Arapçada ne-ka-de fiili, altın, gümüş ve para cinsi şeylerin iyisini kötüsünden seçip ayırt etmek için kullanılır. İn-te-ka-de fiili de bir şeyin kusurunu gösterip ayıbını ortaya koymaya denir ki Türkçe karşılığı da elemek fiilinden gelen “eleştiri” kelimesidir. Tenkid/eleştiri hataların fark edilip giderilmesi noktasında bireysel ve toplumsal ilişkinin vazgeçilmezlerindendir. Her ne kadar Türkçede olumsuz anlamda kullanılsa da aslında nötr bir kavramdır.
Tenkid/eleştiri Kur’an-ı Kerim’de de Rabbimizin, insanı ve toplulukları uyarmadaki metotlarından biridir. Rabbimiz, çeşitli vesilelerle zalim düzenin işleyişine ve elebaşlarına, takındıkları müstağni ve müstekbir tutum ve adaletsiz tavırlar nedeniyle sert eleştiriler getirir.
Eleştirinin muhatabı sadece müşrik ve kâfirler de değildir. Müslümanların nefisleri, aileleri ya da toplumla ilişkilerindeki eksiklik veya yanlışlıkları düzeltmek adına da pek çok ayette uyarı ve ikazda bulunulduğuna şahit oluruz.
“Ey iman edenler! İman ediniz.” ayeti eleştirinin iman edenler için de olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Yine, münafık ve müşriklere dua meselesi (Tevbe, 80), münafıkların cenaze namazına katılma (Tevbe, 84), Bedir esirlerinin takası (Enfal, 67-69), Ümmü Mektum olayı (Abese, 1-10), Tahrim olayı (Tahrim, 1-3) gibi sayılacak daha pek çok örnek müminlerin de Allah’ın tenkidine maruz kaldıklarını gösteren ayetlerdendir.
Yanlışı Gidermek Teklif Değil Sorumluluktur!
Unutmamak lazımdır ki layüsel olan yalnızca Allah (cc), içinde şüphe bulunmayan tek kitap da yalnızca Kur’an-ı Kerim’dir. Allah, insanın hatalarını giderip yerine salih amel inşa etmesini imani bir sorumluluk olarak Müslümanlara yüklemiştir. Emri bil maruf nehyi anil münker/iyiliği emredip kötülükten sakındırma görevi, müminler için teklif değil “emir”dir.
“İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. Ve işte kurtuluşa erenler onlardır.” (Âl-i İmran, 104)
Hz. Ömer halife seçildikten sonra insanlara hutbeden seslenerek “Herhangi bir şahsın ihtiyacı olur veya zulme uğrar yahut da bir davranıştan dolayı bize kızarsa, hemen bunu bana bildirsin. Ben ancak içinizden bir ferdim.” diyerek insanların içinde, kendi şahsına yönelik oluşabilecek olumsuz davranışlardan haberdar olmak istemiştir. Yine aynı hutbede insanlarla arasında geçen şu diyalog, ilk dönem Kur’an neslinin bu konudaki hassasiyetlerini göstermesi açısından çok önemlidir:
-“Ey Müslümanlar! Eğer ben haktan sapar, benden önce sizi yöneten Ebu Bekir’in ve Resulullah’ın yolundan ayrılırsam bana ne yaparsınız?”
-“Eğer yoldan ayrılırsan ey Ömer, seni bu kılıçlarımızla doğrulturuz!”
-“Yoldan saparsam beni düzeltmezseniz sizde, ben bunu yapmasam da bende hayır yoktur. Bana böyle bir cemaat nasip ettiği için Rabbime hamdolsun.”
Eleştiri Ama Nasıl?
Her şeyden önce eleştirme eyleminin eleştiri yapan ve eleştiriye muhatap olan açısından zor olduğunu bilmemiz gerekiyor. Eleştirenin muhatabıyla ilişkisini zedeleyebilme ihtimalinin yüksek olmasının yanında eleştirilen açısından da hatalı ve yanlış bir tutum veya davranışının insanlarca görünür olup hesap verme durumunda kalmak psikolojik açıdan da zor bir durumdur. Ekseriyetle bu sebepten dolayı eleştiri, insan ilişkilerinin en sıkıntılı sahalarından biridir.
İyi niyet, samimiyet ve hikmetle yapılacak eleştirinin Müslümanların hayrına olacağını unutmamak lazım. Kıskançlıkların, basiretsizliklerin, kişisel öfke ve husumetlerin, hırs ve arka planların olduğu bir eleştiri ise ne eleştirene ne de muhatabına fayda sağlayacak, sadece yeni bir düşmanlığa zemin hazırlayacaktır
Bir kişiyi eleştirmek için muhatabın düşünce dünyası, dünya görüşü, siyasal ve sosyal eylemlilikleri, ahlak anlayışı gibi pek çok meseleyi göz önünde bulundurmak gereklidir. Muhatap hangi dünyanın ve düşüncenin insanıysa o düşüncenin muhayyilesi ve iç tutarlığında eleştirmek adil bir eleştirinin şartlarındandır.
Eleştiri meselesi ele alınırken; eleştiren, eleştirilen ve eleştirilen şey unsurları ortaya çıkıyor ki bu üç saik; bilgi, adalet ve merhamet dayanaklarından yoksunsa eleştirinin hayırdan izler taşımayacağını bilmek gerekiyor.
Hakikat
“Ey iman edenler, fasığın biri size haber getirdiğinde durup gerçeği araştırın, değilse, istemeden birilerini rencide eder, ardından da yaptığınızdan pişmanlık duyarsınız.” (Hucurat, 6)
“Ey iman edenler! Birbiriniz hakkında gerçekliği bulunmayan yargılarda bulunmaktan kaçının.” (Hucurat, 12)
Adalet
“Ey iman edenler! Allah için adaleti ayakta tutacak şahitler olun. Bir topluluğa olan öfkeniz, sizi adaletten ayırarak günaha sürüklemesin.” (Maide, 8)
“Eğer müminlerden iki topluluk çarpışırsa, hemen aralarını düzeltin. Eğer onlardan bir taraf diğerinin hakkına saldırırsa, siz de o haksız taraf ile Allah’ın emrine dönünceye kadar çarpışın. Ama saldırganlıktan vazgeçerse, artık aralarını adaletle düzeltin ve (her işinizde) adil davranın. Şüphesiz Allah adil davrananları sever.” (Hucurat, 9)
Merhamet
“Eğer sen kaba ve katı yürekli olsaydın, insanlar çevrenden dağılıp giderlerdi.” (Al-i İmran, 159)
“Muhammed Allah’ın resulüdür. Beraberindekiler ise kâfirlere karşı şiddetli, kendi aralarında merhametlidir.” (Fetih, 29)
Eleştiride, daha da önemlisi insanlarla ilişkideki zeminin idealini ortaya koyan bu ilahi çerçeve her Müslümanın sahip olması gereken ahlaki durumu ifade etmektedir. Doğruluğu bilinmeyen, hakikatten uzak, zandan oluşmuş bilgilerle, merhamet ve adaletten nasibini almamış hiçbir söz sahibine ulaşmayacaktır. Bir topluluğa olan kin ve öfke nasıl ki bizi adaletten alıkoymayacaksa, aşırı sevgi, hürmet ya da vefa duygusu da bizi adaletten alıkoymamalı.
İslami Camiada Eleştiri Kültürü
Yaşadığımız çağın bir neticesi mi yoksa sağlıklı şahsiyet ve cemaat yapılarının inşa edilemeyişinin bir sonucu mudur bilinmez ama eleştiri konusunda sağlıklı bir vasatı tutturamadığımız bir gerçek. Bugün bir sarkaç gibi iki uca savrulan bu tutumun bir tarafında post-modern, liberal anlayışlar diğer yanda da önüne geleni yıkıp deviren bir anlayış var.
Bireysel ve toplumsal ilişkilerin yüzeyselleştiği, derinliksiz, amaçsız ve günübirlik bir yaşam gayesinin ideal olarak sunulduğu bir dünyada ıslah amaçlı bir eleştiri de hak ettiği yerden uzaklaşıp buharlaşmaktadır. Post-modern ahlakın; çok sesliliği, çok renkliliği, hoşgörüyü (hatta körlüğü) ve edilgenliği savunduğu bu vasattan Müslümanların beri olduğunu söyleyemeyiz. Her geçen gün uluorta yapılan haksızlıklara, zulüm ve ahlaksızlıklara karşı kendi mahallesinden esirgediği saygı, özgürlük ve hoşgörüyü sağa sola bolca savuranları görünce şaşırmadan edemiyor insan.
Eleştiri konusunda camiamızda görülen tutumları üç başlıkta değerlendirebiliriz:
1) Ölçüsüz Eleştiriler: Ayarsız münekkitler de diyebileceğimiz bu grubun en önemli özelliği bilgiden uzak, zanlarla ya da etraftan toplanmış yalan yanlış bilgilerle ulaştığı bilgiyi mutlak bilgiymiş gibi sunması ve kendi dışında doğru tanımamasıdır. Moral bozucu ve çökertici aynı zamanda üstenci bir dile sahiptir.
Özellikle Ortadoğu intifadalarıyla başlayan süreçte sıkça rastladığımız bu karakter, tüm İslami direniş cephelerini komplo teorileri, ABD kaynaklı haber ve uluslararası raporlar üzerinden veya Afgan cihadı sonrası yaşanan travma üzerinden okuyup hepsini ajan, işbirlikçi, hain, paralı asker gibi acımasız ithamlarla mahkûm etmiştir. Direniş unsurlarına “kurşun asker” muamelesi yapan bu zihniyet her şeyden önce kâfire ve zalime karşı mümin kardeşinin yanında olmama noktasında Allah’a hesap verecektir. Tahlillerini 70-80’li yılların Türkiye’si ve dili üzerinden, sahaya inmeden, masa başından yapan bu yazar, çizer, abi ve üstadlara karşı ‘vefa’ adına takınılan layüsel tavır da İslami camianın ayrı bir handikabıdır.
Haktan ve kardeşlik dilinden uzak, yıkıcı, tahrik edici, muhatabın bilgisini, birikimini aşağılayan, kibirli ve toptancı bir dilin bizi götüreceği yerin hasımları artırmaktan başka bir işe yaramayacağını unutmamalıyız.
Kur’an muhataplarını eleştirirken, ıslah ve inşa dilini kullanır. Kendinden önceki geleneği tamamen yok saymayıp elemiş ve temizlemiştir. Onun dili imha olmamıştır. O sebeple tüm bilgi ve birikimlerimizi süpüren anlayışlardan uzaklaşıp daha kuşatıcı, muhatabı kazanacağımız, adalet ve merhamet dilini kuşanmalıyız.
2) Zeminsiz Eleştiri (Entelektüel Duyar(sız)lığı): Elitist bir yaklaşımla kendisini mevcut İslami yapıların ve cemaatlerin üstünde gören, entelektüalizmin dayanılmaz hafifliği ve geçirgenliğiyle her konuda akıl verme ve eleştirme hürriyetine sahip bu insanlar için kendi zemini önemli değildir. Çünkü onun en önemli özelliği bağımsız, hür ve entelektüel oluşudur. Ruhunun götürdüğü yere gider. Bir gün eğitim sistemini eleştirir, bir gün estetik duyarsızlığımızı, bir başka gün siyasal hatalarımızı… Velhasıl adam değilizdir. Böyle giderse bizden bir şey olmaz. Ancak bu zihniyet tutarlı da değildir. Mevcut halimize ufuksuzluk teşhisi koyarken iki gün sonra güne güzel uyanmanın verdiği ruh haliyle ‘Ümmet bizim önderliğimizde şahlanacak!’ hamaseti bile yapabilir. Bilgiçtir, ukaladır.
Hem nalına hem mıhına vuran bu anlayış, her zaman kendisini haklı çıkarabilecek bir mazereti heybesinde bulundurur. Bitaraf olmayı meziyet zanneden bu zihin için kakofoni, çoğulculuğun ve rahmetin göstergesidir. Bu cenahta herkes sözünü ortaya söyler ama sözün bir alıcısı çıkmaz. Eleştirelliğin uyumla harmanlandığı bu yapılarda, uyumun getirdiği düşünme ve üretme biçimlerinin yaygın bir şekilde kullanıldığını görürüz.
Kompleksli ruh haline sahiptir. Gün gelir ‘Hrant’, gün gelir ‘çapulcu’, gün gelir ‘Je suis Charlie’ olur. Çünkü duyarlılık sahibi olmak bunu gerektirir. Çünkü o yüksek empati yeteneğine sahiptir.
Ancak Müslümanlara sürekli hoşgörü öğütleyen bu zatı muhteremlere günün birinde ola ki bir eleştiri yönelirse o zaman görün patırtıyı… Müslümanların tahammülsüzlüğünden bahseden o naif kişinin içinden bir anda saldırgan, hırçın, kaba ve racon kesen bir ruh çıkmıştır. Bu sebeple de eleştirileri sahicilikten ve samimiyetten uzak, ilkesiz ve tutarsızdır.
3) Adil Şahitler Olma Sorumluluğunun Neticesi Olan Eleştirellik: Bu hal, her şeyden önce üzerinde durduğumuz zeminin vahyî ilkelerce belirlendiği, Peygamber (s)’in örnekliğinin model alındığı bir düzlem olduğunu bilmekle başlıyor. Hepimiz, çevremizde yaşanan olaylardan etkileme veya etkilenme derecemize göre mesulüz. ‘Bana ne!’ diyebileceğimiz ya da kafamızı çevirerek ‘görmedim, duymadım’ bahaneleriyle suçu savuşturamayacağımızın farkındayız.
Eleştirinin ilk basamağı, nefsini hesaba çekmektir. Ne şahsımız ne mensubu bulunduğumuz yapılar, hatadan beri yerlerdir. Hata yapmadığını söyleyenlerin hiçbir şey yapmadıklarını bilmek gerekir. Peygamberlerin örnekliğinde gördüğümüz şey, hata yapmamaları değil hatadan sonra Allah’tan bağışlanma dileyip aynı hatayı tekrarlamama gayretleri ve samimiyetleridir. Hz. Yunus’un balığın karnında yaptığı dua tam da bu durumu anlatır.
“Senden başka hiçbir ilah yoktur
Öyleyse diyebiliriz ki eleştirme eylemi, önce ‘bilmek’le başlar. Önce nefsini sonra eleştireceğin meseleyi hakkıyla bilmeyi gerektirir. Bilmediğimizin peşine düşmeden, tecessüslük etmeden hayra davet edip münkerden sakındıracağımız bir eleştiri ahlakını ortaya koymalıyız. Adalet gereğince nefsimize hoş gelmese de doğrunun yanında yer almayı, zalime karşı mazlumdan yana tavır almayı öncelemeliyiz.
Eleştirinin kardeşlik hukukunu zedelemeyecek bir dil ve üslupla yapılması gerektiğinin önemine dikkat çekerken eleştirilen meselelerin üslup tartışmalarıyla boğulmaması gerektiğinin de altı çizilmelidir. Üslup elbette çok önemli ancak ciddi eleştirilerin üslup tartışmalarına kurban edildiğini, çoğu kez manipülasyona hizmet ettiğini de görmek gerekiyor.
Eleştirinin ciddiyeti eleştirenin adalet duygusu ve eleştirisini dayandırdığı ilkelerin sağlamlığı ve tutarlılığıyla gerçekleşir. Hayatının her anını Allah’a kulluk bilinci içinde yaşayan bizler için namaz, oruç, cihad vs. nasıl ki bir kulluk göreviyse; iyiliği emir, kötülüklerden nehiy adına yapacağımız eleştiri/tenkit de kulluğumuzun bir parçasını oluşturur.
Rabbimiz hepimize O’na layıkıyla kul olmayı nasip etsin.