Talim ve Terbiye Kurulu (TTK) Başkanı Prof. Dr. Ziya Selçuk başkanlığında, kurul üyeleri ile değişik kişi ve kurumlarla işbirliği halinde yeni müfredat çalışmalarının yürütüldüğü, çoğu dersin yeni müfredata göre yeni kitaplarının basıma hazır hale getirildiği, MEB yetkililerince kamuoyuna yansıtıldı.
Yeni müfredattaki yenilikler, öğretim yöntem ve teknikleriyle, kullanılan öğretim araç ve gereçleri, ders kitaplarında yapılan değişikliklerle kendini gösteriyor. Ders kitaplarında görülen, hayatı siyah -beyaz ikileminde tanımlayan yaklaşımın terk edileceği, olguları gri tonlar- ağırlıklı bir tanımlamanın benimseneceği ifade ediliyor. Örneğin, "ya sev ya terk et", "alırım ya da ölürüm" gibi uçlarda sonuçlar doğuran ve ders kitabındaki "soğuk su içersek hasta oluruz" tipinde doğruluğu genelgeçer olmayan bilgi/data veya dogmalardan beslenen cümle, tanım ve yargıların öneri içeren, yorumlanabilir bir tarza dönüştürüleceği bizzat TTK başkanınca açıklanmıştır.
Yeni Zeka Tasnifleri
Önceleri sözel, sayısal ve eşit ağırlıkla olarak üç tür zeka grubuna ayrılan öğrenciler bundan böyle sekiz tür zeka grubuna ayrılmaktadır. Bu zeka türlerini şöyle sıralayabiliriz:
1. Sözel-dilsel zeka
2. Mantıksal-matematiksel zeka
3. İçsel-kişisel zeka
4. Doğacı-varoluşçu zeka
5. Görsel ve uzamsal zeka
6. Kişiler arası-sosyal zeka
7. Bedensel-knestetik zeka
8. Müziksel-ritmik zeka
Öğrenciler sekiz tür zeka grubundan bir veya birkaçına girebiliyor. Bu zeka türleri öğrencinin ilgi ve yeteneğine uygun olarak yönlendirilmesi ve derslerde öğretmenin uygulayacağı anlatım yöntemlerinin temel belirleyeni olarak kurgulanıyor. (Eğitimciler Birliği Sendikası Kurucu Başkanı Müteveffa Akif İnan'ın rahle-i tedrisinde bulunduğunu beyan eden TTK Başkanı'nın bu konuları ayrıntılı olarak işlediği başkaca yazarların da katkıda bulunduğu "çoklu zeka kuramı" isimli bir eseri mevcuttur.)
Yeni Hazırlanan Kitaplar
Yeni müfredatın önemli bir boyutunu takdir edileceği üzere ders kitaplarındaki değişiklikler oluşturmaktadır.
Türkçe: Özellikle gramer konuları daha ileriki yıllara ötelenmektedir. İlköğretim okuma yazma programı değişerek tümdengelim yerine tümevarım yöntemine geçilmektedir. Yani cümle/fişlerin öğretilmesi yerine harflerin öğretilmesi öncelenmektedir.
Matematik: Müfredat hafifletilmekte, bazı konular ötelenmekte, bazı konulardan da tamamıyla vazgeçilmektedir.
Sosyal Bilgiler: Coğrafya olgusu müzikle ilişkilendirilerek işlenecek.
Fen Bilgisi: Deney ve uygulamalara öncelik verilmektedir. Teknoloji ağırlıklı olacak.
Yabancı Dil: Gramer ağırlıklı öğretim yerine pratiğe dayalı öğretime geçilmektedir.
Tarih: Destana dayalı bir tarih anlayışı hakim olacak.
Ayrıca Hayat Bilgisi, Fizik, Kimya, Biyoloji, Edebiyat, Coğrafya kitaplarında da değişiklik yapılmıştır.
Müfredat Çalışmalarında Ölçü
TTK Başkanı eğitim sistemini bayrak direğine benzetmektedir. İlköğretim sabit değerler üzerine kurulmalı, yükseköğretim ise esnek olmalıdır. 2563 sayılı tebliğiler dergisi yeni müfredat çalışmalarına değinmiştir.
"Küresel rekabet eğitim siteminin hedefi olmalıdır" diyen Selçuk milli duruşların yok edildiğini, kültürel direnç kodları oluşturmak gerektiğini ifade etmektedir.
2025'te Türkiye'de genel nüfusun azalacağı öngörüsüyle yeni okul alma yerine 15-20 yıllık okul kiralama yöntemine geçileceğini ve bunu da öncelikle Doğu, Güneydoğu'da uygulanacağını söylüyor.
Türk milli eğitiminin yapısal olarak hiç değişmediğini, uygulama stratejilerinde değişiklik olduğunu, kendilerinin daha köklü değişikliklerin peşinde olduğunu belirtmektedir.
Müfredat çalışmalarının eksik yönü bunun sınav sistemi ile uyumlu hale getirilmemiş olmasıdır. Zira ÖSS sınavında öğrenciler yaptıkları doğru sorulara göre değil, mezun oldukları okula göre değerlendirilmektedir. Ayrıca yönlendirmenin yapılması gereken ilkokul son sınıfları, yönlendirmeye imkan tanımayacak şekilde fiziki olarak ortaokulla irtibatlandırılmıştır.
TTK Başkanı Ziya Selçuk, yanlış anlamalara meydan vermemek için, Sosyal Bilgiler-İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük derslerini müfredat çalışmalarının dışında tuttuklarını belirtmektedir. Bu yapılan, müfredat çalışmalarının en büyük eksikliğini oluşturmaktadır. Zira zikredilen kitaplar askeri-militer bir perspektiften hazırlanmış, dogmatik, ideolojik kitaplardır ve de Z. Selçuk'un yukarıda yer verdiğimiz müfredat değişikliğinin gerekçelerine bilhassa uyan içeriklere mündemiçtirler. Bu yargımızı pekiştirecek örnekleri, bu çalışmamamız içinde sunmaya çalışacağımız kitap kritiğinde göstereceğiz.
Sosyal Bilgiler-5 Kitabı
Milli Eğitim Bakanlığı tarafından 2000 yılında beş yıllık süre için bir milyon adet basılan 5. sınıflar Sosyal Bilgiler kitabı, mevcut müfredatın ne derece sağlıklı olup olmadığı hakkında yeterli fikri verecektir.
Sosyal Bilgiler 5. sınıf konuları şunlardır:
· "Vatan ve Millet Ünitesi"
· "Cumhuriyete Nasıl Kavuştuk Ünitesi"
· "Güzel Yurdumuz Türkiye Ünitesi"
· "İslamiyet'in Doğuşu, Yayılışı ve Türkler Ünitesi"
Kitabın dördüncü bölümü de dahil tüm bölümleri, anlatılanlar itibariyle ulus-devlet olgusunu, vatandaş kimliğini dayatan, Türk kavmi dışındakileri dışlayan bir bakış açısıyla hazırlanmıştır. Bu kısa değerlendirmeyle birlikte bölümleri değerlendirelim.
Vatan ve Millet Ünitesi
Öncelikle vatan kavramının Osmanlı son döneminde halk nezdinde "köylerde atların bağlandığı, harman yapılan meydan" anlamında kullanıldığını aktaralım. Bir Osmanlı askerine "Vatan için kan dökülür!" dendiğinde bunun karşılıksız kaldığını ve "İla-yı kelimetullah için can verilir!" anlayışının olduğunu da ekleyelim. Askeri eğitimde vatan kavramının kullanılması gerektiği Alman askeri eğitimcilerce tavsiye edilmiş, Namık Kemal'le bu olgu popülerleşmiş, İttihat ve Terakki ile Yönetime taşınmış. Mustafa Kemal'le devletleşmiştir.
Vatanın Sınırları Nasıl Belirlenir?
"Vatan sevgisi imandandır." sözüyle sağ-muhafazakar kesimde toprağa kutsallık atfedilir. Yalnız bu söz dini boyutlar da taşır ve örneğin Mekke de vatan toprağı sayılabilir. Laik ulusçularda ise devletin sınırlarıdır vatan. Kerkük ve Batı Trakya'nın vatan toprağı olup olmadığı ise cevapsız bir soru olarak kalır. Kitabın 9. sayfasında "Vatan bir milletin üzerinde yaşadığı toprak parçasıdır. Türk milletinin vatanı Türkiye'dir." denilerek yerleşik tanıma uygun ama etnik temelli, tarihi dışlayan, var olan gerçekliği ve dini etkiyi örten bir tanım yapılmaktadır.
Kitapta ulus kelimesi neredeyse hiç kullanılmazken millet kelimesi çok yoğun kullanılmaktadır. Dindar muhafazakarları sisteme entegre etmek için sıkça başvurulmuş olan bu terim, Cumhurbaşkanı Sezer gibi laik ulusçular tarafından dini çağrışımlar yaptığı gerekçesiyle kullanılmamaktadır. Millet yerine ulus kelimesinin kullanımı eklektisizmi giderici, Kur'ani kavramın asli kullanım imkanını barınması itibariyle bağımsız Müslümanlarca da tercih edilmektedir.
Milleti Oluşturan Öğeler:
· Dil birliği,
· Tarih birliği,
· Yurt birliği,
· Kültür birliği,
· Ülkü birliği.
Bu öğeler arasında "din" olgusunun zikredilmemesi de anlamlıdır. Zira eğer "din" birleştirici bir öğe olarak görülmüyorsa Hıristiyan misyonerlerinin çalışmalarından niye rahatsız olunmaktadır.
Etnik Temelli Ulusçuluk
Üşenmedik, erinmedik ve kitapta kullanılan "Türk" kelimelerini saydık. Sonuçta 154 sayfa ve çoğu resimlerle dolu kitapta 3399 tane Türk kelimesinin kullanıldığını gördük. Sadece bu bilgi bile Kürt sorununun hangi zihniyete bir tepki olarak çıktığını göstermektedir.
Osmanlı'da Osmanlı ulusu var edilmeye çalışıldı. Ama Jön Türk ve İttihatçılar süreç içinde Türk ulusunu kullanmaya başladılar. İran veya Amerika gibi toprağa dayalı bir ulusçuluğu tercih etmediler. Sonuçta "etnisiteye dayalı ulusçuluk, kan döker" sözü haklı çıktı. Türk etnisitesi, karşıtı olan Kürt etnisitesiyle çatıştı. Bu yolun sonu da öngörülmüştür: "Ya imha/asimilasyon, ya da yeni bir ulus-devlet!" Bu sonucun Batıllılarca hoşa gideceği izahtan varestedir. (Bkz.: Ernest Geller, Uluslar ve Ulusçuluk).
Osmanlı ulusçularını etnik temelli Türk ulusçuluğuna Rusya Tatarlarından Yusuf Akçura'nın yönlendirdiği ve Osmanlı Devletinin çöküşünün hem sebebi hem de sonuçlarından birinin Türk ulusçuluğu olduğunu söyleyebiliriz. (Bkz.: Yusuf Akçura, Türk Milliyetçiliğinin Kökenleri, Türk Tarih Vakfı)
Kitabın 12. sayfasında "Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk denir." denilmektedir. Ne denir: Türk. Peki Türk kimdir? Bir etnik yapının/ırkın adı. Dolayısıyla Türk kelimesini kullananlar bunu üst bir ulusal kimlik olarak tanımlamaya çalışsalar da farklı etnik yapıdaki insanlarca "öteki ırk" diye anlaşıldığı ve tepki duyulduğu müddetçe birleştirici bir öğe olması mümkün gözükmemektedir. (Ulus dışındaki farklı birleştirici toplumsal kimlikler ve bunların devlet yapısına nasıl aksetmesi gerektiği Türkiyelilik tartışmalarında kendini göstermiştir.)
Kitabın 17. sayfasında "İnançlarımız da kültürümüzü oluşturan öğelerden biridir. İnançlarımız, ibadetlerimiz, bayramlarımız kültürümüzü zenginleştirir" denilmektedir.
Bu tanımda dikkat çeken unsur, bağımsız değişken kültür olurken, onun pozisyonuna göre değişen bağımlı değişken dinsel, geleneksel düşünce ve uygulamalardır. Bir nevi din, kültürün alt aidiyetidir. Ayrıca inanç olgusu çok geniş tutulmuş. Şamanizm, Zerdüşilik, Alevilik her olgu içine girebiliyor. Ayrıca resmi bayramlar da işin içine girmektedir. Önemli olan, muharref de olsa bu inançların, devleti kutsaması, onu desteklemesidir.
Türk Ulusunun Özellikleri
Çalışkanlık, doğruluk, hoş görülü olmak, yardımseverlik, cesaret, konukseverlik, küçüklere sevgi, büyüklere sevgi.
İnsanı tebessüm ettiren bu maddeler, kitabın 18-23. sayfaları da ayrıntılarıyla işlemiş. Ulusun nasıl da din olgusunun yerini almak üzere tasarlandığının açık bir göstergesi bu cümleler. Tüm sayılanlar rabbimizin birer bildirimi olmasına rağmen, nasıl da ulusun icadı için kullanılmakta.
Cumhuriyete Nasıl Kavuştuk Ünitesi
Bu ünitede hakim vurgu Mustafa Kemal şahsının bir kurucu ve kurtarıcı "Mesih" gibi kurgulanıp yüceltilmesidir. Yine erinmeden yaptığımız sayıma göre 154 sayfalık 32 adet Mustafa Kemal resmi vardır. Bunların çoğu da bu ünitede yer almaktadır. Mustafa Kemal ismi kitap boyunca 295 kez geçmektedir. Ve her ifade edilen yargı Türk ve Atatürk kelimelerinden sonra bir de Mustafa Kemal'in resmiyle pekiştirilmektedir.
Sayfa 78-83 arasındaki anlatıma göre Mustafa Kemal'in özellikleri sayılmaktadır: Çok yönlülüğü, önder oluşu, öğreticilik yönü, yöneticiliği, ileri görüşlülüğü, açık sözlülüğü, insan sevgisi, birleştirme ve bütünleştirme gücü, vatan ve millet sevgisi.
Bir hayat tarzı ve ideoloji ile insanları kuşatamayan bir rejimin kurucu kişisini mitleştirerek aidiyet bilinci oluşturma gayretinin bir sonucu. Bu kadar çok vurgunun bir antipatiye yol açacağını göremeyecek kadar kör bir tarafgirlik.
Atatürkçülük Nedir?
Kitabın genelinde Kemalizm terimi yerine Atatürkçülük terimi kullanılıyor. Atatürk, sanki Türkleri Orta Asya'da hapsoldukları Ergenekon'dan kurtaran dişi kurt Asena mitinde olduğu gibi Türklerin atası, var edicisi, yok olmakta kurtaran bir "tanrı" gibi düşünülerek ata-Türk kurgusu oluşturulmuştur. Atatürk bu anlamıyla ideolojik bir kabullenimin tezahürüdür, böyle de sunulmaktadır.
Gelelim Atatürkçülüğün ne'liği meselesine. Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, Mustafa Kemal'in bir ideoloji bırakmadığı, bir bilimi ve çağdaş uygarlığı hedef göstermek dışında da bir ideoloji oluşturma çabası içine girmediğini söylüyor. Atatürkçülüğün bizatihi Atatürk'ün kurgusu olmamasına rağmen altı ok keşfinde olduğu gibi tek parti hükümetinin ve İsmet İnönü'nün sonradan da Yön Hareketi'nin kendilerine göre kurguladıkları iş tutarlılığı bulunmayan, bugün de uygulanabilirliği kalmamış bir olgudur. Kendilerince tehdit olarak algıladıkları olgulara karşı hazırlanmış tepkisel, özgün olmayan, kuşatıcılığı bulunmayan, dogmatik (değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen) bir "fikriyattır"/tabudur.
Kitaptan alıntılarla konuyu açalım:
Sayfa 74: Atatürk ilkelerini öğrenmekle kalmamalı, onları davranış haline getirmeliyiz.
Sayfa 76: Mustafa Kemal, her alanda akıl ve bilimi yol gösterici olarak kabul ederdi (pozitivizm).
Sayfa 76: Onun düşüncelerinden oluşan Atatürk ilkeleri bizi her konuda aydınlatır ve doğru yolu gösterir .
Sayfa 82: Atatürk'ün hastalığı ile herkes ilgileniyor, her Türk'ün kalbi onun kurtulması dileği ile çarpıyordu.
Sayfa 82: 10 Kasım sabahı son defa gözlerini açtı. Bu gözler her zamanki mavi ışığı ile çevresindekilere doğru parıldadı.
Sayfa 59: Mustafa Kemal, Türk halkının baştan aşağıya dış görünüşü ile medeni insanlar olduğunu göstermek istiyordu.
Genelkurmay'ın Kitap Yazımına Etkisi
Genelkurmay'ın Atatürk ilke ve inkılapları ile ilgili kitapları incelendiğinde MEB'in bu kitabıyla cümle kurgusu ve terimler dahil kronoloji ile birlikte büyük benzerlikler bulunduğu görülecektir. Bunu üslupta da görebiliriz. Askerlerin kullanacağı keskinlikte ve netlikte aynı zamanda pervasızlıkta cümleler ve kelime grupları gözlemlemekteyiz.
İlginç bir nokta ise irtica kavramının kullanılmamasıdır. Yobazlar, gericiler, şeriatçılar gibi isimlendirmeler ve bununla örneklendirmeler yapılmamış, 28 Şubat müdahalesinde sık sık kullanılan bu psikolojik harp terimlerin yerine sadece Ortaçağ özelliği denilerek çok genel ve muğlak kavram tercih edilmiştir. (s. 72)
Laiklikle ilgili tanımlar da resmi tanımla örtüşmektedir. Laiklik anlayışında devlet dine karışmaz (s. 72) yine aynı sayfada laiklik ilkesi benimsenmemiş olsaydı milli egemenlik sağ-lanamazdı gibi günümüz gerçeği ile örtüşmeyen, sadece propagandif bir anlamı olan ibareler bulunmaktadır. Günümüz Diyanet Teşkilatı devletin emrindedir. Devlet dine tanım ve sınır getirmeye çalışmaktadır. Ayrıca laik olmayan ama milli egemenliğini sağlamış olan İran ve İsrail gibi ülkeler de bulunmaktadır.
Kurtuluş Savaşı mı, Türk-Yunan Savaşı mı?
Sosyal Bilgiler 5. sınıf kitabında Kuvva-yi Milliye merkezli bir savaş vurgusu ön plana çıkarılmaktadır ve bunun merkezinde de Mustafa Kemal bulunmaktadır. Savaş süresince muhafazakar ve İslamcılarla yapıla ittifaklar, son Osmanlı halifesinin ve bürokrasisinin el altından desteği, değişik yerel grup ve aşiret ve eşrafla dini ve mukaddesatı halifeyi kurtarma amaçlı iş birlikleri yok sayılmaktadır.
Mustafa Kemal'in içinde yetiştiği ve bir üyesi olduğu İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin Sarıkamış Allahuekber dağlarında bir tek kurşun bile sıkmadan soğuktan ölen 90 bin insandan kitapta hiç bahsedilmektedir. Ayrıca Osmanlı yönetiminde ipleri eline geçiren İttihatçıların savaşa girmelerinin gerekçeleri, açılan cephelere kimlerin hangi gerekçe ile karar verdikleri atlanmaktadır. Olayın özüne inilmemekte, kahramanlık ve mağduriyetin arkasına sığınılmaktadır.
Ayrıca Ermeni tehcir ve infazlarını ve de Türk -Ermeni mukatelelerini körükleyen kararların İttihatçıların oluşturduğu Türkçü dalganın sonucunda oluştuğunun üstü örtülmekte olayın tek taraflı olarak Ermeni mezalimine indirgendiği kitapta (s. 39) gözlenmektedir. Güneyde Ermeni ve Fransızlarla yaşanan çatışmalar, merkezi kuvvetlerle yapılmamış, yerel halk direnişi ile gerçekleştirilmiştir. Düzenli ordularla yapılan tek savaş da Ege bölgesinde gerçekleşmiştir. Kitapta bu savaş ön plana çıkartılmakta ve yeni devletin kurucu öğesi olarak yer verilmektedir.
Yunan düşmanlığı yeni devletin "öteki"si olmuş, Türk ulusunun inşasında büyük rol oynamıştır. Daha yakın tarihe kadar askerlik yapanlara talim esnasında Yunanlılara hakaret içeren sözler söylettirildiği hatırlardadır.
Milli Eğitim Bakanının beyanatına göre Türk ve Yunan ders kitapları karşılıklı olarak ayıklanacak hakaret içeren ifadelerin çıkarılması öngörülüyor. Herhalde artık Yunan düşmanlığının işlevselliğine, gerekliliğine ihtiyaç duyulmamaktadır. Ayrıca kurtuluş savaşı yerine Milli Mücadele terimi kullanılacak.
Güzel Yurdumuz Türkiye Ünitesi
Bu ünitede Türkiye'nin coğrafi özellikleri ve çevre durumu verilmektedir. Bu bölümde dikkatimizi çeken konu, 128. sayfada değinilen depremle ilgili yapılan değerlendirmelerdir: "17 Ağustos ve 12 Kasım 1999 tarihlerinde ülkemizde yaşanılan deprem felaketinden sonra çıkan asılsız söylentiler, vatandaşlarımızı huzursuz etmiş, paniğe kapılmalarına yol açmıştır. Bu söylentilerin kaynağı insanların heyecanlı ve üzüntülü durumlarından yararlanmak isteyen kötü niyetli kişilerdir. Aslında yetkililere ve uzmanlara danışılmadan kesinlikle hiçbir söylentiye inanılmamalıdır. Herhangi bir doğal afetin ardından yalnızca yetkililerin ve bilim adamlarının uyarı ve açıklamalarına göre hareket edilmeli ve kötü niyetli insanların emellerini gerçekleştirmelerine izin verilmemelidir.
Görüldüğü üzere devlet için önemli ola mağdur vatandaşlarının mağduriyetinin bir an önce ve elbirliği ile çözülmesi değildir. Yaşanabilecek her gelişmenin devlet otoritesine olumsuz etkisi olup olmadığı öncelenmektedir. Zikredilen tarihlerde deprem bölgesine bin bir fedakarlıklarla taşınan yardımlarla engel olunmuş, askeriyece el konulmuştur. Eğer bir devlet kurumu olarak Kızılay bölgeye girememişse, askeriye bir haftadan önce harekete geçememişse yapılacak değerlendirmelerde tabii ki öncelik devlet kurumlarını yetersizliğine olacaktır. Kötü gün dostu Kızılay'ın çadırları çürük, parçalanmış çıkmış, reklam için yapılan ordu kentlere insanlar itibar etmemiştir. Hatırlanacağı üzere Sakarya Dayanışma Platformu gibi nice gönüllü Müslüman teşekkül adeta birbirleriyle yarışarak yaraları sarmaya çalışmıştır.
İslamiyet'in Doğuşu, Yayılışı ve Türkler Ünitesi
Türklerin Orta Asya'dan Anadolu'ya uzanan serüvenleri ilkokul 4. sınıftan itibaren işlenmektedir. Daha çok siyasi tarih boyutuyla konulara yer verilmektedir. Savaşlar, anlaşmalar, geniş yer kaplamakta, sosyal, toplumsal yapı hakkında çok zayıf bilgi vermekle yetinilmektedir. Özellikle Türk, Arap, Fars, Kürt, Ermeni, Kafkas, Rus kavimleri arasında yaşanılan yoğun etkileşim verilmemektedir. Buradan Türk ulusçuları konuya kompleksli yaklaştıkları sonucuna varabiliriz. Zira kitapta Türklerin, Ermeni ve Kürtlerden aldıkları olumlu, olumsuz hususa değinilmemektedir. Sadece İslamlaşma boyutunda Araplara, devlet yönetimi ve dil konusunda Farslara değinilmektedir.
Osmanlı'nın İnkarı
Bir husus da tarihi sürekliliği gözetmeyen bir sıralamanın yapılmış olmasıdır. İslamlaşmadan önceki Türkler, vurgulu bir şekilde dördüncü sınıf kitabında işlenirken beşinci sınıf kitabında İslamlaşan Türkler, İslamiyet'le eşgüdümlü olarak değerlendirilmektedir. Yine 5. sınıf kitabında TC boyutu verilmekle birlikte İslamlaşan Türklerin diğer kavimlerle işbirliği halinde en büyük organizasyonu Osmanlı Devleti atlanmaktadır. Osmanlı Devleti ortaokulda işlenmektedir. Bu durum öğrencinin zihnindeki önceden sonraya uzanan süreci baltalamakta ve Anadolu Selçuklu ve Osmanlı Beyliği'nden I. Dünya Savaşı'na atlanılmaktadır. Bu, TC'nin Osmanlı'yı inkar-ret üzerine kurulmuş ideolojik yapısından da kaynaklanıyor olabilir.
İslamiyet'in Doğuşu
Hz. Muhammed'in doğuşundan Bedir Savaşına kadar olan dönem, üç kısa paragrafta geçilmekte. Savaşlara endeksli bir anlatım yapılmaktadır. Yani öğrenciye İslam'ın mesajının ne'liği hakkında doyurucu bir bilgi verilmemektedir. Genel bir eksiklik burada da kendini gösteriyor. Siyasi tarih, devlet yönetimi ön planda olan, toplumsal yapıdaki evrimleşmeyi kenara alan bir işleniş göze çarpmaktadır. İslam'ın inanç çerçevesi, İslam öncesi kadar işlememektedir.
Bu bölümdeki olumluluklarında biri de kültürel süreci gösteren sanat eserlerinin, resimlerinin verilmiş olmasıdır. Kabe, Topkapı müzesindeki eserler, minare, türbe çeşitleri, tas, ibrik, kümbet gibi eserlerin resimleri verilmektedir. Bunlar çoğaltılarak sanat tarihine dayalı bir anlatım yapılması daha sağlıklı olabilir.
Sonsöz
Kitabın geneline hakim olan söylem, kendi toplumsal gerçekliğimizi bu duruma ulaştıran tarihi süreci tüm boyutlarıyla yansıtmaktan uzaktır. Kitabı okuyan öğrencinin aklında kalabilecek üç kelime, Türk, Atatürk, Türkiye kelimeleridir. Bu da sınırların anlamının sorgulandığı, baskıcı liderlerin mirasının terk edildiği, diğer ırklardan bağımsız saf bir ırkın bulunmadığı çağdaş gerçekliğimize terstir. Devekuşu gibi kafaların kuma gömülmesi Türkiye'de hakim zihniyetin tükenişini hızlandırmaktadır. Kendini yenileyemeyen rejimi yaşatmak da tarihin bir cilvesi olarak bu rejimin astığı insanların torunları olarak muhafazakar İslamcılara düşmektedir.
Milli Eğitim Bakanlığı Ak Parti hükümeti döneminde teknik olarak anlamlı işler yapmaya çalışmaktadır. Özellikle bilgisayarlı eğitimi yaygınlaştırma, norm kadro, atamaların şeffaflaşması, nokta tayin, ücretsiz kitap, müfredat değişimi, özel okulların yaygınlaştırılması gibi uygulamalar kayda değer önemli girişimlerdir.
Tüm yakıcılığını sürdüren ve İHL'lerin de içinde bulunduğu meslek liselerinin ÖSS'de eşit soruya eşit puan ilkesine göre puanlama yapılmaması, hükümetin en büyük kamburudur. Ak Parti'ye ümit bağlayan nice çevre bu konuda itiraz seslerini yükseltmektedir. Hayrettin Karaman'ın eğitim hakları alanındaki Yeni Şafak gazetesindeki yazıları akl-ı selimi ifade etmesine rağmen bunu duyacak kulak mevcut değil gibidir. Bu konunun da ayrıca irdelemeye ve sürecin nereye evrilmekte olduğunun ve bunlara karşı nasıl bir tavır sahibi olunması gerektiğinin ayrıcı analiz edilmesi gerekmektedir.