Kelime oyunlarına, zihin jimnastiği spekülasyonlar yapmaya hiç gerek yok. Mesele açık seçik ortadadır:
Bugün ulusalcı ideolojilere mesned olarak kullanılmakta olan "Millet" kelimesinin Kur'an, Sünnet ve diğer İslam kaynaklarındaki tam ye doğru karşılığı "din ve şeriat"tır. "İbrahim'in hanif milleti" diyen Kur'an-ı Kerim, İbrahim Aleyhisselam'ın gösterdiği müşahhas kuralları, kısaca onun tebliğ ettiği şeriatı ve bu şeriata göre yaşamayı kasdetmektedir. Yusuf Suresi'nde Yusuf Aleyhisselam "Terektü millete kavmin" der ki, bu mucizevi olarak "kavim" kelimesinin insan topluluğunu, "millet'in de bir topluluğun üzerinde bulunduğu dini anlatmaktadır. Peygamber Efendimiz (s.a.) birçok hadisinde kelimeyi bu Kur'ani tanımına uygun kullanmıştır. İslam öncesi Araplar da "millet" kelimesini "din ve bir dine göre tutulan yol" anlamında kullanmaktaydılar; bundan dolayı ölüm yatağında neredeyse şehadet kelimesini getirmek üzere olan Ebu Talib'e çevresindekiler "Erterğeb an milleti Abdülmuttalib?" demişlerdir ki, mânâsı "Sen Abdülmuttalib'in dininden vaz mı geçeceksin?" demektir.
İslam tarihinde fakihler, kelamcılar, filozoflar, sufiler ve mezhep tarihçilerinin de kullanımı bundan farklı değildir. İbn Hazm ve Şehristani ünlü kitaplarına "Milel ve Nihel" adını verdiklerinde dinleri ve mezhepleri kasdetmişlerdir. Bunu artık bilmeyen yok. İlk defa 19. yüzyılda Avrupa'dan "milli devlet" ideolojisini ithal etmek isteyenler, "Nation" kelimesine karşılık olarak "Millet" kelimesini kullandılar. Halbuki millet; din, şeriat ve izlenen yol iken, Nation ancak Arapça'daki "kavim" kelimesine tekabül edebilirdi. Kavim kelimesini kullanmaya yanaşmadılar, çünkü bu açıkça İslam'da tel'in edilen kavmiyetçiliği çağrıştıracaktı. Burada suistimal yoluyla, kavim veya bir etniği ifade etmek üzere Millet kelimesini seçtiler. Böylelikle ulus devletlerin bir icadı ve inşası olan Millet'e dayalı milliyetçi bir ideolojiye mesned bulmuş oldular.
Kelime 1970'lere kadar bu şekilde kullanıldı. Hemen hemen müslümanların tamamı bu sinsice kurulmuş ve kurgulanmış tuzağın farkında değildi. Ama 70'lerden başlamak üzere müslümanlar sağcılığa olduğu kadar "milliyetçilik ideolojisi"ne karşı da büyük bir duyarlılık gösterdiler ve her göçen gün Müslümanlar, İslam'ın asıl öngördüğü sosyal örgütlenme biçiminin ulusa değil, ümmete dayalı olduğunu anlamaya başladılar.
1989'dan sonra Sovyet sisteminin çökmesiyle etnik çatışmalar, yerel kimlikler ve mikro milliyetçilikler alanında patlamalar baş gösterdi. Müslümanlar böyle bir gelişme karşısında hazırlıklıydı; çünkü geçen 20 sene içinde kendilerini ve hayata bakışlarını milliyetçi ideolojilerden Özenle ayırmışlardı. Bu dönemde de öne çıkarılacak en büyük değer ümmetten başkası olamazdı. Çünkü Allah'ın iradesinin tecelligâhı olan ümmet, hem evrensel İslam birliğinin, hem de totaliter ve baskıcı verili siyasi iktidarlara karşı müslüman insanın ve İslami cemaatların muhalefet şekliydi.
Ancak tam bu süreçte, bir takım müslümanlar gerisin geri çarkettiler, tekrar 70 öncesi milliyetçi ideolojiye dönüş yaptılar. Şimdi başa, yani 1970'lere dönmüş bulunuyoruz. Çok esef verici bir şey. Bu arada "milliyetçi ideoloji"yi kendi Batılı, hakiki ve doğru bağlamında kullanan laikler, ulus, ulusalcılık ve ulusçuluk gibi seküler ve laik kavramları öne çıkarıp, suistimal edilmek suretiyle de olsa İslam'dan ödünç alınan "Millet" kelimesini bir kenara bıraktılar. Bence laiklerin tutumu kendi içinde çok daha doğru ve tutarlıdır.
Hiçbir "milliyetçilik" doğru ve haklı değildir; "Millet" kelimesinden milliyetçilik çıkarmak ise asla doğru, haklı ve meşru değildir.
(YENİ ŞAFAK, 14 Eylül 1995)