Militarist Şartlandırmanın Okuldaki Uzantıları Milli Güvenlik Dersleri ve Ant Dayatması Kaldırılsın!

Özgür-Der

Türkiye’de siyaset zemininin uzunca bir süredir, militarist zihniyet ve kurumsallıkla yaygın bir hesaplaşma çabalarına sahne olduğu inkâr edilemez bir gerçek. Meşruiyetini resmi ideolojiden alan egemen militarist kültürle, siyasetten yargıya uzanan hesaplaşma yaklaşımı pek çok alanda ciddi sonuçlar doğurmuş durumda. Bu olgunun en açık ve doğrudan sonuçlarını ise devlet içindeki darbeci-çeteci örgütlenmelere yönelik operasyonlarda görmekteyiz. Başta ordu ve yargı bürokrasisi içinde olmak üzere kendilerini şimdiye kadar hep layüsel konumda görmüş kimi çevreler pozisyonlarını ve ayrıcalıklarını koruma telaşı içinde yoğun çabalar sarf etmekte, bu arada da iyiden iyiye açık vermekteler. Açık vermekteler çünkü önceki süreçte dayanak bulabildikleri zemin bir hayli zayıflamış halde. Gerçekten de militarizmin savunucularının ve sürdürücülerinin etkinliklerinin ordudan yargıya, siyasetten medyaya, sermaye kesimine kadar pek çok alanda hissedilebilir oranda azalmış olduğu açıkça görülebiliyor.

Buna karşın eğitim ise bilhassa zorunluluk kapsamındaki ilköğretim ve lise düzeyinde, militarist mantığın eski tarzını büyük ölçüde koruduğu bir alan olarak öne çıkmakta. Ne gariptir ki, okullar militarist tutum ve darbeci zihniyetle ülke çapında gerçekleşen hesaplaşmadan çok az etkilenmiş durumda. Siyaset ve sivil toplum üzerindeki haki gölgeyi azaltmaya yönelik iyi kötü birtakım adımlar atılmasına karşın, okul düzleminde benzeri bir hassasiyete pek rastlanılmamakta, yeni nesillerin militarist kültürle şartlandırılması kampanyası hız kesmeden devam ettirilmekte. Resmi ideolojik dayatmacılık okulu kışla, öğrencileri ise asker gibi algılama tutumunu ısrarla sürdürmekte.

Faşizan Bir Dayatma: “Andımız”

Bu olgunun çeşitli göstergeleri mevcut. Eğitimle öğrencilere kazandırılmak istenen temel değerlerin neler olduğundan ders müfredatına kadar pek çok konuda bu mantığın izlerini görmek mümkün. Aslında militarist yaklaşımın okula rengini nasıl verdiğini net olarak müşahede etmek için uzun araş- tırmalara, ayrıntılı değerlendirmelere de pek gerek yok. Daha okul kapısından içeri adım atmadan önceki düzenek ve bizatihi ders programının kendisi bu olguyu net biçimde ortaya koymaya yetiyor.

Hâlâ milyonlarca çocuğa “Andımız” adı altında her sabah okul kapısında ırkçı, şoven bir yemin ettiren okul düzeniyle muhatabız. Ne hazindir ki, 28 Şubat sürecinde başat bir darbe kurumu işlevi görmüş Milli Güvenlik Kurulu’nun yapısı bile bu süreçte büyük ölçüde değişti, sivilleşti ama hâlâ kız-erkek tüm lise öğrencileri “Hazır ol!” vaziyetinde üniformalı Milli Güvenlik Dersi hocalarını karşılamaya devam ediyorlar. Bakanlık ürkek de olsa çocukların giydikleri formayı tartışmaya açıyor ama üniformalı eğitimi görmezden geliyor. Militarist kurumsallık ve işleyişle, darbecilikle mücadele iddiasındaki siyasi kadroların, militarizmin en temelde ideolojik bir zihinsel tutum olduğunu ve özellikle de eğitim yoluyla toplumsallaştırıldığını anlamamaları çok ilginç bir körlük!

Geçtiğimiz yıl eğitim-öğretim yılının başında Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu andın kaldırılabileceğine dair bir söz etti. Konunun tartışmaya açılabileceğini düşünerek umutlandık ama Kemalist medyanın homurdanması karşısında Bakan geri adım attı ve konu örtbas edildi. Oysa gayet açıktır ki, eğitimin özgürleştirilmesi, çocukların, gençlerin ezbercilikten, şablonlardan sıyrılıp daha özgür bir tutuma yönelmeleri, özgüven geliştirmeleri gibi söylemler ve bu yönde atılan birtakım adımlar bu ürkek yaklaşımla mümkün olamaz. Müfredatta yapılacak kısmi değişikliklerle, forma zorunluluğunu kaldırmakla eğitimin özgürleştirilmesine katkıda bulunmayı amaçlayanların ant dayatmasını görmezden gelmeleri büyük bir tutarsızlıktır.

Defalarca söyledik, bir kere daha tekrar ediyoruz: Ant olayı eğitimde hiç tartışmasız faşizan bir dayatmadır ve mutlaka kaldırılmalıdır. Okulu kışlalaştıran bu ritüel sürdürüldüğü müddetçe eğitimde özgürlük, özgüven, yaratıcılığın teşviki gibi kavramlar içi boş söylemler olmaktan öteye geçmez.

Burada çarpıcı bir tutarsızlığa da dikkat çekmekte yarar var: Tek başına ant konusu dahi Hükümetin “Kürt açılımı” söylemini boşa çıkartmaya yeter bir saçmalıktır. Açık bir biçimde ırkı, etnik kimliği yücelten; farklı kimlikleri asimile etme zihniyetini yansıtan ve her sabah milyonlarca çocuğu yalan söylemeye zorlayan bir tutumu sürdürerek inandırıcı olamazsınız!

İslami kimlik sahibi bizler açısından ise ant konusu bizatihi tağutî bir dayatma, inancımızın yok sayılmasıdır. Müslümanlar olarak sadece Rabbimizi tazim için sarf edebileceğimiz sıfatların rejimin kurucusuna yöneltilmesini kabul edemeyiz. Mümin kimliği dışında başka bir kimliğe razı olmayan bizlere bir başka kimliğin dayatılması zulümdür. Kimlik izharı bağlamında ifade ettiğimiz “Elhamdülillah Müslümanım!” şiarı yerine ikame edilmek istenen “Ne Mutlu Türküm Diyene!” ifadesi doğrudan bir kimlik saptırmasıdır. Aynı şekilde “Hayatımız ve ölümümüz âlemlerin rabbi Allah içindir.” demekle mükellef kılınan Müslümanların çocuklarına “Varlığım Türk varlığına armağan olsun!” dedirtmenin içerdiği zorbalık hiç tartışma götürmez.

Akıl, mantık, pedagoji, Türkiye’nin gerçeği, vicdan ve daha sayılabilecek pek çok açıdan ant olayı yanlıştır, dayatmadır. Bizler açısından ise tipik bir inkâr, büyük bir zulümdür! Bu dayatmanın daha fazla devam ettirilmemesi için yetkililer adım atmalı ve başta Müslümanlar olmak üzere mağdur kesimler de taleplerini yükseltmelidirler.

Okullarda Kışla Düzeni: Milli Güvenlik Dersi

Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne laiklik ve Kemalizm politikalarının küçük yaşlardan itibaren kız-erkek bütün bir topluma benimsetilmesi katı bir devlet politikası olarak yürütülüyor. Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile TC vatandaşı olan herkesin standart bir eğitim-öğretim çarkına dâhil edilmesiyle beraber sorunlar başlıyor. Anne ve babaların çocuklarına verilecek eğitim-öğretimi seçme konusunda neredeyse hiçbir söz hakları bulunmuyor. Devlet, Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile beraber zorunlu ve kesintisiz eğitim sürecini dayatarak özelde çocuklarımıza genelde bütün bir topluma “terbiye edilecek cahiller güruhu” muamelesi yapmakta. İnsan iradesi ve inancını yok sayıp devletin resmi görüşünü bütün bir topluma dayatmak elbette ki ahlakdışı ve zalimce bir siyasettir. Devletin çocukları ve gençleri resmi ideoloji ile terbiye etme hak ve sorumluluğu iddialarını İslami kimlik sahipleri olarak reddediyoruz. Allahu Teâlâ tarafından bizlere bağışlanan nimetleri yok sayan, bizleri Allah’a kulluktan alıkoyup devlete ve resmi ideolojiye kul eylemeye çalışan zorunlu ve tek tipleştirici eğitime doğal olarak itiraz ediyoruz.

Mevcut eğitim sistemi bilen, düşünen, analiz ve sentez gücü yüksek nitelikli bireyler ve toplum oluşturabilmenin önündeki en önemli engellerden biridir. Bütün dersler resmi ideolojiyi ayakta tutmaya ve devletin belirlediği standartlara uygun bireylerden teşekkül ettirilecek modern-seküler bir toplum oluşturabilmek için seferber edilmiş adeta. Edebiyattan tarihe, din kültüründen beden eğitimine istisnasız tüm derslerde Türklük, Atatürkçülük, laiklik, askerlik, savaşçı millet vurguları merkezi konuma oturtulmuş durumdadır. Zorunlu ve kesintisiz eğitim-öğretim süreci bu merkezde işlemekte ve çocuklara, gençlere laik-ulusalcı ve militarist/askercil bir karakter aşılamaktadır.

Aşama aşama uzatılan zorunlu eğitim-öğretim kişiliği, karakteri ve aklı geliştirmeyi ve özgürleştirmeyi hedeflemiyor. Okullar çocukların merakını, araştırma ruhunu, öğrenme heyecanını geliştirmiyor, tersine bütün bu olumlu yönelimleri olabildiğince törpülüyor. Zorunlu eğitim içerisinde bulunan ve liselerde bütün öğrencilere mecbur tutulan Milli Güvenlik Dersi de adeta okullardaki Türkçü-ulusalcı şartlandırma süreçlerini zirveye taşıyan bir mahiyette. 1926 yılından bugünlere kadar gerek ders kitaplarının müfredatı gerekse dersleri veren üniformalı subaylar eliyle okullarda sadece öğrenciler değil diğer öğretmenler ve idareciler hatta veliler bile “esas duruş”a mahkûm edilmek isteniyor. Milli Güvenlik Dersi kitapları başından beri bütün okulları askerî lise formatına yaklaştıracak bir araç pozisyonunda.

Milli Güvenlik ders kitaplarının müfredatını da derslere hangi subayların girip derslerin nasıl işleneceğini de TSK’nın belirlediği biliniyor. Milli Güvenlik Dersinin içeriğine, üniformalı subayların okullarda yürüttükleri gizli faaliyetlere Milli Eğitim Bakanlığı müdahale edemiyor. Bu ders birçok mağduriyete sebep oluyor ancak Milli Eğitim Bakanlığı ve Hükümet eğitim üzerinde estirilen bu militarist dayatmayı sessizce seyrediyor. Eğitim alanında yaşanan en çirkin dayatma ve saçmalıklardan birinin kaynağı olan bu konu mutlaka gündemleştirilmelidir.

Darbe dönemlerinde kurumsallaşmış bir dizi militarist uygulama ve alışkanlığın terk edildiği ve toplumsal yapının askerin uzun gölgesinden arındırılmaya çalışıldığı bir süreç yaşanıyor. Durum böyleyken hâlâ eğitim alanında üniformalı askerlerin ve askerî mantığın ön planda olmasının hiçbir mazereti olamaz. Bilahare ağır ceza mahkemelerine dönüştürülen DGM’lerde, YÖK’te, RTÜK’te asker üye bulundurma saçmalığına son verilmesine rağmen, tüm liselerde Milli Güvenlik Dersi gerekçesiyle üniformalı subayların görev yapmalarının mantığını izah etmek mümkün değildir.

En yakın garnizonla bağlantılı olarak liselerde görev yapan bu derslerin hocalarının temel işlevinin bu dersler aracılığıyla idarecisinden öğretmenine, öğrencisine kadar tüm okulu denetlemek, fişlemek olduğuna dair bilgiler, belgeler defalarca ortaya konuldu. Buna rağmen konuyla ilgili hiçbir adım atılmadı. Kaldı ki, bu derslere giren subayların yaygın bir biçimde hukuk dışı misyon üstlenmiş oldukları gerçeğini bir kenara bıraksak dahi, zaten bu derslerin içeriğinin tepeden tırnağa sorunlu olduğu açık değil mi? Bir yandan dış politika alanında dünyayla iyi geçinme, komşularla dost olma çabaları sürdürülürken, had safhada bir güvenlik paranoyası pompalayan bir ders gerçeği nereye oturtuluyor? Her tarafımız düşmanla çevrili, halkın önemli bir kesimi kandırılmış ve ihanete hazır bekleyen güruhlardan oluşmakta ve benzeri evhamların aktarılmasından hangi somut kazanım elde edilebileceği belli değil mi?

Yapılması gereken şey çok açık. Milli Eğitim Bakanlığı 30’lu yılların tek parti faşizmini yansıtan uygulamalarla çocukların, gençlerin beyinlerinin şartlandırılması çabalarını devam ettirmemelidir. Daha otoriter eğilimli, daha tahammülsüz, gergin ve saldırgan bir gençlik yerine özgürlük, özgüven, farklılıklara saygı temelinde nesiller yetiştirmek için mevcut eğitim politikaları mutlaka gözden geçirilmelidir. Okulun her şeyiyle kışla olmaktan çıkartılması için elbette yapılması gereken çok şey vardır. Bununla birlikte olumlu bir adım atmak için en azından, ilköğretimde ant ve liselerde Milli Güvenlik Dersi dayatmalarını kaldırmakla işe başlanabilir. İslami duyarlılık sahipleri ise mutlaka bu taleplerin takipçisi olmalıdırlar.