Mutluluk, Bebek ve Özgürlük
O "martılar ne kadar da güzel uçuyorlar" dediğin gün var ya; hani bunu gelişigüzel, biçimsizce söylediğin gün var ya; işte o gün anlamıştım aslında, senin içindeki o kendi halinde, hareketsiz ve tepkisiz bir şekilde duran özgürlük isteğini. Yoksa martılar hep güzel uçar zaten değil mi?
Fakat, bulutların peş peşe gelerek kudurması ve üst üste patlaması da, aynı güne denk gelmişti, El radyomda cızırtılar vardı. Bilirsin ki ilkbaharı anlamak zordur. Bazen soğuk, dondurucu ve sert, bazen ılık bir esinti kadar yumuşak, bazen de yakıcı bir güneş kadar gevşetici olabilir ilkbahar. Bir ara yerinden şöyle bir doğruldun; nedendir bilmem, kalkıp gideceksin diye geçti içimden fakat sen tekrar uzandın çimlerin üzerine.
Aslında ne kadar tezattı, o andaki iklim şartlan ile senin içindeki özgürlük ve bulutsuzluk Özlemi. Gökyüzü seni uyarıyordu belki de, belki de senin için patlıyordu üstüste. Yağan yağmurla çamurlaşan toprak, harika kokularla buharlaşmaya başlamıştı. Buhar üstümüze, elbisemize, saçımıza, her tarafımıza değiyor; aldığımız nefesi güçleştirdiği oranda anlamlı kılıyordu. Uçsuz bucaksız çimler ve mavi, sürekli arzuladığın sonsuzluk özlemini çağrıştırmıştı bana. Yadırgamıştım... Ne bileyim?
Sen de herkes gibi özgürlüğü, bulutsuzluğu ve sonsuzluğu istiyordun. Bunları istemeni değil, bunları herkes gibi istemeni, yani bedelsiz bir şekilde istemeni, bunları ayağa düşürmeni yadırgamıştım. Dedim ya; "ilkbaharı anlamak zordur, zahmetlidir".
Şunu iyi bil ki; insandaki sonsuzluk özlemi, bir gün kavuşacağına, birgün yakalayacağına kendini inandırdığı mutluluktan kaynaklanır. Ancak gariptir ki; insan, mutluluğu bu denli isterken ona ulaşmak için yani sonsuzluğa ulaşmak için hiçbir şey yapmaz. En başta "Nasıl bir mutluluk?" sorusuna cevap bulamaz, belki de bu soruyu hiç sormaz. Onun bir mutluluk tanımı yoktur. Böylece sürdürülen hayat anlamsızlaşır, barışıksızlaşır. En sonunda mutluluğu kendi neslinde yakalayamayacağına inandırır kendini. Çocukların, içimizde sonsuzluğu yaşatan unsur olarak ön plana çıkmaları da bu yüzdendir. Fakat söylüyorum ya; bir türlü yapılmayan sağlıklı tanımlamalar hayatın her alanına yansır. Kökeni, fıtratı bozulur hayatın. Eğri cetvelden düzgün bir çizgi çıkar mı? Düşünsene!
Gelişigüzel değil hiçbir şey. Kendiliğinden oluşmuyor iyilikler ve kötülükler. Fırçanı hangi renge daldırırsan duvarlarında o rengi göreceksin.
Ancak sen bunların farkında değildin. Bilmek istemiyordun belki de. İşte tam bu anda yankılanmıştı o bebeğin sesi her tarafta. Maviyi ve çimeni susturmuş, buharı bastırmıştı. Özgür bir çığlık keyfini kaçırmaya yetmişti. Yüzeysel espriler ve genişletilmiş kahkahalar öylesine kuşatmıştı ki bedenini ağlamayı unutmuştun, ağlayanları unutmuştun. Sırtına batmaya başlamıştı çimler. Okyanus üstüne üstüne geliyordu. Hani okyanusların üzerine üzerine sürerlerdi atlarını ataların? Ne çabuk unutmuştun? Korkmuştun sanırım. Renginin kaçmasından anlamıştım bunu. Ne o sonsuzluk özlemi, ne mutluluk isteği ne de özgürlük arzusu... Hepsi yerini kocaman, karamsar bir somurtuya bırakmıştı. Merdivenlerden üçer beşer inmiştin. Sıfır olmuştun. Neredeyse yüzükoyun yere düşecektin, burnun kanayacaktı, canın yanacaktı. Acı çekecektin. Bir elektrik akımı gibi birşey değip değip kaçacaktı kulaklarının arkasına. Kim bilir belki kolun, bacağın kırılacaktı; o çığlığın geldiği yerdeki gibi. Kim bilir belki ağlamaya başlayacaktın birdenbire. Fakat sen kendine ağlayacaktın. Bozulan keyfine, incinen narin bedenine ağlayacaktın. Söylemek istediğim şu ki; o bebekler de senin için ağlıyorlar, bizim için ağlıyorlar. Bebekler hiç kendileri için ağlarlar mı? Söylesene! Neden sustun? Dilin mi tutuldu? Nereden bilsin bebekler kendilerine ağlamayı? Hem neden ağlasınlar ki kendilerine? Haydi cevap ver!.. Mümkün mü böyle bir şey?
Elbetteki mümkün değildi fakat sen fikri ve düşünceyi oluşturan bilgi'ye dair bir türlü oluştur(a)madığın sistematik olmanın yoksunluğu içerisin-deydin, sistemlilikten yoksundun. Körü körüne, düşünmeden, sorgulamadan peşine takıldığın o sempatik yumağı tırmalıyordun acımasızca ve fütursuzca.
Bu neydi biliyor musun? Bir sahicilik oyununun perde arkası belki. Uzun zamanlar boyu sürdürülen bir yap-işlet(me)-terk et gibi bir metodun ağır bir bilançosuydu.
Dur! Gitme! Bitmedi söyleyeceklerim. Hem o taraf uçurum.
Yapma safhasında; arayıp sormalar, bir araya gelmeler, güleç yüzler ve kutlu buluşmaların dinginliği olur ve bunlar eşyaya inat, aileye inat sürer giderdi. Fakat birlikte yaptığımız şeyi birlikte işletemedik. Biraz popülizm, biraz modernizm... Kutlu buluşmalar tahvil oldu, istenmeyen rastlaşmalara. Zaman kalmadı, yetmedi; gidemedim, gelemedim; dişim ağındı, başım ağrıdı; cep vs., vs. delik, cepken delikti.
Son olarak sen sen ol; bebeklerin ağlamasından korkma. Onlar da sustular mı duyma kabiliyetimizi de yetireceğiz. Hiçbir şeyi işitmeyecek kulaklarımız. Tek tek bak bütün haksızlıkların yapıldığı yerlere. En derin yerlerine bakmaya çalış. İnan ki bakmaya bakmaya görme kabiliyetimiz de yok olup gidecek. Bıkmadan, dilin damağın kuruyuncaya dek konuş; anlat özgürlüğü, mutluluğu ve bebekleri. İnan ki konuşmaya konuşmaya bir dilimizin olduğunu unutacağız.
Her son, yeni bir başlangıcı çağırır. Şimdi ben bu yazdıklarımı sona erdirmezsem, sen nasıl başlayacaksın okumaya. Göz ucu ile de olsa görebildiğin, görebileceğin gerçekler olacağını unutma. Belki çoğu zaman önünden korkunç bir hızla akıp gidiyorlar. Bakmayı bilmiyoruz, göremiyoruz, anlayamıyoruz, başımız dönüyor, sersemliyoruz, vesvese başlıyor, samimiyet yok oluyor. Görüyor musun bakmak ile samimiyet birbirine ne kadar yakın duruyorlar. Bakma sen! Yirmi sekiz şubat tuzu biberi sadece işin.
Yolun yarısı marısı yok. Her an her santiminde bitebilir yol. Yol bitti mi kıyamet kopar. Boruya üflenir. Dağlar yürür, denizler kaynar.
Onun için düştüğümüz yerden kalkabilmenin azmini diriltmemiz gerekiyor. Rastlaşmadan önce buluşmanın yollarını aramalıyız tekrardan. Her rastlaşma tatlı bir anı gibi dursa da, içten içe bir güvensizliğin tuğlalarını örer beynimize ve kalbimize. Selam olsun buluşmaktan canı sıkılmayanlara. Ve yine de eyvallah rastlaşmalarla kendilerini avutanlara.
Mutluluk hayattır; özgürlük hayattır; bebek hayattır.
Ve unutma ki hayat ilkbahardır.