"Tek kaynak Kur'an mı?"
Mektubumun konusu; son çıkan derginizin "Kur'an ve İslami Mücadelede Kaynak Sorunu" başlıklı yazısı üzerinedir. Bu yazınızda biz müslümanları Kur'an'ın kaynaklığı ve Kur'an'a yaklaşım tarzları hakkında aydınlatmaya çalışmışsınız... Bu yazınızdan hareketle kafamda oluşan bazı sorulara cevap bulmaya çalıştım; fakat istediğim verimi alamadım...
Araştırdığım ve de okumuş olduğum kadarıyla, görüşmüş olduğum, görüşlerini aldığım müslümanların söylediklerine göre ümmet şu anda (sizin de bahsettiğinizi gibi) büyük bir kaynak sorunu ile karşı karşıyadır. İşte bu süreçte görüşlerden veya iddia edilenlerden biri de; tek kaynak'ın Kur'an olmasıdır.
i) Tarih içerisinde (yakın tarihte) ümmet içerisinde bu görüşü savunan kişilerin başında Edip Yüksel gelmektedir. Bu insana göre İslam'ın tek kaynağı sadece Kur'an'dır. Sünnet ise sadece Peygamberin Kur'an'daki ayetleri pratize etmiş halidir. Bilindiği üzere bu insan ümmet alimleri tarafından bildiğim kadarıyla "mürted" ilan edilmiş durumdadır.
ii) Ayrıca; diğer idda edilen görüşlerinden birisi ise {bulunduğum çevrede) Kur'an'ın tek kaynak kabul edilerek "Kur'an apaçık bir kitaptır. Her şey (detaylı) bir şekilde açıklanmıştır, hiç bir şey eksik bırakılmamıştır. Bundan dolayı her şey Kur'an'da yer alır." görüşüdür. Ve buna dayanılarak Kur'an'ın ibadet hayatımızın şeklini çizdiğini bunun için Nisa, 101-102. ayetlere göre namazın kısaltılmış şeklinin, tam şeklinin "2" rekat olduğu İddia ediliyor. Bununla birlikte Kur'an'ın abdestsiz okunacağını, meallerden hüküm çıkarılabileceğini, (veya ona göre hareket edilebileceğini) iddia ediyorlar. Ayrıca bu insanlar İslam'ı yaşama tarzı haline getirirken sadece Türkçe mealle ibadet hayatını rahatlıkla belirliyorlar.
iii) Diğer bir görüş ise, meallerin tam karşılığı olmadığı, anlamının karşılığı olduğu, bunun için meallerden hüküm çıkarılamayacağı veya hareket edilemeyeceği; çünkü çevirilerde Arapça'dan bir harf değişimin büyük hatalara yol açabileceğini, bu nedenle Kur'an'ı iyi bir şekilde anlamak istiyorsak Arapça'yı ve bir çok bilginin (Kur'an hakkında) bilinmesi gerektiğini iddia ediyorlar. Ayrıca sünnetin Kur'an'ı gereken yerlerde ayetlerini neshedebileceğini, sünnetin de teşri kaynağı olacağını; sünnetin Kur'an'da bahsedilmeyen konularda açıklayıcı olduğunu; peygamberin de hüküm verebileceğini iddia ediyorlar.
İşte görüşler bildiğim kadarıyla bunlardan ibarettir. Zaten siz yukardaki görüşlerden bazılarını kısa bir şekilde analiz etmişsiniz. Fakat kalbimi tam olarak mutmain edemediniz; çünkü sizin yazınızda iddia ettiğiniz görüşler yukardaki görüşleri bertaraf etmektedir. Bu yüzden ben de bir ikilem içerisine düştüm ve sizden geniş bir açıklama yapmanız için bu mektubu yazdım.
Çetin ŞİŞMAN / MALATYA
İslam'ı yaşama sorunu, İslam'ın Rabbani ölçüsünü bildiren Kur'an'ı anlama sorunu ile doğrudan irtibatlıdır. Tüm İslami duyarlılığımıza rağmen gerek Kur'an'ı gereğince okuyup kavramadan, gerekse yaşadığımız sorunları doğru bir şekilde gözlemleyip netleştiremeden sahih bir yaşam ve mücadele hattı içinde olamayız.
Biz Kur'an'ın "tek kaynak" olduğu tezini, din anlayışımızı, hedeflerimizi ve yaşam tarzımızı belirlemede "temel kaynak" olması şeklinde algılıyoruz. Kur'an'ın tüm İslami çevre ve taifelerin aralarındaki farklılık ve ihtilaflara rağmen, sabitliğinde ve kaynak oluşunda üzerinde tartışmadıkları tek kitap Kur'an'dır. Ama "müslümanım" diyenlerin Kur'an dışında kaynak olarak yararlandıkları hadis, fıkıh, akaid, tefsir konuları gibi üzerinde ittifak ettikleri bir başka metin veya kitap yoktur. Dolayısıyla ihtilaftan arınmanın ve vahyi ölçüye teslim olmanın yolu; badis kitaplarını da; tefsir, akaid, fıkıh kitaplarını ve güncel sorunlarımızı da Kur'an'la ve O'nun bildirdiği hudud ve ölçülerle değerlendirme gücüne sahip olabilmektir.
Allah tüm insanlara anlasınlar diye gönderdiği Kitab'ını, anlamama iddiası, ya düşünce özürlü ya da tuğyan içinde olunduğunu ifade eder.
Mektubunuzda dile getirdiğiniz sorunların önemli kısmı hakkında dergimizin önceki sayılarında aydınlatıcı yazılar çıkmıştı. Yine de sorularınızı cevapsız bırakmamak için kısa değinilerde bulunabiliriz:
Edip Yüksel'in Kur'an'a yaklaşımı geleneksel kültüre duyulan tepkisellikle ve İslam modernizmi çerçevesinde oluşmuştur, öncelikle Edip Yüksel'in bağlısı olduğu çizgi Kur'an'ın korunmuşluğunu dünkü hurufilik ve ebced hesabı yerine "19 Mucizesi" denilen ve Bahailer'den devşirilen modern hurufilik sistemiyle tahrif etmeye kalkışmıştır. Bu çizginin bazı kavram ve usul çözümlemelerinde başarısı, insanları egemen şirk iktidarı dururken, sadece geçmiş hatalarla uğraşmaya hapsetmiş ve İslami mücadele çizgisini bulandırmaya kalkışmıştır. Bu sapmalar Kur'an'ın temel kaynak kabul edilmesinden değil, temel kaynakla birlikte "19 Mucizesi" adlı matematiksel bir sihir oyununun da temel ölçü edinilmesinden ve Kur'an'ın amaç bütünlüğünü; yani itikadı ve siyasi karanlık ve sapıklıklarla müştereken mücadele edilmesi görevinin ayrıştırmasından doğmuştur.
Rasullullah (s)'ın örnekliği (veya sünneti) tabii ki Kur'an'daki ayetleri pratize etmesidir. Yoksa "Kitapla" hükmeden Rasul'un Kur'an dışında vahiyle açıklanmış başka bir bilgi kaynağı veya din belirleme konusunda yetkisi mi vardır?
Namaz konusu Kur'an'daki 'saların vakitlerine, rekatlarına ve erkanına işaret edilen ayetlerden ictihadi olarak çözümlenecek bir konu değildir. Salat konusu vakitli ve tüm ümmeti ilzam eden, toplu kılınması gereken bir ibadettir. Bu ibadetin hangi erkana göre yapılması konusunda Rasulullah'ın örnekliğine ihtiyacımız vardır. Rasulullah'ın bu konudaki zaman ve mekanı aşkın uygulaması da zaten bize yaşayan sünnet olarak müteselsil olarak ulaşmıştır. Kur'an'da hiçbir şeyin eksik bırakılmadığı hükmü ise temel ilkeler ve konularla İlgili olarak algılanmalıdır.
Kur'an'ın mesajı ve ana ilkeleri Kur'an ıstılahlarına dikkat edilmek üzere meallerden okunarak anlaşılabilir. Bazı müşkül konular İse Arapça bilmeyi ve ihtisası gerektirir. Ama bu konular da istişare ile halledilecek içtihada açık konulardır. Bunun dışında ilkesel olarak Kur'an'ın anlamını kavrayan herkes dini tavır belirlemede ve paylaşmada yetki ve yeterlilik sahibi olmalıdır. Zaten dini anlama konusunda böylesi yetkiye sahip olmayan kişilerin, dini temsil yetkileri de olamaz. Kur'an'dan yararlanmanın en güzel yöntemini yine yüzlerce Kur'an ayeti açıklamaktadır. Bu bütünlüğü kavramak tabii ki ciddiyet ve ihlaslı çaba işidir.
Rasulullah Kur'an'daki bir hükmü pratize ederken içtihadlar-da bulunabilir. Bu içtihadları onu mutlak anlamda hüküm koyucu konuma getirmez. Çünkü "Allah hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz". Kur'an bizim için temel itikad konusudur. Onun ayetten çelişkisizdir. Kur'an'ın sünnetle nesholunacağına dair geçmişten buyana söylene gelen iddia; Kur'an'ın korunmuşluğu, çelişkisizliği ve şifa rehberi olduğuna itikad edilmemişliği gösterir.
Düşünsel ve metodik sorunlarımızın çözümünde Kur'an'ı merkeze almadan, O'nu yeterince anlamadan ve amaçlarıyla bütünleşmeden vahdete ulaşmamız ve ayrıca iki dünyamızı da kurtarmamız mümkün değildir. Kur'an anlaşılır, kolaylaştırılmış, ayetleri tafsil edilmiş bir kitaptır. Ve tek aydınlık rehberimizdir. Bize düşen, o rehberden aydınlanan Rasulullah'ın gerçek sünnetini takip etmenin bilincine ulaşabilmemizdir.
Konu edindiğiniz ve tartıştığınız başlıklarla ilgili olarak arkadaşlarımızın önümüzdeki sayılarda müstakil inceleme yazıları dergimizde yayınlanacaktır.
Haksöz
"Vurducu kırdıcı kişilik"
Sevgili Haksöz camiası, değerli kardeşlerim; İzzet Kıraç olayıyla ilgili göstermiş olduğunuz tavrı pek beğenmedim.
"Bir millete olan buğzunuz haddinizi aşırmasın" diyor Rabbimiz. Ve olaylara yaklaşımınızı haddi aşmak, ölçüyü şaşmak olarak görüyorum, muhteremler. Adam kendi rejiminin okuluna seni almak istemiyor ne var bunda. Adam kendi mantığında haklı.
Hem İslam dininin kendine özgü bir metodu vardır. Ve hiç kimse gaza gelip kendince metod uyduramaz. Allah Teala neden Adem'in oğullarının kıssasında mazlum çocuğun "Sen bana vuracak da olsan ben sana elimi kaldırmayacağım" sözünü aktarmakta. Ve Mekki surelerde sabretmeyi salık vermekte. Neden? Bir düşünün hele...
Allah aşkına şu "Türk filmlerindeki gibi vurducu kırdıcı kişiliklerimize sahip olalım." Selam ve saygılarımla...
Saim GÜNDOĞDU / TAKSİM
Bu okuyucumuzu ve bu okuyucumuz gibi düşünenleri üç konuda düşünmeye davet ediyoruz:
1- Biz müslümanlar bugün vahiy karşıtı egemen rejimin tebalarıyız. Ama bu istediğimiz bir durum değil; içinde bulunduğumuz bir olumsuzluktur. Mevcut rejim, sadece müslümanca yaşama hakkımızı değil, diğer toplumsal kesitlerle birlikte insan olarak yaşama hakkımızı da engellemekte ve gaspetmektedir. Üniversitede okurken başörtüsünü açmamak için direnen müslümanların örnekliğinde görüldüğü gibi, zalimlerden vahyi ilkelerin meşru gördüğü sınırlar ve mücadele safhamızın doğru belirlenimi ile ortaya çıkacak gücümüz oranında gasbedilen haklarımızı geri almak ve gerçekleştirilen zulümlere direnmek konusunda gerçekleştirilen çabalar anlamsız mı? Zalimleri kendi mantığı içinde haklı görmek ne kadar hakikattir? Kur'an bütünlüğü içinde değerlendirilmesi gereken İslami direniş bilinci satır ve şahitlik kavramlarının gösterdiği yükümlülüklerden ne kadar farklı? Ya "Bir zulme ve saldırıya uğrayan (inananlar için) birlik olup karşı durmak" mealindeki Mekki ayeti nasıl anlayacağız?
Kimliğimizi ve haklarımızı korumak için gerçekleştirilen direnişi ve direnme bilincini maceracılık olarak görme düşüncesi, Kur'ani bir perspektiften mi yoksa "zalim sultana itaat etmenin vacibiyeti" gibi bir ilkesizlik ve münkeri, akaid kitaplarının temel konularından birisi haline getiren geleneksel uzlaşı kültüründen mi beslenmektedir?
İzzet Kıraç'ın eylemi, ferdi ve insiyaki bir olaydır. Yaptığı işin tutarlılığı tartışılabilir veya eleştirilebilir. Ama asıl olan Kıraç'ı eleştirmek değil; Kıraçları patlama noktasına getiren egemen düzenin İşkencehanelerde, cezaevlerinde, medyada, eğitim kurumlarında, piyasada, finans kurumlarında ve diğer alanlarda süregelen zulümlerine karşı çıkmak ve çağdaş Ebu Lehebler'e karşı haksözü açıkça söyleyebilmek değil midir?
Haksöz
Egemen perspektif ve 'Kurtuluş'
Kurtuluş Dergisi'nin 23 Aralık 1995 tarihli nüshasında yayımlanan "Refah Partisi Her Türlü Özgürlüğe Düşmandır" başlığını taşıyan makalede, yazının sınırlarını aşan ve açıkça İslam'a saldırmayı hedef alan ibareler ve bunlardan yola çıkarak yazının kendi içindeki bir takım çelişkilerini belirtme amacıyla bu mektubu derginize göndermeyi uygun gördüm.
Yazının genelinde, RP'nin sistemin işleyişine yönelik sunduğu ekonomik alt yapılı eleştirilere getirilen haklı itirazlar İslam'ın değil RP'nin ve lider kadrosunun zaaflarından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla bu eleştiriler RP ve kadrosunu bağlamaktadır.
Ancak DYP'nin RP hakkında düzenlediği ve içinde "Kendilerini müslüman olarak niteleyen kesimler, öncelikle güvenceli bir iş sahibi olmayan, kazancı bedensel sağlığına endeksli olan, esnaf, sanatkâr, mevsimlik işçi gibi kesimler. Tabii olarak da ciddi oranda yoksullar" ibareleri yer alan rapordan alıntılar yaparak "Evet, bu söylenenler bazı gerçeklerin 'onların diliyle' ifade edilişinden başka bir şey değildir" tespiti bu derginin politikasına hiç yakışmamaktadır.
Kendilerine sormak lazım egemenler bu raporda yer alan İslam ve RP ibarelerini çıkarıp yerine Marksizm ve DHKP/C ibarelerini koyduklarında raporu yine aynı şekilde onaylarlar mıydı? Eğer cevapları hayırsa, egemenlerin bu tespitlerini bir kez daha düşünmeliler.
"...Ayrıca, İslam'ın kendisi zaten insan hak ve özgürlüklerine saygılı değildir ve insanın insan tarafından sömürüsü üzerine kurulu ekonomik sistemi farz kılmaktadır" tespitiyle, daha düne kadar kendisine övgüler yağdırdıkları Filistin İslami mücadelesinin önderlerinden Şehid Fethi Şikaki ve onun gibileri nereye koyuyorlar?
Aynı ezilen kesimlerin, İslam'a yöneldiklerinde "küçük burjuva", Marksizme yöneldiklerinde ise "devrimci" oldukları mantığı ancak hayata sadece "iktisadi" temellerle bakanlara yakışır. Aynı mantıkla yarın biri çıkıp şunu diyebilir: "Siz de proletarya devrimini gerçekleştirdiğinizde partiyi ileride feshetmeyecek ve ülkenin kaynaklarını kendi adınıza ve sözde 'halklar adına' sömüreceksiniz".
Allah yolunda dünya istikbarına karşı canlar ve mallar yitirilerek kazanılmış mevziler üzerinde mücadele verenleri "afyonlanmış, bilinci yanıltılmış, pragmatist vb." görmek, İslam'a eleştiri getirirken, İslam'a savaş açmış egemenlerin gözlüklerini takmaktan ileri gelmektedir.
Bu derginin mensupları, egemen sistem ve onu yönlendirenler dururken, kendi kendilerine hedefler yaratmamalıdırlar. Unutulmamalı ki, Allah'ın (cc) tüm insanları sorguya çekeceği o gün elbette çetin bir gündür.
Mustafa BULUR/ ÜSKÜDAR