1967 yılında kurulan Mücadele Birliği'nin misyonu ve tarihi, ilk kez kitap konusu oldu ve 2005 yılında yeniden tartışılan güncel bir boyut kazandı. Mücadele Birliği (MB) sürecinden gelen birçok kişi Türkiye'nin yakın dönem siyasi ve kültürel yapısında önemli görevler almış, değişik etkinlikler göstermiş, farklı kuruluşlar oluşturmuş ve önemli cemaatlerin kaptan mevkiinde rol üstlenmişlerdir.
Söz konusu kitabın adı "Bir Uyanışın Anatomisi Mücadele Birliği"dir. Yazarı ise MB'yi oluşturan Yeniden Milli Mücadele (YMM) hareketinin kurucularından İrfan Küçükköy'dür.
1960'lı 70'li yıllarda YMM hareketinin kişisel ve toplumsal inkılabı önceleyen periyodik eğitim dersleri yapılmaktaydı. Bu derslerden geçen ve mücadeleye katılan kişilere de "mücadeleci" deniliyordu. Küçükköy, YMM hareketi dağılmış da olsa bu hareketin mensubu olan kişilerin hâlâ anlayışları itibariyle mücadelecilik vasfını kaybetmediklerini vurgulamaktadır. Ona göre "... Kim nerede politika yaparsa yapsın, bulundukları yerlerde Mücadele Birliği fikriyatını temsil etmektedirler." Yazarın bu genellemesi tartışılabilir; ama eski mücadelecilerin yakın dönemde farklı partilerde üstlendikleri önemli roller, İstanbul ve Ankara Büyük Şehir Belediye Başkanlığı ve hükümetlerde bakanlık yapmaları, Başbakanlık danışmanlığı görevine atanmaları ve bürokrasi kademelerinde önemli roller üstlenmeleri MB hakkında yazılanları oldukça dikkat çekici ve merak uyandırıcı kılmaktadır. Eski mücadelecilere yönelik merak, onların inişli çıkışlı serüvenlerinden ziyade, nasıl bir kafa yapısına sahip oldukları ve aralarında hâlâ süren gizli bir irtibatın olup olmadığı konusundadır.
YMM hareketinin 25 yıl aradan sonra bir kitap çalışmasıyla tekrar gündeme gelmesi, Türkiye'de tartışılmayan en kapalı konulardan veya düğümlerden birisine daha projöktörün tutulmasına vesile olmuştur. YMM sürecine katılmış ve hareketten kopmuş yetenekli binlerce mücadeleci -bir iki kişi dışında-, Müslümanlar için kapalı kalan bu konuyu hiç gündemleştirmemiş ve kendi aralarında da, deklare edilebilir ortak istişari bir tartışmaya tabi tutmamışlardır. Zaten İrfan Küçükköy de hareketten safdışı edildikten 27 yıl sonra kaleme aldığı bu kitabı bir otokiritik/özeleştiri anlamında değil, geçmiş sürece düzülen hamasi bir övgü düzleminde yazmıştır. Bu eğilim çoğu eski mücadelecide yaşayan acizlik hali olarak belirmektedir. Övünülen ve yüceltilen YMM süreci en başta hareketin lideri Aykut Edibali tarafından heder edilirken, bu hareketin seyrinin nereden başlayıp nereye evrildiği ile ilgili yazmak ve eleştiri sunmak, sanki derin güçlerce vefa maskesi telkiniyle yasaklanan bir tabu konumuna getirilmiştir. YMM sürecinde yaşanan düşünsel ve siyasi ihanetlerin, saptırmaların, manipülasyonların; resmi ideolojiye meylin ve kapitalist sistemle işbirlikçiliğin önündeki perdeyi kaldırmak, adeta derin devletin kırmızı çizgilerini çiğnemek kadar tehlikeli addedilmiştir. YMM sürecindeki kirlilikleri gizleyen perdeyi aralamaya kalkışan insanların birçoğu ise, her türlü iftiranın, izolasyonun ve komplonun muhatapları konumuna gelmekten çekinmişlerdir.
İrfan Küçükköy'ün kitabını Yeni Şafak'ta 2 ve 9 Mayıs tarihli yazılarında değerlendiren Şamil Tayyar, kitaptaki verilerden kalkarak MB ile derin devlet ilişkileri üzerinde durmuş, kitaptaki verilere dayanarak bazı mücadeleci önderlerin MİT mensuplarıyla ve mafya babalarıyla kurdukları irtibata dikkat çekmiştir. Ayrıca Tayyar, YMM'nin 12 Mart öncesi ve sonrası "Ordu-millet el ele" sloganı ile 27 Mayıs öncesi sağ iktidara karşı atılan "Ordu-gençlik el ele" sloganı arasında fark olmadığını, ikisinin de darbe çığırtkanlığına dayandığını ve siyasetin merkezine ordunun yerleştirildiğini belirtmiş ve eleştiride bulunmuştur.
Aynı gazetenin başyazarı Ahmet Taşgetiren, 10 Mayıs tarihli yazısında MB hadisesinin bir özeleştirisinin yapılmasının, benzeri misyonu paylaşan hareketlerin daha sağlıklı gelişmesi için zaruri olduğunu belirtmiştir. Taşgetiren, bugüne kadar MB'nin özeleştirisinin yapılmadığını ve ayrıca benzeri oluşumlardaki sancıların da özeleştirisinin yapılmadığını vurgulamıştır. Ama Taşgetiren de 1968-1978 yılları arasında YMM hareketinin önde gelenleri arasında bulunmasına ve 1978 tarihinde safdışı bırakılmış eski bir mücadeleci olmasına rağmen, 27 yıldan bu yana MB hakkında herhangi bir özeleştiri yapmış değildir. Taşgetiren buna rağmen yazısında Küçükköy'ün kitabındaki bilgileri konu edinerek MB ile derin devlet arasında bağ bulunduğu iddiasını besleyici bir yazı yazdığı için Şamil Tayyar'a serzenişte bulunmuştur. Taşgetiren bu serzenişle de kalmamış eski abisi İrfan Küçükköy'ün kitabında derin devlet bağlantısı ile ilgili aktardığı bilgilerin "sorunlu" olduğunu belirtmiştir.
Yazarlar ve Gazeteciler Vakfı Başkanı ve eski mücadeleci Hüseyin Gülerce ise, 13 Mayıs tarihli Zaman gazetesindeki köşe yazısında, YMM sürecinde yaşadıkları fedakarlıkları ve hasbi çabaları dile getirip o zamanki birlikteliklerini ilahi lütufla izah ederken, süreçlerine derin devletin el atmış ve yönlendirmiş olabileceğini de itiraf etmektedir. Zaten İletişim Yayınları'nın Yasin Aktay editörlüğünde çıkarttığı İslamcılık başlıklı ciltte, MB hakkında "Bir Milli İslamcılık Serüveni: Mücadelecilik" (s. 452-468) başlığı ile yayınlanan analiz yazısında, eski mücadeleci ve sosyoloji doçenti Mustafa Aydın da, ilk mücadelecilerden şu anda devlet bakanı ve hükümet sözcüsü olan Cemil Çiçek'in Yeni Şafak'ta üç sene önce yayınlanan "Yeniden Milli Mücadeleciler de devletin ilgisi ve bilgisi dahilinde çalıştı" ifadesini kullanarak, devletin MB hareketine ilgisiz kalmadığını belirtmiştir.
Lakin MB'nin kurucularından ve aynı zamanda genel başkanlığını yapmış olan öncü mücadelecilerden Necmettin Erişen ile yaptığımız ve Haksöz dergisinin Haziran/Temmuz 1994 aylarında "Mücadele Birliği Sorgulanmalıdır" başlığıyla yayınladığımız röportaj; ayrıca aynı sayılarda yayınlanan "Millileştirilmiş Din Anlayışının Türkiye'deki İlk Ciddi Örneği: Yeniden Milli Mücadele" başlıklı eleştirel yazımız -ki Mustafa Aydın'ın yazısındaki tespitlerle oldukça paraleldir- eski mücadeleci "abiler" tarafından ne hikmetse örtülmeye çalışılmıştır. Bazı müfrit tiplerden de Şamil Tayyar'ın karşılaştığı gibi "küfür" ve "hakaret" dolu tepkiler alınmıştır. Dışlayıcı tavırlarla yapılan aciz ve tefekkürsüz savunmalar, maalesef ki 1975'ten bu yana bir arpa boyu yol almadan kendini tekrar ederken, bazıları tarafından da eskiye dönük hamasi bir fikir örgüsü ve öykünmecilik içinde susularak özeleştirilerin üstü örtülmeye çalışılmakta ve kirli kimliklerin yaşamasına imkan sağlanmaktadır.
Kısa Bir Tarihçe
Türkiye'de 1960'lı yılların sonlarına doğru, İslami duyarlılıklarıyla ve bilinçlenme çabalarıyla temayüz eden gençleri şemsiyesi altında toplamaya çalışan Mücadele Birliği adlı bir teşekkül oluşturulmuştu. Konya'da 1967 Kasım'ında kurulan MB emperyalizme karşı 45-50 yıl önce kazanılan askeri mücadeleye rağmen kültürel, sosyal, ekonomik ve siyasi alanda bağımsızlık mücadelesinin kazanılamadığını; milletin yaşadığı buhranların, hakimiyeti altında olduğumuz judeo-grek menşeli kapitalist sistemden kaynaklandığını ilan ediyordu.
MB, buhranlarımızın Kur'ani ölçülerden uzaklaşmamızla oluştuğunu, milleti buhrandan kurtaracak metod ve sistem anlayışımızı da İslam akidesinin belirleyeceği inancındaydı. Ancak ilk mücadeleciler tasavvurlarındaki tezlerini dönemin hukuki kısıtlamaları nedeniyle İslami ıstılahlarla değil, içeriğine hakim olunduğu iddiasıyla daha ziyade "millet", "millilik" ve "sağcılık" kelimeleriyle oluşturulan terkiplerle dile getiriyorlardı. MB kuruluş sürecinde oluşturulan anlayış ve akıma Yeniden Milli Mücadele hareketi denildi ve 1970 yılında da bu ad altında haftalık siyasi bir dergi çıkartıldı. YMM hareketinin periyodik eğitim dersleri vardı. Bu derslerden geçen ve mücadeleye katılan kişilere mücadeleci denirdi. Her mücadeleci kimliğinde inkılabı gerçekleştirmeli ve inkılapçılar toplumu değiştirecek büyük inkılaba safha safha hazırlanmalıydı.
1969 yılı içinde MTTB Orta Öğrenim Komitesi'ndeydik. MB hakkında Sami Şener, Rahmetullah Karakaya, Sedat Yenigün, Ahmet Şişman, Muharrem Balcı ve diğer arkadaşlarla birlikte farklı tartışmalar yaşadık. Ama yaptığım okumalar ve tartışmalar sonucunda 1970 yılında Sarıyer Lisesi'nde okurken MB saflarını seçtim. Sarıyer'de etkin dernek faaliyetleri yürüttüğümüz bazı liseli arkadaşlarım harekete benden bir süre önce katılmışlardı. Birçok kültür çalışmasına iştirak ettim. Dönemin bir gerekliliği olarak üniversiteli abilerimizle Sarıyer sırtlarında silah talimleri yaptık. İstanbul'un merkezi semtlerinde ve cuma günleri bazı camilerin önlerinde miting havası içinde YMM mecmuasını sattık.
Mücadeleciler kaldıkları yurtlarda (başta Çapa Yüksek Öğretmen Okulu'nda) ve öğrenci evlerinde ekonomik olarak adeta bir komün hayatı yaşıyor, sabah ve yatsı namazlarını cemaatle kılıyor ve namazdan sonra birlikte en az 20 ayet okuyorlardı. Evleri son derece düzenli, ilişkilerinde oldukça saygılı ve yaşantıları disiplinliydi. Şile sahillerinde gerçekleştirilen yaz kampları, yıllık faaliyetlerimizin özeti gibiydi. Mücadeleciler iç işleyişlerini sahabenin gerçekleştirdiği kardeşlik müessesesinin örnekliğine göre şekillendirmeye çalışırlardı. Başta sigara olmak üzere tüm kötü alışkanlıklardan uzaklaşmaya gayret ederlerdi. Mücadelecilerin iç dayanışmaları ve ilişkilerindeki hasbi tavır, öncü sahabeler arasındaki kardeşlik hukukunu örneklendirme azmindeydi ki, bu hava, harekete bağlılık açısından kültür çalışmalarında işlenen konulardan çok daha kimlik aşılayıcı oluyordu. Mücadelecilerin İslam'a aidiyetleri, kavramsal boyutu ve içeriği tartışmalı kültürel çalışma metinlerinden çok; iç ilişkilerindeki samimi ve kuşatıcı havanın duygusallığı ile sağlanıyordu.
Ancak hareketi kuşatmaya başlayan ve 12 Mart 1971 darbesiyle yoğunlaşan veya açığa çıkartılan milliyetçi söylemlerin yıkıcılığı, bu sıcak ve kuşatıcı birlikteliğin duygusallığı içinde hareket mensupları tarafından çok fazla kavranılamadı. İçerde oluşturulan duygusal ortamın sağladığı aidiyet içinde, giderek inkılapçı söylemden "taktik" jargonu mazeretiyle uzaklaşılıp kapitalist sistemin sağ kanadına eklemlenmeye başlanıldı. Peşinden ümmet anlamında kullanılan "millet" kavramı "Türk milleti"ne, İslam akidesi anlamında kullanılan "ilmi sağ" ve İslam yerine kullanılan "millet ideolojisi" terkipleri de giderek resmi ideolojinin savunusuna dönüşmeye başladı. 1974-75 yıllarından itibaren bu sapmaya ve İslami bilinçlenme çabalarının durdurulmasına karşı tüm ast üst ilişkisine rağmen (ki İstanbul'da gündeme giren çeviri İslami kitapların okunması merkez karar organının iznine bağlanmış ve bazı Müslüman yazarlara da iftira atılmaya başlanmıştı) bir avuç arkadaşımızla alt kademelerde başlattığımız muhalefet sonucunda, ilk önce İstanbul'da büyük kopmalar yaşandı. Ve kopmalar 1977-78 yılından itibaren yaygınlaştı. Ancak bir avuç insanla YMM hareketindeki akidevi yanlışlara, oluşturulan eklektik ve ulusçu kimliğe yönelttiğimiz eleştiriler, hareketin gidişatında zaaf gören diğer muhalif mücadeleci arkadaşlarımız tarafından anlaşılmak istenmedi.
Anlaşılan oydu ki muhalif mücadeleciler de milliyetçi kuşatmadan nasibini almış, inkılapçı söylem sistem içi ilişkilerdeki kimliksel uzlaşmalarla çürümeye başlamıştı. Judeo-grek menşeli kapitalist sistemi değiştirecek olan "ilmi sağcı" mücadeleciler (yönetimde ve yönetime muhalif olanlarıyla birlikte), küfür anlamında gördükleri ve sol olarak nitelendirdikleri dönemin batıcı partisi Adalet Partisi'nin kapitalist sağcı bayrağını 1976'dan itibaren ellerinde buldular. Kapitalizme hizmet eden bu partinin Bursa ve İstanbul mitinglerinde organizasyon görevi almaktan mutluluk duyacak bir kimlik ve şahsiyet erimesi yaşamaya başladılar. Bazıları AP'den milletvekili oldu, bazıları da partinin gençlik kollarını ele geçirmeyi yeni "İslami" misyonları olarak görmeye başladılar. Böylece mücadelecilerin inkılapçı ve radikal olarak görülen kimliği; ılımlı, uzlaşmacı ve karşıtına sığınmacı bir düzeye çekilmiş oldu.
1976'da ise YMM hareketinde yaşanan bu curcunaya örtülü itirazlar getiren eski MB Genel Başkanı Necmettin Erişen hainlik suçlamasıyla; YMM kültürünü cahili kültür olarak değerlendirdiğim ve eleştirdiğim için ben de bölücülük suçlamasıyla cemaatten atıldım. 1960'lı yıllarda bilinçlenme arayışındaki İslami duyarlılığı canlılık gösteren insanları, inkılapçı söylemi ve iç işleyişindeki İslami görünümüyle bünyesinde toplamaya çalışan hareket, artık milli devleti, Türk milliyetçiliğini, DGM'leri ve ABD ittifakını savunan bir kimlik ve yöneliş kırılması içinde bu insanları dağıtmaya veya rejimin işleyişine monte etmeye başlamıştı. Artık inkılap hedefinden değil, memlekete nitelikli ve kaliteli insan yetiştirmekten bahsedilir olmuştu.
Aldatılmışlık Kimliğini Savunmak
Küçükköy, kitabına "Türkiye'deki bütün resmi, gayri resmi milli kurumlarla fikren nasıl" bütünleştiklerinin ortaya konulması gerekliliğine vurgu yaparak başlamış. İslam'ı "millet ideolojisi" terkibiyle savunan, Türkiye'deki judeo-grek menşeli kapitalist sisteme karşı mücadele hedefi ortaya koyan ve bu hedef doğrultusunda elemanlarını Kur'an ve siyer eksenli vurgularla "İnkılap İlmi" ve "Milli Mücadelemizin Stratejisi" çalışmalarıyla eğiten bir hareketin öncü ismi bu çalışmasında, YMM hareketinin tarihi fonksiyonunun saptırılmış veya kullanılmış boyutunu hiç gündemleştirmemiş, aksine bu sapma ve saptırılma sürecini meşrulaştırarak anlatmaya çalışmıştır. İrfan Küçükköy bu kitabıyla büyük bir inhirafı veya aldatılmışlığı kimlik edinen bir tutumu sergilemektedir.
Oysa 11 sene önce yaptığımız röportajda MB kurucularından ve etkin genel başkanı Necmettin Erişen ise hareketin sapma ve kullanılma boyutuna oldukça çarpıcı örneklerle dikkat çekiyor ve "Mücadele Birliği Sorgulanmalıdır" çağrısı yapıyordu.
Mustafa Aydın ise MB'yi "Amacı, mevcudu sadece ıslah etmek değil, sosyal/kültürel dünyayı dönüştürmekti. Ne var ki hareket kendine özgü niteliğini terk etti..." diyerek değerlendiriyor ve bütünsel görünümü itibariyle "Duyguları/eğilimleri İslami, kültürel söylemi itibariyle milliyetçi bir harekettir." ifadeleriyle tanımlıyordu. Aydın'a göre YMM hareketinde kullanılan "millilik" ve "millet ideolojisi" kavramları çok karmaşıktı ve İslamiliği ifade etme söylemi içinde kullanılan bu kavramlar daha sonra resmi ideolojiye evrilmenin araçları olmuşlardı. Ona göre "millet ideolojisi, salt millete nispetle İslam olabileceği gibi, devlete nispetle bir milliyetçilik de olabilir"di. "Mücadele Birliği'nin söyleminde açık olmayan bu millilik, başlangıçta İslam imiş gibi gözüküyorsa da bu daha sonra belirgin bir milliyetçilik olarak ortaya çıkabildi."
"Millilik" ve "millet" kavramları ile rejim karşısında apolitik olmamak adına geliştirilen ve açık İslami kimliği gizlemeye çalışan bu manevra; hem İslami kavramların saptırılmasına ve hem de çoğu kez İslami uyanışın resmi ideoloji tarafından manipüle edilmesine neden olmuştur. Aynı serüveni ve sahneleri Necmeddin Erbakan liderliğindeki "Milli Görüş" hareketinde; ayrıca tevhidi uyanış sürecinde yer almasına rağmen mevcut siyasi partilerle flört ilişkisine giren kişi ve cemaatlerin söylemlerinde görmemiz mümkündür. Bu nedenle tuzaklarla dolu olan YMM hareketinin serüvenini doğru tahlil etmemiz gerekliliği kendini bir kez daha ortaya koymaktadır. Çünkü MB projesi, Müslümanların resmi ideolojiden kopmasını ikircikli milli söylemlerle engelleyen ve Müslümanların enerjisini kontrol edilebilir kılan en etkin ve fonksiyonel ilk uygulamadır.
1960'lı yıllarda Türkiye Müslümanları gelenekçi, mezhepçi bir din anlayışı içinde dayatan ulusal kimlikle bütünleşmiş durumdaydılar. Ama bu dönem, aynı zamanda sistemin dayatmalarına ve iç atalete karşı çıkan ve çözüm yolu arayan Müslümanların İslam dünyasındaki İslami uyanış birikiminden ve hareketlerinden etkilenmeye başladıkları yıllardı da. Kısmen Hilal dergisi, çeviri yayın faaliyetleri ve İFSO'nun Türkçe'ye çevirmeye başladığı İslami kitaplar ile, kısmen Ortadoğu ülkelerine İslami eğitim görmek için gidip de geri dönen kişilerin oralardaki Müslümanların tecrübelerini aktarımlarıyla, kısmen Hizbu't Tahrir hareketinin İslami söyleminin kültürel çalışmalar ve bildirilerle Müslüman mahfillere taşınmaya başlanmasıyla özellikle üniversitelerde okuyan dindar gençler arasında İslami bilinçlenme konusunda ciddi ilgiler uyanmaya başlamıştı. 1960'lı yıllarda oluşan bu tarz ilgilerle İslam'ı kaynağından öğrenmek, vahiy kökenli kavramlara ve usuli çalışmalara yönelmek, İslami hareketlerin evrensel söylemiyle tanışmak, bidatlerden ve taklitçilikten arınmak, İslami faaliyetlerde cihad bilincine ulaşmak gibi düzensiz ama yaygınlaşan, geliştikçe de sistem tarafından kontrol edilmesi müşkülleşen bir İslami arayış ve bilinçlenme potansiyeli yükselmekteydi. Bu arayış ve bilinçlenme süreci gittikçe gelenekçi ve ulusalcı kabulleri zorlamaktaydı. İşte MB de böyle bir ortamda kurulmuştu.
1960'larda Konya Yüksek İslam Enstitüsü'nden mezun olan ve aynı şehirde vaizlik yapan İrfan Küçükköy, kitabında dönemin İslami bilinçlenmeye imkan sağlayan gelişmelerinden pek bahsetmez. Oysa bu yıllarda Küçükköy'ün yakın arkadaş grubundan Erişen, o yıllarda Mısır'da okuyan Abdülkadir Şener'le Seyyid Kutub ve İhvan-ı Müslimin, Suriye'de ve Irak'ta okuyan arkadaşları vasıtasıyla da oralardaki İslami hareketlerin varlığı ve fikri tartışmaları hakkında nasıl haberdar olduklarını belirtmektedir. Ayrıca İstanbul ve Afyon'dan tanıştıkları arkadaşlarının Hizbu't Tahrir ile olan ilişkisine dikkat çekmektedir. Arkadaş grubu olarak da Kur'an'da konu taraması yaptıklarını ve hareket kabiliyetlerini geliştirecek bütün ayetleri ezberlediklerini, aynı anlamda Küçükköy'ün de ifade ettiği gibi hadis ve siyer kitaplarını taradıklarını da belirtmektedir. İşte MB'nin Konya mensuplarını yetiştiren ortamın böyle bir arka planı vardır.
"Onlar etrafa etki edecek canlı bir İslami bakışa ve hayatın içinde bir imana sahip olmaya çalışmışlardır. Onlara göre İslam'da ruhban sınıfı yoktu. Herkes İslam'ı anlamalı ve anlatmalıydı. Buhranlarımız Kur'an'dan ve İslam'dan uzaklaştığımız için oluşmuştu. Mevdudi'nin ve Kutub'un etkisindeydiler. Sudur felsefesini ve ene'l-hak telakkisini yaşatan Mevlana'nın ve Muhittin Arabi'nin akidevi yanlışlıklarını Konya'da minberlerde, kahvelerde, evlerde, köylerde açıkça anlatıyorlar ve gittikçe ilgi gördükleri bir heyecan ortamı oluşturuyorlardı. Diyanet görevlileri kendilerini 'Kadızadeliler' ifadesiyle karalamaya çalışıyorlardı." Bu cümleler Erişen'in anlattıklarının bir özeti. Türkiye'de 1970'li yıllarda kök tutmaya başlayan tevhidi uyanış sürecini oluşturan etkileri irdelediğimizde, 1960'lı yıllar için Erişen'in anlattığı olumlu örneklere Malatya, Ankara, İstanbul gibi şehirlerde de rastlamamız mümkündür.
Erişen, Konya'da gerçekleştirilen faaliyetleri ve kültürlenmiş Müslümanları yönlendirme telaşı içinde birçok kişinin kendilerini ziyaret ettiğini belirtir. Osman Yüksel Serdengeçti, Cevat Rifat Atilhan, Necip Fazıl Kısakürek, Tahsin Demiray bunlardan bazılarıdır. Ama en çok Konya çalışmalarından dönemin İçişleri Bakanı Faruk Sükan rahatsız olur. Ve peşinden Hizbu't Tahrir çalışmalarından ayrılan Afyonlu ve İstanbullu bazı gençlerle tanışılır. Aykut Edibali'nin önder olarak sunulduğu bu ilişkiler MB'nin kuruluşu ile sonuçlanır. Küçükköy bu ilişki sürecini kendi açısından aktarmaktadır.
Erişen, MB kuruluşu ile İslam diye yola çıkıldığını; ama "birlikteliğin bir potada erimediğini ve milli kokuların bulunduğunu" belirtir. Allah ve ümmet için çalışan bir kardeşlik ortamı oluşturulması öncelenir. Ancak "millet" kavramı ümmet yerine, "ideoloji" kavramı da din yerine kullanılmaya başlanmıştır. Bu nedenle dönemin Türkçülerinin saldırılarına muhatap olunur. Amaç apolitik olmamak, 163. maddenin zulmünden kurtulmak ve İslami anlatıma daha uygun bir ortam hazırlamaktır.
"MB halis niyetlerle kurulmuştu. Ama fikri ve imani bir olgunluğa ermeden" kurulmuştu. "İslami düşüncesi ve İslami hareket anlayışı oluşmadan" ve netleşmeden davranıldığı için bazı kurucularda ve öncülerde fikri sapmalar baş göstermişti. Erişen'e göre bu konudaki rahatsızlıklar 1969 yılında ortaya çıkmıştı; ama ilk kalkıştaki samimi ve halis beklentileri yeniden yakalayabilmek için sabredilmeye başlanmıştı.
Hareketin öncü isimleri Aykut Edibali ve Yavuz Arslan Argun'du. İkisi de Afyon ve İstanbul'da Hizbu't Tahrir çalışmalarıyla ilişkide bulunmuş, emekli generallerden ve istihbaratçı Ziya Uygur ve Cevat Rıfat Atilhan ile irtibatları olmuş, dönemin Milliyetçiler Derneği ve Aydınlar Ocağı ile irtibatlı mukaddesatçı ekipten ve devletle ilişkileri konusunda isimleri çıkmış Peyami Safa, Mehmet Emin Alpkan, İrfan Atagün gibi kişilerle yakın ilişkiler paylaşmış kabiliyetli gençlerdi. Bu mukaddesatçı kesim geleneksel ve tasavvufi anlayışlarını ulusal kimlikle meczetmiş sağcı ve devletçi bir muhafazakarlığı taşıyorlardı. İhvan-ı Müslimin'in, Hizbu't Tahrir'in, Cemat-i İslami'nin ve Rabıtatu'l Alemin'in ürettiği kültürün Türkiye'deki etkisini kırmayı önemsiyorlardı. Onlara göre Müslüman gençler arasında denetimsiz bir gelişim vardı. İşte böylesine bir anlayışa sahip olan dönemin muhafazakar elitleriyle görüşen söz konusu gençler, İslami hareketlerin söyleminden etkilenen gençleri de aralarına çekerek Konya'da MB'yi kurmuşlardı. Hareket 1970 yılında 10 yıl devam edecek bir de haftalık Yeniden Milli Mücadele dergisi çıkartmıştı.
Her ne kadar fikri liderlik kolektif bir bilinci ifade etse de MB ve YMM dergisinin fikri liderliğini ve sonra da fiili liderliğini Aykut Edibali gerçekleştirdi. Edibali, sağcılık ve millilik kavramlarına, Osmanlı devlet sistemi ve kültürüne İslami anlamlar katarak, dönemin Türkçe'ye aktarılan İslami literatüründen ve Hizbu't Tahrir metinlerinin önemli vurgularından yararlanarak (İslam Nizamı, Hizbi Kitleleşme, Mefhumlar, Tefkir kitapları ve bildiriler) hareketin kimliğini oluşturan bazı kültür metinlerini kaleme aldı. Sanki sağcılık, millilik, vatan kelimelerinin arkasına gizlenerek ciddi bir İslam inkılap birliği örgütlenmeye başlanmıştı. Bu çıkışın etkisi, 1960'lı yıllarda İslami duyarlılığı canlı ve bilinçlenme arayışı içine giren birçok Müslümanı şemsiyesi altına çekti.
YMM hareketinin kültür metinlerinden en önemlisi "İnkılap İlmi" idi. Bu metin, kültür çalışmalarında bir İslam inkılabının takip edeceği yolu ve sünnetullahın gereklerini göstermek amacıyla öğretiliyordu. Lakin bu kültür çalışmaları içinde kullanılan ve Erişen'in ihtilaf nedeni olarak ifade ettiği sağ, millet, milli, milli devlet, vatan, bayrak gibi kavramlar İslami ıstılahlarla izah ediliyordu; ama İslam inkılabını gerçekleştirmek için YMM hareketine koşan insanlar, bu ulusal kavramların mı İslam'a hizmet ettiğini yoksa İslami değerlerin mi bu ulusal kavramlara hizmetçi kılındığını ayırt edecek yeterli bir birikime, olgunluğa ve tefekkür yetisine henüz ulaşabilmiş değillerdi.
YMM kültürünün etkileyici düşünsel ve cemaatsel çemberi altına giren birçok samimi Müslüman, bağımsız İslami kimlik inşası inancıyla sentez bir kimlik şartlanmasına itiliyor, bu gelişim seyri ise muhafazakar elitleri rahatlatıyordu. Hatta Küçükköy'ün ifade ettiği gibi bu elitler, Bizim Anadolu ve Bayrak gazetelerinin temini, dönemin Başbakanıyla muhataplaşma gibi bazı katkılar da sağlıyorlardı. MB çıkışıyla, yaygınlık kazanan İslami bilinçlenme sürecinin dağınık bireyleri, öncelikle inkılapçı bir jargonla etki altına alınıyor ve tüm İslami görüntüye rağmen eklektik milli bir kimlikle kuşatılıyorlardı. Bu kuşatma halinin kendiliğinden bir gelişmeyle mi, yönlendirilmeyle mi yoksa derin devlet tarafından mı gerçekleştirildiği tartışılsa da, sonuç itibariyle çok önemli değildi. 1960'lı yıllarda başlayan Türkiye'deki İslami uyanış çabaları tevhidi bir bilinç ve hareket düzeyine ulaşamadan, milli sembollerle kuşatılmış, 1970'li yılların ortalarına kadar kontrol altında tutulmuş ve saptırılmıştı. Bu arada benzer bir senaryoyu Anadoluculuk akımından devraldığı bin yıllık tarih teziyle demokratik alanda yeniden yazmaya çalışan "Milli Görüş" hareketi ise başka bir trajedimizi oluşturmaktadır.
Şamil Tayyar'ın Küçükköy'ün kitabındaki verilerden kalkarak, "Hareket derin devlet tarafından kurulmuş olabilir mi?" tarzındaki sorusuna Ahmet Taşgetiren karşı çıkmaktadır. Lakin YMM mecmuasında Milli İstihbarat Teşkilatı'na önem verilmiş ve MİT'in millileştirilmesi savunulmuş olsa da resmi istihbari bilgiler açıklanıncaya kadar bu tarz bir ilişki ağı hakkında kesin bir hükme varmak mümkün değildir. Ama hareketin, sağcı muhafazakar kesimin etkisi altında kurulduğu kesindir ve bu kesimle hareket dağılıncaya kadar ilişkiler hiçbir zaman kopmamış, aksine Türk milliyetçiliği ve "Milli Cephe" söylemiyle bütünleşilmeye gidilmiştir.
Aykut Edibali önce Yavuz Arslan Argun'un telkinleriyle, sonra da hakkında oluşturulan karizmayla hareket içinde sorgulanamaz bir üstad ve lider konumuna getirilmiştir. Aralık 1969'da Argun siyasi bir cinayet suçlamasıyla uzun bir dönem yargılanmaksızın cezaevinde tutulmuş ve bu süreç içinde Küçükköy'ün aktarımlarına göre MİT ve mafya ile irtibatlı kişilerle ilginç ilişkilere girmiş, dönemin mafya babası Oflu İsmail'le kurduğu yakınlığı Edibali'yi de katarak devam ettirmiştir. Mücadelecilerin birlikte yaşadıkları dönemde Edibali'nin teşkilatla haftada bir kere, o da çok sınırlı bir süre içinde görüşmesi, teşkilattan sorumlu hale getirilen İrfan Küçükköy'le bazen en önemli konuları evinin kapı aralığından 20 dakikayı bile geçmeyecek şekilde değerlendirerek geçiştirmesi, mücadeleci öncüler tarafından hep Edibali abilerinin meşguliyetine verilmiştir. Ama üstad hale getirilen Edibali'nin diğer zamanlarda nerelerde gezdiği ve kimlerle görüştüğü teşkilatı için hep muamma olarak kalmıştır. Ama Küçükköy bu tarz muammalarla ilgili soruları, kendisini hareketten 1978 yılında tasfiye eden Aykut Edibali abisine hala tazimde bulunarak sadece onun verdiği bilgilerle açıklık getirmeye çalışmaktadır. Bu hal de İslami ilkelere değil, teşkilatın gücüne ve liderine bir aidiyet psikolojisini ifade etmektedir.
Sapma ve Saptırma Formu Karşısında Muhasebe İhtiyacı
1970'ten itibaren aktif faaliyet gösteren MB kurucuları Konya'dan İstanbul'a çağrılarak fiili eğitim ve teşkilat çalışmalarından uzaklaştırılmışlardır. Edibali, mecmuanın 28. sayısında yazdığı baş yazıda Müslüman milletlerle yapılacak ittifakın yeterli olmadığı gerekçesiyle Amerika ile müttefik olmak gerekliliğini açıklamıştır. (1970) Oysa Türkiye'de hareket judeo-grek menşeli denilen kapitalist sisteme karşı kurulmuş (Sayı 2, 1970), hayatın bütün müşküllerinin her türlü tahrif ve sapmadan beri olan Kur'an'la çözüleceği, onun bünyesinden çıkan ideoloji dışındaki diğer ideolojilerin şirk ideolojisi olduğu ilan edilmiş (Sayı 15, 1970) idi. Kısa bir zaman içinde YMM tezlerinin hilafına ve hiçbir öncüyle istişare edilmeden ortaya konan bu teze önemli tepkiler geldi. Edibali tepkiler karşısında bu sefer "Kurtuluş İslam'da" başlıklı bir başmakale yazdı ve İslam anlayışının bulandırılması tehlikesinden bahsetti. (Sayı 44, 1970) Ancak İslam anlayışının bulandırılmasına Edibali sekiz hafta sonra devam etti ve Mihri Belli'nin Milli Demokratik Devrim tezine paralel bir yol tutturdu.
İslami kurtuluş için önce tam millilik sağlanacaktı. Milletin ümmet olduğu tezinden de vazgeçildiği "Türk kavmi Oğuz Han zamanında millet olma seviyesine gelmişti" cümlesiyle ilan edilecekti (Sayı 52, 1971). Peşinden "Türklerin" "beş bin yıllık" tarihi keşfedilerek (Sayı 115, 1973) Kürt kökenli mücadeleciler tasfiye edilmeye başlanacak ve çıkartılan üç aylık Gerçek dergisinde Edibali yeni ideolojinin İslam'ı değil "Büyük Türk Kültür Sistemi"ni ifade ettiğini vurgulayarak tam bir kimlik sapması içine girecek ve kendi karizmatik liderliğine itaat ettirdiği mücadelecileri de arkasından sürükleyecektir. Peşinden kurulma tartışmaları yapılan Devlet Güvenlik Mahkemeleri'ni savunmak için komiteler halinde halktan imza toplanacak ve utanç verici bir miting düzenlenecektir.
1975 yılından itibaren YMM hareketinde artık her icraat utanç vericidir. Aykut Bey'e Topkapı Sarayı'nda düğün yapılırken, lüks semtlerde evler alınırken, mücadeleci yazar kadrosu asgari geçim indiriminin altında bir gelirle idameyi hayat eylemeye çalışmaktadır. Çözüm olarak AP içinde çalışma yolları aranmakta ve mücadeleciler kırat bayrağı sallama onursuzluğuna sevkedilmektedirler. Bu sapmaya karşı çıkan arkadaşlarımızın kaldığı öğrenci yurdunu basmak için Ankara'dan Melih Gökçek gibi isimlerin liderliğinde bir grup mücadeleci İstanbul'a taşınmak istenmiştir. Devreye MİT ve mafya tehditleri girmiş, gidişata itiraz edenlerimizden bazıları korunmak için silah taşır hale gelmiştir. 1976 yılında İstanbul Şile'de yapılan yaz kampında muhalefetin sesini bastırabilmek için kampa "teşrif eden" Edibali, yanında getirdiği Ehli Sünnet'in klasik kitaplarından zalim sultana itaat etmekle ilgili pasajları okuyarak ne kadar çapsız ve zavallı bir insan olduğunu ortaya koymuştu.
Artık hareket, İslam devleti için ulaşılacak ilk merhale olarak gördüğü Milli Devlet'in seküler çemberi içine girmiş, milli bütünlük için geleneksel ve tasavvufi eleştirilerden vazgeçilmeye başlanmış, dönemin tevhidi uyanış iskelelerinden olan Düşünce dergisi ve İP çevresi bazı kere kökü dışardalıkla, bazı kere de ve MİT ajanlığı ile suçlanarak harekete muhalifleşen mücadelecilerin de tevhidi bilinçlenme süreci ile muhataplaşması engellenmeye çalışılmıştır. Hareket, 1978'den itibaren Edibali'ye tarikat anlayışı içinde hizmet edecek ufak bir gurup dışında adeta dağıtılmaya çalışılmış, kimliği tahrif edilen mücadeleciler ise büyük ölçüde muhafazakar elitlere, muhafazakar kurumlara ve partilere sığınmışlardır. YMM mecmuasının önemli yazarlarından Hüseyin Gülerce gibiler ise Mücadele Birliği'ndeki eksikliği, manevi bir büyük olarak gördükleri ve 12 Eylül 1980 ihtilali ile önü açılan "gönül insanı" Fethullah Efendi'ye intisap ederek gidermeye çalışmışlardır.
Sonuçta, YMM kadroları büyük ölçüde İslami bilinçlenme süreciyle ilgili heyecanlarından uzaklaştırılmışlar, önemli oranda dağıtılmışlar, savrulmuşlar ve Kemalist sistemin sağcı politikalarını savunur hale gelmişlerdir. Örneğin Küçükköy, Yavuz Arslan Argun hakkında istihbarat birimleriyle ilgisi üzerine yaptığı değerlendirmede, onun MİT başkanı olsa bile davası ve teşkilatı adına hareket edeceğinden şüphe duymayacağını söyleyebilmektedir. Artık teşkilatçılık bir din haline gelmiş ve MİT'i ve ulusal devleti savunmak ile davayı savunmak aynı düzlemde ele alınmaya başlanmıştır. Bu noktada MB'yi lider mi, ikinci lider mi veya MİT mi dağıttı sorusu önemini yitirmektedir. Çünkü en azından derin devletin gözünde MB büyük ölçüde 1960'lı yılların genç ve diri Müslüman dimağlarını kazanmış, büyük çoğunluğunun kafalarını düzene ayarlı hale getirmiş ve tarihi fonksiyonunu tamamlamıştır. MB sürecini iyi okuyan Taha Akyol, Necmettin Türinay, Cemil Çiçek gibi isimler daha 1970'li yılların ortasında gemiyi terk etmiş ve daha zengin ve büyük limanlara yönelmişlerdi.
Erişen, MB kuruluş aşamasındaki kavramsal sapmalara ve eklektik kimliğe dikkat çektiğimizde "MB, fikri ve imani bir olgunluğa ermeden kuruldu... O zaman bu kadar görebiliyorduk." derken; Küçükköy ise biz hep "devlete, devlet kurumlarına, Emniyet'e ve Ordu'ya güveni artırmaya çalışıyorduk." beyanında bulunuyor. Ve hareket içinde ihtilafın, fikriyat üzerindeki şüpheden, teşkilat meselelerinden değil, basit ve hissi sebeplerden kaynaklandığını belirtiyor. Küçükköy, böylece MB gücünün hangi nedenle eridiği gerçeğini keşfettiği zannı ile kitabını sonuçlandırıyor.
Ahmet Taşgetiren'in "Mücadele Birliği hadisesinin bir özeleştirisinin yapılmasını, benzeri misyonu paylaşan tüm hareketlerin daha sağlıklı gelişmesi için zaruri" görmesi önemlidir. Gülerce'nin dediği gibi "Mücadele Birliği; yaşandı ve geçti". Ama ulusal sembol ve değerlerle varlıklarını sürdürmekten çekinmeyen birçok dini cemaat MB ile yaşanan benzeri saptırıcı formlarla iç içe bulunmaktadır. İslamilik iddiasındaki faaliyetler artık derin devlet ilişkilerinden ve ulusal ve uluslararası güçler tarafından kullanılan çalışmalar olmaktan kurtarılmalıdır. Bu da ancak İslami kimliğimizi örtmeden, ulusal sembollerin ve kavramların lekelerinden arınarak gerçekleştirilebileceğimiz bir ibadettir.
MB söyleminde 1960'lı yıllarda millet, vatan, bayrak kavramlarıyla, millet ideolojisi ve bin yıllık tarih aldatmacalarıyla gerçekleştirilen mani-pülasyonu, 30 yıl sonra Müslüman mahallesinde salyangoz satar tarzda İsmet Özel gibi Türkiyeci Türkçülerin tekrar piyasaya sürmesi veya İslami faaliyet gösteren çoğu çevrenin bu tarz söylemlerden hâlâ kurtulamaması, MB çevresinde oynanan oyunların dikkatlice tartışılmasını bir kez daha gerekli kılmaktadır. Ayrıca 1970'li yılların ortalarından bu yana var olan tevhidi uyanış sürecinden kavramsal ve metodik anlamda uzaklaşan birçok cemaat bakiyesi ve bir zamanların etkin kişileri de aynı saptırıcı formun kuşatmasıyla yüzyüzedirler. Bu konuda en önemli uyarı ve özeleştiri hakkı ve imkanı, İslami kimliği ile yaşadığını düşünen eski mücadelecilerin elindedir. Üzücü olan ise bu kişilerin bir-iki istisna dışında 25-30 seneden bu yana sürdürdükleri suskunluklarıdır. Bu kişiler birçok dergide, gazetede yazı yazmakta, STK'larda görev almakta, Müslümanlara hitap eden mikrofonlara konuşabilmektedirler. Ayrıca bu görev, tarihi kirlerinden arınabilmeleri için bütün eski mücadelecilerin de sorumluluğudur.
İç çürümeyi ve çürüme nedenlerini teşhis etmeden, bu çürümeye karşı tavır almadan, dış hedefler için yapılacak kalkışların büyük aldanma ve aldatmacalar oluşturacağının artık keşfedilmiş olması gerekir.