TC devletinin resmi ideolojisi olan Kemalizm; sosyal hayatın tamamen dışında bırakmaya çalıştığı İslam dininin, insanlara sunduğu yüce değerlerden hiç birine sahip olmayan, derme-çatma ithal kanunlarıyla ahlak ve hukuk adına 70 yıldır yapageldikleriyle ne kadar haksız olduğunu gözler önüne sermiştir. Atatürkçülük ideolojisi, egemen devletin resmi anlayışıdır. İnsan hakları ve adalet gibi en temel hayat unsurlarından habersiz ve bu yönde gündeme getirilecek tüm taleplere kulaklarını tıkayan despot bir ideolojidir.
Ancak Kemalist sistem artık Kürt gerçeğini Türkçülük ideolojisiyle, İslam gerçeğini ise laiklik ideolojisi ile bastırıp sindiremeyeceğini anlamış olmalı ki, İstiklal Mahkemeleri'ni aratmayacak yeni anayasal düzenlemelere gidiyor. Türkiye halkının paylaştığı tek ve vazgeçilmez ortak değer İslam olmasına rağmen TC varlığını İslam düşmanlığı ve Batı değerleri ile ifade ediyor.
Yaşadığımız günlere gelindiğinde TC devletinin temel unsurları olmaktan öteye gidememenin doğal bir sonucu olarak halka ekonomik ve siyasi krizler hediye eden DYP-SHP koalisyonu karşımıza çıkıyor. Darbelerin adamı S. Demirel ve ortağı Milli Şefin oğlu E. İnönü hükümet sahnesinden geri çekildiklerinde karşımıza iki genç politikacı geldi: Çiller ve Karayalçın. Biri liberal, diğeri sosyal demokrat olmasına rağmen iki önemli ortak özellikleri var: Amerikan ve İngiliz dostluğu. Bu dostluğun bir neticesi olarak ikisi de birer medya yıldızıdır. Geçmişlerine bakıldığında Çiller; Demirel ve Özal gibi ABD'de eğitim görmüş, hatta ABD vatandaşlığı iddiaları temize çıkmamış, M. Thatcher Özentisi olup Demir Leydi'den aldığı telefon talimatlarıyla siyaset yapıyor. M. Kara-yalçın ise SBF'deki öğrencilik yıllarında sağ eğilimli Hür Düşünce Klubü'nün aktif bir üyesiyken aynı zamanda Kızılay'daki Amerikan Haberler Merkezi (USSS)'nde de çalışıp bazı Amerikalılarla teşrik-i mesaide bulunmuş. Garip bir tesadüf olmalı Çiller'in Thathcer ile bir ilişkisi varken Karayalçın'ın da Prens Charles'in elinden "Dünya Konut Yılı Büyük Ödülü"nü alışı. Ödül kendisine 1980 sonrası kurduğu şirketlerden biri olan Kent-Koop Başkanı sıfatı ile verilir. İngilizler Kent-Koop gibi diğer şirketlerin de batık olduklarından habersizdi herhalde.!! (T. Kıvanç, "Psikolojik Savaş", Zaman, 27.11.1993.)
1991 yılında ANAP lideri Turgut Özal tarafından TCK'nın 141, 142 ve 163. maddeleri yürürlükten kaldırılıyor ve bu suçlardan dolayı mahkum olan siyasi tutuklular için af kanunu (daha doğrusu, ceza tecili) çıkartılıyordu. Dönemin ANAP lideri ve halefleri düşünce suçlarını çağdaş ve demokratça bir yaklaşımla ceza yasasından çıkardıklarını ilan ettiler. Ama biraz dikkat edebilenlerin hemen fark edebileceği bir dolap döndürülüyordu. TCK'dan çıkarılan bu maddeler düşünce suçu olarak kabul edilirken, ardından çıkarılan ve halen yürürlükte olan 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasası [TMY] ile terör suçu kapsamına alınıp daha ağır şartlar ve cezalar bu hüküm dahilinde topluma dayatılıyordu.
Bir süre önce Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu [CMUK] ile Devlet Güvenlik Mahkemeleri [DGM]'nin görev alanlarından çıkarılan 17 suç konusundaki yetkinin tekrar bu mahkemelere iade edilmesi MGK'da görüşüldü ve bu konuda daha sert tedbirlerin alınacağı bir hukuki düzenlemeye gidilmesi hükümete dayatıldı. Hükümet hemen yeni bir Terörle Mücadele Yasa Tasarısı hazırlamaya koyuldu. Yeni Terörle Mücadele Yasa Tasarısı [TMYT]'nda bu hükümlere ek olarak TCK'da tanımlanan 27 suçun da "terör suçu" kapsamına alınıp DGM'lerin görev alanına dahil edilmesi öneriliyordu.
Yürürlükte olan 3713 sayılı TMY'nın 9. maddesi "Bu kanun kapsamına giren suçlarla ilgili davalara, DGM'nde bakılır ve suçlan işleyenler ile bunların suçlarına iştirak edenler hakkında bu kanun ve 2845 sayılı DGM'nde Kuruluş ve Yargılama Usûlleri hakkında kanun hükümleri uygulanır." hükmünü taşıyor.
Yaygın olan kanaatin aksine hükümetin SHP kanadının bakanlarının değil DYP kanadının Devlet Bakanı Güneş Müftüoğlu ve B. Sami Daçe'nin girişimleri ile gündeme gelen TMYT'nda söz konusu fiillerle ilgili olanlara DGM'nin bakması şu sonuçlan doğuracak:
a. DGM kapsamına giren suçlular 48 saatten 15 güne kadar gözaltında tutulabilecekler. Bu daha çok işkence, daha çok acı demek.
b. TMY'nın 5. maddesi gereğince, diğer suçların karşılığı olan cezaların yüzde elli oranında fazlası uygulanabilecek.
c. Sanıklar avukatlarıyla görüşebilme hakkından faydalanamayacaklar,
d. Cezalar ertelenmeyecek ve paraya çevrilmeyecek.
e. Cezaların infazı tek kişilik ya da üç kişilik oda sistemine göre inşa edilmiş özel infaz birimlerinde gerçekleştirilecek.
f. Tutuklular açık görüş yapamayacaklar.
g. Hükümlüler şartlı salıverilme konusunda, TMY'nda belirtilen kurallara tabi olacaklar.
h. Hükümlüler hem TCK, hem de TMY gereği ceza alacaklar. Hukukta "tek suça, tek ceza" ilkesine rağmen bir suçtan iki ayrı ceza verilmesi oluşumu ortaya çıkabilecek.
Söz konusu edilen cezai müeyyidelere muhatap olabilmek için imamların devleti eleştirmesinden toplu vizite eylemlerine suç olan fiillerin övülmesinden, sahte kimlik düzenlenilmesine kadar herhangi bir fiili uygulamak "terör suçlan" kapsamına girmenizi sağlıyor. Biz bu 17 maddenin içinden üçünü örnek olması açısından buraya alıyoruz.
"Madde-155: Yasalara karşı gelmeye halkı teşvik ile memleketin emniyetini tehlikeye sokacak şekilde makale neşir edenler veya halkı askerlik hizmetinden soğutmak yolunda yayında veya telkinde bulunanlar veya bir toplulukta veya halkın toplandığı yerlerde bu şekilde nutuk atanlar iki aydan iki yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.
Madde-241: İmam, hatip, vaiz, rahip, haham gibi dini reislerden biri vazifesini ifa sırasında, alenen hükümet idaresini ve devlet kanunlarını ve hükümet icraatını eleştirir ve alay ederse, 1 aydan 1 yıla kadar hapisle cezalandırılır. Bu kimselerden biri, görevi sırasında hükümet emirlerine itaatsizliğe teşvik edecek olursa, 3 aydan 2 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır. Bu fiiller alenen yapıldığı takdirde 3 yıla kadar ceza verilebilir.
Madde-312: Kanunun suç saydığı bir fiili açıkça öven veya iyi gördüğünü söyleyen, halkı kanuna itaatsizliğe tahrik eden kimse 6 aydan 2 yıla kadar hapisle cezalandırılır."
TMYT Meclis Adalet Komisyonu'nda bazı tartışmalarla beraber birtakım değişiklikleri beraberinde getirdi. Adalet Komisyonu yasa tasarısında 8. madde olarak geçen "Türkiye Cumhuriyeti devletinin şeklini, cumhuriyetin laik niteliğini ve devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü hedef alan yazılı ve sözlü propaganda, toplantı, gösteri veya yürüyüş yapılamaz." hükmünden "cumhuriyetin laik niteliğini" ifadesi metinden RP, ANAP, BBP ve DYP'li bazı milletvekillerinin ittifakıyla çıkarılınca SHP lideri M. Karayalçın "laiklik için her şeyi yıkar, bozarız" tarzında ifadeler kullanıp koalisyonun DYP kanadına tehdit mesajları yolladı.
M. Karayalçın'ın açıklamalarının hemen akabinde DYP Kocaeli milletvekili İsmail Amasyalı'nın öncülüğünde 25 milletvekili Karayalçın ve SHP'ye yönelik bir deklarasyon yayımladılar. Amasyalı ve arkadaşlarının geri çekilmemek hususundaki ısrarlar SHP ve DYP'de oldukça önemli sıkıntılara yol açtı. SHP milletvekillerinden E. Karakaş, Ziya Halis ve Cemal Şahin gibi bazı isimler düzenlemenin yeterli olmadığını, her türlü düşüncenin serbestçe ifade edilmesi gerektiğini savunurlarken; Z, Halis, Karayalçın'ın laiklik adına şov yaptığını ileri sürdü. DYP içinde ise Devlet Bakanı B. Sami Daçe kendi partisi ile SHP'yi uzlaştırıp yasa tasarısının Plan ve Bütçe Komisyonu'ndan geçirilip kabul edilmesini sağlamaya çalıştı.
TMY'nın 8. maddesinin yeni şekli için önerge hazırlandı. Önergeyle maddeye eklenecek fıkra şöyle: "Kimse baskı, cebir ve şiddet, korkutma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden birini kullanarak propaganda yapmak suretiyle, kişileri ve toplulukları devletin laik niteliğini bozmayı amaçlayan örgütlü veya örgütlenmiş fiillere veya davranışlara sevk edemez. Herhangi bir toplantı ve gösteri yürüyüşü devletin laik niteliğini bozma amacına yöneltilemez."
Koalisyon hükümeti tüm bu tartışmaları birbirlerinden ayrı zaman ve mekanlarda karşılıklı atışmalarla ifade ettiler. Herkes düşünce özgürlüğünden yanaydı. 141-142 ve 163. maddeler geri gelmeyecekti. Ama 141 ve 142. maddeler esasen TMYT'nda yerini çoktan almıştı. Hem de eskisinden daha ağır şartlarla. DYP ve SHP kanadının bu tutumları tıpkı işkencecilerin yaptığı tavırlara benziyor. Birileri acı ve zorla sanığın ağzından laf almak isterken diğerleri de iyi polisçilik oynayarak görevini ifa etmeye çalışıyordu. Zira görevi üst merci yani MGK vermişti.
"Laiklik krizi"ne yol açan metin Adalet Komisyonu'ndan geçtikten sonra Plan ve Bütçe Komisyonu'na geldi. Bu komisyonda tasarının görüşmeye sunulacağı zaman Karayalçın Mümtaz Soysal'dan aldığı bazı tavsiyeler sonucu ufak bazı yumuşamalar gösteriyor gibi göründüyse de koalisyonun selameti açısından konu Şubat'ta görüşülmek üzere ertelendi. Bu erteleme koalisyonun akıl hocası CHP eski Devlet Bakanı Altan Öymen tarafından olumlu karşılanmakla beraber Başbakan Çiller'in ricalarına kulak asmayan ve parti disiplinini hiçe sayan milletvekillerine "orası Yeniçeri Ocağı değil", diyerek ikazda bulunuldu. (A. Öymen - DYP Ne İstiyor? 07.12.1993 Milliyet)
TMYT tartışmaları sırasında ortaya üç farklı eğilim çıkıyordu. SHP, CHP, TSK, Y. Güngör Özden ve Cumhuriyet gazetesi gibi kişi ve kuruluşlar İslam dinini tamamen Kemalizmin laik yorumu içerisine hapsedip hayattan silmek isterlerken İslam'ı sadece laisizmin güdümünde ve kemalist devletin bekasına yardımcı olduğu sürece kabul ediyorlardı. Bunlar, İslam ve Müslümanlara karşı oluşturulacak her kampta yer alabilen zorba, tahakkümcü, anlayışsız kısacası tam bir oligarşi özlemciliğini yansıtmaktadırlar.
Kendilerini "yaratma ve düşünce özgürlüğünün temsilcileri" olarak gören Pen-Yazarlar Derneği TMYT için "düşünce ve yaratma özgürlüğünü hiçe sayan kanlı bir içerik taşımaktadır." derken "laikliğe karşı saldırı ve eylemleri yasaklayan hükmün tasarıdan çıkarılmasını ise cumhuriyet ve demokrasinin temeline konulmuş dinamit" olarak değerlendiriyordu (Bilgesu Erenus, "Yazarlardan Partilere Terör Yasası Uyarısı", Cumhuriyet, 22.11,1993). Kemalist devletin kadrolu solcuları uygarlık ve demokrasi maskesiyle "halka rağmen halk için" tanımıyla tepeden inmeci halk düşmanlıklarını bir kez daha tekrar ediyorlar. Halkın İslam'la tanışma ve İslam'ı yaşama isteğini, "Kuyruğuna basılan kedinin tırmalaması gibi garip ilkel tepkiler" (Ş. Ketenci, "İnsan Olmak", Cumhuriyet, 27.11.1993) olarak gören ve İstiklal Mahkemeleri ve Takrir-i Sükun nostaljileri ile yaşayan Genel Kurmay'dan tescilli bu özgürlük havarisi Atatürkçü dinozorlar Anadolu topraklarını ve insanlarını babalarının çiftliği ve köleleri sanıyorlar herhalde.
İslam'ı laikliğin güdümüne almak isteyenlerin karşısında ise laikliği İslam'ın sınırları içerisinde ifade etmeye çalışanlar bulunuyor. Tüm gayeleri laikliğin dinsizlik olarak anlaşılmasının yanlış olduğudur. Eğer laiklik olacaksa Avrupa ve Amerika'da uygulandığı biçimi ile olmalıdır gibi istekleri var bu kesimin. İslam ve laikliğin çelişki arz etmediğini, İslam'ı siyasete alet etmenin yanlışlığını sürekli tekrar edip dururlar. Doğru bir Kur'an anlayışları ve tevhidi tavırları olmayan bu zümrelerin bu şuursuzca söylenen düşüncelerini hayata geçirirken menfaatler için, cemaatlerinin oy potansiyelini alınacak tavizler karşılığında pazara sunarlar.
Olayı kavrama yeteneğinden oldukça uzak bir kısım insanlarsa her zaman olduğu gibi bu konuyu da salt SHP ve CHP'nin sorunu gibi lanse etmeye çalışıyorlar. Hatta Öyle ki Genel Kurmay ve MGK'nun bu ülkedeki işlevini bilmiyormuşçasına "Kahraman ordumuzu tahrik edip, suçsuz-günahsız, bu milleti ve vatanı canından aziz bilen müslümanlara karşı ihtilal yaptırmak için her türlü yolu denediler." cümlesiyle halen milliyetçi ve sığınmacı kimlikleriyle kendi haklarını "Başta DYP, ANAP, RP, MHP ve DSP olmak üzere tüm partilerden mecliste milletin sağduyusuna tercüman olarak, inandığı gibi yaşamayı yasaklayan ibarelerin düzeltilmesi istikametinde gayret ve İşbirliğine" (Doç. Arif Sarsılmaz, "Evrimleşmeyen Sol Zihniyet", Zaman, 2.12.1993) davet edip acizlik ve cahilliklerinin boyutunu adeta ilan ediyorlar.
Menderes ve Bayar'la başlayıp günümüze kadar devam edegelen Amerikancı-sağcı anlayışın temsilcileri olanlar ise; yükselen İslami talepleri herhangi bir biçimde kendi menfaatleri için bir yöne kanalize etmek, kısa ve orta vadeli hesaplarla milliyetçi-muhafazakar kesimin güdümlü kalemlerinin de yardımıyla her ne pahasına olursa olsun devletle bütünleştirmeye çalışırlar. İslam'a ve müslümanlara karşı açık-kapalı niyetleri tamamen belirgin olmasına rağmen, Kur'ani düşünce ile hareket eden müslümanları zahiri mezhebinden olmakla suçlayanlar batini tevillerle, toplumu fitneyi önlemek için işbirlikçi ve soyguncu iktidara peşkeş çekerler.
Bağnaz laiklerin kendi dinlerinde pazarlık yapmayı kabul etmediklerini ilan etmelerine karşın bazı muhafazakar-İslamcı kesim ise kendi dinlerine sahip çıkmak noktasında aşırı bir zaafiyet gösterip adeta haklarını dileniyorlar.
İyiden iyiye güçlenip iktidara doğru yürüyen RP'nin lideri Necmettin Erbakan ise son olarak Atatürk ve generalleri partiye kaydettirme girişimlerinden sonra Karayalçın ve Yekta Güngör Özden'in beyanatlarına oldukça garip yaklaşımlar sergiledi. Karayalçın için "Hakikaten hayret ettik. Karadeniz'in inançlı bir evladı, bu şekilde nasıl konuşuyor..." derken sözlerinin devamında "Özden tanıdığımız bir insandır. İyi yetişmiş bir memleket evladıdır. Konuşmalarını iyi dinlemek ve iyi değerlendirmek lazımdır." diyebiliyor (Beklenen Vakit, 23.11.1993).
Aslında Erbakan bu değerlendirmeleri yaparken politik kaygıları göz önünde tutuyor. Karayalçın ve Özden'in kimlerin hesabına ve ne amaçla çalıştıklarının pekala farkındadır. Atatürk'ü partiye kaydetme girişimleri de sadece 'iktidara gelirsek koltuğumuzu altımızdan alırlar' endişesinin bir ürünüdür. Fakat Erbakan'ın bu olumsuz tutum ve davranışları parti tabanı, il ve ilçe teşkilatlarında görevli partilileri oldukça rahatsız etmekte ve sürekli olarak parti liderlerinin tüm yanlışlarını tevil etmeye çalışmaktadırlar. Bu tutumlar, iyiliği emretme ve kötülükten menetme ile kaim olacak olan müslümanların çeşitli faktörlerle aşınmış olan kimliklerini daha da bulanıklaştıracaktır.
Parti lider kadrosu bu tür olumsuzlukları ısrarla sürdürürken üç farklı kamptan oldukça anlamlı saldırılara muhatap oluyorlar. Saldırıların ilki; yanma altı siyaset bilimciyi (yani CIA ajanlarını) alarak Güneydoğu'da RP'nin yükselişini "teftiş"e çıkan Amerika'nın Ankara Büyükelçisi Richard Clark Barkley'den geldi. Barkley'in yaptığı açıklamaların ardından burjuva basınının iltifatlarına mazhar oldu. Ulusal bütünlük, bağımsızlık naraları atan devletin ne İçişleri, ne de Dışişleri bakanlarından "TC Amerika'nın bilmem kaçıncı eyaleti mi ne oluyor, ne bitiyor?" tarzında en ufak bir açıklama yok.
İkinci saldırı ise İslam düşmanı laik kampın köksüz-karanlık-darbeci sözde aydın-bilim adamlarının "laiklik karşıtı düşünceler terör sayılsın" diye çırpınışları ve panik hallerindeki umutsuzluklarıyla yaptıkları açıklamalardı. 12 Mart döneminin karanlık şahsiyetlerinden olan CHP'li Uluç Gürkan tıpkı geçmişte Genel Kurmay'dan bazı subaylarla ilişkiye geçip yapmaya çalıştıkları darbe gibi meclisteki 120 milletvekiline ayrı ayrı yaptığı laiklik uyarısı mektupları ve bu konudaki tehditkar beyanatları bunlardan birini oluşturuyor. İktisat Fakültesi Mezunları Derneği çatısı altında toplanan Bedri Baykam, Toktamış Ateş, Türkan Saylan gibi bazı isimler sol partileri aynı çatı altında toplanmaya zorlayıp halkta yükselen İslami eğilimleri önlemenin yollarını araştırıyorlar. İslami yükselişin devam etmesi halinde Atatürk'e hesap veremeyeceklerini sık sık ifade ediyorlar.
Son olarak Almanya'da bulunan PKK'nın haber organ? Kürt-Ha ajansı tarafından A. Öcalan ve PKK'nın RP'ye yönelik açıklamaları diğer iki kampın açıklamalarıyla aynı tarihe denk geldi. Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgelerinde bir çok RP teşkilatı tehdit edilmişti, hatta Marmara Bölgesi'nde de MGV teşkilatlarına yönelik molotofla yapılan bir çok saldırıyı Özgür Gündem aracılığıyla PKK'nın askeri kanadı ERNK'nın sahiplendiği ilan edildi.
Müslümanlar olarak karşılaştığımız tüm olay ve olguların değerlendirilmesinde saplantı ve moda söylemlerden kurtulmak kaçınılmaz bir gerçeğin ifadesidir. Saplantı ve moda söylemlerden bir kaçı şöyle: "SHP'yi Saiklik krizi tuttu.", "Karayalçın'ın laiklik psikozu.", "DYP diretiyor, SHP dayatıyor"... Acaba bu başlıklar doğrultusundaki açıklamalar hal tasvirinde gerçeklerin neresinde?
Allah-u Teala'nın indirdiği Kur'an-ı Kerim'deki iman edenler ve inkar edenler ayrıştırımını fark edemeyen, müminlerin vasıflarını kuşanamayanlar elbette ki onurlu ve izzetli bir mücadeleden uzak olacaklardır. Sünnetullah'ı kavramadaki yetersizlikler mutlaka tüm hayatı kuşatacaktır. Bu, tarihin değerlendirilmesinden geleceğe yönelik mücadele planlarına kadar her alanda derin ayrılık ve sapmaları beraberinde getirecektir.
Terörle mücadele yasası ile laiklik karşıtı anlayışa getirilen kısıtlamaların; İslami hareketlere karşı cephe alan batıcı bürokrat, aydın, asker, sermayedar kesimin radikal veya ılımlı laik kanatlarının iradesi dışında oluştuğunu düşünmek mümkün mü?