AK Parti döneminde merkez ve muhafazakâr medya arasındaki ayrımın derinleşmesi, bazı basın-yayın organlarının tarafgirlik anlayışını pekiştiren bir unsur oldu. Hükümetin bir nevi basın sözcülüğünü yürütenler, gerek gördükleri ve görmedikleri haberlerle gerekse de gördükleri haberlerde kullandıkları dil ile AK Parti savunuculuğuna düşmekten kurtulamadılar. Bu hem gönüllülük hem de zorunluluk gibi algılandı. Gönüllülük, “iktidar bizden” mantığından doğarken, zorunluluk da dışarıdan gelen baskılara “mahalle/camia asabiyeti” zaviyesinden yaklaşılmasından kaynaklanıyordu.
Merkez medyanın her vesile ile AK Parti’yi karalama uğraşısı, zaman içinde muhafazakâr medyanın bazı mensuplarını partinin her yaptığını aklama ve meşrulaştırma gayretine sevk etti. İktidar değilse bile hükümet olmanın kısmi imkan ve avantajlarından yararlanan muhafazakâr kitleye hitap eden basın-yayın organlarının bu süreç içinde sergiledikleri habercilik anlayışı, büyük oranda “camia”nın ve AK Parti’nin çıkarlarına endekslendi. Bu tabloya, muhafazakâr kitlenin hayat tarzındaki dönüşümün renklerinin yansımasıyla da ortaya son derece bulanık bir görüntü çıkmaya başladı.
Muhafazakâr medyanın son dönemde kronikleşen hallerini, muhafazakâr kitlenin hallerinden ayrı düşünmek yanıltıcı olabilir. Nihayetinde, alan ve satanın memnuniyeti çerçevesinde yürüyen bir ilişki, iletişim ve etkileşim söz konusu... Dolayısıyla muhafazakâr medyanın yayın anlayışını, haber dilini/kodlarını çözümlemek, yeni zihniyetin arka planını irdeleme hususunda ve kimi olayları anlamamız için çeşitli ipuçları sunabilir. Merkez olmaya öykünen ve iktidar rantından kendi payını isteyen ‘muhafazakâr burjuvazi’yi ve yeni ‘orta-sınıf’ı muhatap okur kitlesi kabul eden muhafazakâr medyanın hallerine bakmak, saydığımız bu sebeplerden dolayı önemli addedilmelidir.
“Yeni Şafak” Örneği
Son birkaç yıllık dönemeçte, Yeni Şafak gazetesindeki değişim ve başkalaşım; AK Parti döneminde izlenen siyaset ile paralellikler arz ediyor gibi görünmektedir. AK Parti’nin iktidarın merkezine doğru yaptığı sıkıntılı seyahatin hatıra defterine katkıda bulunan bir yayın anlayışını takip eden Yeni Şafak gazetesi, yayınlarıyla muhafazakâr medyanın lojistik desteğini partiden mahrum bırakmamıştır. Hükümetler ve medya arasında, rant kavgasının olduğu her yerde yaşanabilecek çatışma ve gerilimler, zaman zaman bu ilişkide de yaşanabilmiş, fakat genellikle yen içinde kalmasına azami dikkat edilmiştir.
Yeni Şafakgazetesinin topluma, siyasete ve ‘dini hayat’a bakışında yaşanan değişim; AK Parti’nin ikinci döneminde kendisini daha yakından hissettirmektedir. İktidarın merkezine yerleşme çabası ile kendisini merkezin hem koltukçusu hem değnekçisi zannedenlerin bu çabaya taş koyma niyeti iyice gün yüzüne çıkmıştır. Saflaşma derinleşmiş, kaygılar sertleşmiş ve mücadele netleşmiştir. Bu süreçte Yeni Şafak da pozisyonunu son duruma göre belirlemektedir.
Konunun topluma ve hükümete bakan, birbiriyle benzeşen ve genelde örtüşen farklı boyutları vardır. Yeni Şafak’ın kapitalist dünya görüşünün kültürel etkinliklerine verdiği önemin artışı, muhafazakâr hayat tarzının magazinleşen boyutunu ön plana çıkarması, reklam politikasındaki namahrem sınırlarının genişlemesi, İslami hassasiyetlerle yapılan etkinlikleri görmemeyi bir alışkanlık haline getirmesine karşı somut bir kimlik/talep iddia etmeyen ‘sivil toplumcu’ hareketlere geniş yer vermesi, birkaç yıldır farklı illerde yapılan başörtüsü eylemlerini hükümete endeksli konjonktürü gözeterek haberleştirmekten kaçınması gibi örnekleri çoğaltılabilecek medyatik haller; tek tek tartışılabilir ve böylece muhafazakâr kitle-hükümet-medya arasındaki ilişkileri incelemek için önemli veriler sunulabilir. Bu yazıda, uzun bir “dindar medya” serüveninin Mayıs 2008 içinde bıraktığı izlerden hareketle bazı hususlara dikkat çekmek niyetindeyiz.
Kutsallaşan Anneler Günü
Mayıs ayı içinde Sakarya’daki bir firmadan müşterilerinin cep telefonlarına ilginç bir kısa mesaj geldi. İçeriği aynen şöyleydi: “Cennet annelerin ayakları altındadır. Anneler Gününüz kutlu olsun. (...) Ayakkabıda her şey 19.99, 22.99, 39.99 YTL” Bir hadis ile başlayan reklam mesajı, kampanya fiyatları ile son buluyordu. Bir reklamcının kurnazlığı olarak espri kabul ederek de geçiştirilebilecek bu durum, aslında ortaya çıkan yeni muhafazakâr zihniyetin bir tezahürü olarak da mercek altına alınabilir. Çünkü muhafazakârlık, hayat tarzını “din”e göre şekillendirmekten ziyade genellikle “din” algısını hayat tarzına göre oluşturmaktadır. Bu örnekte, annelik bir hadisle kutsallaştırılmakta ve sınırı aşan bir şekilde yüceleştirilmekte; dini algılayıştan hareketle ortaya çıkan bu kutsal; kapitalist pazar sektörünün rantı için kullanılmaya müsait hale getirilmektedir. Örneğin yansımalarını, Anneler Günü vesilesi ile Yeni Şafak’ın geçen Mayıs ayındaki Pazar eklerinde açıkça görebilirsiniz.
Durumu eklerde yer alan şu cümlelerle örneklendirelim: “Anneler günü yaklaşırken, yılın bu en anlamlı günü için hediyelikler de birer birer piyasaya çıkmaya başladı. Anneler için tepeden tırnağa her türlü ürün vitrinlerde boy gösteriyor. Dilerseniz ipek bir bluz ya da rahat bir ayakkabı, dilerseniz cilt güzelliği için enfes çikolata bakımı...” Seçim sizin “En değerli varlığımız anneler için sezonun trendlerini içinde barındıran çanta, takı ve kemerler arasından zevkli seçimler yapmak mümkün.”
“... Güzellik Merkezi, Anneler Günü için indirimli kampanya başlattı. ‘Anneler Gününde, Annenize Güzellik Armağan Edin!’ sloganıyla Mayıs ayı boyunca kampanya yapan merkezde hediye çekleri ile Cilt Bakımı, Masaj, Çikolata ile Vücut Bakımı uygulamaları normal uygulama ücretlerinin altında anneler için satın alınabilecek.” “Mücevher markası ..., dünyanın en özel varlıkları anneler için çok özel bir kampanya hazırladı.”
“Anneler, kendilerine özel günlerinde de çocuklarından şefkati eksik etmiyor. Anneler Günü’ne özel indirimlerden çoluk çocuk herkes yararlanıyor. İşini bilen çocuklar, bugün hem kendini, hem annesini mutlu ediyor.” “Anneler Wii Fit ile form tutacak!” “Birbirinden keyifli ve rahatlatıcı masajlar, şehrin stresinden birkaç saatliğine uzaklaşılacak Aquaspa ya da cilt bakımı ile annenize özel bir armağan verin.” “... Geniş koleksiyonu ile büyük beden giysi bulmakta zorlanan annelerimiz için kıyafet bulma zorluğunu ortadan kaldırıyor. Çünkü artık hepimiz biliyoruz ki, zarafetin bedeni yok.”
Pazar eklerinde yer alan anneler günü haberlerinde ve reklamlarında, Batılı paradigmanın tanımladığı “kadın” anlayışının egemenlik kurduğu görülebilmektedir. Kişiliğinden ziyade dişiliği ön plana çıkarılan Batılı kadın modeli; bedeni ve görünümü üzerinden yeniden üretilirken, bu model; görünüşte çoğulcu özü itibariyle tek-tipçi bir anlayış ile muhafazakâr kitleye de takdim edilmiştir. Anneler Günü için anneliğin anlam ve önemine dair sunulan perspektif, ancak tüketim kültürü üzerinden anlatılabilmiştir. Anne-çocuk arasındaki ilişki “işini bilen çocukların” annelerine alacakları hediye çeşidi üzerinden gösterilerek, bir bakıma kapitalist hayat tarzının ilişkileri reklam edilmiş, özendirilmiştir.
Yeni Şafak’ın eklerindeki reklamlarda ve haberlerde ön plana çıkan kadın imajı, içinde yaşadığımız toplumda alışageldiğimiz ‘anne’ görüntüsünün çok uzağına düşmektedir. İlginçtir, muhafazakâr medyada sunulan anne/kadın imajı; Cumhuriyet seçkinlerinin anne/kadın modeli ile örtüşmektedir. Bu durum ise iktidar mücadelesi veren eski seçkinlerle yeni seçkinlerin hayat tarzlarındaki mantığın birbirine benzediğini, farklılığın ise ‘aksesuar’a dönüşen örtü, alkolsüz içki ya da kadın-erkek aynı havuzda yüzmeme gibi noktalarda ortaya çıktığını göstermesi açısından dikkat çekici bir detaydır.
12 Eylülcü 1 Mayıs Yaklaşımı
Yeni Şafakgazetesinin, AK Parti hükümeti ile örtüşen söyleminin net biçimde okunmasına fırsat veren bir diğer durum ise “1 Mayıs” sürecine ilişkindir. Gerek 1 Mayıs öncesi ve gerekse sonrasındaki haberlerle, parti gibi gazete de adeta 12 Eylül zihniyetinin etkilerini taşıyan bir yaklaşım sergilemiştir. AK Parti’nin kendisini bürokratik devletin yerine koymasının medyadaki etkisi, muhafazakâr medyanın da kendisini merkez medyanın yerine koyması şeklinde olmuştur. Böylece durulan yerin hükümette ve muhalefette olma durumuna göre değiştiği çarpık bir bakış açısı ve yayın anlayışı ortaya çıkmıştır.
AK Parti hükümetinin, 12 Eylül’ün otoriter egemenlik anlayışının sembollerinden sayılabilecek Taksim Meydanı yasağını can siperâne savunması ve ortalığı muharebe alanına çeviren uygulamalara yol açması büyük bir hata olmuştur. Hükümet, kimin kutsalını kimden korumaya çalıştığını görememiş, 80 öncesi klasik sağ-sol ayrımcılığının etkisinden kendisini kurtaramamış ve provokasyon korkusuna yenik düşerek bizzat provokasyona sebebiyet verme tuzağına düşmüştür.
Yeni Şafak, 1 Mayıs olaylarında hükümetin basın sözcülüğü konumundan kendisini kurtaramamıştır. Hükümetin “provokasyon” söylemine fazlasıyla itibar etmiş ve okur kitlesine partinin mesajını eleştirmeksizin iletmiştir. Örneğin Türk-İş’in Taksim Meydanı’ndaki eylemden geri adım atmasını “Provokasyonu gördü!” şeklinde olumlayan/destekleyen bir başlıkla vermiştir. Yapılan haberler; eylemden vazgeçmeyen sendikaların üyelerinin canlarını tehlikeye attığı ve provokasyona davetiye çıkardığı mesajı içermiştir. Aynı gün Zaman gazetesinde de “Babam DİSK’in düzenlediği eylemde öldü, şimdi bizi kimse hatırlamıyor.” başlıklı bir haber çıkmıştır. Bu haberde, Yeni Şafak’ın üstü kapalı verdiği mesaj doğrudan başlığa taşınmıştır.
Yeni Şafak, 1 Mayıs olaylarının ardından attığı manşet ve kullandığı haber ile tarafgir tavrını sürdürmüştür. Taksim Meydanı’nın “savaş alanı” gibi tanımlandığı haberin “DİSK Faturası” başlığıyla verilmesi ve daha çok taş atan göstericilerin fotoğraflarının kullanılması, muhafazakâr zihniyette “anarşik eylemci” hatıralarının geniş yer tutmaya devam ettiğini göstermesi açısından anlamlıdır. “Saldırgan eylemci” fotoğraflarıyla birlikte sunulan haber metni de aynı anlayışın ürünüdür: “KESK ve DİSK’in 1 Mayıs’ta Taksim’e çıkma inadı İstanbul’daki kutlamalara gölge düşürdü. Marjinal grupların rol aldığı olaylarda istenmeyen sahneler yaşandı. Taş ve sopalarla saldıran göstericilere polis de aynı sertlikle karşılık verdi.” “Polise taş attılar!” “CHP’liler ambulansı engelledi.” “Marjinal gruplar sahnede!” “Öcalanlı tahrik!” “Hastane bahçesine sığınıp polisle çatıştılar!” ve “Katil devlet sloganıyla her şeye saldırdılar!” gibi alt başlıkların yer aldığı haberde, devlet şiddetinin açıkça tezahür ettiği olaylar “meşru hak” ve “nefsi müdafaa” psikolojisi ile izah edilmiş, diğer yandan da muhafazakâr zihniyetin klasik ‘sağ-sol’ ayrımını besleyecek ifadelere bol bol yer verilmiştir.
Haberden örnek olarak şu bölüme göz atalım: “Taksim İlkyardım Hastanesi önünde barikat kurarak polise taşla saldıran 80 kişilik gruba, polis gaz bombası ve tazyikli suyla karşılık verdi. Göstericiler müdahale karşısında dağılırken, atılan gaz bombalarından Taksim İlkyardım Hastanesi ve Alman Hastanesi’nde bulunan hastalar ve hasta yakınları da etkilendi. Zor anlar yaşayan vatandaşlar göstericilere tepki gösterdi.” Burada hasta ve yakınlarının gaz bombalarından, “saldırgan göstericilerin” dağıtılması esnasında etkilendiği haberi verilmektedir. “Atılan gaz bombaları” ifadesinde olayın faili açıkça yazılmayarak, olumsuz bir imaj yaratmama kaygısının ağır bastığı görülmektedir. Üstelik medyanın geneli takip edildiğinde, gaz bombalarının bilinçli şekilde atıldığı ve hasta yakınlarının göstericilere değil gaz bombası atan polislere tepki gösterdiği ifade edilmektedir. O halde Yeni Şafak, haberi bu şekilde sunarak, kimden neyi, niye gizlemek istemektedir? 1 Mayıs olaylarında 12 Eylül’ün otoriter egemenlik anlayışına kapılan AK Parti’ye bu şekilde destek verilerek neden hataya ortak olunmaktadır? Yasin Aktay’ın Yeni Şafak’taki yazısından hareketle sorarsak, “AK Parti Taksim’de kimin haremini korumuştur, Yeni Şafak kimin mahremini savunmuştur?”
Siyonist İsrail’e İmaj Çalışması mı?
Yeni Şafak’ın Siyonist İsrail’in süregelen işgali karşısındaki tavrı da düşündürücü. Filistin davasını salt bir “insanlık dramı” gibi değerlendiren, katliamlar karşısında ortaya çıkan görüntüleri tasvip etmeyen fakat Siyonist İsrail’in meşruiyetini sorgulamaktan da imtina eden, işgal vurgusunu ihmal eden bir yayın anlayışını takip ettiği görülen gazete; bu sebeple bu konuda tutarlı ve istikrarlı bir politika da izleyememektedir. Filistin’den öne çıkardığı haberlerin ve kullandığı haber dilinin AK Parti’nin bu konuda yürüttüğü dış politikanın yansımalarını taşıması ise sorunun başka bir boyutunu oluşturuyor.
Yeni Şafak’ın geçen Mayıs ayı içinde Filistin’e yönelik gördüğü ve görmediği haberleri inceleyerek, konuyu açabiliriz. 2 Mayıs 2008’de gazetede Anadolu Ajansı’nın “İsrail: Biz vurmadık” haberine geniş yer veriliyordu. Haber, Gazze’nin kuzeyinde Nisan ayının sonunda gerçekleşen ve bir anne ve 4 küçük çocuğunun da aralarında bulunduğu 7 kişinin katledildiği saldırının Siyonist İsrail tarafından inkarıyla ilgiliydi...
Beyt Hanun’daki katliamın verildiği ilk haberde kullanılan dil de dikkate değerdi, çünkü vahşet; adli bir vakadan bahsedermiş gibi sunuluyordu ve “operasyon” ifadesiyle bir bakıma İsrail’in yaptıklarına meşruiyet kazandırmaya müsait bir dil kullanılıyordu. Oysa aynı haberi, merkez medyanın yayın organlarından Takvim gazetesi dahi şöyle vermişti: “İsrail, ‘medeni’ dünyanın gözü önünde çocukları katlediyor.... İsrail ordusu, Gazze’ye yaptığı bombalı saldırıda bir anne ile 4 çocuğunu acımasızca katletti. 1 ila 6 yaş arasındaki 4 çocuğun katlinden sonra, Hamas 8 roket saldırısıyla misillemede bulundu. İsrail bir vahşete daha imza attı... İsrail ordusu, Filistin’de bebek öldürmeye devam ediyor.”
Yeni Şafak’ta, Filistin’e ilişkin haberlerde ajans haberlerine sadık kalınması, haberlerin sunuluşuna da yansımaktadır. Ayrıca Abbas ile Olmert’in görüşmelerine, Rice’ın ziyaretlerine geniş yer verilirken, Hamas’ın konuyla ilgisi alt düzeyde tutulmaktadır. Ajans haberlerinin sık sık İsrail kaynaklarına dayandırılarak servis edilmesi ya da Filistinli kaynaklara önem atfedilmemesi; sorunun başka bir boyutunu oluşturmaktadır. Ajans haberlerinde Siyonist yönetimin perspektifine uygun ifadelere rastlamak olağan bir durumdur. Bazı ajansların tarafsızlık adına ‘nötr’ bir dil kullanma çabası ise yapılanların sıradanlaşması ve yaşananların tam anlaşılamaması gibi sonuçlar doğurabilmektedir.
Örneğin şu cümlenin kurgulanmasındaki hataya bakalım:“Birçok Filistinli, İsrail’i, ‘Filistinli militanları ezmeye çalışırken masum insanlara acı veren, insanları topluca cezalandıran bir devlet’ olarak görüyor.” Direnişçi kelimesinin özellikle tercih edilmemesini geçelim, bu cümle bilinçli yapılsın ya da yapılmasın şu mantıki sonuçları da içerebiliyor: “İsrail Filistinli militanları ezmeye çalışırken masum insanlara acı vermektedir. Bu durumda militanlar pek de masum değildir. Filistin’in insanları topluca cezalandırması da bu militanları ezmeye çalışmasından kaynaklanmaktadır.” Buradan da anlaşılacağı gibi haber yaparken kullanılan dilin verdiği açık ve gizli mesajlara dikkat edilmelidir, özellikle adaletten yana tarafsız davranılması gereken konularda...
“Bağımsızlık” yıldönümü mü?
Yeni Şafak’ın Siyonist İsrail’e ilişkin en sorunlu yaklaşımı ise 60. işgal yıldönümü hakkında okurlarını bilgilendirme sorumluluğunu yerine getirmemesi ve Türkiye’den ve dünyadan yükselen protestoları neredeyse hiç görmemesiydi. Yeni Şafak okurları, Mayıs ayı içinde “İsrail kuvvetlerinin saldırılarından ve operasyonlarından”ve bu katliamlarda ölenlerden haberdar oldu ama Gazze’deki durumun vahametini anlatan haberleri pek göremediler. Filistin’de asıl aktörün Hamas değil Abbas olduğunu işleyen haberler okudular. Ambargonun yol açtığı trajedi hakkında ancak satır aralarında malumat sahibi oldular. En önemlisi Siyonist işgalin 60. yılına girdiğini haberlerden değil, ancak bu konuda duyarlılık gösteren İslami kuruluşların verdikleri ilanlardan öğrenebildiler, ama o kuruluşların yaptığı eylemden de bihaber kaldılar!
Yeni Şafak, 60. yılında işgale karşı yükselen öfkeye kulak tıkayarak, neyi amaçlıyordu; anlamak mümkün değil. Üstelik gazetede bu yıldönümü “İsrail’in bağımsızlık yıldönümü” gibi gösterilerek korkunç bir hata da yapıldı! 14 Mayıs’ta “Bush’un hediyesi füze” başlıklı haber şöyle başlıyordu: “ABD Başkanı George W. Bush aylar sonra yine Ortadoğu’da. Bush, İsrail’in 60. bağımsızlık yıldönümü kutlamaları nedeniyle bu ülkede yaklaşık üç gün kalacak.” Ertesi gün verilen başka bir haberde de benzer bir ifade özensizce tekrar edilmişti: “İsrail’in 60. kuruluş yıldönümü kutlamaları için Kudüs’e gelen Bush, İsrail’in, ‘kendisini imha etme çağrılarında bulunan katillerle görüşmeye zorlanamayacağını’ söyledi. Bush, konuşmasında ayrıca ABD’nin İsrail’in en yakın dostu ve müttefiki olmaktan gurur duyduğunu söyledi.”
Siyonistlerin İsrail’in “bağımsızlık veya kuruluş yıldönümü kutladıkları” kendi açılarından doğrudur, fakat Yeni Şafak’a ne olmaktadır ki haberlerinde onların medyaya sundukları bu meşrulaştırıcı dili kullanabilmektedir? Bizim için bu yıldönümünün, ancak ve ancak işgalin ve belki de sistematik bir soykırımın başlangıcına işaret etmesi gerekmez mi? Haberlerdeki üslubu dikkatsizlik ve gözden kaçma ile izah edebilir miyiz? Üstelik Siyonist İsrail’in işgal yıldönümünü, süreci ve bugün yaşananları tam anlamıyla irdelemeyen gazete; ücretli ilanını yayınladığı İslami kuruluşların Beyazıt Meydanı’nda yaptığı protesto eylemini de görmezden gelebilmiştir! Belki de böylece hükümetin “Meydanlardan uzak durulsun!” politikasını devam ettirmiştir, tıpkı aylardır süren başörtüsü eylemlerini görmezden gelme politikasında olduğu gibi...
Muhafazakâr medyanın, kitlenin ve desteklediği hükümetin yaşadığı başkalaşıma ayak uydurarak izlediği yayın politikası bu kadar önemli konularda ciddi hatalara yol açabiliyorsa, sağlam bir özeleştiri yapma ve yayıncılık anlayışında ıslaha gitme zamanı gelmiş de geçiyor demektir. Belirli bir kitleye hitap eden medya kuruluşları, okurlarına vermek istediği mesajı doğru tespit etmeli; tarafsızlık kaygısının yanlış tarafa hizmet edebilme riskini göz önünde tutmalı ve her haberinde tutarlı ve doğru bir yaklaşım sergilemelidir. İnsanlara haber vermek kadar onlara hangi haberleri, neden ve nasıl verdiğiniz de önemlidir, tıpkı bazı haberleri neden vermediğiniz gibi...