Müslümanların çoğunlukta olduğu coğrafyalarda 2,5 seneyi aşkın bir süredir kitleselleşmiş özgürlük arayışları veya intifadalar yeni toplumsal süreçleri oluşturuyor, dünya gündemini etkiliyor.
Yeni toplumsal süreçler ve şartlarla birlikte İslami mücadele, gerek metodik içtihatlarında gerek gelecek stratejilerinde yeni bakış açılarına ulaşıyor. Mücadelenin seyyaliyeti yani iniş çıkışları içinde değişen vakıalar ve sabit olan nass arasında içtihatlar ve yorumlar yenileniyor.
İçtihat alanıyla ilgili bu değişim dilini, İslami uyanış ve mücadelenin bu yeni dilini kavrayamayanlar İslami mücadeleyle ilgili eski yorumlarına sıkı sıkıya tutunuyor ve adeta eski yorumlarını nasslaştırıyorlar. Anlamadıkları değişim süreçlerini de sadece karalıyorlar. Bu karalamalar tekfircileşen Selefilikten millileşen dindarlığa ve Şia taassubuna kadar uzanıyor.
Oysa nass ve vakıa temelli fıkhımız tutarlı olmalıdır. Önce sorunlarımızla ilgili nass algımıza (yani “Vahiy” ve “Mütevatir Muhammedi Sünnet” algımıza) dayanan tespitlerimizin hangisinin muhkem/delaleti açık, hangisinin yoruma açık içtihatlar olduğu konusunda tutarlı bir usule sahip olmamız gerekiyor.
Vakıa konusunda da nesnel olunmalı. Üzerinde konuşulan vakıayı algılamada zanni, hamasi, komplocu, münzevi yaklaşımları aşan bir tutarlılık içinde olunmalıdır.
Dinamik bir fıkıh usulü ve tutarlı bir yorum çizgisi içinde kendi tasarım ve tespitlerimize aykırı olsa bile tertil fıkhının istişari sonuçlarını yol gösterici olarak kabul etmek gerekir. Yani sorunlarımızla ilgili Rabbimizin ne dediği veya hangi ilkeleri vazettiği konusu ile sorunun/vakıanın ne olduğu nesnel olarak kavranmaya çalışılmalı, peşinden de nass ile vakıa arasında irtibatlar kurarak çözüme gidilmelidir. Rasulullah’ın (s) zamanı aşkın uygulamaları da bu çerçevede değerlendirilmelidir.
Türkiye’deki tevhidi uyanış sürecinin taşıyıcıları, tertil fıkhının ölçüleriyle yıllardır coğrafyamızdaki siyasi, kültürel ve ekonomik olayları değerlendirirken yayınları, haber ve analizleriyle yeni gelişmeleri nesnel olarak algılamamıza büyük katkılar sunmuşlardır. Dolayısıyla Müslüman coğrafyalardaki devrim süreçlerini algılama yaklaşımlarımız türedi, öykünmeci ve günü birlik tespitler değildir.
Ayrıca Ortadoğu’daki olayları algılama biçimimizi test etmek ve vakıayı yakından takip etmek için başta Suriye’deki olayları alanda izleyen arkadaşlarımızın gözlemleri; değişim-dönüşüm sürecinin temsilcileriyle alanda görüşüp, yaşanan sorunları muhataplarıyla paylaşmak amacıyla Ulustan Ümmete Gezi ve Diyalog Grubunun yaptığı Tunus ve Libya gezileri, analizlerimizin tutarlılığını daha çok ortaya koymuş ve gelecek tasarımlarımızla ilgili gözümüzü daha çok açmıştır.
Bu bağlamda 2,5 yılı aşkın bir zamandır Müslüman coğrafyalarda yaşanan devrim süreçlerinden çıkarttığımız bazı tespitler şunlardır:
1- Tunus’ta başlayan devrim süreçlerinde özellikle Tunus ve Mısır pratiği bize, ortak düşmana karşı muhaliflerle yazılı veya teamüle dayalı ittifak boyutunun önemini öğretmiştir. Ayrıca teamüle dayalı ittifak boyutunun hukukunu gözetme çabası konusunda dirayet ehli Müslümanların ve istişari birimlerin sabırlı ve basiretli tavırları temayüz etmiştir. Devrim sonrasında özgürlük ortamının ve güvenliğin yönetimi ve söz hakkı konusunda da seçimlerle halk belirleyici kılınmıştır.
2- Diktatörlerin devrilmesi ve yönetimin ele geçirilmesinden sonra da eski rejimin bağlılarına gösterilen tavır konusunda Tunus, Mısır, Libya devrimlerinin reel politiği Fransız, Rus, İran devrimlerinden sonra yaşanan intikam ve infaz hareketlerinden ziyade, Mekke’nin fethinden sonraki bağışlama ve mühlet verme haline benzemektedir.
3- Devrimin bileşenleri arasında yer alan Müslümanların diriliği Urvetu’l Vuska, Menar okulu, Hasan el-Benna, Bin Badis, Mevdudi, Nebhani, Kutup geleneğinin bağlı olunan tecrübelerine dayanmaktadır. Ayrıca verdiğimiz bu isimlerle sembolize edilen ıslah çabalarının taşıyıcısı ve devrimlerin aktörü olan Müslümanlar, mücadele pratiğinde dayandıkları köklerinin kendilerine sağladıkları katkının bilincindedirler. Ama bu farkındalığa rağmen dayandıkları ıslah ve inşa çizgisinin birikimlerini gelişen şartlar karşısında geliştirmek ve yenilemek eğilimindedirler.
4- Yine bu devrimlerde yer alan Müslümanların geleneği, son dönem Türkiye Müslümanlarıyla mukayese edilmeyecek şekilde zor ve yakıcı imtihanlardan geçmiştir. Verilen şehitlere, kitlesel sürgünlere ve mahkûmiyetlere ve ağır mahrumluklara rağmen bazen zayıflayarak bazen kitleleşerek de olsa hep mücadeleyi sürdürme azminde olunmuştur. Devrim süreçlerinden önce Tunus’ta 30 bin kişiye yakın Nahda üyesinin zindanlarda olduğu, Libya’da Kaddafi döneminde 45 bin kişiye yakın Libyalı Müslümanın kaybedildiği, on binlercesinin ağır tutukluluk şartları altında veya sürgünde yaşadığı bilgileri bu konudaki örneklerden sadece bir bölümüdür.
5- Son devrim süreçlerinin belirleyici taşıyıcısı olan Müslümanlar, geniş bir feraset örnekliği sergileyerek mücadele hattını sürdürmek konusunda uygun davranışlar içinde olmayan veya içine kapanan Müslümanları dışlamak yerine, onları da bir yanından uyarmak ve sürece katmak basiretini, hikmetini ve hoşgörüyü elden bırakmamışlardır.
Özellikle Tunus ve Mısır’daki devrimler sürecinin kitlesel derinliği ve yaygınlaşma hızı karşısında diktatörler ve emperyalist ülkeler çaresiz kalmıştır. Daha sonradan Libya, Yemen, Fas, Suriye devrim süreçlerinde de yükselen süreçlere göre pozisyon almak zorunda kalmışlardır.
Son yıllarda yaşanan Müslüman coğrafyalardaki devrimler süreci içinde İslami mücadelenin yeni dilini yakalayan, doğru tertil fıkhına ulaşan İslami oluşumların ıslah ve inşa faaliyetleri bize “Üç Merhale Stratejisi”ni öğretmektedir:
I. Geleceğimize hazırlanmak için özgürlük alanları açmak (Zarurat): Önceden beri devam eden var kalma/direniş mücadelesi akabinde cahiliyyenin ve vesayet sistemlerinin geriletilmesi veya tasfiyesi sağlanmıştır. Bu süreçlerde I. Dünya Savaşından itibaren iç zaaflarımızdan da kaynaklanan emperyalist kuşatma ve başımıza musallat edilen kolonyalist rejimleri aşma konusunda Müslümanlar vahyî emirleri idraklerinde güncelleyerek ve diğer muhaliflerle birlikte de onur ve adalet arayışının insani ilkelerini ön plana çıkartarak iş yapma becerisini veya ittifaklar oluşturmayı başarabilmişlerdir. Ötekilerle yapılan ittifak, sığınmacılık ve takiyye formlarıyla değil, açık kimlik ve ortak işlerde ilkelerimizle çatışmayacak bir tutarlılıkla gerçekleştirilmiştir.
II. Diktatörlerin ve emperyalist vesayet sisteminin tasfiyesi veya geriletilmesinden sonra kurumsallaşmada İslami modelleşmeye dönük hazırlık aşaması (Haciyyat): Özgürlük ortamlarının yakalanmasından sonraki bu aşamada hayale kapılıp merhale atlanmamalıdır. En azından bir insan ömrü zamanına sığdırılması gereken bu merhalede, hem özgürlük ortamından ve kazanımlardan taviz verilmemeli hem de aşağıdaki nitel kazanımlara yönelinmelidir:
a. Nizami şartların veya anayasal şartların geliştirilmesi ve iyileştirilmesi,
b. Halkın ihtiyaçlarının karşılanması, şer güçlerine öykünmeyi engelleyecek hizmetler üretilmesi ve halkın katılımının sağlanması,
c. Rehber ve kalifiye kadroların niteliğinin geliştirilmesi,
d. Kamuoyunda şer’i tefekkür bilincinin güçlendirilmesi…
III. Kurumlaşma (Tahsiniyyat): Özgürlük alanlarının sağlanmasına bağlı olarak niteliksel altyapı hazırlıkları kıvamında ilerledikçe, İslami mücadele sürecinin ulaşacağı aşama, dünya insanlığına örnek olacak evrensel uygulamalarımızı ve değerlerimizi cazibe merkezi yapabilmektir. Bu merhaleye varmak, dünya insanlığının dikkatlerini modernitenin hazcı, yalancı, dünyaperver aldatma, uygulama ve değerlerinden vahyî ölçülerle üreteceğimiz tahsiniyyat aşamamızın fıtratla, doğayla ve vahiyle barışık uygulamalarına veya medeniyetimize yöneltebilme gücüne ulaşabilmek demektir. Tahsiniyyat veya medeniyet boyutumuzun kurulmasıyla alakalı kazanımlarımızın bu merhaleyle irtibatlı olduğu gözetilmeli ve bu sürece hazırlanmak için, içinde bulunduğumuz safhayı veya merhaleyi kazanmanın sorumluluğunu taşıyan muslihler ve şehitler olabilmeliyiz. Bu aşamada modelleşecek uygulamalarımızın sorumluluk yükleyen en önemli üç maddesini şöyle ifade edebiliriz:
a. Kur’an ümmeti niteliğinin özneleştirilmesi; “şura ve yönetim modeli”mizin evrensel bir tanıklığa yükselebilmesi.
b. Kapitalist üretim-tüketim formuna alternatif olarak vahyin bildirdiği iktisadi ilkelerle içtihatlarımızı mevcut şartlara göre yenileyebilmeli, ekonomik alanda dünya insanlığını da cezp edebilecek fıtrat ve doğa ile barışık yeni bir üretim-tüketim formunu uygulanabilir hale getirmeliyiz.
c. Mescidlere güzel elbiselerimizle gitme bilinci içinde insanlığın güzellik algısına ve fıtri, bedii zevklerine hitap edecek, genç kuşakları ifsattan kurtarabilecek kültür, sanat, müzik, mimari vd. estetik alanlarda küreselleşebilecek alternatif açılımlar gerçekleştirebilmeliyiz.