Gösteriminden çok önce büyük bir reklâm kampanyasıyla duyurulan, etrafında fırtınalar koparılan, dört yıl önce projesi çizilip üç yılda çekilen “Nefes” filmi, tam da “29 Ekim Cumhuriyet Bayramı”nın “coşkulu” kutlamaları arasında vizyona girdi. Filmi bir ayda iki milyona yakın seyircinin izlediği söyleniyor. Normal şartlarda sinemayla pek alakası olmayan halk kesimleri bile yürütülen kampanya sonucu sinemaya çekildi. Filmi önce Genelkurmay ve ekibi seyrederek filme desteğini ortaya koydu. Daha sonra CHP ve MHP yönetimi de filme giderek aslında darbeci görünümlerinin arkasında ne kadar yedinci sanat hayranı olduklarını ispatladılar. Ayrıca izleyici sayısının batı illerinde fazla olması da dikkat çekiciydi.
2365 metre yüksekliğinde Karabal Jandarma Karakolu’nun önemi yapılan sınır ötesi operasyonla beraber daha da artmıştır. Zira operasyona katılan birliklerin iletişimi bu karakol aracılığıyla sağlanacaktır. Irak sınırındaki bir komando tugayında görevli bir yüzbaşı ve askerleri karakola zorlu bir yolculuktan sonra ulaşırlar. Fakat geldiklerinde nöbetçi askeri uyurken bulurlar. Ve aslan yürekli yüzbaşı, askerlere uzun bir söylev çeker. Hepsinin ölümüyle ilgili birtakım öngörülerde bulunur. Yüzbaşının hareketleri ve film boyunca konuşmaları, hep emrindeki askerleri kendi evladı gibi gören ve onların iyiliği için çalışan, fakat hataları nadir bağışlayan, sert, haşin, içindeki babacanlık zaman zaman su yüzüne çıksa da onu bastıran asker tipi standartlarındadır. Yüzbaşı beraberinde “doktor” kod adlı PKK liderini de sürüklemiştir ve doktor ara sıra telefon hatlarına girerek yüzbaşıyı tehdit eder. Yüzbaşının yakın arkadaşlarını öldürmüştür ve yüzbaşı ondan intikam almak için fırsat kollamaktadır. Saldırı politikası bu sürtüşme üzerine bina edilir. Yüzbaşı kendi eşine bile telefonda soğuk davranmaktadır ve kafası aslında çok karışıktır. Bu kafa karışıklığı bazen konuşmalarına yansır. Savaşın bitmeyeceğini bildiğini itiraf eder. Fakat sanki bu savaşın sürme mecburiyeti ve onun ve askerlerin de ölme mecburiyeti var gibidir. Bütün kişisel hesaplar “vatan sağ olsun” klişesinin altında ezilip gitmektedir.
Filmin başından sonuna kadar coşkulu bir müzik izleyiciye eşlik eder. Duygusallığın sınırları alabildiğine zorlanır. Askerlerin kendi aralarındaki konuşmalar ve birbirleriyle insani ilişkileri neden orda olduklarını bilmedikleri izlenimini verir. Sanki birdenbire kendilerini bir hapishanede bulmuş ve ne yapacaklarını bilmeyen insanlar konumundadırlar. Hayata dair paylaşımları vardır fakat bu yürütülen kirli savaşa dair bir sorgulama görülmez. Doktor lakaplı PKK lideriyle ilgili “Neden doktor olup bir hastanede çalışmamış da dağlara çıkmış? Tonla para kazanırdı!” gibi komik, sıradan halk tepkileri gösterilir. Birbiri ardınca gelen sahnelerde hep değişik şehirlerden gelen farklı karakterdeki insanların aynı ortak değerde yani “vatan sağ olsun” çizgisinde buluştukları vurgulanır. Kimi break dans yapar, kimi gizlice namaz kılar. Arada Kürtçe konuşan asker de görünür ki ayrımcılık yapılmadığı imajı verilsin. Fakat Kürt olan asker her telefonla konuştuğunda bağlantı sekteye uğrar ne hikmetse. Çavuşun organ bağışı ile ilgili form doldurma sahnesinde organlarını bağışlayanların sevap kazanacağına dair görüşüne namaz kılan askerin itirazı tam da cumhuriyet ideolojisinin kafasındaki yobaz dindar anlayışına uygundur. Namaz kılan asker organlarını bağışlayanların diğer âlemde o uzuvları olmadan dirileceğini, bunun da kitapta sabit olduğunu belirtir. Egeli asker bunun üzerine organlarını bağışlamaktan vazgeçtiğini söyler. Şehitlerin ise uzuvları parçalansa bile sağlam diriltileceğini söyleyen namaz kılan asker kendisiyle çelişmiştir. Bunun üzerine akıl, dini değerlere galip gelir ve her halükarda şehit olacaklarına olan inançları onları ikna eder. Annesi başörtülü olarak kışlaya alınmayan, gizli namaz kılan askerin gerici mantığı burada da saf dışı bırakılmıştır. Dini değerleri işine geldiği gibi kullanan ordu, burada da şehitliği organ naklinde payanda olarak kullanmayı bilmiş ve işin içinden sıyrılmıştır.
Film boyunca yüksek dağların başındaki akan bulut görüntülerine Atatürk büstü ve Türk bayrağı aralıklarla eşik eder. Kamera belli aralıklarla Atatürk büstüne odaklanır. Böylece etkileyiciliğin artırılması amaçlanmıştır. Bir asker elinde tuvalet fırçasıyla sürekli Atatürk büstünü karlardan temizler. İlker Başbuğ da filmi izledikten sonra en etkilendiği sahnenin Atatürk büstü ile asker arasındaki ilişki olduğunu söylemişti. Karakolun damında yazan “Güçlüyüz, cesuruz, hazırız!” cümlesiyle askerlerin davranışları arasında büyük bir tezatlık vardır. Film aslında yüzbaşının ve askerlerin de insani yönlerinin ve zaaflarının bulunduğu fakat bunların vatan savunması söz konusu olduğunda bir öneminin kalmayacağı tezini savunur gibi görünse de filmdeki bazı sahneler bu mesajı zaman zaman gölgelemiştir.
Yüzbaşı ile asteğmen doktor arsındaki diyalog filmin diğer temel tezlerinden birini oluşturur. “Yaralı ele geçirdiğin teröristi tedavi eder misin, kardeşini öldürmüş olsa bile yine de yapar mıydın?” gibi sorularla gerçek hayatla dağlarda yaşanan hayat arasındaki farkı anlatmaya çalışır Yüzbaşı. Dağlarda teröristlerle çatışmanın gerektirdiği acımasızlıkla gerçek yaşamın bir olamayacağını anlatarak asteğmene sürekli hayat dersi vermeye çalışmaktadır. Ayrıca askerlerini uyumaları halinde bizzat kendi elleriyle öldüreceğini ve altına da eğitim zayiatı yazacağını hiç çekinmeden söyleyebilmektedir. Aslında askeri zevatın en beğendiği sahnenin bu olması gerekirdi. Çünkü Elazığ Karakoçan’da bir tugayda aynı sahnelerin gerçeği yaşanmış ve er İbrahim Öztürk’ün eline verilen pimi çekilmiş bombanın patlaması sonucu dört asker ölmüştü. Bu kirli savaşı yürütenler kendi içinde mitler yaratıp sonra yarattığı bu mitler uğruna ölmek için askerleri ruhsuz mekanizmalar haline sokmaya çalışmaktadır. “Biz burada kaybedersek İstanbul’dakiler, Ankara’dakiler kaybeder!” şeklinde verilen mesaj, yaptıkları işi kutsallaştırma arzularının bir tezahürüdür.
Son tahlilde bu tip ısmarlama çekilmiş imajı uyandıran filmlerin analizini yapmak boşunadır. Çünkü mesaj filmin bütününde gizlidir. Bu filmi seyreden insanların aklında ne kaldığıdır önemli olan. Filmin galasından sonra oyunculardan birisine filmi izledikten sonra ne düşündüğü sorulmuştu. “Vatansever duygularım kabardı!” şeklinde cevap vermişti. Militarist biçimlerle süslenen film kimi zaman insani zaafları öne çıkarsa da resmi ideolojiyle büyük oranda örtüşmektedir. Filmin özeti şudur: Ruhsal bunalıma girmiş psikopat yüzbaşı ve emrindeki Türkiye’nin her yanından buraya vatan savunması için gelmiş kırk asker, her ne kadar kendi içlerinde birtakım çelişkiler taşısalar da, sivil hayatı özleseler de, dağların yeminine sadık kalarak kendileri için biçilen rolü oynamak zorundadırlar. Gerektiğinde “PKK’lılara bile şefkat ve merhamet gösterecek kadar iyi yürekli, bazen nöbette uyuyabilecek kadar zayıf, çoğu zaman güçlü, cesur ve hazır şekilde savaşabilen, Atatürk büstü ve bayrakla duygusal bağ kurarak motive olan şerefli Türk askeri” imajından taviz verilmez. Vatan savunması görevi her şeyin üzerindedir.
Yakın tarihin yalanlarının sorgulandığı, laik Kemalist paradigmanın tartışıldığı, Kürt açılımıyla birlikte azınlıklara yapılan zulümlerin konuşulmaya başlandığı bir dönemde filmin zamanlaması da askeri vesayetin yürütmeye çalıştığı psikolojik harekâta uygun düşmüştür. Film, askeri ve sivil apoletlilerin büyük takdirini topladı. Yine kimse savaşı sorgulamadı. Meseleye tersinden bakmadı. Doktorluk yaparak bir ton para kazanması gerekirken durduk yerde dağa çıkan ve devlete karşı gelen insanlarla, vatan hudutlarını her ne pahasına olursa olsun savunan insanların hangi amaçlarla bunu yaptığının bir önemi yoktu. Hâlbuki filmi tersinden seyreden, az çok ülke gerçeklerini sorgulayan sıradan bir vatandaş bile bunca insanın 2365 m. yükseklikte bile-isteye ölüme gönderilmelerini düşündürücü bulacaktır. “Uyursanız ölürsünüz!” mesajlarının altında gizli olan “Düşmanın öldürmezse, eline pimi çekilmiş el bombası verip biz öldürürüz!” mesajı iyi okunmalıdır.
Filmin sonunda PKK’lı grup karakolu basar, askerlerin çoğunu öldürür. Karakol tanınmaz hale gelir. PKK’lıların biri hariç hepsi ölür. Askerlerden ise yaralı birkaçı kurtulmuştur. Yaralı halde kurtulan askerin ilk yaptığı şey, kendini ve arkadaşlarını merak etmek yerine daha önce duygusal ilişki kurduğu Atatürk büstünü savrulduğu yerden toplayarak götürüp yerine koymak olur. Aklın sınırlarını zorlayan insanı gülümseten bu sahne filmin inandırıcılıktan en uzak sahnesidir. Sağ kalan PKK’lıyı öldürmek üzere ona tabanca doğrultan Türk askeri ise merhametini göstererek onu öldürmekten vazgeçer. Vatansever sağduyu durduk yere asileşen insanlara karşı affediciliğini yine göstermiştir. Filmin bir diğer gülümseten sahnesi ise dakikalarca süren çatışma sahnelerinde askerler şoka girip kendilerini kaybederken, yüzbaşının elinde telsizle “doktor”u beklerken ona verdiği mesajlardır. Bu konuşmalar en zorlu sahnelerde bile içindeki espri yeteneğini kaybetmeyen Amerikan filmlerindeki kahramanları anımsatır. Yüzbaşının çocuğu olmaması empatiden yoksun olmasının nedeni de sayılabilir. Doktorla olan telefon görüşmelerinde küfür kullanılması Türk askeri tipine uygun bir davranıştır.
Filmden çıkarabileceğimiz insani bazı mesajlar da şöyle özetlenebilir: Türk bayrağı da olsa bayraklar aşırı rüzgârda yırtılabilir! Atatürk büstü ne kadar kutsallaştırılsa da bir çatışmada devrilebilir. Psikopat yüzbaşının emrinde kırk asker; kırkı da birbirinden farklı ve çaresiz asker ne yapacağını bilemeyebilir. Filmi seyreden ve bu yüzbaşının komutasına girmek için bekleyen, vatansever duyguları kabaran, binlerce genç insan… Bu arada girmek istemeyen beş yüz bin asker kaçağı…