Çağdaş bir Şii alim olan Fadlullah, 1936'da Irak'da doğdu ve ilmi birikimini orada elde etti. Rahmetli M. Bakır es-Sadır ona rehberlik etti. Dini birikimiyle siyasi hayata katılmasını ve her iki alanda birlikteliği sağlamasını tavsiye etti. Yazar halen 1952'de hicret ettiği Lübnan'da yaşamaktadır (Rebi, 1998: 331). Güncel meselelere vakıf olması ve binlerce insanı fikirleriyle etkilemesi onun dünya çapında bir etkisi olduğunu göstermektedir. ABD politikasına açık muhalefeti, ABD'nin 8 Mart 1985'te Lübnan istihabaratı ile işbirliği yaparak onu öldürmeye sevketmiştir. Ancak bu iğrenç girişim sonuçsuz kalmıştır. Fadlullah yazılarını, vaazlarını (http://www.bawnat.org.lb) adlı sayfada yayınlamaktadır. Mısırlı yazar Muhammed Hasaneyn Heykel'e göre Fadlullah, Lenin'den çok daha üstün sistematik bir siyasal akla sahiptir (Fadlullah, 2000: 18).
Fadlullah, Kur'an-ı Kerim bütünlüğünü büyük oranda kavramış bir alimdir. Örneğin, nesih teorisine sıcak yaklaşmaz. Konu ve hedef farklılığı olan bazı ayetlerin nesih konusu edilmesine karşıdır. O, usûl olarak ayetleri tek başına ele alıp, ahad haberlerle zahiri anlamından uzaklaştırmanın doğru olmadığını ifade eder (Fadlullah, 1997a: 228).
Ona göre, kendi gerçekliğimiz içinde moderniteyi bizim de yaşamamız mümkündür (Fadlullah, 2000: 36). Fadlullah'ın sertlik ve esneklik konusunda oldukça rahat davrandığını bir komplekse sahip olmadığını söyleyebiliriz. Yani o cihad kavramından ne salt bir sıcak savaşı anlar. Ne de cihadın anlamını ilmi gayret ile sınırlar.
Batı'nın hakimiyetine karşı her başkaldırının 'terör' olmadığım ifade eder. İslam, savaşırken varlığını korumak için kendini savunan ve tehlikedeyken koruyucu tedbirler almaya çalışan dünyadaki diğer herhangi bir güç gibi savaşır (Ranstorp, I: 41-62). Yazara göre, bu hareketleri cihad olarak da görebiliriz. Ancak sivillere yönelik şiddet eylemini İslam onaylamaz (Fadlullah, 2000: 34).
Fadlullah, İslam'ın vakıaya açılımı olarak tanımladığı içtihadı (Fadlullah, 1999: 80) ele alarak, Şii fıkhının sürekli içtihadı benimsediği için Sünni fıkıhtan düşünme yöntemi açısından bir hayli ileride olduğunu söylüyor. Ancak taklidi caiz gören Sünniler olduğu gibi, taklidin haram olduğunu söyleyen Sünniler de var. Şia'daki ahbari ekolün mensupları ile örtüşen Sünniler olduğu gibi, Fadlullah'ın övdüğü içtihadı ön plana çıkarıp taklidi benimsemeyenler de Sünni kültürde mevcuttur. Ayrıca Şia'da masum İmamın görüşüne açıkça muhalefet etmek ne kadar makul karşılanmaktadır? Ancak fiili durum açısından bakarsak Şia'nın ictihad konusunda daha dinamik olduğunu zira Şia'nın ayetullah olan fakihlere ictihad yetkisi verdiğini söyleyebiliriz. Günümüz Ehl-i Sünnet'indeki hakim atmosfer ise yaklaşık altı yüzyıldır ictihad kapısının kapalı olduğu yönündedir. Maalesef bu kapıyı kapatanlar kendilerini müctehid saymamakta ve müctehid kabul ettikleri zatları da sınırlayan bu yanlışı -ictihad yaparak- sürdürmektedirler.
İslami bir yönetim biçimine ulaşmaya çalışmayan, İslam'ın, insanın yaşadığı hayatın her alanını kapsaması için çaba harcamayan hiçbir hareket, görünürde İslam adına etkinlikte bulunsa da, terimsel olarak İslami bir hareket değildir (Fadlullah, 2000: 24). Zira hareket kavramı, anlam uzantılarının bir kısmını 'hizb' kavramından almamış olsa da, Kur'an'daki 'hizbullah' kavramına, hizp kavramından daha yakındır (Fadlullah, 2000: 25).
Fadlullah'ın derin birikim ifade eden eserlerinden yola çıkarak yazımızı onun toplumsal ıslah alanındaki görüşleriyle sınırladık.
A. Islah Görevi
Fadlullah, dinin sunuluş biçiminde Kur'ani üsluba dönmenin dışında bir yol görmez (Fadlullah, 1999: 83). İslami çalışmanın iki çizgide hareket etmesi gerekir:
a) İslami görüşün netleştirilmesi.
b) Vakıada bu görüşün harekete geçirilmesi için ameli araçların keşfi.
Vakıa sahasında teorinin hareket etmesi için alan açılmak istendiğinde içinde bulunulan aşamanın muhakkak incelenmesi gerekir. Belki de bu İslami çabada en fazla problem olan konulardan biridir. Çünkü bu alanda hareket edenler genellikle teoride boğuluyorlar ve vakıa karşısına gelince donup kalıyorlar. Teorinin kendilerine bir alan açmadığı temeli üzere önlerindeki vakıaya kapılarını kapatabiliyorlar. Bu durumda ondan uzaklaşalım ki bize sapma isabet etmesin veya iman çizgisi ve İslam çizgisiyle uyuşmayan bir duruma düşmeyelim diyorlar (Fadlullah, 1997c 155). Düşündüklerinin aksine vakıa İslam'a kapısını kapatmaz. Sorun, imkanlardan faydalanmamak ve kolay olanı zor olarak tasavvur etmekten kaynaklanmaktadır.
Cihadın mahiyeti konusunda iki eğilim vardır. Birincisi cihadı dinin yayılmasında araç olarak görürken ikincisi müdafa amaçlı olarak addetmektedir. Fadlullah, cihadı saldırı savaşı kategorisinden çıkarıp korunma ve savunma amaçlı savaş kategorisine sokma eğilimindedir. Savaş bir davet yöntemi değildir (Fadlullah, 1997a: 17).
Tarih savaş ve barışı anlatır. Zayıflar, mustazaflar ancak belli bir güce sahip olduklarında ilkelerinden söz ettirebilirler. Bu ilkeleri hakim kılmak için, güçlü yöntemlerle pratik stratejiler belirleyerek, her türlü engele karşı koyup, zorlukları aşmak, güçlükleri bertaraf etmek için hayatı dinamik bir realiteye dönüştürmek için duyduğumuz ihtiyacın ifadesidir (Fadlullah, 1997a: 19). Güç pratik bir hareket noktasıdır. Düşmanların inanç özgürlüğünü boğmalarına, özel ve genel çıkarları tehdit etmelerine ve Müslümanların yapıcı etkinliklerine engel olmalarına fırsat vermez (Fadlullah, 1997a: 184-185). Fadlullah Batı'nın İslam'ın güç kullanmaya cevaz vermesini eleştirmesinden dolayı özür dileyici bir tavra girmez.
Toplumu değiştirmeye çalışanlar var olan olumsuzlukları nasıl olumluluğa çevireceklerini bilirler (Fadlullah, 1999: 109). Bunu gerçekleştirme yöntemlerinden birisi olarak yazar, takiyyeyi gösterir. Ancak onun her durumda uygulanacak bir metod olmadığını ve takiyyeyi "gerçekler" ve "esnektik" olarak anlamak gerektiğini ifade eder (Fadlullah, 1991:223). Yazar ilke olarak açık tavrı benimser. Takiyyeyi taktik bir yöntem olarak görür ve hareket yöntemini bunun üzerine bina etmez.
Kur'an anlaşılırken sufilerin, irfan ehlinin ve felsefecilerin geliştirdiği terimlerin değil Arap dilinin özelliklerinin dikkate alınması gerekir. Fadlullah, burada tasavvufu hedef almaz ancak her konuda Kur'an'ı mihenk almamız gerektiğine vurgu yapar (Fadlullah, 2000: 47). Sürekli duygusallığı lüzumsuz yere tüketen konuşmaların yapıldığı bir ortamda, kitlenin sorunların ciddiyetini kavrama oranı düşer. Bu nedenle kitle ile girişilecek ilişkinin, onu akılcı bir ortam içine sokacak, kitlenin gerçekçi, psikolojik ve düşünsel meseleleri omuzlamasını mümkün kılacak bir üslup temeli üzerine kurulmasını zorunlu kılmaktadır (Fadlullah, 2000: 69).
Fadlullah, İslami siyasi projeye girmeme yaklaşımının Marksist retorikten etkilendiğini, bu projenin İslam'ın onay verdiği ıslah çalışmasının konusu içinde olduğunu söylemektedir. Şeri hükümlerin bir kısmı uygu lan a biliyorsa hiç uygulamamaktansa bir kısmını hayata hakim kılmayı tercih etmek daha makuldür (Fadlullah, 1197c: 166). Bu bilinen fıkhi bir kuraldır. İslam dininde, kötü ve daha kötü arasında muhayyer bırakıldığında -ölü eti yemekle ölmek arasındaki tercih gibi- insanın kötüyü tercih etmesine cevaz verilmiştir. (Fadlullah, 1197c: 172). Yazarın bu yaklaşımını Lübnanlı müslümanlar pratik olarak uygulamaktadırlar. Hristiyanların hakim olduğu bu rejimde müslümanlar parlamenter sisteme katılmakta ve milletvekili olarak politik etkinliklerini sürdürmektedirler. Zaten yazar Lübnan'ı İslami bir devlete dönüştürebilecek siyasi, ekonomik ya da kültürel şartların olmadığını, yapılması gerekenin Hıristiyan ve Müslüman cemaatler arasındaki ortak paydaları artırmak olduğunu ifade eder.
Toplumu ıslah görevi hem kadınlara hem erkeklere verilmiştir (Tevbe 9/71). Ancak Fadlullah, yargı (kada) ve yönetim (velayet) konularında şeriatın kadınları görevlendirmediği görüşündedir (Fadlullah, 1997b: 48). Ne var ki bu yasağa delil olacak bir açık nas zikretmemektedir. Yazarın, kadınların duygusal olduklarını ancak bunun üstesinden gelebileceklerini, hatta bazı durumlarda erkeklerden daha soğukkanlı davranabileceklerini söylemesine rağmen böyle bir görüş serdetmesi ilginçtir (Fadlullah, 2000:118).
Eğer küçük bir topluluk dahi olsa bir yerde etkili olmak mümkünse sorunu İslam'a göre çözmek vacip olur, bazı İslam toplumlarında İslami hükümlerin bir kısmını harekete geçirme imkanı varsa bunu yapmak gerekir. Allah, insanların Kur'an'dan kaynaklanan ilkelerle hareket etmelerini istiyor. Meseleleri yüzde yirmi de olsa ilkelerimiz doğrultusunda çözmek insanı Allah'a yaklaştırır ve bu, adalete daha uygundur (Fadlullah, 1997c: 52).
İslami çaba ilk aşamada toplamı hedeflememelidir. Mesela tasavvufun popüler olduğu bir toplumda ıslah çalışmaları yaparken, onlara ahlaki ve ruhi öğretilerle yaklaşılmalı ancak farklı bir müfredat kullanılmalıdır. Peygamberler ve evliyaların mezarlarını ziyaret eden bir topluma gidiliyorsa ziyaretçinin okuyacağı İslam'ın temel yönlerine dikkati çeken dualar ve sözler kullanılmalıdır. O ziyaretçi ziyaret ettiği kimse dolayısıyla yaptığı duada, içinde yaşadığı durumu kavramasını sağlayacak sözlerin kazandıracağı bilinci böylece değişim doğrultusunda harekete geçirecektir (Fadlullah, 1197c 120). Bu bağlamda Kur'an'da ifade edilen dualar küçük kitapçıklar şeklinde basılıp yaygınlaştırılabilir. Bu, Kur'an'a yönelişin bir basamağı olarak görülebilir.
Değişim vakıadaki bir şeydir, pratikte bunu uygulamak daha geniş alanlarda değişimin gerçekleşeceği düşüncesini verecektir. Bazı felsefecilerin söylediği gibi örnekler bir şeyin olabilirliğine veya olamazlığına hükmeder. Eğer bir şeyi takdim edip onun gerçekleşebilirliğini ispat etmişsen bu diğer şeylerin de gerçekleşebileceğine örnektir. Bundan dolayı Müslümanlara değişimle ilgili bazı cüzi örnekler verelim ki, bunlar onlara kapsamlı bir değişimin olabilirliği hakkında güven versin (Fadlullah, 1997c: 138).
Bir durum da vardır ki, artık ıslah orada değişimin önünde tökezleme taşı anlamına gelir. Bu gibi durumlarda tam bir değişim için alan açmak gerekir. Böyle bir durumda devrimci tavır kendisini zorunlu kılacaktır. Islah çalışmalarının hedefi, insanlara, haklarının gaspedildiğini göstermek ve onları kurtuluşa davet etmektir (Fadlullah, 1999: 36). Islahın aracı olarak devrim eğer yıkıcı olumsuzluklara yol açmayacaksa, hedef için en iyi yoldur. Tarihsel kanıtlar gösteriyor ki, açlık, savaşlar ve yenilgiler gibi sosyal felaketler devrim sürecine katkıda bulunur. Böyle durumlar, mesajı yaymaya, isyan ruhunu güçlendirmeye, muhalif unsurları devrimin yanına çekmeye elverişlidir. Fakat İslam'ın hükmetmediği toplumlarda yaşıyorsak, İslami kuralların uygulandığı küçük daireler oluşturabiliriz ve bu aynı zamanda bizim Müslüman olarak görevimizdir de (Fadlullah, 1997c: 53).
Sosyal devrimlerin öncesinde bir iç karışıklık dönemi yaşanmıştır. Can güvenliği kalkmış, çöküntü hız kazanmış, iç karışıklıklar ve gösteriler ayyuka çıkmıştır. Böyle bir durumda iktidarın direnişi kırılır. Gelişmeler onların beklentilerini aşar ve çok geçmeden eski rejimin taraftarları devrimini saflarına katılırlar (Fadlullah, 1997a: 260).
Eğer devrim yıkıcı sonuçlar getiriyorsa, meşru tutum başka bir yol aramaktır. İzlenecek yol, şeriata uygun olmalıdır (Fadlullah, 1996a: 97). Emperyalistler ve yerli işbirlikçileri, sistem içi bir değişimi yenilgiye uğratabilecekleri gibi devrimci bir hareketi de yenilgiye uğratabilecek imkana sahiptirler.
Yazar, devrim hareketini tek alternatifi olarak görenlerin pratik bir siyasetten hareket etmediklerini ifade eder. Başkalarının pozisyonundan ürkme ve realiteyle yüzleşmekten korkma olgusu belirleyici konumdadır. Kapalılığın rahatlığı vardır, ümmetin geleceğine ilişkin büyük sorumlulukları yüklenmekten korkanlar için tehlikesiz bir zemindir (Fadlullah, 1996a: 240). İllegallik düşünce ve harekete güveni sarsar. Strateji meçhul korkularla sarsılır. Harekete fiilen katılanlar itimat telkin edecek bir atmosferden uzaktırlar (Fadlullah, 1996a: 243).
B. Davetçinin Özellikleri
Fadlullah, müminin gününü üçe ayırması gerektiğine dair bir hadis naklediyor: "Müminin saati, Rabbine münacat ettiği, geçimisin karşılamak için çalıştığı ve kendi başına kaldığı ev halkıyla birlikte geçirdiği saat." Bu hadisten yola çıkarak ibadet ve çalışmanın dışında eğlenmenin kişiye canlılık ve dinamizm katacağını ifade ediyor (Fadlullah, ı997c: 75). Bu bakış açısı gayet fıtridir. Hareket yapısından ayrı tasavvur edilmemelidir. Tabi bir seyir izlemelidir.
Nebevi üsluba büyük değer veren Fadlullah, Rasulullah'ın da yanlış yapabileceğine dikkati çeken Abese suresinin ilk ayetlerini sanki Resulullah hiç hata yapmamış gibi yorumlamakta ve onun "beşer" olduğu şeklindeki Kur'ani vurguyu geri plana itmektedir. Ondaki bu zaaf, imamların masum olduğuna olan inancının tezahürlerinden birisidir (Fadlullah, 1999: 34). Ayetler onun insan olduğuna dikkati çekmekte ve onun da içtihadında hata yapabileceğine dikkati çekmektedir.
Vakıayı dönüştürme sorumluluğunu ele alan Fadlullah, tedriciliği esas alır. Vakıayı İslam ile irtibatlandırmak gerekir. Bu şekilde ümmet bilinci geliştirilebilir (Fadlullah, 1197c: 119). Kişinin bir etkinlikte bulunması için ona inanması yetmeyebilir. Nice savaşçılar vardır ki, cahilane plan ve hareketlerinin etkisiyle düşmanın elinde bir oyuncağa dönüşürler (Fadlullah, 1991:153). Dinin yolu ilimden geçer, mümin Allah'ı tanıdıkça O'ndan korkusu artar. O, faaliyetin hangi merhalesinde bulunduğunu bilmeli, üzerinde olduğu yolun ne gibi sonuçlar doğurabileceğini hesaba katmalıdır (Fadlullah, 1991: 31). Merhaleci anlayışa "o kadar sıkı sıkıya bağlıdır ki, akidenin usul ve esaslarının anlatımında da aynı yöntemi tavsiye eder (Fadlullah, 1991: 41).
İnsan vakıa içinde risalet çizgisi üzerinde hareket ettiğinde, risalet vakıaya değil, vakıa risalete tabi olmaktadır. Çünkü mümin vakıada risaletin yol göstericiliğinde onun gerekleri ve ona verdiği ruhsatlar doğrultusunda çeşitli alanlarda açtığı hareket özgürlüğüne ve bu özgürlüklere getirdiği kayıtlara göre hareket etmektedir (Fadlullah, 1197c: 162).
Davetçi, özgürlük sorunu yaşamayan fakat servet dağılımında problemler yaşayan bir toplumda bulunabilir. Böyle bir yerde adaleti gündeme getirmelidir. Fakat başka bir yerde veya aşamada özgürlük konusunu gündeme getirir ki burada adalet ana konulardan birisi olmayabilir. Bu, İslam'ın önerdiklerinde değişiklik yapmak değildir. İnsanları İslam'a bağlayacak ve onları etkileyecek bir müfredat çeşitliliğidir (Fadlullah, 1197c: 164). Davetçinin içinde bulunduğu toplumun iyi veya kötü olması ve iç dürtüleri onun doğru karar vermesinde etkilidir ancak insan hem iç hem de dış ortamını değiştirmeye güç yetirebilir (Rad 13/11). Kur'an kıssalarında da görülen her toplumda başka bir sorunun gündemde ağırlığa sahip olması da müfredat çeşitliliğine örnek olarak görülebilir.
İslam'ın bir dış görünüş konusunda dayatmada bulunmadığını düşünen yazar avret yerlerini örterken aynen Hz. Peygamber (s) ve sahabe gibi giyinmenin gerekli olmadığını İmam Cafer es-Sadık'tan yaptığı şu nakille ifade eder: "Bir çağın en iyi giysisi, o dönemin insanlarının giydiği elbisedir." (Fadlullah, I997d: 83). Görünüm ile ilgili başka bir hadisi yani "bıyıkları kısaltın sakalı uzatın ve Yahudilere benzemeyin" ifadesini ele alan yazar bunun bir dönem yaşanacak karışıklığı gidermeye yönelik olarak değerlendirmekte ve Müslümanların nüfusunun arttıktan sonra böyle bir "farklılık" anlayışına gerek kalmadığını ifade etmektedir (Fadlullah, 1997d: 150).
Yazara göre, dini anlatan kişi anlattığı konunun uzmanı olmalıdır. İslam, bilmedikleri halde tartışanları kınar: "İşte siz böyle kimselersiniz! Hadi hakkında bilgi sahibi olduğunuz konuda tartıştınız; fakat bilgi sahibi olmadığınız konuda niçin tartışıyorsunuz! Oysa ki Allah, her şeyi bilir, siz ise bilmezsiniz." (Al-i İmran, 366). Mesele öğretmekle sınırlı değil, aksine uzmanlık ve bilgi sahibi olmayan insanın sorumluluğuyla ilgilidir (Fadlullah, I997d: 103). Yazar uzmanlıktan kasıt olarak fakihi siyasetten, edebiyatçıyı fıkıhtan uzak tutmak tarzında bir anlayışa sahip değildir. Amacı davetçinin başarı şansını artırmaktır (Fadlullah, 1991: 33).
Fadlullah, hadlerin olmadığı durumlarda öğütçü bir tavra sahip olmak gerektiği kanaatindedir. Sözgelimi, başını örtmeyen bir kıza karşı babası öğüt vermenin ötesine geçmemelidir. Zira zor kullanmak ters etkilere yol açabilir (Fadlullah, 1997d: 167).
Bayan davetçiler için geniş bir çerçeve çizen yazar, onları sosyal hayatın dışında görmez. Sosyal etkinliklerde görev almalarını mesela şiir okumalarını, marş söylemelerini normal karşılar. Yeter ki, seslerini kasıtlı olarak yumuşatmasınlar. Fadlullah, onların seslerinin avret olduğu görüşünü de benimsemez.
Davet cahil ile aydın arasındaki farkı dikkate almalı tek bir yöntem benimsememelidir. Aksi takdirde davet daha başlangıçta tepkiyle karşılanır ve başarısız olur (Fadlullah, 1991:42). Çünkü kişinin sahip olduğu fikir ve ifade araçları farklıdır. Yani bazı durumlar hamasi ve sloganik söylem gerektirirken diğer bazı durumlarda düşünceyi özgürleştiren, ruhu tatmin eden sakin bir söylemi gerektirebilir (Fadlullah, 1999: 21). Davetçi eylem planı hazırlarken muhataplarının kültür, tarih ve yaşadıkları çevre ile ilişkilerini hesaba katmalıdır. Yoksa suçu onlara atmak ve vakıayı dikkate almamak çoğu insanı dinden uzaklaştırabilir (Fadlullah, 1991: 141).
İslami etkinlikte bulunanlar, İslam davetiyle diğer ideolojiler arasındaki ayrım çizgilerini ortaya koymalıdırlar. Çizgilerin yokluğu, karşıt güçlerin saptırma, ifsad eylemlerini kolaylaştıracaktır (Fadlullah, 1991:67). Fadlullah'ın bakış açısı Kafirun suresinde tavsiye edilen tavırla uyum arz etmektedir. Davetçiler kültürel projelerini Allah'ın hükümleri ile şeytani yargılan karşılaştırarak ele almalı ve böylece beklemedikleri sapmalara karşı kuşatıcı bir bilince sahip olmalıdırlar (Fadlullah, 1991:115). Bunu sağlamak şeytan taraftarlarının kurdukları düzeni, etkinlikleri takip etmekle ve İslam'ın onlara karşı verilecek savaşımda önerdiklerini bilmekle mümkündür.
C. İslam Birliği ve Vatan Kavramı
İslam, vakıanın tüm özelliklerini ortadan kaldırmak için gelmez. Belli bir coğrafyada belli bir ırka has ortaya çıkan durumları kapkara bir çerçeve içine almak doğru değildir. Fadlullah'a göre, küçük daireler halinde ayrı vatanlara sahip olmak bir problem teşkil etmez ancak İslami açıdan bu dairelerin birbirlerine kapanmaları yasaktır (Fadlullah, 1997c: 90). Onun bu bakış açısı Cevdet Said'in AB birliği tarzında bir İslam birliği tasavvuruna benzemektedir (Murat Kayacan, 2001:56-61).
İslam'ın ırk etkenini ortadan kaldırması mümkün olmadığı gibi, ırki ailevi bağlan sıla-i rahim (yakınlarla iyi ilişkiler kurma) bağlamında ele almak mümkündür. İslam'ın karşı çıktığı şey, vatancılığı bir put haline getirmektir (Fadlullah, 1997c: 90). Müslümanlar, imkanlarının azlığı nedeniyle yeryüzünün tümünü ıslah edemiyorlarsa, bir kısmını düzeltme görevlerini ihmal edemezler.
Fadlullah, bir ülkede göçmen olarak yaşayan insanların o ülkeye herhangi bir zarar vermemeleri ve asayişi bozmamaları gerektiğini ifade eder. Kendilerini orada gördükleri İslam'a uygun olmayan davranışlardan uzak tutmalarını bunu yaparken de baskıcı bir ortam oluşturmamalarını tavsiye eder (Fadlullah, 1997d: 93).
D. Diğer Kesimlerle İlişkiler
Birden fazla sesin çıktığı ve birden fazla hareketin olduğu bir alanda, mücadele sahasına çıkıldığında, başkalarıyla ittifak edebilecek bazı konumlar ve ihtilaf edilen bazı alanlarda tartışma ya da mücadele söz konusu olacaktır. Müslümanlar kimliklerini vurgulayıp varlıklarını köklendireceklerdir. Çünkü tehdidi yaşayan ve ona karşı koyan canlı deneyim, mücadele alanlarının dışında kazanılamayacak şeyleri kazandıracaktır (Fadlullah, 1997c: 142). Yazar bu ittifak girişimini başka bir eserinde Müslümanların "güçlü olmaları" şartına bağlar (Fadlullah, 1999: 45). İttifaklar yeni bir güç elde etmenin yollarından birisidir.
Şartlar gereği pratik ortamda aktif olarak varlığını sürdüren, bu yüzden gereksiz yere çatışmaya girilen, bazen de harekete zarar vermeyecekse uyumlu hareket imkanı olan hususlarda çıkar ortaklığı zemininde buluşulan bir grubun varlığını kabul etmekle, onun düşünce ve hareket tarzı açısından meşru olduğunu kabul etmek ayrı şeylerdir (Fadlullah, 1996a: 183). İran İslam Devrimi bu türden bir işbirliğinin somut örneğidir. İmam Humeyni Marksistlerle birlikte şahlık rejiminin tasallutuna karşı direniş göstermiş ve bu direnişin sonucunu müslümanların lehine çevirmeyi başarmıştır. Kurulan diyalog sonucu ortaya çıkabilecek bir kaymayı önlemek için akidevi bir atak içinde bulunmak ve farklılıkları net bir biçimde ortaya koymak gerekir. Zira kavramların anlamını yitirmesiyle yanlış adımlar atılması arasında fark vardır. İlki sürekli yanlış yapmayı teşvik ederken ikincisi uygulama hatasıdır. Bu nedenle İslami düşünceyi berrak tutmak gerekir (Fadlullah,1996b:44).
E. Sonuç
Fadlullah, insanın yeryüzündeki rolünün Allah'ın halifesi olmak olduğunu ileri sürüyor (Fadlullah, 1997a: 37). Ancak Kur'an, insanın Allah'ın değil yeryüzünün halifesi olduğunu ifade ediyor. Fadlullah, bu kavram üzerindeki yaygın bulanıklıktan kendisini kurtaramamıştır.
Hadisler konusunda ise temkinlidir. Peygamber (s.)'den imamlardan ve ashaptan nakledilen hadislerin uydurma rivayetleri de içerdiği kanaatindedir. Hatta hadis uyduranlar, kötü niyetlerini pekiştirebilmek için güvenilir ravilere iftira etmekten de geri durmamışlardır. Mezhebi ve siyasi kaygılar da bu olumsuz çabalarda etkili olmuştur. Ancak bu değerlendirmelerden amacı hadisleri devre dışı bırakmak değildir (Fadlullah, 1997a: 255-256). Usul olarak hem hadisleri hem İmamların sözlerini kullanmakta ve böylece daha geniş bir kesime hitab edebilmektedir. Yazarın hadisleri delil getirme konusunda Sünniler ile Şiilerin ittifakla sahih dedikleri hadisleri tercih etmesi dikkate ve övgüye şayandır.
Onun takiye (inancı gizleme) anlayışını şeriatın temel bir ilkesi olmadığını, pratik hareketin zorunluluklarından kaynaklanan istisnai bir durum olduğunu söylemesi ve hiçbir bağlayıcılığının olmadığını ifade etmesi gerçekten kayda değerdir (Fadlullah, 1997a: 253).
Fadlullah'ın sahip olduğu zengin İslami ve kültürel birikimden istifade etmek, Türkiye Müslümanlarına önemli açılımlar sağlayacaktır. Çünkü o derin bir Kur'ani birikime sahip bir alim, entelektüel bir şahsiyet ve mücadele alanının tam ortasında yer alan mücahid bir zattır.
Kaynakça
1. Fadlullah, Muhammed Hüseyin, Bir Medeniyet Projesi Olarak İslam, Çev: Ali Kaya, İst., Şura Yay., 1997c
2. Fadlullah, Muhammed Hüseyin, İslam ve Kuvvetin Mantığı, Çev: Vahdettin İnce, İst., Yöneliş Yay., 1997a
3. Fadlullah, Muhammed Hüseyin, İslami Açıdan Kadın Sorunu, Çev: Ali Kaya, İst., Şura Yay., 1997b
4. Fadlullah, Muhammed Hüseyin, İslami Söylem ve Gelecek, Çev: Abdi Keskinsoy, İst., Pınar Yay., 2000
5. Fadlullah, Hüseyin, Gençlerin Dünyası, Çev: İlyas Aslan, İst., Şura Yay., 1997d
6. Fadlullah, Hüseyin, İslami Harekette Hikmet, Çev: İslam Özkan, İst., Ekin Yay., 1999
7. Fadlullah, İslami Hareket İlkeler ve Sorunlar , Çev: Vahdettin İnce, 2 cilt, İst., Ekin Yay., 1996a
8. Fadlullah, İslami Hareket İlkeler ve Sorunlar, Çev: Vahdettin İnce, 2 cilt, İst., Ekin Yay., 1996b
9. Fadlullah, Hüseyin, Kuram ve Eylem, Çev: Muharrem Tan, İst., Akademi Vay., 1991
10. Kayacan, Murat, "Şiddet Sorununa Habilce Bir Yaklaşım", Haksöz, S. 118, 2001
11. Ranstorp, Magnus, "Terrorism in the Name of Religion" Journal of International Affairs, Summer 1996, 50, I, pp.41-62.
12. Rebi, I. M. Ebu, İslami Hareketin Entelektüel Kökeni, Çev: M. Ali Demirci, İst., Yöneliş Yay., 1998