Mevlana, Türkiye'de ve dünyada sadece bir kültür konusu olarak değil, bir kült olarak anılmaya uygun kişiliklerden biridir. Onunla ilgili düşünceler farklılaşmış olsa da Mevlana'nın başat kültürel bir fenomen olma durumu, gerek mutasavvıf bir şair olarak değerlendirilmesinden gerekse küresel hegemonya sürecinde araçsal bir işlev yüklenmesinden kaynaklanır. Ayrıca Halit Ziya Uşaklıgil'in "Bazı keder ve üzüntü zamanlarımda hâlâ Mesnevi'ye el uzatır, onun yaprakları arasında hayatın elemleri için teselli ararım." sözünü doğrulayacak biçimde elit kitlenin kişisel sorunlarını çözecek biçimde bir tür "manevi doping" olarak kullanımı söz konusudur. Mevlana'nın pergel metaforu, bugünün dünyasında İslam'ın küresel kültüre eklemlenerek teslim oluşunu da ima eder biçimde kullanılmaktadır. Pergelin iğneli ayağı hep İslam'ın temel ilkelerini aşındıracak biçimde bir tür tahrif dili olarak kullanılmakta, öbür ayağı ise yetmiş iki âlemin paganizminin devşirilmesi amacıyla gezdirilmektedir. Mutlak serbestlik diyebileceğimiz bu durum dinin mistifikasyonu sürecinde önemli bir rol oynamaktadır.
Bugün, Mevlana üzerindeki düşünce ve araştırmalar üç başlık altında toplanabilir. İlki, Mevlana'nın kendisi, kişiliği ve eserlerini inceleyerek onu yeniden anlamlandırmayı deneyen yaklaşımlardır. Bu yaklaşım biçimi Türkiye'de Abdülbaki Gölpınarlı ile başlamıştır. İkincisi Mevlevilik merkezli çalışmalardır. Üçüncüsü ise Mevlana'nın kültürel ve siyasal bir gösterge olarak kültür tarihindeki yerine odaklanmayı seçer. Bu alanda Mikail Bayram'ın farklı bir yeri vardır. Kültür tarihinde Mevlana'nın nasıl anlaşıldığı, onun fikirlerinin hangi amaçlarla devşirildiği gibi soruların cevabı bulunmaya çalışılır. Mevlana'nın kültür tarihindeki yeri güncel içerimleri de bulunan iki tartışma evleğinde yapılmaktadır.
Bunlardan birincisi Mevlana'nın ait olduğu edebiyat dünyasıyla ilgili olarak Türkiye ve İran arasında yürütülen tartışma.
İkincisi ise UNESCO'nun 2007'de çeşitli etkinliklerle 800. doğum yılını kutladığı Mevlana'nın kültür piyasasındaki öneminin politik hegemonya süreçleriyle ilintisinin olup olmadığı hususudur.
a-Milli Siyaset Olarak Edebiyat Tarihi
18. yüzyıldan başlayarak ulusların tarihi yazılmaya başlandı. Bu girişim 19. yy.da zirveye erişti. Ulusçu tarih söylemi, egemen bir ideoloji olma sürecinde ulusal kültürün billurlaştırdığı bir alan olarak edebiyata özel bir önem atfetmiştir. Dil ve dile ait ürünler ulusçuluğun gelişip serpilmesinde, ulusun hayal edilmesinde önemli bir yer tutarken, geçmişin nasıl anlamlandırılacağı hususu önemli bir sorun olmuştur. Ulusçu yorum, imparatorluklar dönemini çarpıtarak alımlamıştır. Bu alımlama süreci çelişkilerin ve paradoksların yoğun olduğu bir süreçtir. (Milas, 1994; 20-39)
Milli bilinç yaratmanın en önemli araçlarından biri edebiyattır. Ulusal edebiyatın tarihi, oluşumu, incelenmesi, eleştirisi, beğenisi, yorumlaması ise geniş bir araştırmanın parçasıdır. Edebiyatın milli kültürün icat edilmesinde oynadığı araçsal rolün öneminin fark edilişi, bazı kişilere özel ayrıcalıkların tanınarak onların ihmal edilmemesi, kaybedilmemesi yolunda yoğun bir gayret sarf edilmesini de beraberinde getirmiştir. (Jusdanıs, 1998; 82)
İşte bu yoğun gayrete konulan kişilerden biri de Mevlana'dır. Birkaç yıl öncesinde yapılan bir söyleşide bugünlerde de tartışma konusu olan ulusal edebiyatın 'ne'liği meselesi söz konusu olduğunda düşünsel temelli bir tartışma yapabilme gücünü içinde barındıran anlam yüküyle dolu bir ifadeyi aktarmak istiyorum. Mengüşoğlu şöyle diyor: "Bir tek satır Türkçe yazmamış olan büyük müellif Celaleddin Rûmi'yi Türk şairi saymanızdaki garabeti düşünebiliyor musunuz?" (Aldı, 2004; 86)
Neden böyle oluyor bu? Ulusal edebiyatların sınırları tespit edilirken karşılaşılan sorunlar nereden kaynaklanıyor? Elbette bu, birtakım kötü niyetli eleştirmenlerin düşüncelerinden kaynaklanmıyor. Bu durum ulusalcı ideolojinin dışlama pratikleri kadar sahiplenme, övünme, kibirlenme boyutunun da olmasından kaynaklanır. Mevlana gibi bir kültür meselesi olmaktan çok, bir nevi kült hüviyeti taşıyan kişiler söz konusu olduğunda bu sahiplenici tutum ve tavırlar daha da belirginleşir. O gün için yani yaşadıkları dönem itibariyle böyle bir tartışmanın konusu olmaktan uzak olan tarihi kişiliklerin, özellikle ulusal edebiyatların icat ediliş sürecinde paylaşılamayan bir unsura dönüşmeleri bu tutumdan kaynaklanır.
Mevlana'nın 800. doğum günü kutlamaları kapsamında Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü, başta Türkiye olmak üzere Afganistan ve Mısır'da bir dizi etkinlik gerçekleştirecek. Bu etkinlikleri değerlendiren İran Kültür Bakanı Hüseyin Harandi, "Mevlana hiçbir eserini Türkçe yazmadı. Tüm eserleri Farsça. Dolayısıyla Mevlana'nın yaş günü kutlamaları için gerçek merkez Türkiye değil İran olmalıdır. Bilim, Eğitim ve Teknoloji Bakanlıklarının ortak çalışmasıyla Mevlana için büyük bir doğum günü kutlaması hazırlayacağız." dedi. Mevlana'nın hangi edebi evrene ait olduğu söz konusu olduğunda değişik görüşleri aktararak tartışmayı adım adım ilerletmek gerekir. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nden Sait Yeprem, Mevlana'nın Türk kültürüne ait olduğunu kanıtlamak amacıyla şöyle diyor: "İran'ın itirazının kabul görmemesi için ülke olarak çaba sarf etmeliyiz. Mevlana bizim kültürümüzde önemli şahsiyetlerden biridir. Kullandığı dil, o dönemde edebiyatın evrensel dilidir. Nasıl bugün İngilizce yazan biri, İngiliz kültürüne ait olmuyorsa, o dönemde eserlerini evrensel dil Farsça'yla yazan Mevlana İranlı olamaz. Oldukça yalın, yalınlığınca da açık olan bu ifadeleriyle Yeprem, Mevlana'ya bakışını, aynı zamanda da bir kişiyi bir edebiyata ait kılan temel ölçütü belirtiyor. Mevlana'nın yaşadığı yerden dolayı ismi etrafında oluşan kült yaklaşımdan kaynaklanan ve daha çok 'yer'e vurgu yapan bir yaklaşımdır bu. Aynı zamanda Farsça'nın tarihsel gücünü de ortaya koymaktadır. Ama aynı yaklaşım biçimi bugünün edebiyatçılarına taşındığında sıkıntılar çıkmaktadır. Örneğin bugün Türkiye'de yaşamış olmasına rağmen Türkçe dışında bir dille edebiyat eseri ortaya koyanlar Türkçe edebiyat dünyasına dahil edilecek midir? sorusuna olumsuz yanıt veren bir yaklaşımdır bu.
Dilde odaklaşmayan, ama yaşanan mekana vurgu yapan yaklaşımın edebiyat çerçevesinde anlamlı olamayacağı ortadadır. Daha kuşatımlı bir söylemle, geçmiş ve bugünkü sanatçı insanı, bütünlüğü içinde anlama sürecinde 'yer' ve 'dil' arasında bir tercih yapmak gerekirse tercih, dilden yana olmalıdır. Çünkü edebiyat dilde ortaya konulduğundan dille temellenir.
Mevlana'nın Türk edebiyat dünyasına dahil edilmesinin dil dışı gerekçelerini ön plana çıkaran İlber Ortaylı'nın yaklaşımı ilginçtir: "İran'ın itirazı makbul, ikna edici bir itiraz değil. Çünkü Mevlana eserlerini Farsça yazmış ama Türkiye'de yazmış. Türkiye'de ölmüş, tarikatı Türkiye'de kurmuş. Çok güzel bir şiir dili olduğu için eserlerini Farsça kaleme almış. İran'ın bu tavrı milliyetçi bir tavır". Oysa İlber Ortaylı'nın gerekçeleri daha temelsiz. İran'ın itirazı ise dilden hareket ettiği için edebi ölçütlerle tutarlı. Ortaylı ise milliyetçi bir yaklaşımın temellendirmesini yer/mekandan hareketle yapıyor.
Farsça'nın Mevlana dışındaki yazarlarca da yaygın olarak kullanılması bu dilin kelime hazinesinin çok zengin olmasından kaynaklanır. Mevlana çağının geçerli ve yaygın dilini kullanmayı tercih emiştir. (Kaplan, 1987; 10) Muhammed Emin Riyahi'nin 'küçük Asya'nın resmi dili' olarak nitelediği Farsça'yı eserlerinde kullanan Mevlana; Fars dilinin, şiirinin ve kültürünün Anadolu'da ve diğer Osmanlı topraklarında devam etmesinde önemli katkılarda bulunmuştur. Anadolu Selçuklularının yıkılmasından sonra Fars dili hamisini yitirmiş olmasına rağmen, Farsça'nın değerini ve itibarını Mevlana'nın şiiri ve Mevlevi tarikatı korumuş ve sürdürmüştür.
Bu etki Fars dilinin Anadolu dışındaki topraklarda da yayılmasına sebep oldu. Çünkü "Mevlana'nın Mesnevisi ve gazelleri Farsça söylenmiştir ve Fars dili Mevlevi dervişlerinin kutsal dili haline gelmişti. Selçukluların Anadolu'da istikrarının Fars dili ve edebiyatının o topraklarda revaç bulup yayılmasının mukaddimesi olarak kabul edersek, Mevlevi tarikatının kuruluşu da bunu tamamlamıştır." (Riyahi, 1995, 104)
Türkçe yazmayan ama eserleri Türkçe'ye çevrilen bir yazarın Türk edebiyatı içinde değerlendirilmesi milliyetçi paradoksun bir göstergesidir.
İran'ın İslami Kültür ve İlişkiler Kurumu Direktörü A.H. Münferid de "Türkiye'de bazı kesimler Mevlana'nın kendi ülkelerine ait olduğuna inanıyor. Mevlana ne İran'a ne Türkiye'ye ait. O tüm dünyaya aittir." derken bu yer ve dil temelli yaklaşımın sonuçlanmayacağını sezmiş gibidir. Ali Bulaç da Mevlana ve Türkçe yazmamış kişiler için kullanılan "Türk edebiyatı" nitelemesini anakronik bularak şöyle der: "Osmanlı edebiyatı bir Türk edebiyatı değildir. İslam edebiyatıdır. Bu edebiyatta her ırk ve kavimden insanın eserini bulmak mümkün. Fuzuli Türk mü, Arap mı, Fars mı? Selçuklular zamanında yaşayan Mevlana Mesnevi'yi Farsça yazdı. Mevlana Fars mıdır? Arapça veya Farsça eser yazan nice Türk bilgin ve şair vardır. 'Türk edebiyatı' tabiri yakın tarihe aittir." (Zaman, 05.07.2006) Türk edebiyatının tarihçelendirmesiyle ilgili ilk çalışmalar Fuad Köprülü ile başlamıştır. Bu çalışma ise 20. yüzyılın ilk yıllarında yapılmış ve bu tarihten sonra Türk edebiyatı kavramı geçmiş yüzyıllara ait eserleri değerlendirirken kullanılan bir üst başlık olmuştur. Edebi bir eserin ayırt edici özelliği dilde dile gelen bir varlık olmasından dolayı dildir. Bu bakımdan günümüzde Türkçe edebiyat kavramı kullanışlı bir kavramdır. Bu kavramı kullananların azlığı bu kavramın yanlış olduğunu ortaya koymaz. Hele hele bu kavramı kullananlara 'hain' demek düpedüz milliyetçi bir dışlama siyasetinin ürünüdür. Mevlana'nın Türkçe edebiyat dünyasına mı, Farsça edebiyat dünyasına mı ait olduğu hususunda Osman Akkuşak şöyle diyor: "… Bana sorarsanız Türk asıllı olduğu halde ben Mevlana'yı Türk şairi saymam… Olsa olsa Acem şairidir. Nitekim Türk edebiyatı tarihinde Mevlana'nın ismine rastlayamazsınız. Çünkü şiirlerini ve eserlerini Farsça yazmıştır." (Türkçe edebiyat denir mi? Yeni Şafak, 28/11/2006)
Akkuşak, hangi Türk edebiyatı tarihini kastediyor bilemeyiz ama Dergah Yayınlarından çıkan Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi'nde Mevlana ismi yer alıyor. Ama onun Türkülüğüne vurgu yapılmaksızın tasavvufi kişiliği ön plana çıkarılıyor. (TDVEA, C 6, s. 298)
Mevlana'nın yaşadığı dönem göz önünde tutulduğunda Türkçe edebiyatın genel bir karakteristiğini görürüz. Türkçe edebiyat dünyası Arapçadan daha çok Farsça ile içli dışlı olmuş hatta bu durum din dilini de etkilemiştir. Farsça şiir söyleyen Türk kökenli şairlerin bunu yapmalarının nedeni Farsçanın gelişmiş bir dil olarak görülmesindendir. (Kartal, 2006; 300) Mevlana da Mesnevisi'ni Farsça kaleme almıştır. Ama bu kaleme alış, modern anlamda tanımlandığı biçimde ulusların olmadığı Türkçe, Arapça ve Farsçanın Müslümanlarca kullanılan diller olduğu, dolayısıyla ulusal edebiyatlarca tartışılabilecek bir durumun olmadığı da ortadadır. Mevlana bağlamında yapılan tartışmalar, ulusal edebiyatların tarihinin aynı zamanda bir çelişkilerin tarihi olduğunu ortaya koymaktadır.
Milli edebiyatın icadından sonra edebiyatın ayrıştırılması süreci dille birlikte dil dışı ölçütlerin devreye sokulmasını gerektirmiştir. Dil dışı ölçütlerle kaleme alınan edebiyat tarihlerinin çelişkili olduğu biliniyor. Ama dil ölçütünün abartılmadığı modern ulus tahayyülünün ötesinde yaşayan edebiyatçıların, dilden hareketle aynı ulusçuluğu içinde barındıran başka bir edebiyat evresine dahil edilmesinin de doğru olup olmayacağı müphemiyetini korumaktadır.
Bu yıllarda gerek Müslümanların yaşadığı coğrafyalarda gerekse Batı'da cennetin dilleri üzerinden yürütülen bir tahakküm savaşı var. Ama bu savaşım bugün tartıştığımız bağlamda ulusal edebiyatçı bir yaklaşımla yapılmıyor. "Aynı uygarlık küresine ait olan ama farklı dillerde ortaya konan eserlerin –velev ki sapkın eğilimleri içinde barındırsın- her biri bağımsız ve tek başına bir tekliğe temel kılınabilir mi?" sorusu hala cevaplanmamıştır.
Gözlerimizin önünde yaşanan ve edebiyat dünyasından daha çok siyasi bir tartışmanın konusu olan Mevlana'nın, hangi edebiyat dünyasına ait olduğu hususundaki tartışma, edebiyat tarihinin yazımında ayırıcı niteliğin dil üzerine bina edilmediğini de gösterdi. Bütün kültürel pazarlamasını Mevlana üzerine bina ederken dinî algıyı dönüştürme aracı olarak onun söylemini kullanan egemen güçler, Mevlana'yı adeta sembolik bir gösterge olarak istihdam ediyorlar.
b-Gel Ne Olursan Gel ve Öyle Kal!
Yahya Kemal, Osmanlı'nın Viyana kapılarına gidiş sebeplerinden biri olarak Mesnevi okumayı görür. Asırlar sonra küresel dünyanın maneviyat bileşenlerinden olmayı başaran Mevlana, her dönemde tartışma konusu olmuştur. Mevlana'nın fikirlerinin çok yaygın olduğu hatta çoğu edebiyatçıya ilham verdiği bilinir. Galata Mevlevihanesi şeyhi Galip Dede, Hüsn ü Aşk Mesnevisi'nin sonunda:
"Esrarını Mesnevi'den aldım.
Çaldım veli mirî malı çaldım." demek suretiyle Mevlana'ya olan borcunu açıkça itiraf eder. Mevlana'dan ilham alan daha pek çok şair var. Bugün ise ilham alma, hem medyatik düzlemde hem de siyasi düzlemde işliyor. Kültür turizmi, gelenek mirasçılığı, hoşgörü ve diyalog vb. söylemlerle sahiplenilen ve metalar dünyasında epeydir dolaşımda bulunan unsurlardan birini Mevlana kült(ür)ü oluşturuyor. Türk toplumunun zihniyet arkeolojisinin ana damarlarından biri olarak Mevlana, tarihin "ilk post modern çağında" yaşamasından olacak bugünün post modern zihninin de önemli bileşenlerinden biri olarak pazarlanıyor. (Balcı, 2004)
Avrupalıların ve Amerikalıların pazarlamasında iki boyut var. İlki Mevlana ile kendi anlayageldikleri dinsel var oluş arasındaki irtibattan faydalanarak kendi anlam krizlerine cevap bulmaları. Bu doğrultuda Mevlana ilgisi furya ölçeğinde. Amerika başta olmak üzere Mevlana ilgisi bir yayıncılık fenomenine dönüşmüş durumda. Coleman Barks "Mevlana'nın dünya dinleri arasındaki sınırları yok eden" düşünsel boyutuna vurgu yapıyor. Kültürel piyasada Mevlana imgelerini pekiştirecek çeşitli etkinlikler yapılıyor. Şiir seçkilerinden tiyatro oyunlarına, baleden şarkı sözlerine uzanan bir kültürel piyasa var. (Bark, 2004; Özgürel, 2004) Mevlana'nın piyasa yönelimli popüler kültür içerisinde post modern bir kimliğin kurucu şeyhi olarak işlevselleştirmenin yanı sıra, siyasi yönlendirmeler için de kullanılabilir bir boyutu söz konusu. Kudsi Ergüner, Mevlana kült(ür)ünün böyle bir amaç taşımakta olduğunu işaret ediyor:
"Batı, mistisizmi İslam dünyası ile çıkan çatışmaya bir çözüm olarak ihraç etmektedir. Sufilik ve özellikle Mevlevilik öğretisi, yaratılmaya çalışılan light (!) İslam'ın temel taşı olarak Amerika'da ve Avrupa'da yeniden üretilmekte ve Türkiye'ye satılmaktadır. (Ergüner, 2004)
Ergüner'in sözü, Mevlana fenomeninin küresel ölçekte pazarlanmasını betimliyor. Bu ölçüt doğrultusunda bakıldığında Mevlana'yı üreten dünyanın var olup olmadığı ya da onun istiare (metafor), mazmun ve efsane evreninin bugünün yazınsal/kültürel ortama yansıyışının yanında yeniden diriltilmesi hususunda Mevlana'nın yaşadığı yıllarla bugün yaşadığımız tarihin benzerlikleri, yaşanan tartışmalara önemli katkılar sunacaktır. Bu bakımdan Mevlana'nın ağdalı dilinin bugün çoğu kimseye hitap etmemesine rağmen, hem elitler düzleminde hem de sıradan insanlar nazarında bir yaşam pratiğinin pekiştirilmesi amacıyla kullanıldığını görmekteyiz. Mevlana'nın yaşam ve yazım sürecini etkileyen hatta belirleyen kültürel, psiko-sosyal, ekonomik unsurların göz önünde tutulduğu bir sanatçı eleştirisine tabi tutulması, Mevlana'nın hem dinî anlayışı hem de ait kılındığı edebiyat tarihini anlamamıza imkan tanıyacaktır. Bu çaba aynı zamanda Mevlana'nın yazınsal/kültürel bir sorun olmaktan çok, politik/ideolojik bir sorun olduğunu da kanıtlayacaktır.
Bugün Mevlana'nın eserlerini, hayatı ve çevresi içine yerleştirerek anlamaya çalışmak en doğrusudur. Bu bakımdan kült bir kişilik olan Mevlana ve eserlerini edebi eseri kendi içinde bir bütün olarak ele alan formalist ve yapısalcı yaklaşımlar, bütüncül bir Mevlana portresi sunmaktan uzaktır.
Mevlana'yı hem bugün hem de tarihsel kişiliği itibariyle tahlil ederken duygu ve düşünceleri ile devri arasındaki sıkı ilişki göz önünde bulundurulmalıdır.
Kaynakça
Milas, Herkül, Yunan Ulusunun Doğuşu, İletişim Yayınları, İstanbul, 2004.
Jusdanis Gregory, Gecikmiş Modernlik çev. Tuncay Birkan, Metis Yay., İst., 1998.
Aldı, Mustafa, "Metin Önal Mengüşoğlu ile 'Vahiy ve Sanat' Kitabı Çerçevesinde Bir Söyleşi", Umran, s. 121, 2004.
Kaplan, Mehmet, Türk Edebiyatı Üzerine Araştırmalar II, Dergah Yay. İst., 1987.
Kartal, Ahmet, "Türk-Fars Edebi İlişkileri", Türk Edebiyatı Tarihi C 1, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay. Ankara, 2006.
Balcı, Kerim, "Dinle Ney'i Neden İntizar Ediyor?", Zaman, 4 Ekim 2004.
Barks, Coleman, "Mevlana Evrensel Bir Şairdir", Vatan Kitap, 22 Aralık 2004.
Özgürel, Vani, "Mevlana ile Batı'ya Açılma", Radikal, 19 Aralık 2004.
Ergüner, Kudsi, "Mevlana'yı Düzeltip Bize Satıyorlar", Vatan Kitap, 22 Aralık, 2004.
Riyahi, Muhammed Emin, Osmanlı Topraklarında Fars Dili ve Edebiyatı, çev. Mehmet kana, İnsan Yay İst., 1995.