Nereye Bu Kaçış... Nereye Kadar...

Gülşen Demirkol Özer

Ölçemedi işte hiçbir cihazları, şehirleri bir anda yerle bir eden ölüm anlarını. Bir örümcek ağı titizliğiyle kurulan planlara 'sizin üstünüzde benim de bir hesabım var' diyen Rabbin ibret, ikaz sallanışlarını. Güneş hep bildik yanıyla terketti dünyayı, yerini Ay'a, yerini yıldızlara teslim ederek. Hiç şaşırmadık gidişine de akşamın periyoduna uyarak girdik evlerimize. Hiç terk etmeyiz sandığımız malın mülkün, evlatların arasına. Bardaklar uzatılıp 'son' bir bardak içelim de kalkalım geç oldu diyor misafirler, 'SON' çaylar içiliyor. Sokaklar tenhalaşıyor, insan cıvıltıları yerini şehrin köpek seslerine bırakıyor, sönüyor ışıklar bir bir. Tüm bunların sahibi var deyip O'ndan ayetler okuyor birileri akşamın son ameli olarak. Kavimlerin nasıl bir anda yok edildiğini anlatan kıssalar hayretle okunuyor. Ama maziye dönük hayretler olarak. Ve 'her zamanki' gibi çabuk bir mini kıyamet sahnesine uyanıyor insan. Binalar dans ediyor adeta, camlar kırılıyor, eşyalar düşüyor. Çöküyor binalar sahiplerini de yutarak. Hiç bırakılmaz sanılan mal, canın yongası olamıyor. Bırakılıyor mal da can da.

Ne, muazzam güçleri ölçebildi ne de engelleyebildi bükülmez bilekleri; canları alan, gözleri korkuyla büyüten sallanışı. Oysa onlar güçlüydü. Kibirle güçlerini haykırırlardı. Onlar ki kararlar alır, savaş ilan ederlerdi arzın sahibine ve O'na inanıp yalnız O'na teslim olanlara. Çünkü güçlüydü onlar, en güçlü. Kim vardı ki karşılarında, böcek gibi gördükleri, hayatları bir cümle ile siliniveresi yığınlar. Hapislere koyacakları, emekleriyle kazandıkları okullarından kovacakları; copla, baskıyla sindirecekleri... Oysa onların duası vardı âlemlerin rabbine. Kaybettiklerini O'na adayabildikleri yürekleri. O'na, yalnız ve yalnız O'na.

Yok, yer sallanıp can pazara düşünce sığınacak, yardım istenecek kimse yok O'ndan başka. Çırılçıplak bir acziyet, kaçış yok. O'nun önünde tamamıyla O'na adanmaktan gayri kurtuluş yok.

Gecenin sükûnunu kararlarıyla kirletenlerin kendilerine olamadı bir hayrı. Şehirleri saran ölüm kokusuyla bütünleşiyor fikirleri. Deniz alıp sarıyor, yutuveriyor bir anda şer üslerini.

Duaya duruyoruz biz şimdi. Dualarımızla, cesetler ve yıkıntılar arasında acı çeken mustazaf halka gidiyoruz. Uzatıyoruz ellerimizi. Masum çocuk yüzlerinin mahzunluğunu kazıyoruz gönlümüze. Uyanış diliyoruz uzattığımız her öğün yemeğin, her çadırın, her ilacın ardından. Hep bir yeri eksik bedenlere sabrı sunuyoruz. Bugün yanlarında olmayanlara değil, bugün O'ndan başkası olmayana, kulluğu kuşanmak ve kuşatmak için açıyoruz ellerimizi semaya. Helak etme Rabbim bizleri. Rahmeti gazabının önünde olan, yapmadıklarımızdan ve yanlışlarımızdan dolayı affet bizleri. Dirilt içimizi. Kaldıramayacağımızı omuzlarımıza yüklemeyen Rabbim; bizleri bilmediklerimizden, unuttuklarımızdan dolayı bağışla. Unutturma, her zamankileştirme hayatı, yükselt ve yücelt sana bağlılığımızı. Korku sınanışlarında içleri mutmain, seni anıp teslim olanlardan kıl. Hiçbir kaçışı olmayan günlerinde bizi yalnız sana doğru kaçanlardan kıl... Kafirin küfrünü, mü'minin imanını arttıran; affet bizleri...