1- Modernizmin en ayırt edici özellikleri nelerdir? Modernizm batılı olmayan toplumlara telkin mi edilmiştir, yoksa bu toplumlar modernleşmeyi kaçınılmaz bir süreç olarak mı algılamışlardır?
Modernleşme, dünya çapında çok derin etkileri olan "dünyasal" bir dönüşümün adıdır. Modernleşme süreçleri, Yeni Dünya'nın keşfi (1492) ile başlıyor. Bu süreçler içerisinde, tüm eski biçimlerin yerini yeni biçimler almıştır. Modernleşme dünyaya ve evrenselliğe açılma olarak da tanımlanabilir. Modernleşme süreçleri, iman-akıl, din-hümanizm arasındaki çatışmalarla somutlaşır.
Ortaçağ Avrupası'nda dinsel bir toplum anlayışı egemendir. Bu anlayış tek boyutlu bir anlayıştır ve her durumda bireyi edilgen kılmaktadır. 16. Yüzyıl'da Hümanizm akımıyla birey ortaya çıkıyor. Bu yüzyılda dinde reformasyon ve laikleşme yaşanıyor.
17.Yüzyıl'da İngiliz Sanayi Devrimi ve Fransız Siyasal Devrimi yaşanıyor. Bu yüzyıl rasyonalizm yüzyılıdır. Bu yüzyılda akıl din karşısında özerkliğini kazanmıştır. Sanayileşme ile birlikte Avrupa'da derin toplumsal ve siyasal değişiklikler gerçekleştirilmiştir.
Laikleşme ve rasyonelleşme temelinde yükselen yeni bir dünya görüşü içerisinde, dinsel egemenliğin yerini ulusal egemenlik alır. Kralın egemenliği düşüncesi yerini halkın egemenliği düşüncesine terkeder.
18. Yüzyıl aydınlanma yüzyılıdır. Aydınlanma dönemi, atavizmden, gelenek ve göreneklerden arınma dönemidir. Bu dönemde Avrupa'da, birey, akıl ve bu dünya bilinci yükselir. Bu dönem aynı zamanda pozitivist akılcılığın yüceltildiği bir dönemdir. Modernleşme süreçleri 19. yüzyılda bilim, 20. yüzyılda demokrasi ile yeni boyutlar kazanır. Modernleşme süreçleri içerisinde hayatın hemen her safhasına akılcı bir mekanizma egemen olur.
Modernleşme süreçleri içerisinde insanlık ruhunu, kalbini yitiriyor. Aklın din karşısında özerkliğini kazanmış olması nedeniyle ruhsal bir boşluk yaşanıyor. Aydınlanma döneminde inanmak ne kadar sorun oluyorsa, inanmamak da bir o kadar sorun oluyor.
Avrupa modernleşme süreçleri içerisinde kendi kendisi ile savaşarak kendisini sürekli yenileyebiliyor. Modernleşme dönemlerinde İslam Dünyası içine kapanmıştır. Hemen her konuda sadece duygusal tepkiler içerisindedir. Modernleşme süreçleri boyunca İslam Dünyasında teslimiyetçi bir iyimserlik egemendir. Halklar kurtuluş kehanetlerine bel bağlamışlardır. İslam dünyasında gerçekçi olmayan duygusal siyasetler vardır. Tekrar eden, taklit eden, örnekleştiren, tektipleştiren bir kültürün egemenliği yüzünden İslam toplumlarında tam bir sessizlik yaşanmaktadır. Modernleşme aynı zamanda bir evrenselleşmeyi de amaçladığı için, kuşkusuz Batılı olmayan toplumlara telkin edilmiştir. Bunun yanında, modernleşmeyi kaçınılmaz bir süreç olarak algılayan toplumlar da vardır.
2- Müslümanların modernleşme karşısında geliştirdikleri eleştirileri nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu eleştiriler (Örneğin, teknoloji konusundaki yaklaşımlar) realiteye tekabül ediyor mu? Sizce bu eleştirilerin ne kadarı Batı'nın kendi içinde modernliğe karşı geliştirdiği eleştirilerden veya içine kapanan gelenekçi tutumun çözümsüz tepkiselliğinden etkilenmiş, ne kadarı Kur'an merkezli bir cevap çözümlemesine yönelebilmiştir?
Modernleşme süreçleri, Avrupa'da sürekli yeni oluşumları gerçekleştirirken İslam Dünyası'nda hayat, "din" aracılığıyla dünyaya yenilenmeye, zenginleşmeye ve değişime kapandı. Geleneksel (atavist) toplumların en belirgin özelliği, bu toplumların durağan, kapalı ve durgun toplumlar olmasıdır. Böyle toplumlarda toplumsal yapı çok katı kurallar üzerinde durur. Bu toplumlarda her alanda ancak geleneğin mirası içerisinde hareket edilebilir. Kimse bu mirasın sınırlan dışına çıkmaya cesaret edemez. Geleneksel toplumlarda algılama ve davranış biçimleri kuşaklar boyunca hiç bir değişime uğramaz.
17. Yüzyıldan sonra Müslümanlar modern tarihten tümüyle çekildiler. Müslüman halklar büyük bir umursamazlık içerisinde, yaşadıkları dünya kendilerinin değilmiş gibi hareket etmeye başladılar. İslam toplumlarında kitleler nesneleştirildiler. İslam toplumlarında tek özne padişah/sultan/ kral/halifeydi.
Müslümanlar modernleşme olgusu üzerinde bütünsel çabalar içerisine girmediler. Müslümanlar modernleşme süreçlerinin kimi parçaları üzerinde çalıştılar. Modernleşme ile karşı karşıya gelen Müslümanların ilk tepkileri, Avrupa'nın sahip olduğu araçları almaya yönelik reformlar yapmak yönündeydi. Bunun için İslam Dünyası'ndan pek çok öğrenci Avrupa'ya gönderildi. Avrupa'ya gönderilen öğrenciler burada modernizmin başka yüzleri ile karşılaştılar. Modernleşmeyi bilimin pratik hayata teknoloji biçiminde yansıması olarak kabul eden Müslümanlar, teknolojiyi alarak modernleşeceklerini sandılar. İki yüzyıl boyunca süren modernleşme çabaları bütünüyle sonuçsuz kaldı. Müslümanlar, modern/laik uygarlığın, düşünsel ve kültürel unsurlarından bağımsız olarak kendi dünyalarına kazandırılmayacağını düşünemediler.
3- İslam Ülkeleri'nde ve Üçüncü Dünya'da modernizm olgusuna duyulan zihinsel ve davranışsal yakınlık modernist tutumun oluşmasına neden olmuştur. Seyyid Ahmet Han veya Cemalettin Afgani örneklerinden hareketle İslam dünyasındaki düşünürlerin modernizme yönelik tavırları arasındaki farklılığı nasıl değerlendiriyorsunuz? Ve bu farklılığı aynı kategoride vasıflandırabilir miyiz?
Modenleşme olgusu Batı toplumlarının yalnızca maddi hayatının gelişmesine katkıda bulunmuştur. Modernleşme yoluyla insan varlığının yalnızca maddi boyutu iyileştirilmiştir. Modernleşme yoluyla insanlık bir yanda büyük maddi imkanlara sahip olurken bir diğer yanda da bu imkanlardan daha ağır sorunlarla karşı karşıya gelmiştir. Modernleşme maddi anlamda yapıcı bir süreç olarak kendini gösterirken, bir diğer yanda da yıkıcı bir süreç olarak somutlaşmaktadır. Modernleşme tarihi insanlık acılarının sınırsız bir biçimde yükseldiği bir tarihtir.
Seyyid Ahmed Han'ın modernleşme karşısında siyasal bir tavrı ve eylemi yoktu. Uzlaşıcı bir kişiliği vardı. Taklitçi bir kültürle mücadele eden bir eğitim adamı ve tarihçiydi. Hayata ve dünyaya daha çok bir rasyonalist gibi bakıyordu. Seyyid Ahmet Han, İslam'ın modern bilgilerle birlikte öğrenilmesi gerektiğini savundu. Ben, Seyyid Ahmet Han'ın bir tür İslam-Batı sentezcisi olduğunu düşünüyorum. Cemaleddin Afgani İslami temellere dayalı bir yenilenmenin, uyanışın ve bağımsızlığın, derinlikli, coşkulu, kişilikli, güçlü, iradeli, haysiyetli bir öncüsüydü. Cemaleddin Afgani hayatını İslam'ın yeniden dünyaya dönüşüne adadı. Cemaleddin Afgani, siyasal İslam'a gönül vermiş bir eylem adamıydı. Teslimiyetçiliğe, esarete ve uzlaşmacılığa karşıydı. Afgani, modernizmin teknik açıdan kavranmasını ve Avrupa'nın yükselişini sağlayan nedenlerin bilinmesini istiyordu.
4- Modernlik ve modernleşmeye karşı İslam dünyasında nasıl sahih bir alternatif oluşturulabilir?
İslam Dünyası halen kendisini hamasi bir kültürle ifade etmeye çalışıyor. Hamasete ve romantizme yaslanan halklar yaşadıkları dünyanın gerçeklerle yüzleşemezler. İslam Dünyası büyük bir ufuksuzluk ve boyutsuzluk içerisinde yaşıyor. Müslüman halklar propagandacı bir söyleme koşullandırıldıkları için, içerisinde yaşadıkları kültürel hiçliği ve bilinç bunalımını aşamıyorlar.
İslam Dünyası kendisini İslami kimliği doğrultusunda düşünsel ve kültürel olarak yeniden inşa etmek durumundadır. İslam Dünyasında anlam ve amaç bilincinin yenilenmesi gerekiyor. İslam toplumlarında İslam'a özgü bütün boyutların temel bir bütünlük içerisinde yerli yerine konulması gerekiyor.
İslam Dünyası'nın akla ve bilgiye dayalı bilinçle, kalbe ve aşka dayalı bilinci bütünleştirmesi hayati bir zorunluluktur. Dış dünya bilinci ile iç dünya bilincinin bütünleştirilmesi de hayati bir önem taşımaktadır. İslam Dünyası'nda bir yanda akla karşı güvensizlik içerisinde bulunan, bir diğer yanda da kalbe karşı güvensizlik duyan akımlar vardır. Bu durum bilincin parçalanması sonucunu doğuruyor. Hepimiz bilincin bütünleştirilmesi yolunda çabalar harcamalıyız. Özsüz, ruhsuz biçimciliğe, deruni boyutu zayıflamış anlayışlara karşı dikkatli olmalıyız. Her şeyden önce temel anlamlara ve temel amaçlara yönelmeliyiz.