Dün kimyasal silahlar bulundurduğu savıyla Irak'ı işgal eden ABD, bugün de İran'da nükleer silah üretildiği veya üretilmeye teşebbüs edildiği savı ile yeni bir gündem ve cephe oluşturma çabasındadır. Başta kendisi olmak üzere nükleer silahlarla donanmış emperyalist ülkelerin dünyayı yok etme tehdidi üzerinde durmayan en büyük savaş aygıtı ABD; İran, Kuzey Kore, Pakistan gibi savunmaya ve enerji üretimine dönük nükleer tesis oluşturmaya çalışan 3. Dünyalı/Güneyli ülkeleri sürekli baskı altında tutmakta ve nükleer silahlardan uzak durmaları konusunda tehdit etmektedir. Ama sıra İsrail'in kitle imha silahlarına ve nükleer aktivitesine gelince ABD gündemi değiştirmeye çalışmakta veya susmaktadır. Nükleer silahlar söz konusu olduğunda ABD'nin İsrail karşısındaki çifte standartlı tavrı hemen sırıtmaktadır. Dünya'da olduğu gibi Türkiye'de de ABD sever medya derhal bu konuda İsrail'le ilgili koruyucu kanatlarını germektedir.
İsrail'in kitle imha silahlarına sahip olma arzusu kurulduğu yıllarda başlar. İsrail'in nükleer silah üretimi konusundaki serüveni ve ulaştığı sonuçlarla ilgili Türkçe'de kaleme alınan ender yazılardan birisi Kudüs Dergisi'nin ilk sayısında yayınlanmıştı. Turan Kışlakçı'nın "Kitle İmha Silahları ve İsrail" başlıklı makalesi, önceleri Fransa ve Güney Afrika'nın ama sürekli olarak ABD'nin desteği ile İsrail'in ulaştığı korkutucu nükleer imha gücünü gözler önüne sermektedir.
Kışlakçı'nın makalesindeki İsrail'in nükleer gücü hakkında dayandığı kaynaklardan yaptığı aktarımlar kadar; 1986 yılında İsrail'in nükleer silah programını dünyaya duyuran nükleer teknisyen Mordehay Vanunu'nun 'vatan hainliği' suçu ile 18 yıl yattığı İsrail zindanlarındaki hücre mahkumiyeti bittikten sonra tekrar gündem olmasıyla birlikte İsrail'in nükleer gücü hakkında bir çok veriye daha ulaşıldı. Vanunu özellikle 1964 yılında Güney Filistin'deki Negev Çölü'nde işletilmeye başlatılan "Dimona Nükleer Reaktörü" hakkında ifşaatlarda bulundu. 1986'da kaçtığı Avusturya'dan İngiltere'ye geçerek bu reaktörde çektiği çok özel fotoğrafları Sunday Times gazetesinde yayınlatarak İsrail'in nükleer gücü ve silah kapasitesi konusunda tüm dünyanın gözünü açtı. Aynı yıl MOSSAD operasyonu ile İtalya'da yakalanıp İsrail'e getirilen Vanunu'nun 1989-1995 tarihleri arasında ifşaatlarını ve serüvenini konu edinen altı kitap yazıldı.
ABD'deki genel seçimler yaklaşırken yeni hedef ülke olarak seçilmeye çalışılan İran'ın nükleer kapasitesi üzerinde farklı spekülasyonlar yapılırken; artık bütün dünya Vanunu'nun itiraflarına gerek kalmayacak bir düzeyde İsrail'in kitle imha silahları hakkında malumat sahibidir. Mordehay Vanunu'nun ifşaatları sırasında İsrail'de 200 adet nükleer başlıklı füze bulunuyordu; şimdi ise menzili 1500 km.leri bulan 500 nükleer füze bulunuyor. Dimona reaktöründe yılda 10-12 adet termonükleer bomba üretilmektedir. 18 Haziran 2000 tarihli Sunday Times'taki açıklamalara göre; İsrail, denizatlılardan ateşlenen, 950 mildeki hedefleri vurabilen nükleer Cruise füzelerine sahiptir. Yine 2001'de ise her biri dört nükleer Criuse füzesi taşıyabilen dört denizaltıya sahipti.
İsrail, 1957 yılından itibaren Güney Afrika'da, Hindistan'da, Tayvan'da nükleer denemelere başladı. Bu denemelerde genellikle İsrail'in elinde bulunan nükleer silahların minyatürleri test edilmektedir. Bu denemeler ABD ve Rus uyduları tarafından rapor edilmişlerdir. Zaten Vanunu, serbest kaldıktan sonra yaptığı bir röportajda, ABD ile Avrupa'nın İsrail'in nükleer silahları hakkında bilmeleri gereken her şeyi bildiklerini belirtmiştir.
İsrail, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması (NPT)'nı imzalamayan, dolayısıyla da nükleer tesislerini uluslararası denetime açmayan ender ülkelerden birisidir. İsrail, emperyal amaçları ve Siyonist yayılmacılığı nedeniyle ABD vetosuna rağmen BM'de mükerreren kınanmış ve suçlanmıştır. Böylesine yayılmacı ve emperyal bir gücün elinde uluslar arası denetimden bağımsız olarak kitle imha silahlarının bulunması korku ve endişe saçan vahim bir durumdur. Siyonist güçlerin bu vahim gerçeği, tüm Ortadoğu'yu saracak hatta Rusya'ya ulaşacak şekilde arzı endam etmişken, İsrail'in bu yıkıcı gücünü hiç gündeme taşımaksızın İran'daki bir takım nükleer reaktör çalışmalarının sanki çok vahim ve yakın bir tehlikeymiş gibi gündemleştirilip üzerine gidilmeye çalışılması açıkça iki yüzlü bir yaklaşımdır. İsrail tehdidini ve nükleer gücünü gündemleştirmeyen tüm bu tarz yaklaşımlar insanın zihninde "taşları bağlayıp köpekleri salma" modelini canlandırıyor. Üstelik salyası akan saldırgan bir köpeğe karşı taşa sarılınması doğal bir refleks olarak algılanmalıdır.
Ortadoğu'nun imkanları karşısında asıl salyası akan güç ABD emperyalizmidir. Ama en ufak tırmıktan korkan bu güç, aynı zamanda yükü ve acıyı bölüşecek bir saldırgan müttefikler ordusu da oluşturmaktadır. ABD güya, 1977'den beri kendi yasaları gereğince nükleer silah üreten ülkelere maddi yardım yapamıyordu. Ama biliyoruz ki Siyonist İsrail'in her yılki bütçe açığı ABD'den gelen 3-4 milyar dolar yardımla denkleştirilebiliyor. Siyonistlerin Filistin topraklarını bölen tecrit/ayrım duvarı da ABD fonlarından verilen milyarlarca dolar ile yapılmaktadır. Sırf bu gerçek bile İsrail'in nükleer gücünün ABD güdümünden ve yayılmacılığından ayrı düşünülemeyeceğini göstermektedir. ABD taşeronu İsrail ile şimdi de nükleer füzelere karşı havadan ateşlenebilen lazer silahı projesi üzerinde çalışmaktadır.
Irak'ın son işgali sırasında ve öncesinde ABD yayılmacılığına karşı başarılı bir gündem oluşturabilen savaş karşıtı ve küresel kapitalizm karşıtı güçler, şimdi bağlanmaya çalışılan taşlarla değil saldırgan ve başıbozuk köpeklerle uğraşmak yükümlülüğü ile karşı karşıyadır. İsrail'in nükleer savaş gücü mızrağın ucudur. Doğayı, ekini ve tüm nesilleri tahrip edecek olan nükleer imha silahlarının kaynağı; yani mızrağın gövdesi öncelikle ABD'dir. İran, Kore gibi ülkelerin nükleer tesislerinin her denetlenmesi gündeminde, sesimizi daha gür çıkartmalı ve İsrail'in ve ABD'nin öncelikle denetlenmesini, sınırlandırılmasını, nükleer kirlilikten arındırılmasını haykırmalıyız. Öncelikle ABD'nin ve Siyonist İsrail'in nükleer savaş gücünün dehşetini ve vahametini gündeme getirmeli ve kitlelere nasıl bir uçurumun eşiğinde olduklarını göstermeliyiz. Bu görüntü masal projelerle oyalanan Amerikan halkı için de gereklidir.
1999'da Seatlle'de başlayan küresel kapitalizm karşıtı heyecanı, nükleer savaş aygıtlarına ve kitlesel imha silahlarına sahip emperyal devletlere ve taşeronları İsrail'e karşı, yaygın ve zengin alternatif bir direnişe ve kazanıma dönüştürmek niçin mümkün olmasın.