27-28 Haziran 2004'de İstanbul'da toplanan NATO zirvesi şu bildiriyle sona ermişti:
"Bizler Kuzey Atlantik Konseyi üyesi ülke liderleri olarak bugünkü İstanbul toplantımızda, kollektif savunmada yeni kararlarımızı ve 21. yüzyılın başlangıcından itibaren karşı karşıya kaldığımız güvenlik tehditlerine NATO'nun yanıtını beraberce belirlemek için buluştuk.
NATO, Avrupa ile Kuzey Amerika arasındaki hayati ortaklığın somut göstergesidir. İttifakımız, demokrasi, bireysel özgürlük ve kanun hakimiyeti ilkeleri üzerine kurulmuştur. Bu değerler BM Sözleşmesi ve Washington Antlaşması'nda öngörülmüş olan ilkelerdir. Bizler NATO'nun tüm Avrupa'da özgürlüğün yayılmasında oynadığı kritik rolü takdir etmekteyiz. ...
Kollektif savunma, ittifakın temel hedefi olmaya devam edecektir. Ancak NATO'nun karşı karşıya kaldığı tehditler değişmiştir. Bizler, ittifakımızın karşılaştığı tehditlerin geçmiştekinden çok daha geniş bir alandan kaynaklandığını da dikkate almaktayız. Bu tehditler, terörizm ve kitle imha silahlarının yayılması tehlikeleridir. Kuzey Amerika ve Avrupa, söz konusu bu tehditlere eşit şekilde maruz kalmaktadır. NATO, terörle mücadele, güvenliğin arttırılması ve dünyanın birçok bölgesinde istikrarın inşasıyla uğraşmaktadır. Bizler, her nereden gelirse gelsin topraklarımıza, askerlerimize ve halkımıza yönelik tehditleri etkin biçimde karşılamaya kararlıyız.
İttifak, askeri kapasitesini dönüştürmeye devam etmektedir.
…
NATO, Avrupa Birliği, diğer Avrupa ülkelerin, Rusya'nın, Ukrayna'nın, Orta Asya'nın, Kafkasya'nın ve Akdeniz havzası ile Genişletilmiş Ortadoğu ile sahip olduğu ortak güvenlik kaygıları konusunda yakın işbirliğine devam edecektir. Bizler, 21. yüzyılın tehditlerini karşılamada etkin işbirliğinin sağlanması amacıyla bu ilişkilerin güçlendirilmesi için kararlar aldık. NATO, değişen stratejik ortama uyum sağlamak için askeri yeteneklerini dönüştürmektedir..."
Zirvenin resmi gündemini oluşturan maddeler ile yukarıdaki sonuç bildirisi birlikte düşünüldüğünde yeni NATO'nun nasıl bir yapılanma sürecinde geçtiğini anlamak daha kolay olmakta. Hatırlanacağı üzere, NATO zirvesinin gündemi şu maddelerle toplanmıştı:
- Afganistan'daki NATO operasyonlarının genişletilmesi,
- Terörle savaşta ve kitle imha silahlarının önlenmesinde NATO'nun desteğinin güçlendirilmesi,
- NATO'ya verilecek yeni görevlere destek olmak amacıyla, örgütün, daha etkin, kabiliyetli ve yetkin güçlerle takviye edilmesi,
- Amerika ile NATO ilişkilerinin güçlendirilmesi konusunda neler yapılabileceği.
Toplantı öncesinde yapılan propagandalar doğrultusunda İstanbul Zirvesi, NATO'nun geleceğe dönük biçimlenişince çok önemli bir kilometre taşı olmuş ve İslam dünyasına yönelik Batı politikalarında ciddi pazarlıklara ve kararlara sahne olmuştur. Sovyetler Birliği'ne karşı Avrupa'yı, Kuzey Amerika'yı ve Atlantik'i savunma gerekçesiyle kurulan ve bu örtü altında ABD'nin Avrasya'daki çıkarlarını açık ve gizli operasyonlarla Soğuk Savaş dönemi boyunca (1950-1991) koruyan NATO, bu misyonunu açısından tarih oldu. Ama yeni misyonu ile yeniden doğdu.
Nihai bildiride belirtildiği üzere, terörle mücadeleyi ve kitle imha silahlarının yayılmasını 21. yüzyılın tehditleri olarak algıladığını ve tanımladığını duyuran yeni NATO, Avrupa'da sorumluluğu biraz daha fazla oranda Avrupa Birliği'ne terk ederken, Amerika'nın gösterdiği hedefler istikametinde, Ortadoğu'da, Kuzey Afrika'da, Kafkasya'da, Orta Asya'da ABD çıkarlarına hizmet eden yeni jeo-stratejik dengelerin kurulması amaçlayan yayılmacı bir Avrasya gücüne dönüştürüldü. Enerji kaynaklarının, bu kaynakların ulaştırma hatlarının ve enerji kaynaklarının kontrolünde jeo-stratejik önemi olan bölgelerin denetimi için Afganistan'da ve Irak'ta barış misyonu adı altında ilk ciddi adımlarını attı.
Temmuz ayının sonunda Brüksel'de yapılan NATO Konsey toplantısında Irak'a askeri yardımın biçimi ve miktarı konusunda ikinci defa kıran kırana pazarlıklara sahne oldu. 11 Eylül olaylarının oluşturduğu ortamda Afganistan savaşı arada kaynadı ama Irak işgali ABD'nin gerçek gündemini su yüzüne çıkarınca hem Avrupalı müttefikleri hem de bölge ülkeleri ABD liderliğindeki projelere mesafeli durmaya başladılar. Buna NATO'nun genişletilmesi de dahil. Bu nedenle İstanbul'daki zirve tamamen ABD'nin inisiyatifinde şekillenmedi.
NATO'yu tehdit eden unsurlara karşı ne şekilde mücadele edeceği de "İstanbul Bildirisi"nde NATO'yu tehdit eden unsurlar arasında terörizm ve kitle imha silahları olduğu sayılsa da, terörün niteliğine bilinçli olarak açık vurgu yapılmaması, 1991'den bu yana devam eden örtülü İslam düşmanlığının bundan sonraki dönemde de NATO'nun temel stratejisi olacağını ortaya koydu. Bu zirveyle 1989'da Sovyetler Birliği'nin yıkılmasıyla misyonunu yitiren Soğuk Savaş döneminin savaş makinesi, yeni dönemde ortaya çıkan İslamcı tehlikeyi (!) önlemek amacıyla mücadele verecek saldırgan bir güce doğru evrilmesine devam etti. Batının medeni (!) değerleri ile hala tanışmamış olan İslam dünyasına bu medeni değerleri silah zoruyla taşıyacak yeni bir misyoner kimliği biçildi. "Büyük Ortadoğu Projesi" adıyla meşhur olan dönüşüm programında doğrudan olmamakla birlikte, lojistik roller alan NATO, kendini askeri bir oluşumdan ibaret görenlere medeniyet taşıyıcısı yüzünü daha belirgin biçimde hissettirecek.
Zirve, ABD için çok büyük bir kazanım değildi ama kimilerinin iddia ettiği gibi büyük bir hezimet değildi. ABD'nin ısrarla NATO'nun görev alanını Avrupa ile sınırlı tutmama konusundaki stratejisi zımnen de olsa prensipte kabul gördü. Bu koşul ABD için kendi hegemonik ihtirasları yönünde kullanmak amacıyla NATO'ya yeni roller verme çabaları bakımından mutlak olmayan görece bir zaferdi.
NATO; Bosna, Kosova ve Afganistan'da operasyon gücü bulunduruyordu. Bunlardan Bosna'nın sonlandırılacağı ve Afganistan'a yeni asker isteneceği İstanbul zirvesinden önce belliydi. Ancak Irak konusunda NATO'nun resmi olarak işin içine girmesi ve bu ülkeye asker göndermeye kalkışması zayıf bir ihtimaldi. Çünkü daha önceki G8 zirvesinde bunun mümkün olamayacağının işaretleri ortaya çıkmıştı. Nitekim beklendiği gibi gelişen pazarlıklarda NATO, Irak'ta dolaylı roller üstlendi.
Ama, NATO Irak'a el atması ya da atmaması ile fazlaca değişen bir şey olmayacak. Mevcut saldırılar karşısında Irak ordusunda ve güvenlik güçlerinde yer almak isteyecek insan bulup bulamayacakları da ayrı bir soru işareti. Kozmetik düzenlemeler Amerika'nın orada her geçen gün daha derin bir batağa saplandığını gizleyemiyor. Ve o bataktan çıkmakta zorlanan ABD, önümüzdeki günlerde NATO çerçevesinde Türkiye'nin kapısını daha sert biçimde çalacaktır.
Irak ve Afganistan'da krizleri kangrene çevirip, başarısız olunca yükü NATO'ya yıkan, Çin, Hindistan ve Rusya'nın ortasında NATO'yu Orta Asya'ya sürükleyen ABD'deki gözü dönmüş kadroların, önümüzdeki yıllarda başka gerekçelerle Sudan'a da NATO gücüyle saldırması uzak bir ihtimal olmasa gerek. Washington, NATO'nun "Alan dışına müdahale" kavramını kendi çıkarları yönünde öylesine rahat kullanıyor ki, İstanbul zirvesinde olduğu gibi biraz zorlanmakla birlikte bunu müttefiklerine kabul ettirmesi imkansız görünmüyor.