Milli Güvenlik Dersi Güvenliğimizi Tehdit Ediyor!

Yusuf Tanrıverdi

Sorular:

1- Milli Güvenlik Dersi nasıl bire kafa yapısının ve ne tür bir ideolojik yaklaşımın ürünüdür?

2- Milli Güvenlik Dersinin müfredatı ve işleyişinin TC eğitim sistemindeki konumu ve işlevi nedir?

3- Bu ders aracılığıyla okullarda estirilen “haki atmosfer”e ilişkin gözlemleriniz nedir?

4- Son dönemlerde özgürlüklerin genişletilmesi ve militarist dayatmaların azaltılmasına yönelik pek çok ilerleme sağlandığı iddiasına rağmen “Milli Güvenlik Dersi sorunu”nun Milli Eğitim Bakanlığının ve Hükümetin gündemine bir türlü gelmeyişini nasıl yorumluyorsunuz?

5- İslami kamuoyunun bu yönde somut, yaygın ve yoğun bir talebinin olmayışı sizce normal midir? Bu konuda neler yapılmalıdır?


Cumhuriyetin babaları Osmanlı’dan devraldıkları sosyolojik düzlemde İslam toplumu olan bu ülkeyi baştan aşağı değiştirip dönüştürmeyi kendilerine kutsal inanç haline getirdiler. Başka bir hale dönüşmek gibi bir kaygısı olmayan Müslüman toplumu değiştirebilmek için öyle sıradan yöntemler kullanılamazdı. Cumhuriyetin “babaları”  faşizan ve militer tercihler temelinde yoğurdukları cumhuriyeti ve cumhuriyetin “yurttaşlarını” yaratmanın yolunu demir yumruklarını halkın sinesine indirerek yapmakta gördüler.

Şeyh Said olayı, Menemen Vakası, şapka inkılâbı türden olaylar “babaların” tasarladıkları dönüştürme projesinin mizansenleri olarak üretilmiş bahane unsurlar bağlamında değişimdeki yerlerini aldılar. Her bir olay değişim için gerekli olan baskı ve şiddetin en üst dozda kullanılması için “babalara” fırsatlar verdi. Yöntem basitti; kargaşa çıkart, suçlular ilan et “vatana ihanet kanunu” çıkart, İstiklal Mahkemelerini kur, halkın değer verdiği kanaat önderlerini, masum insanları darağaçlarında günlerce sallandır, bu geri ve ilkel halk ibret alsındı. Muasır medeniyet seviyesine çıkma konusunda treni kaçırmış bir halkı muasırlaştırmanın en kestirme yöntemini de böylece keşfetmiş oluyorlardı.

Değişimin ilk ayağı önce sindir ve teslim al, ikinci ayağı ise zihinleri yeniden yaz, davranışları, inançları, yaşam biçimlerini yeniden belirle idi. On yılda on beş milyon genç üretmek ilk hedefti. Bunun içinde Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıkartıldı, tekke ve zaviyeler, medreseler kapatıldı, yeni tip insan üretme mekanizması olarak dizayn edilen okullar tek çatı altında devlete bağlandı. Atatürk ilkeleri temelinde; tek devlet, tek millet, tek bayrak ideolojisi okullarda talim ve terbiye edilecekti. Çağdaşlık, ilericilik, modernlik, akılcılık, bilimsellik ezberlenilmesi gereken kutsal referanslar olacaktı. Türkler ordu bir milletti. Onun için ordu kutsal sayılacak, orduya bağlılık şeref sayılacaktı. Zaten cumhuriyet de ordunun halka lütfü değil miydi? İrtica, Türklüğün dışındaki her tür etnisite adları ve aidiyetleri gericiliğin, ilkelliğin ve bölücülüğün argümanları arasında yerlerini alacaktı. Bunlar milli eğitim ideolojisinin temel değer unsurlarıydı, cumhuriyetin kurucu babalarından bizlere miras kalan.

Kurucu babaların iktidarı çok partili hayata geçişle birlikte şöyle bir sallandıysa da oldukça yüksek düzeyde amaçlarına erişmişlerdi. Yıl iki bin on, vesayetçi rejim tüm müesseseleriyle yıpranmış da olsa hâlâ ayakta duruyor. Ordu, bürokrasi ve sermaye işbirliğinde kotarılan vesayetçi rejim zaman zaman kayıplarını darbelerle tahkim etti.

Vesayetçi rejimin kullandığı en önemli silah “güvenlik” sorunu oldu. Halka sürekli olarak “iç ve dış düşman” tehlikesi altında olduğu salık verildi. Ta ki halk; İstiklal Mahkemelerinin, Dersim katliamının, Menemen mizanseninin, darbelerin, yirmi bin fail-i meçhul cinayetin, uğradığı dinî ve etnik ayrımcılığın ve aşağılanmanın “kurtarıcılarla” bağlantısını unutana kadar bu salık verme devam etti; hâlâ ediyor.

Milli Güvenlik Dersi Kimin “Güvenliği” İçin?

Bu arka plandan sonra Milli Güvenlik Dersini irdelememiz daha anlamlı olacak. Şunu en başta belirtmekte yarar var: Eğitim sisteminde sorun sadece Milli Güvenlik Dersi değil elbette. Diğer dersler de bir o kadar sorunludur. Irkçılık, ayrımcılık, militarizmi kutsama, endoktrinasyon tüm derslerin muhtevasına sindirilmiş durumdadır.

Ancak Milli Güvenlik Dersini konu edinmemizin önemli bir nedeni var. Bu ders 1926’dan beri okullarda okutulmaktadır. Ayırıcı özelliği ise bu dersi muvazzaf subayların ya da emekli subayların veriyor olmasıdır. Bir diğer önemli noktası ise tüm okullar kanun gereği Milli Eğitim Bakanlığına bağlı olmasına rağmen, Milli Güvenlik Dersinin müfredatının ve ders kitabı içeriğinin Genelkurmay tarafından hazırlanıyor olmasıdır. Askerî vesayet, bakanlığı devre dışı bırakarak sadece kendilerinin sunduğu müfredatı ve ders kitabını onaylamasını ister. Bu durum bakanlığın yasayla belirlenmiş yetki ve sorumluluğuna asker tarafından yasa dışı bir müdahale anlamına gelir.

Milli Güvenlik Dersinin muhtevası, kim tarafından, kaç saat verileceği Milli Eğitim Bakanlığının yetkisi ve sorumluluğu dışına, fiilî ve yasal olmayan bir müdahaleyle çıkartılmıştır. Bu durum hukuki açıdan bir yetki gaspıdır. Yetkisinin gasp edilmesine karşı şu ana kadar Milli Eğitim Bakanlığı tarafından atılmış bir adım da yoktur. Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu, Milli Güvenlik Dersine askerlerin girmemesi yönünde talepler bulunduğunu, uzun süredir bu konuda çalıştıklarını, ama ilerleme sağlayamadıklarını söyledi. (Yeni Şafak, 24.04.2010) Milli Güvenlik Dersiyle ilişkili iktidarlar tarafından olumsuz olarak sarf edilmiş tek cümledir Bakanın sarf ettikleri. İçinde bulunduğumuz sıcak süreç göz önüne alındığında Bakanın bu sözlerini cesaretle söylenmiş sözler olarak görmek gerekir. Ona bu cesareti sağlama boyutunda Özgür-Der’in ve Özgür Eğitim-Sen’in konuyla ilgili defaatle ve kararlılıkla yaptıkları gündem oluşturan basın açıklamalarının payının da altını çizmek gerekir doğrusu.

Milli Güvenlik Dersinin kaldırılmasını talep ettiğimiz basın açıklamalarımızın birinde; “Biz askeri, kışlada yalnızca kışlada severiz. Kışlanın dışına çıkan askerin bu millete yaşattığı acılara defaatle şahit olduk. Ülkede yaşanan temel sorunlardan birisi kışlasına dönmek istemeyen asker sorunudur…” diye belirtmiştik.

Asker, kışlasına dönmemek için sürekli bahaneler ve sorunlar üretiyor. Milli Güvenlik Dersini de bu amaçla kullanıyor. Bu derste kendi propagandasını yapıyor. Kışlaya dönmemesinin ve siyasete yaptığı müdahalelerin açık ve örtülü gerekçelerini genç beyinlere kazırken “Orduya bağlılık şerefimizdir!” diye sokaklara dökeceği, gerektiğinde kendi amaçları için politize edebileceği genç kuşakları yetiştiriyor.

1926’dan beri bu ders aracılığıyla eğitim sisteminin içine fiilen giren askerler 1998’de dersin içeriğini daha kapsamlı hale getirdiler. İş askerlik bilgisi ve askerlik sevgisini aşarak, askere itaat ve mutlak bağlılık düzeyine taşındı. Genç nesillere ülke içi ve dışı tüm sosyal ve siyasal olaylara askerlerin baktığı perspektiften bakma dayatılmaya başlandı. Bir yandan Kemalizm bir dünya görüşü biçiminde genellenip, bir yaşam biçimi formatında dayatılırken, diğer yandan gençlere iç düşman algısı dayatılmaya başlandı.

İç düşman kimdi? Kemalizm’i kendileri gibi bir dünya görüşü olarak benimseyip bağlılık ifade etmeyen, hele de eleştiren herkes ve her kesim iç düşman konsepti içinde tanımlandı. Yurttaşlık hakları adına, insan hakları adına kendi etnik ve kültürel kimliğine saygı gösterilmesini ve kültürel değerleriyle, inancıyla, diliyle birlikte yaşama talebi olan herkes iç düşmandı. Verilen örtülü mesaj “Ya Kemalist olursun ya da başı ezilecek düşman!” şeklindeydi.

Özgür Eğitim-Sen Yönetim Kurulu üyesi Ahmet Örs, yaptığı basın açıklamasında “Milli Güvenlik Bilgisi gibi bir ders halen ortaöğretimlerde verilirken, eğitim sisteminin iliğine kadar işleyen militarist zihniyetten nasıl kurtulabiliriz?” sorusunu gündeme getirerek, eğitimdeki militarist zihniyetin yeni Ogün Samastlar ortaya çıkaracağını söylemişti…

Yönünü arayan Türkiye’de mevcut iktidar “sıfır sorun, sıfır düşman” prensibiyle komşularımız olan İran, Suriye, Ermenistan, Yunanistan gibi ülkelerle geçmişten gelen sorunları çözerek bölge barışını oluşturmak amacıyla doğru işler yapıyor. Gerçi komplo teorisyenleri gelişmelerin ABD’nin bölgeye ilişkin planı olduğunu iddia ederek iktidarın ABD’den izinsiz böyle bir açılım yapamayacağı yönünde görüş açıklıyorlar. Öyle bile olsa, şunu unutmamak gerekir ki her zaman sonuç toplum mühendislerinin planladığı gibi neticelenmez. Kimin planı olursa olsun bölge için hayır olacak ve bölge üzerinde olumsuz planları olanların elleri avuçları boş kalacak gibi gözüküyor.

Hal böyleyken Milli Güvenlik Dersinde hâlâ dış düşman diye tüm komşu ülkelerin sayılması ve “üç tarafı denizlerle, dört tarafı düşmanlarla çevrili vatanımız” edebiyatının okullarda okutuluyor olması ciddi ve acilen düzelmesi gereken bir çelişki değil midir?

İktidar tarafından Kürt sorununun çözümüne yönelik ve diğer azınlıklara yönelik hakların tanınması yönünde irade beyanı yapılırken Milli Güvenlik Dersi başta olmak üzere diğer derslerde azınlıklara karşı, etnik farklılıklara karşı düşmanca tutumların ve öğretinin olması ve bunların aşılması yönünde ciddi bir gündem oluşturulmaması sorun değil midir?

Özgür Eğitim-Sen olarak yaklaşımımız eğitim sisteminin acil, ciddi ve yaşanan sosyal ve siyasal olaylara ışık tutacak ülke gerçekleriyle insan haklarıyla, evrensel değerlerle örtüşecek, gerçek bir toplumsal barışa hizmet edecek eğitim reformunun yapılmasıdır.

İktidarlar eğitimle ilgili neler yaptınız sorusuna “Şu kadar okul yaptık, şu kadar bilgisayar koyduk, şu kadar öğretmen atadık…” cevaplarını veriyor. Ancak eğitimin insan hakları, inanç özgürlüğü, etnik ve kültürel hakların tanınması ve yaşanması, ürettiği ayrımcı, dışlayıcı, endoktrine edici, dayatmacı boyutlarına yönelik neler yaptınız sorusunun muhatabı olmaktan kaçınıyorlar.

Adaletin sağlanmadığı yerde barış olmaz. Barışın olmazsa olmazı adalettir. Çocuklar okullara başörtüsüyle hâlâ gidemiyorlar. Ana dilde eğitim halen yasak. Azınlıklarımızın tanıtılması yönünde ders kitapların içinde bir tek cümle yok. Çocuklar bu ülkede kimlerle birlikte yaşadıkları, kültürleri, inançları hakkında bir tek cümlelik bilgiye bile sahip değiller.

Eğitim sistemi ayrımcılığa, yok saymaya, farklı olan kültürü aşağılamaya ve düşmanlaştırmaya devam ediyor. Eğitim sistemi çocuklarımızı tüm kullanım hakları devlete ait metalar olarak görüyor. Aile, ailenin inancı, tercihleri yok sayılıyor. Devletin tepeden modernleştirici baskısı okullar aracılığıyla devam ediyor.

Mevcut iktidar müfredata yönelik bir müdahale yaptı. Bu konuda epey de abartı yaptı. Çocuklarımız artık ezbercilikten kurtulacak, düşünen, eleştiren, sorgulayan bireyler olacakmış. Yaptıkları şeyse sadece öğretim yöntemini değiştirmekten ibarettir. Davranışçılık yönteminden, yapısalcılık yöntemine geçiş yapıldı. Hangi yöntemle öğrendiğimizden önce asıl sorgulanması gereken “ne” öğrendiğimizdir. Milli eğitim sisteminin ideolojik argümanları ve dayatmaları yerinde dururken hangi öğrenme yöntemini kullanırsanız kullanın sonuçta değişen bir şey var mı? Olay şu: Kemalizm’i nasıl alırsınız? Davranışçı yöntemle mi yoksa yapısalcı yöntemle mi? Dayatmaları, baskıları, yok saymaları hangi yöntemle öğrenmek istersiniz? Evet, bize göre de yapısalcı yöntemle daha iyi öğretilir.

Milli Güvenlik Dersi kaldırılarak askerin okullar üzerindeki vesayeti sonlandırılmalıdır. Ders kitaplarının içeriği titizlikle arındırılmalıdır. Eğitim sistemine sahici bir müdahale yapılamazsa eğer, mevcut yapıdan mezun olan öğrenciler, değil Türkiye’de, dünyada tek rengin var olduğunu düşünecekler, o da SİYAH.