Mina, okul dönüşü bahçe kapısından içeri girerken, ilginç bir şey görmüş gibi zınk diye durdu. Bir sokak köpeği kapının yakınında uzanmış öylece yatıyordu. Mina, bu köpek dün akşam da burada yatıyordu diye düşündü. Bir yeri incinmiş olmasın! Fakat köpek acısı var gibi ne inliyor ne de havlıyordu. Mina, bu sefer de sakın bu akşam, dün akşam olmasın diye mırıldandı.
Sonra gözlerini etrafta gezindirdi. Kapının önündeki çöp varili, bahçedeki kiraz ağacı, hatta kiraz ağacına konan kuşlar her şey dünkü gibiydi. Yoo, kuşlar öyle bir fotoğraf gibi donmuş değildi. Kirazın yaprakları da rüzgarda tiril tiril titreşiyordu. Ama Mina'nın aklı karışmıştı bir kere.
Sıkıntılı adımlarla eve geldi. Annesi mutfaktaydı. Az sonra üzerinde mutfak önlüğüyle kapıda göründü.
-Mina hoş geldin tatlım, dedi.
Mina, isteksiz bir şekilde annesini selamlayıp odasına gitti. Okul önlüğünü çıkardı. Çantasını her zamanki gibi dolabına bıraktı. Üzerini giyerek annesinin yanına döndü. Annem tıpkı dün akşamki gibi yemek pişiriyor diye düşündü. Üzerindeki mutfak önlüğü ve mırıldandığı şarkı bile aynı. Sakın bu akşam dün akşam olmasın...
Az sonra kapı zili çaldı. Mina koşarak kapıyı açtı. Gelen babasıydı.
-Merhaba Mina, nasılsın bakalım? dedi.
Mina başını okşayan babasına gülümsedi. Sonra hayretle babasının üzerindeki takım elbiseye ve kravata baktı. Babası dün de böyle giyinmişti. Hatta önceki gün de böyle giyinmişti. Galiba daha önceki gün de böyle giyinmişti. Üstelik 'merhaba' deyişi ve 'nasılsın' diye soruşu da aynıydı.
Yemeğe oturduklarında Mina'nın aklı çorbadan da beter karışmıştı. Çünkü annesi yemeğini bitirmesi için ısrar etti. Babası zayıf notu olup olmadığını sordu. Mina iştahı ve zayıfı olmadığını, ama öğretmeninin bazen çok kaprisli biri olduğunu ve bütün sınıfı bıktırdığını söyledi. Evet ama bunları daha önce de konuşmuşlardı.
Mina daha fazla dayanamadı. Az sonra yemekten kalktıklarında da ne yapacaklarını biliyordu. Babası koltuğuna oturup gazete okuyacak, annesi masayı toplayıp bulaşık yıkayacak, Mina da odasına gidip ders çalışacaktı.
Peki ama nasıl oluyordu da dün, bugün, önceki gün birbirinin aynıydı? Ya da dün, bugün, önceki gün diye bir şey yoktu da birileri Mina'yı mı kandırıyordu?
Bu garip durumu açıklığa kavuşturmak lazımdı. Eğer bugün dün değilse, dünden farklı bir şey yapmalıydı. Peki ama ne yapmalıydı? Mina düşündü taşındı. Bir şey yapmayı değil, yapmamayı uygun buldu. Eğer bugün dün değilse, dünden bir farkı olsun diyerek ödevlerini yapmadı.
Gazetesini okurken koltukta uyuklayan babası, bulaşık yıkarken şarkı söyleyen annesi dünde kalmakta ısrarlıydılar Mina'ya göre...
Ertesi gün Mina yatağından kalktı. Fakat günleri karıştırmamak için yeni teoriler üretmişti bile. Mesela yatağından kalkmadan önce üç kez amuda kalktı. Ve, "Bugün dün değil ve dünün tıpkısı olmayacak!" gibi ata sözüne benzer bir şeyler mırıldandı.
Kahvaltıda da ilginçlikleri sürdü Mina'nın. Sütünü içerken: "Sütü tüsü, ekü mükü, armudun sapı, üzümün çöpü" gibi bir şeyler mırıldandı. Sonra sütünü tam otuz üç buçuk yudumda içerek bitirdi. Ekmeğinin üzerine önce reçel, sonra yağ sürerek üç lokmada yedi. Evden çıkarken kendini uğurlamak için kapıya çıkan annesinin yanakları yerine çenesinden öptü. Böylece okulun yolunu tuttu.
Okul yolunda da gariplikleri sürdü Mina'nın. Yol boyunca, 'okul yolu düz gider' şarkısını söyledi. Ama okulun yolu pek düz olmadığı için şarkıyı 'düz gitmez' diye değiştirmek zorunda kaldı. Trafik işaretlerine geldiğinde kırmızıda durdu. Yeşilde geçerken, bu kez 'yeşil başlı ördek' şarkısını mırıldandı. Ama bu yeşil baştı ördek şarkısından başka her şarkıya benziyordu.
Hele okul tam bir şenlikti o gün Mina için. Okul girişinde sırada beklerken hep canı sıkılırdı. Yine dünü bugünden ayırmak için acil bir çözüm üretti. Bir leylek gibi tek ayak üzerinde beklemeye başladı. Kendi sınıfına sıra gelinceye kadar da istifini bozmadı. Arkadaşları ise onun kendi kendini cezalandırdığına inanmak zorunda kaldılar. Mina sınıfa girerken kapıyı misafirliğe gider gibi üç kez tıklattı. Sırasına otururken de, "sıra mira, esü müsa" gibi garip bir şeyler mırıldandı.
Mina'ya öğretmeni ödevini niçin yapmadığım sorduğunda ne cevap verdi dersiniz? "Ödev mödev, dün mün, gün bugün mugün..."
Öğretmen Mina'nın neler mırıldandığını anlamadı. Saçındaki kırmızı kurdeleyi çekmekle yetindi, "Yarın da ödevini yapmadan gelmeyi dene istersen!" diyerek ders anlatmaya koyuldu.
Mina ders boyunca defterine acayip yaratıklar çizdi. Kalem kutusundan silgisini on bir kez koyup çıkarttı. Ve elini kalemtıraşına attığında, sıra arkadaşının kulağına: "Bugünün düne benzememesi için neden bir şey yapmıyorsun?" diye fısıldadı.
Sıra arkadaşı 'ufo' görmüş gibi Mina'ya baktı... "Nasıl yani?" diye fısıldadı. "Mina sen iyi misin?"
Mina teneffüste Filo'ya günleri ayrıştırma projesini anlattı. "Her günümüz aynı!" dedi. "Bu gidişle dün, bugün, yarın diye bir şey olmayacak. Hepsi birbirine karışacak. Belki de dünya güneşin etrafında dönmekten sıkılacak ve zaman duracak. Kaç yaşımıza geldiğimizi bile anlayamayacağız Filo... Ya hep küçük kalırsak!"
Filo, Mina'ya yerden göğe kadar hak verdi. Bunu nasıl düşünememişti. O da hemen yaşadığı anı farklılaştırmak için bir şeyler yapmalıydı. Filo'nun içinden bağıra çağıra şarkı söylemek geldi. Ama o sırada öğretmen sınıfa girdiğinden bundan çabuk vazgeçti. Şimdilik çantasını yirmi iki kere açıp kapamak ve saç tokasını saçından başka her yere takıp çıkarmakla yetindi...
Mina o gün eve döndüğünde köpek hâlâ bahçe kapısının yakınında yatıyordu ama sorun değildi. Öyle farklı bir gün geçirmişti ki, artık bugünün bugün olduğundan adı gibi emindi...
Mina artık günlerini birbirinden ayrıştırmak için her gün bir şeyler icat ediyordu. Sabahları yataktan kalkarken zıp zıp zıplamak, kahvaltıda peynir dilimlerini minnacık parçalara ayırıp kürdanla yemek, zeytinleri ikişer üçer çiğneyip çekirdeklerini bahçeye gömmek, evden çıkarken annesine gemici selamı vermek, cebindeki mendilini çıkarıp sallamak gibi...
Mina bunları yalnızca evde yapsa, okulda normal davransa belki sorun olmayabilirdi. Ancak Mina'nın günleri birbirinden ayrıştırma projesi sınıfta öyle rağbet gördü ki, sınıftaki bütün çocuklar ışık hızıyla Mina'ya katılmıştı bile...
Mİna'nın sınıfı sürekli çanta, defter, kitap, silgi, tahta ve sıralarla ilgilenen, yüz kere öksüren, doksan üç kere kaşınan ve her gün biraz daha garipleşen kıpır kıpır çocuklarla dolup taştı. Öyle ki yaramaz oğlanlardan sınıfa kurbağa, kertenkele getirenler bile oldu. Mina'nın öğretmeninin halini düşünebiliyor musunuz?
Bereket versin ki Mina'nın öğretmeni çıldırmadan bütün anne babaları çağırarak durumu bildirdi. Bütün anne babalar (başta Mina'nın anne babası olmak üzere) çocuklarına saçmalamamaları konusunda baskı yaptılar. Tehdit bile ettiler. Ama boşuna... Mina ve arkadaşları her gün bir şey icat etmekten ve günleri birbirinden ayrıştırmaktan mutluydular. Artık hepsinin ortak bir marşı bile vardı. Marşın adı da, 'dün dündür bugün bugündür'dü.
Mina o akşam okuldan çıkmış yine 'dün dündür bu gün bugündür' marşını tutturmuş geliyordu ki, köpeği yine aynı yerde yatıyor gördü. Dünle bugünü karıştırmama tek engel bu miskin köpek diye düşündü. Artık onun da çaresine bakmanın zamanı geldi.
Eline aldığı taşı, hızla köpeğe fırlattı. İşte n'olduysa o sırada oldu. Köpek bir füze gibi yerinden fırlayarak Mina'nın bacağını hart diye ısırıverdi. Sonrasını tahmin edersiniz... Mina gözlerini hastanede açtığında, ilk gördüğü annesinin yaşlı gözleriydi. Babası da bir adım geride, kaygılı gözlerle ona bakıyordu. Mina, hastaneye nasıl getirildiğini, kaç gündür baygın yattığını hatırlayamadı. Tek bildiği köpeğin bacağını ısırdığı o günü hiç unutmayacağıydı...
Mina'nın anne babası ve diğer anne babalar ise o günden sonra sık sık bir araya gelip günleri ayrıştırma projesini incelemeye koyuldular. Kim bilir belki bir gün Mina ve arkadaşlarını anlayabilirler. Anladıklarında çok geç olmasa bari...