduran ve farklı olma kaygısıyla nasıl giyineceğini şaşırmış pek çoklarına inat, uzun pardesülerini ve omuzlarını örten başörtülerini hep korudular. Erkeklerle diyaloglarında hep ölçülüydüler, her zaman sınırları koruma gayretinde oldular.
Ne Mutlu Bize: Binlerce Şahit Bıraktılar Arkalarında!
Bu ülkede yıllardır İslam'ın kadına verdiği değer konuşulur, kitaplar yazılır. Ancak Müslüman kadının toplum içerisinde ne şekilde yer alacağı, teorinin değil pratiğin konusudur. Bu pratik, başörtüsü eylemleriyle oluşturulmaya başlanmış, savaş karşıtı gösterilerde Müslüman kadının varlığıyla gittikçe belirginleşmişti.
Özgür-Der, çalışmalarına başladığından beri Müslüman kadınların önemli ölçüde rol aldığı bir dernek olagelmiştir. Bu bağlamda iki dostumuz gerektiğinde basın açıklaması metni yazarak, gerektiğinde seminerler için konu hazırlayarak, gerektiğinde eylemlere katılarak bu davanın yürütücüsü oldular. Hep fedakarlıklarıyla dolu dolu geçen hayatları yine büyük bir özveriyle noktalandı. Gerçekten onlar özlerini verdiler bu uğurda.
Kazanın akabinde bütün dikkatler onlara yöneldi. "Nereye gidiyorlardı? Niçin bu yolculuğa çıkmışlardı? Çocukları arabada mıydı?.." Herkes öğrendi ki bu yolculuk, gezelim görelim cinsinden değildi. Meşakkatli ama mesaj yüklüydü. Derneğin şubelerini açmak, Müslümanlarla kaynaşmak, 27 Eylül'de İntifadanın yıldönümü ile ilgili kamuoyu oluşturmaktı amaç.
Çocukları, bu zorlu yolculuğa dayanamayacakları için almadılar yanlarına. Günlerce düşündüler, çocukları nereye bıraksak en uygun olur diye. Ve Macide Abla biri 4 yaşında üç çocuğunu bırakarak çıktı yola; Özlem de biri on aylık iki çocuğunu. Her gün çocuklarına özlemleri arta arta sürdürdükleri yoğun programları sırasında Sivas durağından Malatya'ya giderken buldu onları ölüm. Tüm anneler gibi seviyorlardı çocuklarını, bırakırken onları yürekleri burkulmuştu ama dava için koşturmak her şeyin üstündeydi.
Sözün kısası mücadeleye başladığımızdan beri yazan, çizen, direnen kadınlarımızın arasına canlarıyla şahitlik eden iki Müslüman kadın daha katıldı. Onlar kazandı, davamız kazandı, bütün müminler kazandı inşallah!
Kaza Sonrası Arabadan Aldığım Emanet(ler)
Kazadan 5 - 6 saat sonra Hekimhan'da jandarma karakolunun önüne çekilmiş arabayı gördük, eşyaları teslim aldık. Arabada Macide Abla'nın okuduğunu tahmin ettiğim ezilmiş bir Kudüs Dergisi vardı. Özlem'in her zaman açabildiğim çantasını yine hiç tereddütsüz açarak içine baktım. Bir forum taslağı, Siyonizm konulu bir kitap, bir de İngilizce gramer kitabı... Sanki araba da kardeşlerimin hatıralarını taşıyan canlı bir yaratıktı, ona da üzüldüm. Pek çok eyleme, Özlemlere ait bu arabayla giderdik. Hele canlı kalkanları Edirne'ye karşılamaya gidişimiz, unutulur gibi değil. Soğuk bir günde, sabahın beşinde, biraz da ürpererek çıkmıştık yola. Canlı kalkanlarla buluştuğumuzda biri ağlıyordu. Özlem, ona niye ağladığını sorunca: Çocuklarımı özledim, diye cevap verdi; ama Irak'takiler de çocuk değil miydi? Uzunca sarılmıştılar birbirlerine Özlem'le.
Onların eşyaları ile beraber geleceğe dair ümitlerini de devraldık ve onların kaldıkları yerden Malatya'ya doğru devam ettik,
Bir Çağrı Oldular!
Onlar evlerde, salonlarda, meydanlarda hep davet ettiler. Çok sayıda farklı düşünceye sahip insan dinledi onları, kimi kulak verdi, kimi dinleyip geçti, Ama en son dersleri büyük bir çağrı oldu. İnşallah çağrıları bizim neslimizi aşacak, çağlar boyu devam edecek.
Onların cisimleri yok aramızda ama ilkeleri, davaları devam edecek. Böylelikle onları anmış, çağrılarına kulak vermiş olacağız. Ki o çağrı, Hakk'a, adalete, özgürlüğe, fedakarlığa, zulme başkaldırıya, iffete, takvaya çağrıdır. Ve bu çağrının nihai noktası ilahi huzurdur inşallah. "Ey mutmain nefisi Rabbine hoş edici ve hoşnut edilmiş olarak dön. Artık kullarımın arasına gir. Cennetime gir." (89/27-30)