Selçuk Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Mikail Bayram'ın Sosyal ve Siyasi Boyutlarıyla Ahi Evren -Mevlana Mücadelesi isimli kitabı 2005 yazında yayınlanmıştı. Mikail Bayram Selçuk Üniversitesi Tarih bölümünde Selçuklu araştırmaları ile tanınmış birisi olarak alanı ile ilgili çeşitli kitaplar yayınlamış ve dergilerde yazılar yazmış uzman bir kişidir.
Mikail Bayram daha önce de Ahilik üzerine müstakil çalışmalar yapmıştır. Söz konusu eserinde ise Mevlana-Ahi, Selçuklu-Moğol, Mevlana-Moğol ilişkilerini dönemin kaynaklarına ve Mevlana'nın kendi yazdığı eserlere dayanarak geniş bir şekilde ve ilmi bir dille analiz ediyor.
Prof. Dr. Mikail Bayram bu kitabıyla Mevlana'nın gerçek yüzünü ortaya koymaya çalışıyor. Müslüman halklar saltanat yönetimlerinin saray uleması tarafından yazılan saptırılmış tarih anlayışından yavaş yavaş kurtulmaya ve gerçekleri öğrenmeye başlamışlardır. Günümüzdeki tarih anlayışı da maalesef saltanatçı tarih anlayışıyla atbaşı giderek uzlaşmacı ve gerçekleri halktan gizleyen bir yapıya sahiptir.
"Konuyu araştıran uzmanların tespitine göre, Celaleddin Rumi desteğini ve onayını uzun süre Moğollardan yana koyar. Bu ilk anda çoğu kişinin tuhafına gidebilir. Celaleddin Rumi gibi birisi Moğollar gibi İslam'la ilgili olmayan hatta ona düşman olan kavmi, yönetimi desteklemesi olacak iş değildir. Ancak asıl bu anlayış yanlıştır. Çünkü, Celaleddin Rumi yanlış tanınmaktadır. Onun düşünce, inanç ve görüşleri süslü, övgülü ifadelerle tanıtılan "kültür İslamı"ndan ayrı olarak ciddi ve delillere dayanılarak araştırılırsa, görülür ki Mesnevi, Fihi ma Fih, Divan-ı Kebir, Rubailer gibi kitapların yazarı olan 7. yüzyıldaki Celaleddin Rumi ile "kültür İslamı"nın tanıttığı Celaleddin Rumi arasında büyük farklar vardır. Bu farkı buradaki konumuz açısından değerlendirecek olursak: Celaleddin Rumi, Moğolları destekler. Çünkü burada onun düşünce, inanç ve amacına ters bir durum söz konusu değildir. Çünkü onun, İslam'ı (tabii ki "vahiy İslamı"nı) siyasi alanda hakim kılmak gibi bir amacı söz konusu değildir. O "mana aleminin sultanı" olmak amacındadır. Bu amacına bağlı olarak, kendine ve amacına bağlı olmadığı sürece "madde aleminin sultanı"nın kim olduğu onun açısından hiç önemli değildir. İster Selçuklu, ister Moğol olsun fark etmez. O, amacını gerçekleştirmek için "madde aleminin sultanları"ndaki güç değişimine bağlı olarak bazen Selçuklu'yu bazen de Moğolları destekler. Böylelikle amacına biraz daha yaklaşmaya çalışır."1
Irak'ta, bugün işgalcilere karşı direnen Şii ve Sünni Müslümanların kahramanca direnişlerini itikadi ve geleneksel yanlışlarına rağmen nasıl destekliyorsak Anadolu Selçukluları zamanında işgalci güç olan Moğollara ve işbirlikçilere karşı savaşan Ahi Türkmenleri de desteklemek ve onlara hak vermek durumundayız. Ahilerin inanç ve itikadi anlamda tarihsel bir sürü yanlışlarına rağmen siyasal anlamda işgalcilerle birlikte olmayışları ve onlarla savaşmalarını takdir etmemiz gerekir.
Öte yandan itikadi ve ameli yönden bir sürü yanlışlarıyla birlikte işgalci Moğol ve yerli işbirlikçi sultanlarla beraber olan Mevlana ve yandaşları siyasi olarak da uzlaşmacı bir tavır sergilemiştir. Ahi Türkmenlere karşı Moğol iktidarının yanında yer almışlardır.
İnanç ve akide bakımından Ahilerin sahip olduğu Türkmencilik düşüncesiyle Mevlevilerin sahip olduğu tasavvuf felsefesi arasında çok fazla fark olmayabilir. Hem Mevlevilik hem de Ahilik bir anlamda tasavvuf düşüncesinin farklı yorumlarına dayanmaktadır. Her iki akım da geleneksel İslam'ın yani "kültür İslamı"nın yanlışlarını bünyesinde barındırması açısından eleştirilebilir. Kur'ani İslam'dan uzak kalmış göçebe Türkmen yaşayışı, İslam öncesi Şamanist, Budist birçok etkiyi sözlü İslami kültürle birlikte yaşatmıştır. Mevlana ve daha sonra oluşan Mevlevilik de İslam öncesi İran kültürünün ve geleneksel İslami ritüellerin bir sentezinden oluşmaktadır. Her ikisinin de temelinde tasavvuf ve geleneksel İslam anlayışı vardır. Fakat Mevlevilik; yerleşik şehir kültürü ortamında entelektüel, edebi çevrelerin kültür ve sanat araçlarını kullanıp, devlet imkanlarını da arkasına alarak bugüne kadar kendisini ifade etmeyi başarmıştır.
Ahilik geleneği ise daha çok Türkmen esnaf ve halk arasında vücut bulduğu için ekseriyetle orta seviyede bir kültür yapılanması şeklinde kendini göstermiştir. Mevleviler ve Mevlana eserlerini Farsça yazarken, Ahi Türkmen önderleri (Hacı Bektaş ve Yunus Emre gibi) ise halkın dili olan Türkçeyi kullanmışlardır.
İnanç ve itikatta belki de ayni geleneksel "kültür İslamı"nın savunucuları olan Ahilik ve Mevlevilik siyasi başkaldırı olayında Anadolu Selçuklu döneminde farklılaşmıştır. Ahiler, Moğol işgaline ve işgale yardım eden Mevlevilere karşı direnirken; Mevleviler ve Mevlana çevresi tam tersine işgali onaylamış ve direnişe geçen Ahilerin kılıçtan geçirilmesine destek vermiştir.
Bu iki grubun o dönemde zıtlaşmaları neticesinde Babailer İsyanı denilen büyük Türkmen başkaldırısı gerçekleşmiştir. Anadolu Selçuklu Devleti bu Türkmen isyanını çok zor bastırmış, hatta Hıristiyan askerleri isyanın bastırılmasında yardıma çağırmıştır. Savaşı kaybeden Ahi Türkmenler Anadolu'nun batısına göç ederek Osmanlı Devleti'nin kurucu unsurları olmuşlardır. Ahi Türkmenlerle beraber Moğol zulmüne ve Mevlana'ya karşı çıkan oğlu Alauddin Çelebi de Ahilerin başkanı olan Ahi Evren'le birlikte Kırşehir'de yakalanarak öldürülmüştür. Mevlana, kendi öz oğlunun Ahi Türkmenlerle birlikte oldu diye katletmesine göz yummuş ve cenaze namazını kılmamıştır.
Arkasından her iki grup da kendilerinin haklı olduğunu savunan eserler yazmışlardır. Bir taraftan Mevleviler, Ahilerin iyi Müslüman olmadıklarını ileri sürerek onları çeşitli suçlamalarla kötüleme yoluna giderken öte yandan Ahi Türkmenler de Mevlevilerin hem itikadi hem de siyasi yönden bir sürü yanlışlarla dolu bir hayat yaşadıklarından bahsetmişlerdir.
Mevlana ve Mevleviler devlet imkanlarını kullanarak Ahi Türkmenlerin tekke ve zaviyelerini hatta yazılı eserlerini de yok etmişlerdir. Anadolu Selçuklu kaynakları Mevlana ve Mevlevilik bakış açısıyla yazılmıştır.
Mevlana'nın oğlu Sultan Veled Ahilerle Mevlevileri uzlaştırma arayışına girerek daha sonraki yıllarda bu iki grubu barıştırmaya çalışmıştır. Tabi ki hakim unsur Mevlevilik olmak şartıyla.
Mikail Bayram'ın Kitabına Göre Mevlana ve Mesnevi'nin Değerlendirilmesi
Mikail Bayram, Selçuklu ve Osmanlı kaynaklarına göre Ahi Evren ve Mevlana arasındaki ilişkileri geniş bir şekilde adı geçen kitabında anlatmış.
Kitabın tamamı 263 sayfadan ibarettir. Eser girişle birlikte altı bölüm halinde yazılmış. Bu bölümlerin bir kısmında Ahi Evren'i anlatırken diğer kısımlarında Mevlana ile çevresiyle onun Ahilerle yaptığı mücadeleyi anlatmıştır.
Türkiye halkı Mesnevi'yi bir nasihat, bir öğüt kitabı zannederek bugüne kadar okuyagelmiştir. Bayram'a göre Mesnevi edebi ve sanat değerinin yanında siyasi ve ideolojik görüşlerin çatıştırıldığı, kendisine karşı çıkanların acımasızca eleştirildiği bir kitaptır. Mesela Bayram "Mevlana'nın Düşmanları Kimlerdir?" başlığı altında Mesnevi'nin VI. cildinin başında (ilk 275 beyit) kendisine düşman çevrelerin bulunduğunu ve onlarla mücadele etmesi gerektiğini söyler. Mesnevi'yi bu amaçla kaleme aldığını sonunda rakiplerini yendiğini uzun uzun anlatır. (s. 78)
Mevlana'nın Divanı Kebir'inde de düşman kabul ettiği insanlar aleyhine yazdığı yüzlerce şiirinden bahseder Bayram. Ama maalesef Mesnevi şerhlerinde kasten bu düşmanların kimler olduğu üzerinde durulmayarak Ahi düşmanlığının unutturulmaya çalışıldığı görülmektedir. Halbuki Ahmet Eflaki'nin Menakibul Arif adlı eserinde bu düşmanların kimler olduğunu belirttiğini söyler. Buna örnek olarak Mesnevi'deki "Kıpti ile Sıpti'nin Hikayesi"nin Hacı Bektaş hakkında olduğunu, Luti ile Kundeh'in Hikayesi'nin ise Ahi Evren hakkında olduğunu belirtir.
Mevlana, Mesnevi'yi 20 yılda (1245-1265) defterler halinde yazmıştır. Eser sonra müritleri tarafından toplanmış, Mevlana'nın oğlu Sultan Veled'in de "İbtidaname ve Veledname"de Ahileri ve ileri gelenlerini isim vermeden kötülediğini, bunların düşüncelerinin yanlış olduğunu, dini ve felsefi görüşler şeklinde tenkit ederek kaleme alındığını ileri sürer. (s. 80)
Mikail Bayram 79. sayfanın 212. dipnotunda Mesnevi'nin üzerinde yapılan çalışmalarla "O dönem ve çevrenin insanlarına hitap eden bir eser olmaktan çıkarılıp devirlere hitap eden kalıcı bir eser haline getiriliğini söyleyebiliriz" der.
Mevlana kendisini Nuh Peygambere benzeterek "Nuh dokuz yüz yıl hakka davet etti. Fakat gene kavmi inkara devam etti. Ay, nur saçtı, köpekler ise yaradılışları icabı havlayıp durdu. Ama köpeklerin havlaması kervanı yolundan alıkoymaz"2 diyerek kendini över.
Ayrıca Mevlana'nın Mesnevi ve Divanı Kebir'inde kendisine muhalif olanlara karşı hace, cuha, muhannes, dabbağ, mar, ejder gibi aşağılayıcı sözler kullanıldığını Mikail Bayram anlatmaktadır. Bayram, "Şiir ve söz sanatını, duygu ve düşüncesini anlatmada ve maksadına hizmet doğrultusunda kullanmada Mevlana kadar başarılı olmuş şair yoktur veya çok azdır." değerlendirmesini yapar. (s. 82)
Ayrıca Mevlana düşman bildiği Ahilere sataşırken "İnsaf ölçülerini aşmakta, edep çizgisini ihlal ederek işi ağır hakaretlere vardırmaktadır." "Baş düşmanını ejder, mar (yılan), İblis, muhannes (eşcinsel), hadım, ebter (zürriyetsiz), hırsız kötü sıfatlarla ve tahkir edici sözlerle kötülemektedir." (s. 83)
Mesnevi ve Kur'an Karşılaştırması
Mevlana, Mesnevi'nin kendisine Allah tarafından vahiy yoluyla geldiğine inanmaktadır. Bunu Mesnevi'nin birinci cildinin önsözüne de yazarak Allah'ın kitabı olan Kur'an-ı Kerim'in vasıflarını anlatan ayetleri Mesnevi'nin de vasıfları olarak göstermektedir. Mikail Bayram bu bölümü Mesnevi'nin önsözünden aynen şöyle aktarmaktadır. Mevlana şöyle diyor:
"Bu Mesnevi kitabıdır. O Allah'a kavuşma ve onun hakkında kesin bilgiye ulaşma sırlarını açan dinin aslının aslının aslıdır. O Yüce Allah'a dair bilgi veren ve Allah'ın yolunu aydınlatan ve O'nun varlığının en açık belgesidir. Onun (Mesnevi'nin) nuru içinde kandil bulunan bir oyuktan yayılan ışığa benzer. Sabah aydınlıklarından daha aydınlatıcıdır. Bu kitap, yeşillikleri ve pınarları bulunan cennetlerin cennetidir. O cennette öğle bir göze var ki, oraya yönelenler ona selsebil derler, ermişler ve keramet sahipleri ise oraya en hayırlı ve en üstün makam derler. Mutluluğa ermişler orda yer ve içerler, hürler orada diledikleri gibi yaşarlar. Bu kitap Mısır'daki Nil nehri gibidir. Sabredenlere şarap, Fir'avn ailesine ve inançsızlara sıkıntı kaynağıdır. Cenab-ı Allah'ın Kur'an-ı Kerim hakkında buyurduğu gibi Mesnevi ile niceleri sapıklığa sapar, niceleri hidayete erer. Çünkü o kalplere şifa, üzüntülere cila, Kur'an'ı açıklayan, rızkı bollaştıran, ahlakı güzelleştirendir. Melekler, ona sadece temiz olanların dokunmasını sağlarlar. Alemlerin Rabbi'nden indirilmiştir. Önünden ve arkasından batıl ona yanaşamaz. Çünkü Allah tarafından korunmaya alınmıştır. Allah en iyi koruyucudur."
Mevlana'nın Mesnevi hakkındaki bu beyanları açıkça göstermektedir ki o, "Mesnevi"nin Allah tarafından kendisine vahy edildiğine inanmaktadır. Bunu sofiyane veya şairane ilham olmadığını veya ilhama haml edilmemesi için Kur'an ayetleriyle ifade etmektedir. Zaten o, bu görüşünü "Mesnevi" hakkında söylediği bir beyitle de şöyle dile getirmektedir. "Bu ne bir kahin sözü, ne bir rüyadır. Allah doğruyu biliyor ki, o Allah'tan vahydir."
Hocası Şems-i Tebrizi gibi "Hululiyye" inancında olan Mevlana, Allah'ın kendisine hulul ettiğine ve içindeki Allah'ın kendisini konuşturduğuna inanmaktadır. Kendisine gelen vahyin böyle gerçekleştiğine inanıyor olmalıdır. Mesnevi'nin de böyle meydana geldiğini savunmaktadır. Mecusilikten gelen bu inancın (İran irfancılığı) tasavvufi çevrelerde yaygın olduğu bilinmektedir. Vakıa Mevlana ve etrafındakiler ve hatta ilk Mevleviler "Mesnevi"nin vahiy mahsulü olduğuna inanıyorlardı. Nitekim o dönemlerde kopya edilen Mesnevi'nin pek çok el yazması nüshalarının cild kapaklarına ve sahife başlarına "la yemessehu ille'l-mutahharun" (Ona ancak temiz olanlar dokunabilir) ve "Tenzilün min Rabbi'l-alemin" (Alemlerin rabbi tarafından indirilmiştir) yazarak bu inancı ifade etmişlerdir. Meşhur Molla Abdu'r-Rahman Cami, Mevlana için "Nist peygamber veli dared kitap" (O peygamber değil, ama kitabı var) dedikten sonra şöyle demektedir:
"Mesnevi-yi ma'navi-yi Movlevi
Hest Kur'an der zeban-i Pehlevi"
"Mevlana'nın manevi Mesnevi'si Pehlevi (Deri Farsçası) dilince Kur'an'dır."
Buna mümasil yüzlerce beyan göstermektedir ki, eskiden beri Mevlevi çevreler "Mesnevi"yi Kur'an-ı Kerim'e eş değerde bir kitap olarak görmüşlerdir."3
Mevlana'ya Göre Ahi Evren
Mikail Bayram, Ahi Evren ile nükteleri ve hikmetli sözleriyle günümüze kadar gelen Nasreddin Hoca'nın aynı kişi olduğunu belgelerle ortaya koymaya çalışmaktadır. Çok ilginçtir ki Mevlana çeşitli vesilelerle ondan söz ederken yer yer onun fiziki özelliklerinden de bahsetmektedir. Mevlana'nın tasvirlerine göre bu Hace Nasirü'd-din, iri cüsselidir. Bundan dolayı da onu ayıya benzetmektedir. Yüzü ve sesi kadın yüzü ve sesine benzemektedir. Divan-ı Kebir'de de cüssesini "vücudu dağ gibi yekparedir" diyerek onu dağa benzetmekte ve aynı şiirde kaşı açık olduğunu bildirmektedir. Birçok şiirde de onu ekşi suratlı ve ekşi köse diye vasfetmekte ve bir delikanlıya sarkıntılık yaptığını, delikanlı bu iri adamdan uzaklaşmak isterken "Benden korkma ey delikanlı. Ben muhannes (eşcinsel) biriyim. Bu ilişkide sen üstte olacaksın bana deveye biner gibi bineceksin dilediğin gibi süreceksin" dediğini naklederek onun homoseksüel ilişkide pasif konumda olduğunu yazarak çok haysiyyet kırıcı bir biçimde ona iftira etmektedir. Gene "Mesnevi"deki "Luti'nin Hikayesi"nde, "Kadınlar Meclisine Giren Cuha'nın Hikayesi"nde ve "Nasuh'un Hikayesi"nde ve daha başka yerlerde hep bu muhalifini böyle eşcinsel, iri cüsseli, ekşi, ekşi suratlı, çirkef gibi sıfatlarla anmaktadır.4
Ahi Evren ve Şemsi Tebrizi
Halk arasında Nasreddin Hoca diye anılan aslında devrinde vezirliğe kadar yükselen Ahi Evren ulemadan bir kişi olmasına rağmen iktidar mücadelesinde Moğollara ve Mevlevilere karşı yenik düştüğü için Anadolu Selçuklu devri resmi kaynaklarında adı unutulmaya terk edilmiş bir şahsiyettir.
Ahi Evren kendisini yetiştirmiş bir hadisçidir. Gelgelelim ki Şemsi Tebrizi, onun hadisçilik yönüne saldırmakta tasavvufi hadis anlayışını ortaya koymaktadır: "Daha ne kadar onun bunun sözlerini nakledip duracaksınız. İçinizde kalbim bana Rabbimden şöyle bir haber veriyor diyebilecek bir er yok mu?"5 Tebrizi, bu sözü üzerine Ahi Evren'in protestosuyla karşılaşmıştır. (s. 110)
Muhammed İkbal, Mevlana ve Şemsi Tebri-zi'nin Hululiye mezhebinden olduğunu söylemektedir.6
Mevlana, Mesnevi'de [II, 270-272] Beyazıd Bestami ile ilgili hikayede Hululi görüşlerini açıkladığı için Ahi Evren'in tenkidine uğramıştır. (s. 114, dipnot 326)
Bu suçlamaların karşılıklı devam ettiğini söyleyebiliriz. Mevlana Türkmenlerin kadın-erkek birlikte zikir ayini yapmalarını tenkit etmiştir.7 Mesnevi'de akıl yürütme ve aklı kullanma yerilmiştir.
Mevlana Moğollarla uzlaşarak Ahilere karşı savaştığı için Moğollar ona "Şeyhu'r-Rum" [Bütün Anadolu'nun Şeyhi] unvanını vermişlerdir. Daha sonra Anadolu'daki bütün şeyh ve müritlere Mevlana'ya bağlanmaları mecburiyeti getirilmiştir.
Aktarmaya çalıştığımız görüşlerinden dolayı hoşgörüyü savunduklarını ileri süren Mevlana hayranları, Mikail Bayram'a yargısız infaz yaparak linç girişiminde bulundular ve "Vurun Mevlana Düşmanına" yaygarasını kopartarak kampanya başlattılar.
Mevlana Müzesi Müdürü, Bayram'ın kitabı için "deli saçması" derken, Mevlana'nın 22. kuşaktan torunu Esin Çelebi "Mevlana bu ülkenin kutsal değerlerinden biridir, onun üzerinde oyun oynanmasın" diyor. Ayrıca Nasreddin Hoca ve Turizm Derneği başkanı da işin turistik ve ekonomik yönlerini hesaba katarak Prof. Bayram hakkında hakaret davası açacaklarını bildirdi. Bütün popüler ulusal gazete ve yayın kuruluşları da Bayram'a karşı boykot uygulaması başlattı.
Mevlana ismi üzerinden hoşgörü edebiyatı yapanlar, hümanizmi savunanlar, tüm insanlığı kuşatmaya, herkesi gönül ehli olmaya davet edenler birdenbire nasıl hoşgörüsüzlük girdabına düştüklerinin farkında bile değiller. Amerikan emperyalizminin kuşatması altında bir dünyada onun kültür kuruluşu olan UNESCO 2007 yılını "Mevlana Yılı" ilan ediyor. Timsahın gözyaşlarını andıran bir gösteriş ve buna inanan saf bilinçsiz Müslümanlar. Irak'ta, Afganistan'da, Filistin'de Müslümanların kanı ve gözyaşı üzerine kumar oynayan emperyalist Batı, nasıl oluyor da Mevlana'yı bizlere yani Müslüman halklara tavsiye ediyor, öğrenmemizi istiyor? Moğol işgalcilerini savunan, onlardan maaş alan bir Mevlana'yı Amerika ve Avrupa niye savunmasın ki. Irak'ta, Amerika ve İngiltere gibi işgalci güçlerle işbirliği yapan ulema artıkları gibi Mevlana da o dönemin işbirlikçisidir. Amerika ve Avrupa, Mevlana'yı bizden iyi tanıyor ve bugün işgal ettikleri ülke halklarına da "Mevlana gibi olun, bizimle işbirliği yapın, bize karşı savaşmayın, eğer bize karşı savaşırsanız Moğolların yaptığı gibi direnen Ahi Türkmenlerin kılıçtan geçirildiği gibi sizleri de yok ederiz" diyor. Moğolların işgali altındaki Konya, Kayseri, Sivas, Tokat ve Kırşehir'de Mevlana ve o zamanın Selçuklu sultanları, direnişe geçen Ahi Türkmenlere karşı savaşmış ve Ahi direnişçileri Batı Anadolu tarafına göçe zorlamışlardır.
Durum bugünkü Irak ve Afganistan'a benzemektedir. Afganistan'da Karzai ve ona fetva veren din adamları Amerikan işgalini meşrulaştırırken bir taraftan da Irak'ta aynı tezgah sürdürülüyor. Amerika ve Batı emperyalizmi İslam ülkelerini siyasi, askeri ve ekonomik yönden işgal ederken diğer yönden hoşgörü edebiyatı yapan Müslüman geçinen din baronlarıyla da işbirliği yapıyor. Tarih ise tekerrür etmeye devam ediyor.
Dipnotlar:
1- [a] Celaleddin Vatandaş, Vahiyden Kültüre, Pınar Yayınları, İstanbul, s. 187. [b] Prof. Dr. Mustafa Akdağ, Türkiye'nin İktisadi ve İçtimai Tarihi, Tekin Yayınları, İstanbul, 1979, 1. cilt, s. 51. [c] Ord. Prof. Dr. A. Zeki Velidi Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, 3. baskı, Enderun Yayınları, İstanbul, 1981, s. 265. [d] M. Fuad Köprülü, Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu, 2. baskı, Başnur Matbaası, Ankara, 1972, s. 162.
2- Mevnevi VI, 925.
3- Mikail Bayram, Sosyal ve Siyasi Boyutlarıyla Ahi Evren-Mevlana Mücadelesi, 1. baskı, Konya 2005, s. 84-85.
4- A.g.e., s. 108-109.
5- Ahmet Eflaki, Menakibü'l-Arifin, II, s. 647-648.
6- Muhammed İkbal, Seyr-i Felsefe der İran, Trc.:A. H. Aryanpur, Tahran, 1975, s. 78-82.
7- Mesnevi, V, s. 879-880.