Napolyon Bonapart Aydınlanmış Bir Lider miydi Yoksa Bir Tiran mıydı?

Jacqueline Charles

Bonapart’ın ölümünün 200. yıldönümünü anma törenleri, onun mirası, Fransa’nın sömürge geçmişi ve liderin Haiti ile bağları hakkındaki tartışmaları ateşliyor.

Yıl 1802'ydi. Fransa’nın Karayip adası Hispaniola’daki en zengin kolonisi Saint-Domingue (bugün Haiti ve Dominik Cumhuriyeti tarafından paylaşılıyor) kargaşa içindeydi. Eski köleler Fransız efendileriyle savaşırken, melez ve siyahi generallerden oluşan bir ittifak, Fransız bayrağı altında düzeni yeniden sağlamaya çalışıyordu.

Ardından Karayipler'deki bir başka Fransız kolonisi olan Guadeloupe'den yeni haberler geldi: Onları yeniden köleleştirmeye çalışan Fransız birliklerine isyan eden özgür siyahlar, savaşlarını kaybetmişlerdi.

Fransız general ve hükümdar Napolyon Bonapart, o yıl verdiği bir sözden geri dönmüştü: Fransız kolonilerine köleliği geri getirirken Guadeloupe ve Fransız Devrimi sırasında siyahların serbest bırakıldığı diğer bölgeleri hariç tutmak. Ancak ekonomik nedenlerle Bonapart, Guadeloupe'de Fransa'nın 1794'te kaldırdığı kölelik yasalarını geri getirdi.

Sekiz yıllık özgürlüğün ardından, Guadeloupelı siyahlar yeniden esaret altına girmişti.

Karayipler'de melez olarak bilinen karma ırkın yanı sıra siyahi savaşçılar da Bonapart'ın kayınbiraderi General Charles Leclerc'in komutasında konuşlandırılan Fransız birliklerinin güçlü seferinin sırf düzeni sağlamak için Saint-Domingue'de olmadığını çabucak fark etti. Amaçları; köle isyanı lideri Toussaint Louverture'ın kendisini ömür boyu yönetici ilan eden ve köleliğin kaldırılmasını kanunlaştıran 1801 Anayasasını yayınlamasından sonra tüm ada üzerinde Fransız kontrolünü yeniden sağlamak ve köleliği yeniden tesis etmekti.

Aniden, 1791'de adada bir dizi köle isyanıyla başlamış olan direniş hareketi iç çatışmalar, değişen ittifaklar ve Louverture'ın tutuklanması ve sınır dışı edilmesiyle yeniden ateşlenmiş oldu.1802 olayları, sömürgecilik sonrası dünyanın siyahilerin liderliğindeki ilk bağımsız ulusu doğuracaktı: Haiti.

Aynı zamanda, Bonapart için ölümünden 200 yıl sonra bile bir çekişme kaynağı olmaya devam eden bir mirası sonsuza dek mühürleyecekti.

Port-au-Prince'de Haitili bir tarihçi olan Georges Michel, “Napolyon 1802'de köleliği eski durumuna getirdi ve 2001'de Fransız parlamentosu, kolonyal köleliğin insanlığa karşı bir suç olduğunu kanunla ilan etti.” diyor. Bonapart'ın kaldırılmayı geri almadaki rolünden dolayı Michel, askerî lideri "insanlığa karşı bir suçlu" olarak görüyor.

Ayrıca en ünlü Fransız'ın ölümünde de bir ironi olduğunu düşünüyor. “Toussaint Louverture'ı kaçırması ve onu esaret altına alması gibi, Napolyon da hayatını esaret altında bitiriyor. O da Toussaint Louverture ile aynı kaderi paylaşıyor.”

Fransız çalışmaları profesörü Andrew Curran, Bonapart hakkında kapsamlı çalışmalar yapılırken, anlatıda Haiti Devrimi'nin olması gereken yerde genellikle bir üç nokta bırakıldığını söylüyor.

Wesleyan Üniversitesinde hocalık yapan ve The Anatomy of Blackness: Scienceand Slavery in an Age of Enlightenment kitabının yazarı Curran, “İşin aslı Haiti Devrimi ve Saint-Domingue'nun kaybı Fransızlar için gerçekten çok güçlü ve korkunç bir şey oldu. Bu onların Vietnam'ı gibi.” diyor. “Bu devasa ülkenin, onları yenebilecek düzeyde olmadığını düşündükleri insanlar tarafından fena halde dövüldüğü gerçeği onlara muazzam bir utanç getirdi ve bu en şiddetli ırkçılığa dönüştü.”

Karmaşık Miras

Bonapart, 5 Mayıs 1821'de, sürgünde yaşadığı Güney Atlantik'in ortasındaki ücra bir ada olan St. Helena'da nemli ve fare istilasına uğramış bir evde öldü. 51 yaşındaydı.

Bu yıl, onun ölümünün 200. yıldönümü anma törenleri eski yaraları tekrardan açtı.Onun kendi içinde çatışan karmaşık mirası, köleleştirilmiş Afrikalıların zorla çalıştırılmasının Fransızları Avrupa'nın en zengin uluslarından biri haline getirdiği karanlık sömürge geçmişlerinin bir hatırlatıcısı olarak hizmet ediyor.

Guadeloupe ve Martinik'in Fransız denizaşırı bölümlerinde haraçlar planlanırken, herkes eski imparatorun karmaşık mirası anısına kadeh kaldırmayacak.

Haitililer için, 11 Nisan 1814'te Bonapart’ın sürgüne gelişinin 200. yıldönümünü bandolar eşliğinde kutlayan Akdeniz adası Elba'da görüldüğü gibi ne çelenk döşenmesi ne Katolik ayini ne de Bonapart'ın maceralarının canlandırılması olacak.

Yaşarken olduğu gibi ölümünde de Bonapart, yükselişinden iktidardan düşmesine, Fransa'ya yaptığı katkılardan Karayipler'e bıraktığı karmaşık mirasına kadar hakkındaki fikirleri ikiye bölüyor ve güçlü duygular uyandırıyor; özellikle de kanlı geçmişinin izlerinin kökleşmiş olduğu Haiti'de.

Aydınlanmış Bir Lider mi Yoksa Savaş Kışkırtıcısı mı?

Hayranları için Bonapart, aydınlanmış bir otokrat ve modern Fransa'nın mimarı kabul edilir. Eğitim sistemi reformunun bir parçası olarak ülkenin seçkinlerinin birçoğunun katıldığı, lycées olarak bilinen devlet tarafından işletilen ortaokulları kurması, bugünün köşe taşı olmaya devam ediyor. Medeni kanuna yaptığı katkılar, feodal ayrıcalıkları, birleşik yasaları ortadan kaldırdı ve bugünün Fransız medeni hukukunun temelini oluşturdu. Ayrıca yapılandırılmış, merkezî hükümetiyle Fransa'yı örgütledi.

Bir pragmatist olarak hem bilimi teşvik etti hem de kendisi dindar olmasa da politik olarak gerekli gördüğü için Yahudiliği, Protestanlığı ve Katolikliği aynı temele oturtarak dini yeniden tanıttı. Altın çağında, Haiti de dâhil olmak üzere birçok ülke tarafından paylaşılan "özgürlük, eşitlik, kardeşlik" evrensel değerleri cumhuriyetin resmî sloganı olarak kabul edildiği dağınık Fransız Devrimi'nden sonra Fransa'ya şan ve mali kurtuluş getirdi.

Paris'te Fondation Napoléon'da çalışan İngiliz tarihçi Peter Hicks, “Elbette, askerî zaferler nedeniyle Napolyon muhteşem!” diyor. “Belki bugünlerde düşündüğümüz gibi değil. Ancak o zamanlar, Fransız ordusunun muazzam başarısı ve Fransız ordusunun büyüyen doğası nedeniyle oldukça popülerdi.”

Ancak başarı ile başarısızlıklar, insanların çektiği acılar da birlikte geldi. Aleyhtarlarına göre, Bonapart kansız bir 1799 darbesiyle tekil iktidar yolunu müzakere eden, manipüle eden ve siyasallaştıran bir savaş kışkırtıcısı ve despottu. Fransa lideri anayasayı üç yıl sonra değiştirerek kendisini Birinci Yaşam Konsolosu olarak atadı.

Köleliği yeniden getirmesinde ve “Bütün insanlar özgür olarak doğar, yaşar ve ölür.” ifadesinin geçtiği 1801 Anayasasını hazırlayan Louverture ile olan çatışmasında da görüldüğü gibi Bonaparte’ın bireysel hürriyet taraftarı olmakla uzaktan yakında alakası yoktur.

Sadece anayasadaki dilden değil, aynı zamanda Louverture'ın kendi kendine empoze ettiği yaşamı yönetme eyleminden de etkilenen Bonapart, daha sonra anılarında “Toussaint, anayasasını ilan ederken maskesini attığını ve kılıcını kılıfından sonsuza kadar çıkardığını çok iyi biliyordu.” şeklinde yazar.

Virginia Üniversitesinde Afrika Diaspora Çalışmalarında doçent olan Marlene Daut, Bonaparte'ın olumlu katkılarına işaret etmenin, “hayatlarını mahvettiği insanların aslında bir önemi olmadığını öne sürmek” olduğunu söylüyor.

Bonapart'a atfedilen toplam sivil ve askerî kayıp sayısı değişiyor. Fransız tarihçi Hippolyte Taine 1,7 milyon ölüm tahmin ediyor ve bazı tarihçiler bu rakamı 600 bine kadar düşürüyor. Daut, farklı tahminlerin 3 milyon ile 6 milyon arasında değiştiğini söylüyor. Bonapart'ı kahraman olarak selamlamayı tuhaf bir seçim olarak görmesinin sebeplerinden biri de bu.

Bonapart'ın mirasına ilişkin tartışma; ırkçılık, ayrımcılık, sömürgecilik ve siyahların köleleştirilmesi hakkında Amerika Birleşik Devletleri'nin ötesine uzanan derin bir ruh arayışının merkezinde bulunuyor.

Anma etkinliklerinin planlandığı Fransız Karayip adaları Guadeloupe ve Martinik'te, bazıları Fransız hükümetinin 200 yıllık tanınmasını bir hakaret -renk körü, eşitlikçi bir inançla hareket etmekle övünen ancak köleliğin mirası söz konusu olduğunda gözlerini yuman bir ulusun başka bir örneği- olarak görüyor.

Daut, Fransızların, Bonapart’ın sorunlu olduğunu kabul ettiğini ancak büyük bir hesaplaşmaya gerek olmadığını düşündüklerini söylüyor. “Napolyon'un ırkçı olduğunu kabul etmek, onlara göre Fransızlar hakkında bir şeyler söylemektir ve bunu kaldıramazlar.” diyor. “Bonapart’ın yaptıklarını kabul etmeye istekli olsalar bile -ve aslında gerçekleri inkâretmiyorlar- bu onları derinden, en derinden rahatsız ediyor, çünkü bu, ülkelerinde sahip oldukları tüm servet için ne anlama geliyor? Bu tüm refah için ne anlama geliyor? Bu, Fransız kimliği hakkında ne anlama geliyor? Bunların arkasında insanları öldürmek var ve bu sadece Haiti’deki insanları kapsamıyor.”

Sürgünde Yaşam

Bonapart’ın sürgünde yaşamı köklü bir şekilde değişti. Bir askerî lider olarak Bonapart Fransız Devrimi ve Napolyon savaşları sırasında başarılı kampanyalar yürüttü, kendini imparator ilan etti ve düzinelerce suikast girişiminden sağ kurtuldu.

Ama daha sonra gözden düştü ve sonunda iki kez sürgün edildi: önce Elba'ya, sonra da St. Helena'ya.

Sürgündeki ilk görevi, başarısız bir Rus işgalinin ardından 1814'te gelir. Avrupalı müttefikler onu tahttan çekilmeye zorlar ve Elba'ya gönderir ve Bonapart Toskana kıyısındaki bu küçük adanın 12 bin sakinini yönetir. İflas etmiş bir Fransa'dan asla gelmeyecek bir para sözü verilir ve 300 gününü orada Elba’nın hükümetinde ve ekonomisinde reform yapmak, yol inşaatı ve diğer projeleri denetlemek için geçirir.

“Barışın adaleti” gibi yaşamak istediğini iddia eden Bonapart özgürce dolaşır. Kimse onu korumaz ve onu orada tutmak için adayı dolaşan gemi yoktur. Ancak orduları yönetmeye alışmış ve on yıl boyunca Fransız imparatoru olarak hizmet etmiş olan adam huzursuzlaşır.

Fransız ordusunun hâlâ ona sadık olduğu inancıyla kumar oynayarak iktidarı yeniden ele geçirme arayışında bir grup askerin kendisine katıldığı anavatanına kaçar. Bu çaba tam yüz gün sürer.

Fondation Napoléon'dan Hicks, “Avrupa buna inanamaz, dünya buna inanamaz.” diyor. “Yüz gün olağanüstü bir süre. İnsanlar kendi kendine: ‘Vay canına, bunu o mu yaptı?’ diye düşünür. Fransa bu duruma ne olumlu ne de olumsuz bir tepki gösterir.”

Bonapart'ın Şubat 1815'te Elba'dan kaçtığı sırada Avrupalı liderler, fetihlerinin ardından bölgeyi yeniden düzenlemek için Viyana Kongresi’nde bir araya gelirler. Kaçışın farkındadırlar ve 13 Mart'ta, Paris'e gelişinden bir hafta önce Bonapart kanun kaçağı ilan edilir.

Baş düşmanı İngilizler başarısızlıkla köleliği yasaklamaya çalışırken onları kızdırmak ve nihayet Paris'e vardıktan sonra liberal bir yönetici olarak görünmek için Bonapart, Fransa'da köleliğin ikinci kez kaldırıldığını ilan eder. (Fransız topraklarındaki özgür siyahların köleliğin tamamen ortadan kaldırılmasına tanık olması otuz yıldan fazla zaman alacaktı. 1848'de Fransa, ekonomik ve ırkçı çıkarlar ve insan hakları mücadelesinin ortasında, köleliği üç kez ortadan kaldıran tek ülke oldu.)

Onu barışa bir engel olarak gören Rusya, Avusturya ve İngiltere orduları, Haziran ayında Bonapart'a karşı son bir kez birleşerek Fransa'yı kuşatır. Waterloo Muharebesi'nin yaklaşık üçüncü gününde Bonapart, yenilgiyle karşılaşır. Amerika'ya kaçamayınca sonunda İngilizlere teslim olur.

Bonapart, İngiltere'nin Afrika kıyılarındaki rüzgârlı, engebeli ileri karakolu olan St. Bonaparte günlerini bahçesiyle ilgilenerek ve anılarında tarihi yeniden yazarak geçirir.

Altı yıl sonra, mide kanserinden ölüm geldiğinde, Bonapart'ın vücudu bir değil dört adet iç içe geçmiş tabutla kapatılır: biri vücudunu tutan tenekeden, ikisi maun ağacından, diğeri kurşunla. Bir söğüt ağacının altına, yerin 3 metre aşağısındaki bir mezara gömülür.

Bonapart sadıklarının tepkisi ve siyasi olarak kırılgan bir durumda olan Fransa'daki olası huzursuzluk, Korsika doğumlu lideri ölümünde de sürgünde tutar, kalıntılarının Fransa'ya dönmesi için 19 yıl geçmesi gerekir. Vücudu geldiğinde, atlı tabutu görmek için meraklı kalabalıklar sokaklarda sıraya dizilir. Bonapart'ın kalıntıları bugün Paris'teki LesInvalides kompleksindeki bir anıtta bulunuyor.

Bir Köle İsyanı Mirası

1802'de Guadeloupe'deki esaretin geri gelmesi Haiti Devrimi için bir dönüm noktası olurken, devrimin lideri Louverture da yakalandı.

Bir Fransız kolonisi olarak Saint-Domingue, Karayipler'in en büyük köleleştirilmiş nüfusuna sahipti, bu nüfusun birçoğu vahşi dayaklara ve başka şiddet eylemlerine de maruz kalmıştı. Ayrıca köleleştirilmedikleri halde katı bir kast sistemine tabi tutulan ve adanın beyaz liderleri tarafından vatandaşlıktan mahrum bırakılan karma ırktan ve özgür siyahlardan insanlar da vardı. Kargaşa Fransız Devrimi ile daha da şiddetlendi ve 1793'te çatışmayı bastırmak için Fransa kolonideki köleliğe son verdi. Ertesi yıl kölelik tüm Fransız topraklarında kaldırıldı.

Saint-Domingue'nün siyahların bir kez daha köleleştirildiği ve karma soyun bir kast sistemine tabi olduğu bir koloniye geri dönmesi fikri -İngilizlerden tekrardan Fransa'ya geçen Guadeloupe ve Martinik'te olduğu gibi- düşünülemezdi.

Haitili bir tarihçi ve yazar olan Pierre Buteau, “Napolyon’un Leclerc’in konuşlandırılmasındaki misyonu, Saint-Domingue’yi devrim başlamadan önceki 1794’e döndürmekti.” diyor. “Saint-Domingue'de kontrolü sağlamanın tek yolunun, devrimin tüm büyük liderlerini ortadan kaldırmak zorunda oldukları sonucuna vardılar.”

Ancak liderler tek hedef değildi. Bonapart'a yazdığı bir mektupta Leclerc, isyan hareketinin çok güçlü olduğunu, Saint-Domingue'de iktidarı yeniden savunmanın sert bir hamle gerektirdiğini, 12 yaşın üzerindeki çocuklar da dâhil olmak üzere tüm yetişkin siyah nüfusun ortadan kaldırılmasının lüzumlu olduğunu yazıyor.

Buteau, Fransa'nın adadan kovulmasına neden olan devrimin son büyük savaşı hakkında “Bir imha savaşı çıkacaktı, ancak bu imha savaşı Vertières Savaşı'na yol açacak.” diyor.

Baskı acımasız hale gelir. Leclerc ve yardımcısı General Donatien-Marie-Joseph Rochambeau, insan yiyen vahşi köpekleri serbest bırakır, siyahları denizde boğar ve bir uyarı olarak isyankâr bireylerin başlarını sergiler.

Daut, “Haiti Devrimi'nden 18. ve 19. yüzyıldan kalma ünlü görüntülerin çoğu, elinde beyaz kafalı siyahları gösteriyor.” diyor. “Aslında durum tam tersiydi.”

“Beyaz sömürgecilerin emsallerini aldılar çünkü her zaman yapacakları tam olarak buydu.” diye devam ediyor. “İnsani hakları hakkında endişe duyan, önyargılardan şikâyet eden herhangi bir özgür insan, başlarını keser, mızraklara yapıştırır ve kelimenin tam anlamıyla kasabanın etrafında dolaşırdı.”

Bazı akademisyenler, tarihteki tek başarılı köle isyanı olmaya devam eden Haiti Devrimi'nin Bonapart'ın yenilgileri arasında görülmemesi gerektiğini çünkü orada olmadığını ve seferin ordusunun komutanları tarafından yönetildiğini savunuyorlar.

Diğerleri, insanları köleleştirme geçmişine sahip olan Fransa ve İngiltere gibi ağırlıklı olarak beyaz ülkelerin gecikmiş olsa da imparatorluklarının daha kapsamlı bir anlatımını aktarmaları gerektiğini düşünüyor.

Bonaparte, adaya 60 binden fazla asker gönderdi ve hâlâ kayıp. Ayaklanma aynı zamanda batı Amerika Birleşik Devletleri'ndeki genişleme planlarını da durdurdu ve böylece Louisiana’nın satın alımına yol açtı. Ve bu, Fransa'ya, Afrika ve Karayipler'e uzanan bir imparatorluğun ana mücevherine mal oldu.

National Geographic / 4 Mayıs 2021 / Çeviren: Hatice Orhan