Muhabirlerin tartaklanmaları ve kameralarının kırılması, 8 yıl dayatmasını protesto eylemlerinin sık rastlanan görüntülerinden biri oldu. Bu görüntülerin arka planında halkın medyaya karşı biriken öfkesi yatıyor. Ve işbirlikçi medyanın müslümanlara ve İslami değerlere karşı yürüttüğü azgın kampanyanın dozunu sürekli artırması ve İmam Hatiplerin kapatılmasına karşı gerçekleştirilen eylemleri karalamak için her türlü yalan ve iftiraya başvurması iyice bu öfkeyi tırmandırdı. 30 Temmuz'da Ankara'da, İmam Hatip Derneklerinin Meclis önünde düzenledikleri dilekçe eyleminde yaşanan gazetecilerin dövülmesi olayı ise daha sonraki eylemlerde de medya mensuplarının öfkeli kalabalıklar gözünde bir hedef olarak görülmeleri geleneğini başlattı.
Hatırlanacağı üzere Ankara'daki eylemde, kışkırtıcı tutumları yüzünden medya mensupları kitle ile karşı karşıya gelmiş, önce kitlenin tepkisiyle, ardından da polisin dayağıyla karşılamışlardı. Medyanın, müslüman halkın hiçbir şiddet içermeyen, tümüyle haklı ve ölçülü tepkisini sürekli iğrenç bir üslupta karalama ve devlet güçlerini halka karşı baskılarını yoğunlaştırmaya teşvik etme politikasını ısrarla sürdürmesi, kitlenin medyaya duyduğu öfkesini medya çalışanlarına yöneltmesi geleneğinin sürmesine yol açtı. Özellikle organizesiz ve bir tür kendiliğinden gelişen protesto eylemlerinde, kalabalık içinden birileri "satılmış medya" diye slogan atmaya başlayınca, birkaç saniye içinde medya mensuplarına hücuma geçilmesi görüntülerine bol bol rastlanıldı.
Burada dikkat çekilmesi gereken iki yanlış var. Birincisi, düzenin en kirli ve saldırgan kurumlarından biri olarak medya, müslümanların öfkesini ne kadar hak ederse etsin, bu öfkeyi medya çalışanları nezdinde göstermek asla kabul edilemez. Çoğu zor şartlarda, hiçbir iş güvencesi bulunmaksızın çalışan ve değil yayın politikalarının belirlenmesinde, yaptıkları haber üzerinde bile hiçbir tasarrufları bulunmayan medya çalışanlarını, holding medyasının yayınlarından sorumlu tutmak tek kelimeyle haksızlıktır. Kitlenin, yumrukladığı veya fotoğraf makinasını kırdığı gazetecinin şahsında Aydın Doğan veya Dinç Bilgin ile hesaplaşma psikolojisine girmesi, aynen Çevik Kuvvet'e mensup bir polis memurunu yumruklayarak düzene darbe indirdiğini düşünmek kadar saçmadır. Aydın Doğan, Dinç Bilgin ya da basın yayın organlarının sorumluluk mevkiindeki diğer zevatla görülecek hesabı olanlar, bu hesaplarını daha farklı zeminlerde görmek durumundadırlar. Ayrıca medya mensuplarına yönelik saldırıların hiç bir yarar getirmeyen, sadece düzen tarafından müslümanların gözü dönmüş, saldırgan, şiddete eğilimli fanatikler şeklinde tasvir edilmesi gayretlerine katkı sağlayan tavırlar olduğu da gözden uzak tutulmamalıdır.
Öte yandan bu tür protesto eylemlerinde medya mensuplarına yönelen tavırlarla ilgili olarak ortaya çıkan bir diğer yanlış da "afişe olmamak" kaygısıyla medya çalışanlarının çekim yapmaları ya da fotoğraf çekmelerinin engellenmesi ve bunun için zaman zaman zor kullanılmasıdır. İmam Hatip eylemlerinde de bu durumun sıkça yaşandığı görülmüştür, özellikle yakın çekim yaptığı ya da belli şahıslar üzerinde odaklandığı düşünülen gazeteci ya da televizyoncularla tartışma, kısa zamanda tartaklamaya ya da makinalarının kırılması tepkisine dönüşebilmektedir. Bir kere şu hususun ortaya konulması gerekiyor: Bu tür protesto eylemleri tümüyle haklı ve meşru eylemlerdir. Düzenin hukuki mevzuatı açısından yasadışılık teşkil etme ihtimali, katılan insanları yapılan eylemin suç olduğu kanaatine sevk etmemeli ve buna dayanarak gizlenmeye, saklanmaya itmemelidir. Fakat mutlaka kendisinin görüntülenmemesi gerektiğini düşünenler varsa, bunlar da bu tür zeminlerde bulunmamalıdırlar. Hem kamuoyuna mesaj vermek amacıyla protesto eylemine katılıp, hem de görüntü alınmasını engellemeye çalışmak çelişkidir. Kaldı ki, üç beş gazetecinin, televizyoncunun objektifini engellemek mümkün olsa da, bu tür eylemlerde birkaç koldan harıl harıl çalışan polis kameralarını engellemenin söz konusu olmadığı göz önünde bulundurulursa, medya mensuplarıyla uğraşmanın gereksizliği kendiliğinden ortaya çıkar.
Özellikle kendiliğinden şekillenen ve kontrolsüz bir yığın tepkisine dönüşen ölçüsüz eylemlerin, müslümanların haklılığını ve güçlülüğünü gölgelemesine izin verilmemelidir. Bilincimiz öfkemize değil, öfkemiz bilincimize tâbi kılınmalıdır.