Bir toplumun mevcut halini, dünyayı algılayış tarzının olaylara verdiği tepkilerini, değer yargılarını ve değer ölçülerini anlayabilmek ve anlamlandırabilmek, bütünlüklü izah edici ve dönüştürücü tüm teori, ideoloji ve felsefelerin esas problematiğidir. İnsanlık tarihinde göze çarpan tüm kollektif kalkışmalarda ve muhalefetlerin temelinde bu özellikleri buluruz. Yani realiteyi izah etmesi, dönüştürücü olması, ikna etmesi ve kozmolojiden felsefeye, ideolojiden ibadi sahaya dek bir bütünlük arz etmesidir.
Kabil'in Habil'i öldürmesi ile birlikte insanoğlu iki temci bilgi kaynağından beslenmiştir. Birincisi Habil'in kendine ölçü aldığı ve ödünsüz bir şekilde yaşama geçirdiği ilahi kaynak yani vahiy, diğeri ise Kabil'in vahyi kaynağa rağmen kardeşini öldürmesi ve fakat bir karganın kendi Ölüsü için toprağı eşmesinden ilham alarak kardeşini gömmesi ile başlayan dünyevi menşeli bilgidir.1
İnsanoğlu Kabil'in kargayı taklit etmesi ile birlikte vahyi bilgi dışında bir bilgi kaynağı ile dünyayı tanıma ve anlamlandırma sürecine girmişti. Karga Allah (c)'ın kendisi için tayin ettiği "kader" içerisinde dünya ile irtibat kurar ve vahiyle muhatap değildir. İnsanoğlu ise kendi eli ile vahiyle irtibatını kestiği andan itibaren ölçüsünü kaybeder, hata yapmama yerine yaptığı hataları düzeltebilmek için karganın kılavuzluğuna mahkum olur. İnsanlığın tarihsel serüveni içerisinde Habil İle Kabil'in devam ede gelen ibretli kıssasını müşahede ederiz.
Bu teori tabii ki tarihi tek başına izah etmez. Sadece dikkatimizi tutarlı (çelişki taşımayan) realiteyi izah eden, dönüştüren, ikna eden, bütünlüklü ve kaynağı vahiy olan bir öğretiye dikkat çekmek içindir. Bu öğretinin ismi: İslam.
El yordamıyla, ilahi olanla irtibatını karga üzerinden kurmaya çalışan insanoğlu sırf bununla dahi bazı doğrulan yakalayabilmiştir (Kabil'in kardeşini gömmeyi akletmesi gibi). Fakat bu dolaylı doğruları mutlaklaştırıp nedenlerini ve sonuçlarını muhasebe etmeden din haline getirmiştir. Bu tutum beşeri tüm aksiyoner öğretilerin zaafıdır, diyebiliriz. Bunlar herhangi bir değişim ve dönüşümü gerçekleştirildikleri andan itibaren kurumsallaşırlar, içe kapanırlar ve muhafazakârlaşırlar.
O halde kavramsal çerçevemizi çizerken beşeriyetin tarihi mirasındaki temel doğruyu tesbit etmeli fakat bundan daha önemlisi bunun vahiyle irtibatını kurabilme cehdini öne çıkarabilmeliyiz. Realite olarak Kabil'in kardeşini gömmesine tabii ki sahip çıkılmalıdır. Ama Habil'in neden ölümü seçtiğini ve azaba uğrayanın Kabil olacağı gerçeğini asla aklımızdan çıkarmadan.
Bu noktada beşeriyetin iki temel duruşundan söz edebiliriz. Devrimci duruş ve muhafazakar duruş.
Birinci duruş/tavır, beşer tarihine Allah'ın Rasulleri aracılığıyla müdahalesi, terbiyesi ve hidayet etmesinin tarihidir. Zulme ve ifsada karşı yükseltilen mücadelelerin temel sloganları İbrahim'i dinlerin ortak kavramları olmuştur: Bu tutumun tam karşısındaki duruş ise muhafazakarlıktır. Bu, vahyi mirasa rağmen insanlığın önemli bir kısmının Kabil'in katil olduğu gerçeğini atlayarak kardeşini gömmesi yüceliğine(!) dayanması, karganın mirasına sahip çıkması, toprağı (tarihi coğrafyayı) eşelemesi, mazlumu gömmesi ve sonra da bununla iftihar etmesidir.
Devrimcilik ve muhafazakarlık2 üzerinde bilginin ve eylemin inşa edildiği iki ayrı zemindir. Birincisi realiteye rağmen onu dönüştürme, yeniden inşa etme misyonuna sahipken diğeri mevcut durumu muhafaza etme, kendi durumunu realiteye adapte kaygısındadır. Bu yüzden bilginin ve eylemin üzerine oturacağı zeminin muhkem ve sahih olması gözetilmediğinde muhtevası aynı olan bilgi ve eylemin farklı zeminlerde farklı sonuçlar doğurduğunu görürüz. Tıpkı Kitab'ın bir furkan ve hadi olarak bize sağladığı zemini kaybettiğimizde içeriği aynı olan ayetler ve mesellerden çok farklı sonuçlara gidilmesi örneğinde görüldüğü gibi.3
Bu yazı hacmi ve ulaşmak istediği amaç dolayısıyla muhafazakarlığın teorisini tartışmaktan ziyade bu topraklar ve bu toprakların tarihi bağlamında muhafazakarlık ne ifade ediyor, nerede duruyor ve neyi muhafaza ediyor sorularına dikkatleri çekmek istemektedir.
Mevcut halimizi izah etmenin en güvenilir yolu, bu duruma nasıl geldiğimizi anlayabilmekten geçer. Bu anlama ise etkisi altında olduğumuz tarihi mirasın, malzemenin tetkikiyle mümkündür.
Biz bu mirasın yakın döneme ait bir unsurundan; "Mızraklı İlmihal"*den bahsedeceğiz. Mızraklı İlmihal'i seçmemizin üç temel nedeni var. İlki Osmanlı'dan Cumhuriyet' e geçişte aynen nakledilmesi. İkincisi resmi dine eklemli geleneksel kültürün her iki dönemde de halk arasında muteber bir enstrüman olması ve üçüncüsü yazarının belli olmaması ve anonim olması (Yani halk arasında genel bir kabul görmüş, en azından itirazla karşılaşmamış olmasıdır.) Ki böylece yazarın mezhebi, akaidi, şahsiyeti vb. hususular tartışma konularının dışında kalmıştır.
Osmanlı'dan Cumhuriyete intikal eden tek şey Mızraklı İlmihal değildir muhakkak. İntikal eden en önemli şey Mızraklı İlmihal örneğinde çözümlemeye çalıştığımız hakim din anlayışıdır. Osmanlı'da hakim ideolojinin şeklini ve rengini alan ve halk arasında da geleneksel formlarda çoğaltılan din, Anadolu'da da, Merkez'e-Saray'a karşı geliştirilen ve gerek Orta Asya'dan gerekse Safevi Şiası'ndan beslenen muhalif4 din anlayışıyla devamlı çatışarak sonunda bir senteze ulaşmıştır. Cumhuriyet döneminde ise merkezi (saray merkezli) din anlayışına yöneltilen onu protestanlaştırma, parantez içine alma çabası, bunun karşısında ise çevrede5 bulunan muhalif -hiçbir zaman iktidarda olmamış- din anlayışına pirim verme şeklinde izlenen bir politikayı görmekteyiz. Ancak gözden kaçan bu iki din anlayışının her de kadar birbirinden farklı dahi gözükseler neticede yüzyıllarca iç içe geçmiş kaynaşmış olmaları durumudur. Bundan çok daha önemlisi ise her iki din anlayışının aynı yerde/zeminde duruyor olmaları yani muhafazakar duruşlarıdır.
Cumhuriyet döneminde merkezin Ankara olması (yani saray merkezli olmaktan çıkması) ile birlikte eskiden merkezde bulunan din algılayışı da muhalif duruma geçmiş, öte yandan eskiden çevrede muhalif olan din algılayışı ise merkeze (merkezin militan aydınlanman tutumu nedeniyle) oturtulamamıştır. Anadolu merkezli ve saray merkezli din algılayışlarının ikisi de Cumhuriyet döneminde çevrede kalmışlar muhalefetlerini tanımlanamayan ya da herkese göre değişen bir merkeze yöneltmişlerdir. Tabii ki bu muhalefet, yapısı gereği sadece farklı bir söylem kullanma ya da realiteyi farklı yorumlama şeklinde olmuştur.
Bu noktada artık muhafazakarlığın bir tanımını yapabiliriz: "Muhafazakarlık" mevcut duruma hakim olan otoritenin koyduğu sınırları meşru kabul etmek ve onun rengini almaktır diyebiliriz. İktidarla karşılıklı ilişkiye dayanır, plastiktir, şekle kolay girer, kırılmaz renklendirilebilir, her marka altında üretilebilir, kendi içinde tutarlı değildir, somut ve açık temelleri yoktur. Bir anlam bütünlüğüne, değişmez ölçülere ve izah edebilme yeteneğine sahip değildir. Bu yüzden soyut muğlak ve kapalı (batini) her türlü öğretiyle beslenir. Her duruma ve döneme uyum sağlayabilen ölçülere ve geniş bir manevra kabiliyetine sahiptir. Realiteyi izah ve analiz edemez. Bu yüzden komplo teorilerine, tarihi anlamda mistifikasyon ve menkıbelere başvurur. Mevcut durumu izah etmede hakim söyleme eklemlenir. Bir öğretiden ziyade bir "algılayış tarzıdır."
İşte Osmanlı'dan devraldığımız anlam dünyası, üzerine inşa edildiği zemin itibariyle muhafazakardır. Mızraklı İlmihal ise bu zemin üzerinde bize intikal eden mirasın tipik -temsil yeteneğine sahip- bir ürünüdür.
Mızraklı İlmihal bir ilmihal kitabından beklenen her şeyi hatta fazlasını verir. Oruç, abdest, namaz, ahkam-ı şeriyye, iman, ehl-i sünnet akaidi, kadınlarla ilgili meseleler, hac ve benzen. Mızraklı İlmihal daha en başta toplumun müslümanlığını veri kabul ederek günümüzde de yüzde 99 şeklinde kabul edildiği üzere içeriği ve şahinliğini tartışmadan sadece geleneksel din anlayışına ilişkin malumat ve talimat verir. Bunların hikmeti, dinin muradı ve özü olan tevhidin mahiyeti ve hidayet, rehberi olan Kur'an'ın merkezi rolüne ilişkin hiçbir bilgi vermez. Verilen diğer malumat ise numaralandırılmış, adede çevrilmiş, hizaya sokulmuş ve ezbere hazır hale getirilmiştir. Biz eseri analiz edebilme açısından bazı başlıklara ayırdık.
1- Metod ve Usûl Açısından Analizi
a) Karmaşıklık ve yüzeysellik
b) Tutarsızlık ve ölçüsüzlük
2- Akaid'e Yaklaşımı
3- Sünnet'e Yaklaşımı
1- Metod ve Usul Açısından Analizi
a) Karmaşıklık ve Yüzeysellik: Belli bir metodik kaygı yoktur. Müellifin aklına geldiği gibi yazdığı anlaşılmaktadır. Mesela 54 Farz, namaz bahsinde anlatılmış, alakasız maddeler eklenmiş, bazı maddeler iki kere yazılmış, kısaca "haramlardan kaçınmak" denilebilecekken her halde 54'e tamamlamak kaygısıyla olsa gerek (gelenek içinde devredilen daima şekil ve kabuk olmuştur. Bu yüzden müellif kendisine ulaşan 54 sayısının içeriğini dolduramasa bile herhalde bir hikmeti olduğuna binaen aynen muhafaza etmiştir.) bazı haramlardan bahsedilmiştir.
Sayfa 61'de 54 Farz başlığı altında nakledilenler; 4. mad- beş vakit namaz kılmak, 49. mad-beş vakit namazı muhafaza etmek, 30. mad- kalbi temiz tutmak, 45. mad- bütün masiyetten kalbi temizlemek, 26. mad- devlet reisine itaatli olmak 51. mad- Allah'a şirk koşmamak, 52. mad- zinadan kaçmak, 53. mad- içki içmemek, 54. mad- fuzuli yemin etmemek.
Abdest bozan şeyler başlığı altında; 15. mad- çıplak hayvan üzerinde dalgın olarak yokuş aşağı inmek...
Namazı bozan şeyler başlığı altında; 19. mad- bir rekatta üç kıl koparmak, 20. mad- (üç harf olarak) üff demek, 21. mad- bir ayağıyla duvarı yani at üzerinde şer'an uygun olarak namaz kılarken bir rekatta üzengiyi üç defa tepmek, 45. mad- hayvana üç kamçı vurmak, 48. mad- üç harf yazı yazmak, 52. mad- kalpten mürdet olmak.
Örneklerde görüldüğü gibi bir dönemin fetva ve problemleri olduğu gibi nakledilmiş. İbadetin amacı ve hikmetine kafa yorulmamıştır.
Ehli Sünnet akaidi oruç bahsinde verilmiş, "cenaze ahkamında ehli sünnet üzere ölmenin hükmü" adı altında yeni eklemeler yapılmıştır. Hiçbir hadisin kaynağı verilmemiş, bazı rivayetler ayet mi hadis mi belirtilmeden verilmiş. Allah buyurur ki; denilerek Kur'an'da bulunmayan "ayetler" nakledilmiştir.
b) Tutarsızlık ve Ölçüsüzlük: Eserin tamamına müjdeleme ve korkutma amaçlı geleneksel menkıbevi üslup hakimdir; o derece tutarsızlıklar yapılır, din öyle bir hale getirilir ki elde hiçbir sağlam ölçü kalmaz. Ufacık bir hareketle tüm günahlarımızın af olunacağı gibi yine ufacık bir nüansla (mesela mestin üzerine abdest alınabileceğini inkar etmek) gibi, akaid'e taalluk eden bir hata yapmış olur, anında sapık ve cehennemlik olabilirsiniz. Böylece Allah'a nasıl kulluk yapılacağının hiçbir ölçüsü kalmaz, dini algılayış tamamen laçkalaşır, sorumluluk ortadan kalkar ve insanın kainattaki misyonu önemini tamamen yitirir. (Bu arada hemen belirtmekte fayda var ki burada eleştirdiğimiz, halka iman ettiği dinin pratiklerini onları fazla uğraştırmadan verme kaygısı değildir, fakat ilmihalin din haline getirilmesi ve dinin Kur'an dışında bir takım yazılı metinlerle sabitlenip güdükleştirilmesi, yozlaştırılması, "muhafazakar"laştırılmasıdır.)
İşte tipik örnekler, fakirlik 24 şeyden hasıl olur başlığı altında; 5. mad- alimlerin önünden yürümek. 18. mad- yoksul kimseden ekmek satın almak, 22. mad- mumu üfleyerek söndürmek, 24. mad- şalvarını ayakta giymek.
Yemek yemeden Önce elleri yıkamanın faziletleri başlığı altında; 4. mad- sıddıkların ulaştığı sevaba ulaşır, 9. mad- gece ölürse şehid olur, 10. mad- gündüz ölürse şehid olur.
Yemekten sonra el yıkamanın faziletleri hakkında; 3. mad- bedendeki kıllar sayısınca sevaba nail olur, 6. mad- vefat ettiğinde şehid olur.
Görüldüğü gibi burada gündelik hayata ilişkin bir takım gayet olumlu gözüken amaçlar gözetilmiş (toplumsal değişiklikler, medeniyetin gerekleri vb. de başka bir kanal olmadığı için dini referanslar kullanılarak aktarılmaktadır.) Ama realitenin zorladığı yeni yaşam koşulları ıslahatçı/dönüştürücü bir perspektifle değerlendirilmediğinden sorumluluk dinin üzerine atılmış, muhafazakarlığın harikalar dünyasında bir takım olağanüstülüklerle çözülmeye çalışılmıştır. Kur'an'i kavramlar furkan ve hadi olarak dinin öznesi olması durumundan, realitenin nesnesi durumuna indirgenmiştir.
2- Akaid'e Bakışı: Sayfa 67'de cenaze ahkamını anlatırken birden ehli sünnet olmanın alametlerine geçilir; ve her zamanki gibi maddeler sıralanır; 2. mad- fasık demeyip imama uyan6, 3. mad- mest üzerine meshi caiz gören, 5. mad- devlet reisine isyan etmeyen. Madde numarası verilmemekle birlikte evliyanın kerameti haktır deyip bu kısımda sırasıyla Ebubekir, Ömer, Osman, Ali tarikat ve marifet ilminde mahirdir, denilerek tasavvuf silsilesine dahil edilir.
Yine 88. sayfada "itikatta mezhebimiz birdir. Ehl-i Sünnet ve'l-cemaat mezhebidir" denildikten sonra dört hak mezheb olduğundan bahisle bunların taklit edilmesinin caiz olduğu söylenir ancak devamında eklenir "İmam-ı A'zam'ın mezhebi sevaptır, hata olmak ihtimali vardır, diğer mezhebler hatadır, sevap olma ihtimalleri vardır." Sayfa 81 'de imansız gitmenin 40 kadar sebebi sayılır; 15. mad- yalan yere evliyalık taslamak, 26. mad- bıyıklarını kitaba uygun kesmemek.... gibi.
Sayfa 88'de "bütün insanlığın üç imamı vardır. Onları bilmek farzdır; emir ve nehiy de imamımız Kur'an'ı Kerim, şeriatta imamımız Rasulullah (sav) Hazretleri, dünya nizamında imamımız Padişah-ı Alempenah hazretleridir." Burada tipik olan dinin millileştirilmesi, toplumu dönüştürme işlevinin ve otoritenin parçalanarak, belirleyiciliğin Padişah'a/iktidara verilmesi mantığıdır.
İman ile Amel'in mukayesesi başlığı altında "yalnız iman ile cennete girildiği halde, yalnız amelle cennete girilmez, iman amelsiz makbuldür ama amel imansız makbul değildir; ameli terk eden kafir olmaz, imanı terk eden kafir olur" denilmektedir. Yukarıda alıntıladığımız gibi Allah'a şirk koşmamayı farz bir amel olarak ortaya koyup sonra da amel olmadan da iman olur diyen din anlayışının tutarlılığını okuyucunun insafına bırakıyoruz.
Sayfa 84'te İman'ın Hükmü başlığı altında "1- boynu kılıçtan kurtulur 2- malı haraçtan kurtulur 3- cesedi cehennemde devamlı kalmaz, yanarsa da çıkar" denilmektedir.
İşte bu alıntılar eseri yazan zihin yapısının en temel kodlarını verir. Burada imanın öznesi önceki örneklerden de anlaşılacağı gibi mevcut durumun realitesidir ve onun belirleyeni yani iktidardır, (devlet reisi fasık dahi olsa; imam, padişah vb.) Ve iman ancak bu özne ile birlikte ele alınabilir, din algılayışı bu özneye olan iman ya da itaatle gerçeklik kazanır. Boynun kılıçtan kurtarılması, malın haraçtan kurtarılması, ancak devlete ve onun meşru gördüğü dine, bu dinin farzlarına, itikadına, hatta mezhebine itaatle, onun gösterdiği şeylere imanla gerçekleşebilir. Bunun aksine her duruş, iktidara yönelik her muhalefet, mesela imama fasık olduğu için uymama ya da devlet reisine zulmettiği için isyan etme, beraberinde İmansız olarak dünyayı kaybettirdiği gibi, ahiretini de kaybetme tehlikesine götürmektedir.
Burada muhafazakar zihniyetin üç temel niteliğini görebiliriz;
a- Ne olursa olsun itaati öngören, izzet ve şerefi iktidarı elinde tutanlarla ters düşmemekte, onlara hizmette ve itaatte kusur etmemekte gören teslimiyetçi zihniyet.
b- Özü kaybettiğinden, sağlam ölçülere sahip olmayışı ve ayrıntılar üzerinde dini tahkim etmeye çabalaması; mesh olayının bir akide haline getiren tutarsız, bulanık ve çarpık din anlayışı.
c- Atalardan miras yoluyla intikal eden batini öğretileri zayıf ve kırık dökük din anlayışlarında bir harç malzemesi olarak kullanma ihtiyacı ve bunu İslam tarihinden (tasavvuf gibi batini öğretileri) örneklerle meşru kılma, destekleme çabaları.
3- Sünnete Yaklaşım
Sayfa 72'de, 'Ahkam-ı şeriyye' başlığı altında tanım verilir; "Sünnet Rasulullah (sav)ın genellikle ifa edip, bazen terkettiği ef'alidir. Terke-dene azap olmaz fakat şefaatten mahrum olmaya mahkum olur: Misvak kullanmak, ezan, kamet, cemaatle namaz kılmak, evlenilen gece yemek yedirmek, çocuğu sünnet ettirmek gibi". Tanımdan gayet açık bir şekilde anlaşıldığı gibi sünnet, rasulullah'ın, dolayısıyla mü'minlerin hayatına ancak bir fantezi ağırlığında ve edeb erkan şeklinde sokulmuştur. Rasulün, Allah'ın dini uğruna yaptıkları, yaşadıkları olaylara karşı gösterdiği tepkileri ve aldığı tutumları kısaca Kur'an'ın muradına yönelik işlediği stratejisi sümen altı edilmiş, "toplumsal dengeleri yerinden oynatmayacak, anarşi ve kaos ortamına sürüklemeyecek", bazı adet veya ayrıntı sünnet adı altında içeriği çarpıtılarak "Rasulün sünneti" olarak tanımlanmıştır. Bundan sonra Rasulullah, neyi niçin yaptığı Önemli olmayan, herşeyi nevi şahsına münhasır, kimsenin doğal yollarla erişemeyeceği, olağanüstülüklere sahip, kısaca izlenemeyecek, sadece kutsanacak bir varlığa dönüştürülür.
"Peygamberimiz (sav) hazretlerine mahsus yirmi kadar sıfat vardır. Bunlar; 8-Mübarek gölgesi asla yere düşmedi, 9- Önünü gördüğü gibi arkasını da görürdü, 10- Mübarek ayağı kuma bassa iz olmaz, taşa bassa iz olurdu. 18- Uyuşa uyansa abdesti bozulmazdı. Zira peygamberlerin gözleri uyur, kalpleri uyumaz... biz onun vasfını bilmede aciziz."
Genel Değerlendirme
Bir toplumun hafızası, o toplumun tüm anonim değerlerinin, reflekslerinin sentezidir. Yeryüzünün tüm topluluklarının bu anlamda bir ortak hafızası, kendine özgü bir din algılayışı vardır. Bu topluluklar birbirleriyle karşılaştıkları noktalarda, güçlü olan tarafın dinine(din algılayışına, toplumsal hafızasına) göre kendi konumlarını düzenlemişlerdir. Bu vakıa, topluluklar kendi iç dinamiklerini ıslah edemedikleri sürece muhafazakarlaşmayı doğurur. Alemlerin rabbinin insanlara, rasulleri aracılığıyla gönderdiği ise işte bu cendereden kurtulabilmeleri, üzerlerindeki zincirlerden silkinebilmeleri için muhkem bir zemin, değişmez bir ölçü ve şaşmaz bir rehber olan İslam dinidir.
Fakat günümüzde de insanlarımızın çoğu tıpkı ataları gibi olaya Habil'in teslimiyeti zaviyesinden değil de, Kabil'in telafi mekanizmasının penceresinden bakmaya devam ediyorlar. Düştükleri aşağılık kompleksi onları Batılı değerlerin karşısında kendi değerlerini mutlaklaştırma yanlışına götürüyor. Ki bu değerler de yüzyıllardır Batı'nın karşısında yenilmenin verdiği kompleksin şekillendirdiği değerlerin (ulus-devlet, demokrasi, liberalizm anlamında özgürlük, insan hakları... vb) karşılıklarını kendi tarihlerinde bulma çabasından ibaret. Bu handikapı aşmanın yolu üzerinde yaşadığımız zemini doğru tahlil etmekten, bilgi ve eylemi ıslahatçı/inkılapçı bir zemin üzerinde yeniden inşa etmekten geçiyor.
Evet, kesif, rutubet kokan bir karanlığın ortasında olabiliriz. Ama bu zemini vatan belleyenlere göre tartışılmaz bir üstünlüğümüz var. Görebiliyoruz, anlayabiliyoruz ve dönüştürebiliyoruz, çünkü elimizde şaşmaz bir ölçümüz, önümüzü aydınlatan bir rehberimiz var: Allah'ın kitabı Kur'an.
Dipnotlar:
*- Mızraklı İlmihal, Sadeleştiren Yusuf Subaşı, Tashih eden Nedim Yılmaz, Hisar Yayınevi, 1982.
1- Bkz. Maide, 27-31.
2- Devrimcilik ve muhafazakarlık kavramlarını anlattıklarımızın anlaşılabilmesini sağlamak ve Kur'an'i Kavramlar'a işaret etmek için kullandık. Parmağın kendisi parmağın gösterdiği yerdir aslolan.
3- Mesela cihad ayetlerinden, Allah rızası için savaşmaktan ziyade devlet için savaşmanın anlaşılması ya da Ulul Emr'den, müslümanların kendi içlerinden çıkan lider yerine devletin başındakilerin anlaşılması gibi.
4- Safevi Şiası için Ali Şeriati'nin "Ali Şiası Safevi Şiası" isimli kitabına başvurulabilir.
5- Merkez-çevre kategorisini siyasi egemenliği elinde tutan odakla (Osmanlı'da bunlar; Seyfiyye, Kalemiyye ve ilmiyye'dir. Günümüze Ordu, Üniversite, Bürokrasi olarak çevirebiliriz.) Bunun dışında kalan muhalif halk yapılanmalarını kast ediyoruz.
6- Bkz. Bakara 80.