ABD’den ayrı olarak ikinci ya da üçüncü dünya imparatoru olmak isteyen ve ‘Çarlık Dönemi’ne özenen yayılmacı Rusya rejimi, Ukrayna’yı 2022 Şubat ayının son haftasında işgal etmeye kalkıştı.
II. Dünya Savaşı sonrasında savaşın galipleri olan “üç büyükler” yani Churchill (Birleşik Krallık Başbakanı), Roosevelt (ABD Devlet Başkanı) ve Stalin (SSCB Komünist Partisi Genel Sekreteri) arasında Şubat 1945’te Yalta’da (Rusya) ve Temmuz 1945’te Postdam’da (Almanya) yapılan konferanslarda dünya iki kutuplu bir sisteme yani Doğu ve Batı nüfuz bölgelerine bölünmüştü. ABD’de 50 ülkenin katılımı ile Ekim 1945’te kurulan Birleşmiş Milletler de veto hakkı olan beş daimi üye ülkeyle birlikte BM Güvenlik Konseyi de Yalta ve Postdam konferanslarında kendi güvenliklerini tehdit edebilecek bir savaşın önüne geçebilmek amacıyla “üç büyükler” tarafından planlanmıştı.
Kapitalizmin liberal ve sosyalist iki kutbu arasındaki muvazaa, tüm ezilen halklar ve İslam dünyası için bir cendere oluşturmuştu. Ama liderliğini ABD ve SSCB’nin yaptığı bu iki kutuplu dünyada sosyalist yayılmaya karşı en başta Avrupa ülkeleriniişgalden korumak için ABD liderliğinde 1949 yılında Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü (NATO) askerî paktı kurulmuştu. Sosyalizmin yayılmacılığı, işgal ve asimilasyon politikaları karşısında korunmak isteyen ülkelersömürü ve yayılma politikalarıyla vücut bulmuş olan küresel kapitalizmin patronu konumuna gelen ABD inisiyatifindeki NATO’ya sığınmak veya ondan yardım istemek pozisyonuna düşmüşlerdi.
Türkiye, SSCB’nin Rus Çarlığından kalma yayılma emellerine karşı durabilmek için, 1950’deABD yanında Kore Savaşı’na katılıp birçok bedeller ödedikten sonra NATO’ya kabul edilmeye çalıştı. Türkiye ancak 1952 yılında NATO’ya kabul edildi. NATO’ya girmek kurmay subaylık eğitiminden dış siyasete kadar Batılı güçler tarafından belirlenen politikaların vesayeti altına girmek anlamına da geliyordu. NATO üyeliğiyle beraber Türkiye, istihbarat birimlerinden Özel Harp Dairesine kadar ABD kökenli yönlendirmeler ağına sıkıştırıldı. 27 Mayıs 1960 ihtilalinden 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsüne kadar bu vesayetin yönlendirmesinden uzaklaşılamadı.
1991’de SSCB’nin dağılmasından sonra NATO’nun yaptığı Roma ve Londra zirvelerinde NATO tatbikatlarında kullanılan ve düşman kuvvetlerini sembolize eden kızıl bayrak yerine yeşil bayrağın kullanılması gündeme getirildi. İngiltere Başbakanı Thacther “Artık karşıtı olduğumuz hedef radikal İslam’dır.” beyanında bulunmuştu. Peşinden koalisyon güçlerini (komutasının ABD olduğu çokuluslu güç) de NATO potansiyelini de arkasına takan ABD’nin 1991 ve 2003 Körfez Savaşı ya da Irak’ın işgali başladı. Irak’ta bir milyonu aşkın insanın ölümüne sebep olundu. Körfez Savaşı ile birlikte “Yeni Dünya Düzeni” söylemi ön plana çıktı. Siyonist İsrail’in konumu büyük bir kanton devlet olarak perçinlenmeye çalışıldı; Suriye’nin işgali ve bölünmesi ile yeni bir Kürt devletinin kurulması veya Kürt kantonlarının kurulması gündeme geldi. ABD’nin kurmay beynini bağımlısı konumuna getirdiği NATO’nun öncelikli politikaları İslami uyanışı ve hareketliliği ezmeye yöneldi. 2004’te İstanbul’da yapılan NATO Zirvesi’ni Özgür-Der olarak diğer muhalif güçlerle birlikte protesto etmeye çalışmış, güvenlik güçlerinin şiddetli tepkisine maruz kalmıştık. 2011 kitlesel Ortadoğu intifadalarını ezmeye dönük Mısır, Yemen, Libya, Tunus askerî darbeleri veya ayaklanmaları ve Suriye’deki Esed rejimi diktatörlüğü gücünü ve desteğini ABD’nin söz konusu stratejisinden almıştı. Bu kötücül strateji, Müslüman halkları baskıları altında tutan sultalar bağlamında da liberal kapitalizme merdiven dayayan Çin ve Rusya tarafından da destekleniyordu ve desteklenmektedir.
Yeni NATO
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra artık NATO kuruluş amacından sapmış ve tamamen ABD politikalarının güdümüne girmiştir.
Brexit ile AB’den kopan İngiltere’nin geleceğini ve güvenliğini Avrupa Birliği ile değil ABD ile yürüyerek oluşturacağı düşüncesi NATO açısından Fransa ve Almanya’nın konumunu zayıflatmıştır. Ancak yeni bir askerî pakt kurma eğilimleri de senaryolaşamamıştır. Aynı eğilimi Ukrayna işgalinden sonra önde gelen Avrupa devletleri “askerî mekanizma kurarak Ukrayna’ya silah vermek” tarzı beyanlarla göstermeyi ve küresel kapitalist sistem içinde ayrı bir merkez oluşturmayı tasarlamaktadırlar.
Ayrıca ABD, kapitalist rekabet hamlelerinde öne çıkmaya başlayan Çin’e karşı yeni bir soğuk savaşa hazırlık amacıyla 2007 yılında Hindistan, Japonya ve Avusturalya ile dörtlü bir zirve yapmıştı (QUAD). QUAD uzun bir süre pasif konumda tutuldu. İngiltere Hint Okyanusu’nda bulunan sömürgesi Chago Takım Adaları’ndan en büyüğü Diego Garcia’yı 2019’da ABD’ye askerî üs kurması için vermesiyle birlikte Çin’e karşı kurulmaya başlanan “Asya-Pasifik NATO” kurgusunda da Fransa ve Almanya dışarıda bırakıldı. Bu dışlanmışlığın öfkesiyle “NATO’nun beyin ölümü” veya “beyninin sulandığı” tartışmaları gündeme girdi.
ABD’nin kurguladığı “Asya-Pasifik NATO”suna karşı önleyici tedbir olarak Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) toplantısından sonra Kasım 2021’de Tacikistan’da düzenlenen “Asya’da İşbirliği ve Güvenlik Artırıcı Önlemler Konferansı”nda Çin lideri Şi, Asya ülkelerine NATO gibi bir güvenlik yapılanması oluşturma çağrısında bulundu ama Rusya başta olmak üzere ŞİÖ üyelerinden gerekli dönüşü alamadı.
ABD İmparatorluğu karşısında yayılmacı yeni bir imparator objesi olma konusunda Afganistan yenilgisine de bağlı olarak SSCB’nin dağılmasından sonra güç kazanmaya başlayan Yeni Rusya,açılım hedefiyle ilgili çabalarını Kafkasya, Akdeniz ve Doğu Avrupa ekseninde gösterdi. Kapitalist kalkınma yolundaki Çin ise imparatorluk mihverinin kayıtlandığı Asya kıtasından Afrika yatırımları ve Çin İpek Yolu hamleleriyle çıkış yolu aramaya çalışmakta.
Sovyetler Birliği’nin 1991 yılındaki dağılmasından sonra ABD’nin “Yeni Dünya Düzeni” kurma girişimi küresel kapitalist pazarda yarışa giren Çin, AB ve Rusya blokları tarafından örselenmeye başlanınca ABD ilkin Batı Bloğunda iç tartışmaları körükledi. Güçlü Fransa Afrika sömürge siyasetinde de NATO içinde de inisiyatif kaybederken BM Güvenlik Konseyindeki imtiyazına rağmen eşitler arası gücünü yitirmeye başladı. II. Dünya Savaşı bitirilirken teslim alınan ve Marshall Planı yardımlarıyla yeniden kalkındırılan Almanya ise 1989 Berlin Duvarı’nın yıkılıp bölünmüş doğudaki parçasıyla 1990 yılında birleşip kısmen siyasi bağımsızlığına yürümeye kalkışınca ABD politikaları ve yaptırımlarıyla mobbinge uğratıldı. Batı Bloğu içinde ABD’nin nüfus politikaları dolayısıyla iç siyasi dengelerde de Afganistan operasyonu gibi ortak ekonomik külfetlere katlanmak konusunda da NATO içinde kırılmalar yaşandı. Olivier Roy son yazılarında Batı Bloğunun iç bölünmüşlüğünü ABD’nin Fransa ve Almanya gibi müttefikleriyle değil de Rusya lideri Putin ile konuşmasıyla oluşan merak ve şüphelerden ayrıca Batı Bloğunun yeniden şekillendirilmesi planlarından şikâyetçi olunduğundan bahsediyor.
NATO’ya Girmeye Yönelen Ukrayna’nın Oyalanması
ABD dün komünizmin yayılma tehlikesini ve öcüsünü kullanarak başta Avrupa’yı ve bağlı olarak Türkiye’yi NATO’da toplamıştı. Komünist Blok dağılınca bu sefer ABD imparatorluğu, emelleri doğrultusunda NATO’yu stepne pozisyonuna düşürdü. Ama komünizm tehlikesi ve yeterince güç kazanamayan İslami uyanış sürecinin oluşturduğu korkuyerine, artık kapitalist kalkınma çabaları içinde pazar oluşturmayayönelen Rusya’nın ve Çin’in imparatorluk gücü olma ve yayılma hedeflerinin korkusu gündeme gelmişti. Rusya bu korkuyu SSCB’nin dağılmasıyla oluşan komşu yeni cılız devletlere hissettirince Bulgaristan’dan Estonya’ya kadar NATO’nun ABD-İngiltere teşvikli yeni üyeleri oluştu. Kanton tipi Belarus, Çeçenya ve Moldovya gibi yeni devletler üzerindeki Rus yayılmacılığını gören ve korkan Ukrayna kamuoyu, devr-i vaktinde aynı Türkiye gibi korunmak amacıyla 2014’ten itibaren her geçen sene NATO üyesi olmaya artan bir talep gösterdi.
Ukrayna’nın NATO’ya girmesine yönelik farklı kamuoyu araştırmalarında1 ortalama halk desteği şöyleydi:
Yıl Destek Karşıt
03.2014 %44 %47
06.2014 %41 %40
03.2015 %43.3 %33.4
06.2015 %53 %32
03.2016 %45 %30
06.2016 %39 %32
06.2019 %53 %29
11.2019 %71 %23
11.2021 %59 %28
01.2022 %64 %17
NATO politikalarında görülen ABD hâkimiyeti ve pragmatizmi Çarlık Dönemi’ne özenen Rusya yönetiminin yayılmacı politikalarına karşı Ukrayna’nın korunması için üye kabul edilip edilmemesi görüşmelerinde de belirginleşti. Rusya’ya karşı cesaretlendirilen Ukrayna, eski KGB ajanı Putin’in Rus Silahlı Kuvvetlerine işgal emrini vermesi karşısında NATO tarafından da ABD ve AB ülkeleri tarafından da kınama demeçlerinin dışında yalnız bırakıldı.
Ukrayna işgali sırasında Rusya’ya karşı Batı’nın ve NATO’nun yaptırım söylemleri dışında ortaya çıkan acziyeti ABD için NATO’yu kendi inisiyatifinde tahkim ederek yeniden kurma imkânını ortaya çıkarttığını hissettiriyor. Ve bu bağlamda NATO’nun “beyin ölümü” edebiyatı ile bağımsız pozisyon almaya yönelen Fransa ve Almanya gibi ülkelere de ABD “Ben olmasam sizin güvenliğinizi kim alacak?” tarzında tehditkâr mesajlar verme imkânını bulduğunu söyleyebiliriz. Adeta Ukrayna üzerinden stratejik bir oyun kurulmuş gibi.
Çok Merkezliliğe Doğru Küresel Değişim
Artık tek kutuplu ABD imparatorluğunun omurgasında erimeler başladı. Bu arada Rusya ve Çin ekseninde yeni imparatorluk kutupları belirginleşiyor. Yeni kutupların rejimleri farklı ama ekonomileri benzer ölçülerle birbiriyle yarış halinde. Eski Soğuk Savaş dönemi dünyanın ekonomik yapısı kendi blokları içinde işliyordu; ama artık küresel ekonomik süreçlerde emtia üretiminden enerji tüketimine kadar iç içe geçen ilişkiler söz konusu. ABD’nin mutlaklık iddiasındaki tek kutuplu imparatorluk ağı çözülme sürecinde. ABD Afganistan’da, Suriye’de olduğu gibi yeni oyunlar kurmakta zorlanıyor ama halen gücü var ve oyun bozucu kuvvetini hâlâhissettiriyor.
İmparatorluk ideali emperyalizmle iç içedir. Şimdi ABD imparatorluğuna rakip olarak Çin de Rusya da imparatorluk kurma yolunda. Rus yayılmacılığı öcüsü ile korkutulan Ukrayna NATO'ya davet edilirken Rus saldırısı karşısında yalnız bırakılıp ihanete uğruyor; ama asıl korkutulan NATO'nun beyin ölümünden veya beyni sulandığından bahseden Fransa ve Almanya. Bu, kendi emirlerindeki NATO'yu yeniden tahkim etmeye çalışan Anglo-Amerikan eksenin stratejik bir oyunu gibi görünüyor. Bu tür çözümlemeler gündemdeyken Rusya’nın imparatorluk hamlesiyle Çeçenistan'da, Gürcistan'da, Kırım'da, Suriye ve Libya’da gerçekleştirdiği katliam ve cürümlerin tecrübesini Ukrayna'ya taşıma gayretini görmemek ve kınamamak bir imparatorluk ekseninden kaçıp başka imparatorluk eksenine sığınmak ya da siyasi körlük yaşamak anlamına gelmelidir.
Artık egemen kuvvetler veya imparatorluk güçleri arasında var kalmaya veya gücü oranında bağımsız bir topluluk veya devlet olmaya çalışan birilerine “NATO’cu” veya “NATO karşıtı” denmesi bir şey ifade etmez. Bu pratik sorunu en fazla Türkiye yaşadı. Türkiye, Ukrayna işgali sürecinde ABD politikaları ile paralelleşen NATO’yu ve Batı Bloğunu Rus yayılmacılığı karşısında pasif kalmakla suçlarken alternatif ekonomik ilişkilerin bulunduğu Rusya’yı da makul bir çizgiye çekmeye çalıştı.
Türkiye NATO üyeliğini, ABD çıkarları doğrultusunda kullanılan yedek bir güç olmaktan çıkarıp yayılmacılığın adaletsizliğine ve cürümlerine karşı özneleşen bir konuma getirmeye çalışıyor. Türkiye bu çabalarını NATO ile birlikte Afganistan’da konuşlanmasında, son Libya operasyonlarında ve Doğu Akdeniz’deki haklarına sahip çıkma çabalarında gösterdi.
15 Ağustos 2021’de fiziki bağımsızlığına ulaşan Taliban yönetimindeki Afganistan söz konusu küresel güç odaklarıyla hem askerî, ekonomik ve jeo-stratejik bağlamda hem güç odaklarıyla vesayetleri altına girmeden hem de zorunlu alanlarda işbirliği yaparak bağımsız gücünü tahkim etme ve kurumlaştırma sürecini yaşayacak. Var olan gücü içe kapanmayı veya ABD, Çin, Rusya egemen güçlerini yok saymayı gerektirmiyor. Bugünkü Afganistan bağımsız bir güç olmayı hedefliyor. Ancak global dengelerin dışında bir güç olup kuvvet oluşturması hem uzun zaman alır hem diğer Müslüman halkların da vesayetten kurtulma iradesi içinde dayanışma göstermelerine bağlı.
NATO’ya ve Güç Merkezlerine Eklemlenmek Değil Özgünlüklere Alan Açmak
Irak işgaline “1 Mart 2003 Asker Tezkeresi” ile ABD’nin koalisyon gücü olarak dâhil olmak isteyen bir Türkiye vardı. Türkiye’deki İslami uyanışı mayalayan cemaat ve kuruluşlarımızla ve diğer muhalif unsurlarla meydanlarda yükselttiğimiz itiraz sesimiz parlamentoda da yankılandı ve tezkere 3 oy farkıyla kabul edilmedi.
Yine “Radikal İslam karşıtlığı”nı öne süren NATO’nun 2004’te İstanbul Zirvesi’ne gönüllü ev sahipliği yapan bir Türkiye vardı.
Zirve’den önce 20 Haziran’da İHH, Özgür-Der ve Mazlumder’in çağrısıyla Çağlayan’da “NATO’ya ve BOP’a Hayır! İşgale Son!” mitingi yapıldı. NATO’nun global kapitalizmin patronu ABD elinde bir işgal ve sömürü şebekesine dönüştüğünü, ABD’nin bütün “İslam coğrafyasını Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında özgürlüklere kavuşturacağı” tezinin Filistin’de ve Irak işgalinde yaşanan özgürlük yalanlarından ve insan hakları emperyalizminden farklı olmadığı ve bu misyona ortaklık ve taşeronluk anlamına gelebilecek hiçbir ilişkinin meşru olmayacağı vurgusuyla tepki gösterilmiş; dolayısıyla NATO’nun İstanbul Zirvesi’ne sessiz kalınmamış, güç oranında kamuoyunu uyaran tepkiler ortaya konmuştu.
Zirve’den bir gün önce 27 Haziran’da Kadıköy’de küreselleşme karşıtlarıyla gerçekleştirilen ve İslami camiadan Özgür-Der’in de kitlesel boyutta iştirak ettiği 40-50 bin kişinin katıldığı “Büyük İstanbul Buluşması” mitingi kolluk kuvvetlerinin güçlü güvenlik tedbirleri ve yer yer de müdahalelerine rağmen yapılabildi. Diğer bölgelerde gerçekleştirilen Zirve protestoları şiddetli müdahalelere uğradı. Özellikle İstanbul, Zirve’nin güvenliğini sağlamak için dışarıdan taşınan kolluk güçleriyle de adeta işgal edildi.
Dönemin başbakanı R. Tayyib Erdoğan, AK Parti grup toplantısında İstanbul’daki NATO Zirvesi ile ilgili gerçekleştirilen protesto eylemlerine yönelik şu ifadeleri kullanmıştı:
“İstanbul'da yapılacak olan NATO Zirvesi bir anlamda Türkiye'nin dünyada böyle büyük bir zirveye ev sahipliği yapmak suretiyle dünyadaki tanıtımına gayet büyük bir fırsatı sağlayacak, böyle bir zemini hazırlayacaktır. Bu önemli organizasyonun ülkemizde gerçekleşmiş olması Türkiye'ye gerçekten her açıdan büyük prestijler kazandıracaktır... Bazı marjinal gruplar demokratik haklarını kullanıyor... Böyle bir organizasyonda Türkiye'nin itibarına gölge düşürecek adımı atmaları onlara bir şey kazandırmaz. Ülkeye kaybettirir. Çünkü bunları biz 25-30 yıl önce yapanları gördük, hatta biz de zaman zaman bu işlerin içinde bulunduk. Ama bunlardan bir netice alamadık, bir şey çıkmadı. Hâlâ 30 yıl öncesinde kalmayalım artık bunları aşalım… Masaya oturacaksın ve masaya oturmaya namzetsen iş bitirirsin. Bazen kârla çıkarsın, bazen zararla çıkarsın. Ticaretin kâr yanı da var, zarar yanı da var. Siyaset de böyle… İnşallah bu zirve de sıçrama noktalarından bir tanesi olacaktır…”
Haksöz’ün 2004 Temmuz sayısında Rıdvan Kaya, Erdoğan’ın bu yaklaşımına şu cevabı veriyordu:
“Binlerce polisin etten duvar ördüğü, panzerlerle, beton bariyerlerle oluşturulan barikatların ardına gizlenmiş toplantılarda boy gösterebilen zalimler mi yoksa bunlara karşı insanlığın vicdanında biriken öfkeyi haykırmak için sokakları, meydanları dolduranlar mı marjinal sayılmalıdır?
Nihai tahlilde durulan yerin doğru yer olup olmadığını sayılarla, kitlelerin büyüklüğü ile ölçmek yanlıştır. Adalet ve haklılık ölçütü asıldır.”
İfade ettiğimiz gibi 2004’ten sonra global kapitalizmin patronu ABD tedricî olarak güç kaybetmeye ve dünya da güç merkezlerine bölünmeye başladı. Dünyamızda kapitalist globalleşme süreci kaçınılmaz görülmekle birlikte, ayette işaret edildiği gibi bu sürecin taşıyıcısı güç odaklarının kalpleri parça parçaydı (59/14). Global kapitalizm, ABD yanında gittikçe güç kazanmaya başlayan Çin ve Rusya ekseni arasında hâkimiyet yarışı için cesaretlenenlerin gündemi ile dünya insanlığını meşgul ediyor. Küresel kapitalizmin bu güç odakları arasındaki rekabet de bu haz ve tüketim medeniyetinin en zayıf ve zaaflı yanını gösteriyor.
İslami hareketler de Afganistan da iç ve dış vesayetten kurtulmaya çalışan Türkiyede aşkın bir ufka sahipler ama henüz bu güç dengelerinin dışında bir güç değiller. Ayrıca Türkiye’nin iç bütünlüğünü sağlayacak kimliksel belirleniminde önemli sıkıntılar söz konusu.
NATO Fransa gibi, Almanya gibi en başat üyelerini bile hesap dışı bırakabileceğini gösterdi. 2012 yılında Nisan başında İstanbul’da yapılan “İkinci Suriye’nin Dostları” toplantısına 82 ülke katılmış, toplantının sonuç bildirisinin 3. maddesinde şu ifadeye yer verilmişti: "Suriye'nin dostları Suriye'nin geleceğinin bizzat Suriye halkı tarafından kararlaştırılması gerektiğini ve Suriye halkının meşru ve haklı talepleri karşılanıncaya kadar onlarla birlikte olunacağını vurguladılar." Bildirinin 12. Maddesinde “Grup, Suriye halkının kendini korumak için alacağı meşru önlemlere desteğini ifade eder.” deniliyordu. Özellikle NATO ülkelerinin temsilcileri Hariciyemizi Suriye direnişine destek için teşvik ettiği belirtilmişti. Hariciye bu heyecanla “altı ay içinde Şam Emevi Camii’nde namaz kılma” tahmininde bile bulunmuştu. Ama sonra yapayalnız kalındı. Üstelik Suriye’de İran ve Rusya güçleri Esed rejiminin davetiyle operasyonel katliamlar yapmaya başladı.
Dünya güçler dengesi arasındaki paylaşımlardan öğrenilen çok şey vardı. ABD bir NATO ülkesi olan Türkiye’yi kanton devletçikler kurma hedefiyle güneyden çevirip fiilî saldırılarda bulunan PYD-PKK güçlerine milyonlarca dolarlık silah bağışı ile donattı. Önemli olan bu güç dengeleriyle ilişkiler içindeyken egemenlerin sahte vaatleri karşısında kör olmamak, geleceğe hazırlanan ve dünya dengeleri arasında özgünlük arayışı içinde olan ülkeler ve hareketler ile dayanışma içinde olabilmektir.
Türkiye’nin Suriye’de, Libya’da, Irak’ta, Azerbaycan’da NATO, ABD, AB ve Rusya güç eksenleriyle de ilişkilerini dengelemeye çalışarak küresel vesayete karşı ezilen topluluklar lehine gösterdiği eforu Ukrayna olayında da göstermesi hem Ukrayna halkına özgünlük arayışının değerini gösterecek hem çıkar hesapları arasında kıskaca alınan doğulu ve batılı halkların adalet arayışlarına moral sağlayacaktır.
Tekrar edecek olursak artık egemen kuvvetler veya yeni imparatorluk güçleri arasında var kalmaya veya gücü oranında bağımsız bir topluluk veya devlet olmaya çalışan birilerine “NATO’cu” veya “NATO karşıtı” denmesi bir şey ifade etmiyor. Sömürü, yayılma, işgal ve asimilasyon politikaları karşısında çok merkezli güçler dengesi arasında tarihteki Sasaniler karşısında kazanacak Rumlar gibi (30/2-4) daha az zararlı olanları gözetmek, kendimize yeter bir güç oluncaya kadar kaçınılmaz bir durum ve dirayettir.
Ancak bu dirayet, bünyesinde emperyalizm fitnesi taşıyan imkânlı veya imkânsız gördüğümüz güç odaklarının durumunun da menfaatlerine göre değişken olacaklarını unutmayan bir teyakkuz ve dikkat içinde olmalıdır.
Önemli olan müfsid ve sömürgeci küresel kapitalist sistemin gemisinden atlayarak terk edeceğimiz bir sinerjiyi ve atlanacak mekânı oluşturabilmemizdir.
Dipnot:
1- Razumkov Centre, Gfk, Democratic Initiatives Foundation, Gorshenin Institute, RATING, Kyiv International Institute of Socioology, Pew Research Center.