Metris Kapalı Cezaevi Müslüman Siyasi Tutsakların Dergimize Gönderdikleri Mektup
8 Temmuz 1997 Salı gecesi, koğuşumuzdaki (C-1) mescitte topluca yatsı namazını kıldığımız sırada dışarıdan bir gürültü ve uğultunun gelmekte olduğunu duyduk. Mazgaldan koridora baktığımızda, C-13 ve 24 koğuşlarının bulunduğu tâli koridorda bir ateş yakıldığını gördük. Birkaç dakika içinde bütün cezaevini kesif bir duman sarmıştı. Bu sırada iç güvenlikten sorumlu gardiyanların koşuşturarak dışarı kaçtıklarını görünce olayın büyüyebileceğini anladık. Kısa bir süre sonra müslüman siyasi tutsakların bulunduğu iki blok dışındaki bütün kapılar sırayla patlatılmış ve adli tutuklular serseri mayın gibi ortalıkta gezinmeye ve sağa sola saldırmaya başlamışlardı. Bu sırada olaya ilişkin gelişmelerin yansımasını öğrenmek için televizyonu açtık. Televizyon kanallarından verilen görüntü ve haberler gerçeği yansıtmıyordu. Müdahale etmek gibi bir niyetleri olduğuna dair hiçbir emare bulunmayan asker ve çevik kuvvet, kapıda sıraya dizilmiş, bekliyorlardı. Daha sonra, askerin gece takviye jandarma kuvvet gelmeden içeriye girmeye yanaşmadığını, yine cezaevi idaresinin müdahale için çağırdığı Çevik Kuvvete bağlı polislerin içeriye girmesine de olay komutanı tarafından izin verilmediğini öğrenecektik.
Saat 23.00'de başlayan isyan, geçen saatlere rağmen müdahale edilmeyince büyüyerek sürdü. Önce cezaevinin tüm camları kırıldı. Sabaha karşı idari kısım ateşe verildi. Cezaevi kantini önce yağmalandı, sonra yakıldı.
Adli mahkumların, küçük bir grubunun başlatıp diğerlerini de zorlamayla kattığı isyan, çıldırmışcasına sağa sola saldıran bir güruh tablosu oluşturmaktaydı. Birkaç kez bizim kapımızı da açmak istedilerse de sert tepki gösterdik. Amaçsız ve faydasız bulduğumuz bu isyanın dışında kalmayı, ancak bize bulaşma ihtimali karşısında tedbirli olmayı kararlaştırmıştık. Bunun için blokun üç kapısına da nöbetçi arkadaşlar yerleştirdik. Gerekli savunma araçlarını hazırladık. Televizyondan dış gelişmeleri, pencerelerden ve mazgallardan da iç gelişmeleri izlemeye devam ettik. Bu arada gerekli haberleşmeleri de kendi yöntemlerimizle sağladık. Kantinin yağmalanması sırasında bizim bloka teklif edilen eşyaları reddettik. Bütün boyutları ile gelişmelerin dışında kalmayı amaçlamıştık. Adli tutukluların kendi aralarında ve idareye karşı sürdürülecek çıkar kavgalarına müdahil olmamayı ilke edinmiştik. Bunun gereğini yapmaya özen gösterdik.
Daha önce Bayrampaşa, Ümraniye gibi cezaevlerinde siyasi tutsakların başlattığı direnişlere en geç yarım saat içinde devlet güçlerinin müdahalede bulundukları gerçeğini bizzat yaşamıştık. Fakat bu kez durum farklıydı 9 Temmuz 1997 Çarşamba sabahı saatler 5'e geldiğinde, asker ve poliste hâla hiçbir kıpırdanma yoktu. Televizyon kameralarına yansıdığı kadarıyla cezaevi önünde ölüm sessizliğine bürünmüşlerdi. Neden siyasi tutsaklara hemen müdahale ediliyordu da, bu olaya kayıtsız kalınıyordu? Çünkü adli mahkumların başlattıkları isyanın devlet açısından bir tehlike potansiyeli taşımayan, sonuçta istenildiği an vurulup çökertilebilecek, kamuoyuna mal olma şansı bulunmayan bir nitelik taşıdığı bilinmekteydi. Üstelik adli mahkumların isyanına geç müdahale edilmesiyle kaybedilen bir şey olmuyor, devlet açısından sorunlu birtakım şahısların birbirlerini ortadan kaldırmasıyla bir anlamda "bir temizlik" de gerçekleşmiş oluyordu!
Sabahın altısı. Tam karşımızda bulunan B Blokun üst katında çoğunlukla tecavüz suçundan tutuklu bulunanların kaldığı tecrit koğuşlarında dumanlar yükselmeye başladı. Bu sırada camları kırık pencere önünde biri belirdi. Bir eli ile parmaklıklara yapışmış diğer eli ile dumanla boğuşuyordu. Eline geçirdiği karton parçası ile dumanı uzaklaştırmaya çalışıyordu. Duman gittikçe artıyordu. Biraz gerisinde ise alevler yükseliyordu. İsyancıların yangın çıkardıktan sonra üzerine kapıyı kapadıkları bu kurban, öksürüyor ve duman yutuyordu. Pencerenin önünde bulunan pet şişedeki suyu gayri iradi kafasına kaldırdı ve pencerenin önünde odanın içine yığıldı. Birkaç dakika sonra bu insanın bedeni alev aldı. Saatlerce bu bedenden alevler yükseldi. Bitişik koğuşlarda da çığlık, ağlama ve yalvarma sesleri yükseliyordu. Kısa bir süre sonra bu cesetlerden yükselen alev bütün bloku sardı. Cezaevi çevresinde izlenebilir bir dehşet manzarasına dönüştü.
İçerde bu facia yaşanırken, dışarıda İstanbul Valisinin televizyondan yayınlanan açıklamalarıyla kamuoyu açıkça yanıltılıyordu. Televizyonlar, içerde herhangi bir ölü ya da yaralı olmadığı haberini veriyorlardı. Valinin, uzlaşma sağlandı, herkes koğuşlarına çekildi, şeklindeki beyanları ürkütücüydü
Saat 8.30 civarı ana koridorda, "asker geldi" sesleri İle kaçışmalar başladı. Bu sırada çifte standartın sembolü haline gelen Bayrampaşa Cezaevi Savcısı ile bir Başgardiyan koridorda gözüktüler. Arklarından diğer gardiyanlar ve kısa bir süre sonra da komando ve jandarma erleri içeri girdi. Asker ve gardiyanlar ellerindeki tahta coplarla teker teker bazı isyancıları döverek ve yerde sürükleyerek sevk için ring arabasına almak üzere dışarı çıkardılar. Kalan adli tutuklular havalandırmaya çıkarıldı. Üstlen arandı, tüm eşyaları tahrip edildi. Bu arada müthiş bir dayak faslından geçirildiler. Koğuşları kullanılmaz hale getirildi.
İsyan sonrasında cezaevine hakim olan askerin arama adı altında yaptığı şey adeta bir sindirme ve yağma operasyonuydu. İsyanın dışımızda cereyan etmiş olmasından dolayı bizim bloka yönelik askerin yağmasına müsaade etmeyeceğimizi idareye ilettik. Böyle bir yola başvurulması halinde tavır takınacağımızı belirttik. Savcı, kontrolün Jandarma Alay Komutanında olduğunu söyleyerek yetkisiz olduğunu ifade etti. Bunun üzerine operasyonu fiilen yürüten Jandarma Yüzbaşı ile görüştük Ancak olağan aramaya müsaade edebileceğimizi belirttik. Verilen söz üzerine bizim koğuşta olağan bir arama yapıldı. Herhangi bir zarar verilmedi.
Bu olayı hazırlayan sebepleri iyi tahlil etmek gerekir. Türkiye'deki bütün cezaevleri için emsal teşkil edecek olan Metris gerçeği ile ilgili yapılacak sağlıklı tahlillerden devletin sorumluluğu açıkça görülür.
Metris Cezaevi'nde çıkan isyan sonunda ikisi bir gün öncesinde olmak üzere yedi ölü, onu ağır olmak üzere birçok yaralı, milyarlara varan maddi zarar... Görünürdeki bilanço bu. Ancak bu olayla bazı gerçekler de bir daha gözler önüne serilmiştir.
1- Cezaevlerinde hükümlü ve tutukluların can güvenliği yoktur.
2- Cezaevlerinde insanca yaşam koşulları yoktur.
3- Cezaevlerinde çıkar kavgaları ve çeteleşme egemendir, idare ve çıkar çetelerinin işbirliği vardır.
4- Adalet Bakanlığı personeli olan sivil idareyle Genelkurmayın personeli jandarma arasında çekişme vardır. İki başlılığın faturasını hükümlü ve tutuklu ya da aileleri ödemektedirler.
5- Ordu- Polis çatışması bu olayın büyümesinin birinci sebebidir. Çevik Kuvvet çağrıldığı için asker olaya müdahil olmamıştır. Çevik Kuvvetin müdahalesine de izin vermemiştir.
6- Bilinçsiz ve keyfi atamaların etkisi gözardı edilemez. Zira olaydan bir hafta önce birinci müdürle birlikte üç ikinci müdürden ikisinin tayini çıkarılmış, en tecrübesiz ikinci müdür Metris'te bırakılmış ve birinci müdürlüğe de ikinci müdürlükten gelen biri atanmıştır.
7- Altıyüz kişilik cezaevinde bin iki yüz kişi kalmaktadır. Bu da yaşam koşullarını çekilmez kılmaktadır. Amaçsız isyana katılımın önemli etkenlerinden biri de cezaevindeki bu olumsuz koşullardır.
8- Yine birçok insan can güvenliği nedeni ile bu olaya katılmıştır. İsyana katılmamaları durumunda rahatlıkla öldürülmeleri söz konusu olabilirdi.
9- Cezaevinde tam bin iki yüz kişinin kaldığı ve dışarıda bu insanların ailelerinin tedirgin bir biçimde yakınları hakkında bir açıklama bekledikleri bir ortamda, Vali yaptığı açıklamayla sadece Susurluk davası sanığı İbrahim Şahin'in güvenliğinden bahsetmektedir. Bu da insana değil, imtiyazlı bireylere verilen önemin çirkefliğini gözler önüne sermektedir
Sonuç olarak Metris Cezaevinde yaşanan facia bir katliamdır. Bu katliamın asıl sorumlusu devlettir. Devletin ceza ve infaz sistemidir. Bu katliam devletin öc alma politikasının bir yansıması olmuştur. Cezaevlerine konulan savunmasız insanların can güvenliğini sağlamayan devlete ve çıkar çetelerine karşı cezaevlerindekiler, kendi güvenlikleri için gerekli tedbirleri almak zorundadırlar.
İnsanca yaşam, onurlu mücadele sonucu elde edilebilecek bir kazanımdır. Kader mahkumu amaçsız adli mahkum, sistemin ürettiği ve bu kadere razı bunalımlı kişiliğini sürdürdükçe, bu kaderden kurtulamayacaktır.