Medyanın Kadın Tasarımı ve Güzellik Algısı

Cahit Çekmen

Medyadan sıklıkla “güzel kadın” diye yansıtılan kadın figürleri zamanla standartlaşan güzel kadın modellerini doğurmuştur. Bu, kadınlarda bir güzellik endüstrisi doğurmuştur. Medya, inançlardan ve kültürlerden izole “Batılı bir kadın normu”nu hep en üst değer ve hedef olarak göstererek moda, tekstil, estetik ve kozmetik gibi sektörlerin en büyük öncüsü ve taşıyıcısı olarak kadını gösteri alanına çekmektedir.

Evinden, ailesinden, inancından ve kültüründen koparılan kadın, endüstrinin istediği kalıplara dökülerek şekillendirilmektedir. Kadınları belli kalıplara hapsetmeye çalışan kapitalist pazarda “ideal kadının” hep nasıl olması gerektiği işlenmekte, baskın enformasyon yolları ile standart süslü kadın modeller ikonlaştırılmaktadır. İdeal kadın tiplemesi olarak kadın; zarif, ince belli, uzun boylu, açık tenli, renkli gözlü ve sarışın gibi kalıpların içerisine zorla çekilmektedir. Hatta santim cinsinden ölçü ve kalıplara sıkıştırılmaya çalışılan kadının, medya üzerinden bu modellere özenti duyması sağlanmaktadır. Tıptaki gelişmelerin ve estetik operasyonların hızla yaygınlık kazanmasıyla saçından, yüzünden veya bedeninin belli bir yerinden rahatsızlık duyan ve daha genç görünme arzusundaki kadınlara sunulan cerrahi çözümler maliyeti ne olursa olsun kadını büyük bir arzuyla ameliyat masalarına çekmektedir. Burun estetiği, zayıflama, dudak dolguları, yüz gerdirmeleri gibi birçok estetik operasyon artık kadının yapmak zorunda olduğu sıradan işlemler arasında görülmektedir. Yaşı kaç olursa olsun genç ve zarif görünmek için gerekirse sağlığından vazgeçmeyi bile göze alan, ölümcül diyetlere ve cerrahi operasyonlara razı edilen kadın, görsel olarak işlenen ve ideolojileşen güzellik savaşında bedeniyle tek başına bir militan gibi çatışmak zorunda bırakılmaktadır.

Güzellik algısı, ilk olarak çocukluk döneminde çocukların muhatap olduğu çizgi film ve oyuncaklarla zihinlerde üretilmeye başlamaktadır. Güzel kadının ince belli, zarif, renkli gözlü olduğu ve yakışıklı erkeklerin de kaslı, üçgen vücutlu, uzun boylu ve renkli gözlü olduğu minik zihinlere kazılıyor. Belli ölçülere sahip olmayanların direkt bir şekilde kendilerini çirkin kabul etmeleri sağlanıyor. Masum görünen bu tasnif kendini çirkin kalıplar içinde görenleri -özellikle kadınları- depresyon, özgüven eksikliği ve kendini dış dünyaya kapatma gibi ciddi psikolojik ve fizyolojik sonuçlara kadar götürebilmektedir. Hassaten ergenlik çağında kişiliği oturmaya başlayan genç kızlarda güzellik beklentisinin daha şiddetli hissedildiği bir gerçektir. Kendilerini güzellik kalıplarından uzak görmelerinin genç kızları intihara yöneltecek çaresizliklere ittiğine de medya haberlerinden şahit olmaktayız.

Güzellik ve çirkinlik kalıplarından birine girmek zorunda bırakılan insanların diğer tüm yetenekleri değersizleştirilmektedir. Kendi bedeniyle ve tek başına yaptığı mücadelede, maddi ve manevi olarak tüm varlığını “nasıl göründüğü” üzerine harcayan; doğal olarak güzellik savaşının en büyük mağduru da kadın olmaktadır maalesef. Ten, kıyafet ve makyaj uygunluğunu dışardan bile sürekli gözlemleyen kadının güzellik algısı/kaygısı hayatının ana gündemini oluşturmaktadır. “Toplumda sürekli bakılıp yargılanan ve her zaman nasıl göründüklerini düşünmek zorunda olan kadınlar kendilerini devamlı gözetim altında hisseder. Bu gözetim, başkaları tarafından olduğu gibi kendilerinin de içinde olduğu bir süreci kapsar.”1

Bu nedenle kadın hem içerden hem dışarıdan görsel bir obje gibi gözlemlenen şekliyle ve güzelliğiyle kabul göremeyeceği birçok alandan ve sosyal ilişkilerden çoğu zaman geri çekilmek zorunda kalmaktadır.

Moda ve Kadın

Hazır giyimdeki gelişmeler ve akabinde işgücü piyasasına yoğunluklu olarak girmesi kadının, kılık kıyafeti ve bedeni üzerinden yeni bir varoluş yaşamasına sebep olmuştur. Bu durum dışarı açılan bir sosyal yaşantıyı da beraberinde getirmiştir. Değişen yaşam şekli kadının farklı yer ve ortamlara göre bir giyiniş tarzını ortaya çıkarmıştır. Kapitalist yaşam kültürünün hızlı üretip hızlı tüketme arzuları kıyafetlerin eskimeden yenilenmesini getirmiş; mevsimlere, partilere, hatta gece gündüze göre değişen ve “moda” denilen yeni bir tüketim tarzı insanları peşinden sürüklemiştir. Modayla paralel gelişen kozmetik ve estetik sektörleriyle de arzulanan ideal kadın tipi elde edilmeye çalışılmaktadır. Gerek ulusal gerekse uluslararası spor müsabakalarında bile kadın bedeninin spordan çok estetik ve bir sergi alanı olarak sunulması kapitalist endüstrinin tüm alanlarda kadın üzerinde kurduğu hâkimiyetin bir sonucudur.

Şeffaf ve dekolte kıyafetleri özgürlük olarak kodlayan endüstri; defileler, moda ve kozmetik sergileriyle medya üzerinden kadını bir kalıba sokmaktadır. Belli beden kalıplarının dışında kalanların, bedenlerini standartların dışında ve anormal görmesi sağlanmaktadır. Standart kalıp ve ölçülere girmek için de bin bir çeşit çözüm yöntemi sunan endüstri, ancak bu kalıplara girenlerin güzellik iksirinin yaydığı mutluluğa kavuşabileceğine inandırmıştır.

Sosyal Medyada Kadın

Medyanın en güçlü ticaret ayaklarından olan moda, tekstil, estetik ve kozmetik gibi kollar aracılığıyla güzel olmanın yaşamın temel gayesi olduğu kadınlara dayatılmaktadır. Aynı zamanda Michael Foucault’un deyimiyle bir mikro iktidar2 alanı olan “kadın bedeni” özerkleştirilmektedir. Böylece kadın, iktidarını kendi güzelliği üzerinden sağlarken diğer taraftan onun üzerinde kurulan iktidarı görmesi engellenmektedir. İşte bu yüzden güzellik ideolojileri masum olmadığı gibi aynı zamanda kadına hükmetmenin de bir aracı olarak kullanılmaktadır. Kadınlar da özelikle medya üzerinden bunun gönüllü bir taşıyıcısı durumundadır. Kadın, bu yüzden sosyal medyada görsellik paylaşımlarıyla öne çıkan -özellikle de öz temsil, ifşa ve sergileme alanı Instagram gibi- platformlarda öncü durumundadır.

Medyadan yoğunluklu olarak ve hızla akan görüntüler, arzulanan örnek bireyi inşa etmektedir. Öne çıkarılıp sunulan kişinin tüketim tercihleri, kültürel anlayışı hatta dinî inancı da medya yoluyla özendirilmektedir. Kişi, özgün iradesiyle yaptığını düşündüğü alışveriş tercihlerini bilinçaltına gönderilen görsel illüzyon altında “al” komutu verilen ürünlerden yapmaktadır. Fikirsel görüşü ve hatta dinî anlayışı bile kültür iktidarını elinde bulunduran medya tarafından yönlendirilmektedir.

Byung-Chul Han, sosyal medyayı manevi hazların alındığı bir kiliseye benzetir. “Like, âmin demektir. Paylaşmak, birliktelik ve tüketmek de kurtuluştur.”3 tespitiyle sosyal medyanın aynı zamanda manevi boşlukları da doldurmaya aday olduğunu iddia etmektedir. Kapitalist endüstrinin reklam ve propaganda aracı olan sosyal medya, herkese ihtiyacı olan ne ise eski çerçi dükkânı gibi sunabilmektedir. Maneviyat, aşk, heyecan, mutluluk, özgüven, özgürlük gibi sınırsız alanlarda ter dökmeden her türlü duygunun yaşanabileceği bu alana yönelik bağımlılıkları günden güne artırmaktadır.

Paylaştığı resmin altına “like” almak ve paylaşımlarını artırmak için kimi zaman uygunsuz resim ve klipleri sosyal medyanın sergisine sunan kadın, üzerinde filtre uygulamalarıyla oynadığı profilinin kendisine benzeyen ama kendisi olmayan sanal bir kimlik ile onay ve paylaşım avcılığına soyunmaktadır. “Like” aldıkça dijital alanda yeni bir varoluşun izini süren kadın için sosyal medya yeni kimlik ve aidiyetlerin üretildiği bir alana dönüşmektedir.

Yapılan bazı sosyal araştırmalarda kadınların büyük bir çoğunluğunun ekranlardan dayatılan ve idealize edilen kadın tiplemelerinden dolayı kendi bedenlerini beğenmediği sonuçları elde edilmiştir. Kendini ötekinin arzusu üzerine inşa eden kadın için esas olan onaylanmaktır. Kabul görmek için kendini ekran filtreleriyle makyajlayarak yansıtmak, ani geçici bir heves olmaktan da öte artık yaşamın bir amacı haline gelmiştir. Descartes’in “var” olmayı düşünceye bağlayan anlayışı bugün adeta görünmeye evrilmiştir: “Görünüyorum öyleyse varım.” Artık sanalda var olmak gerçek dünyada var olmanın yerine geçmiştir. Bu yüzden kadınlar kendilerince çirkin görünen yerlerini filtre ve uygulamalar ile düzeltmeye çalışmaktadırlar. Bu filtreler anlık tatmin sağlasa da gerçek hayatta görünüşünden ve herhangi bir yerinden razı olmayan mutsuz büyük bir kesimin varlığına işaret etmektedir. Girdiği her ortamda görünüşüne ve güzellik kalıplarına göre yargılandığını düşünen kadın için güzellik mutluluğun yegâne sebebi haline gelmiştir.

Kadın, daha önce sadece özel günlere has makyaj yaparken, şimdi ise girdiği tüm ortamlarda izlendiği ve her an bir görüntüsünün paylaşılabileceği korkusunun ürettiği güvensizlikle hiçbir ortama makyajsız girememektedir. Sosyolojik olarak tarifi yapılan kamusal ve özel alan ayrımı sosyal medya ile ortadan kalkmıştır. Artık her alan ve her an kamusal alan olabilmektedir. Özel ve mahrem diyebileceğimiz alanlar artık medya sayesinde bir anda dünya ekranlarına canlı yayın olarak açılabilmektedir. Daha önce evinde korunaklı olarak özel yaşanan anlar medya sayesinde ortadan kalkmıştır. Bu nedenle makyaj yapmadığında kendini zayıf, çirkin ve değersiz hisseden kadının, evinde bile makyajlı olma saplantısına sokulması “güzellik endüstrisinin” ürettiği kaygıları görmemiz açısından manidardır.

Ekranların dayattığı ideal kadın görüntüsüne ulaşmak için kadınlar endüstrinin pazarladığı kozmetik ürünlere ve estetik operasyonlara mecbur bırakılmaktadır. Estetik operasyon yapan yerlerin yaygınlaşması bu konuya dair taleplerin oldukça arttığını göstermektedir. Gün geçtikçe estetik yaşı hızla düştüğü gibi yaşı oldukça ilerlemiş kadınların da estetik operasyon talebi yaygınlaşmaktadır.

Bedenlerinden rahatsız olan ve kaçan nice kadının anlık görsel hazlarını tatmin etmesinden dolayı sosyal medya uygulamalarına bağımlılık duygusu günden güne artmaktadır. Bu güzellik yarışında, kadının beden algısı ve kendilik bilincinin medya tarafından zaafa uğratılarak değiştirilmesi, kadını endüstrinin en güvenilir taşıyıcısı konumuna çıkarmıştır.

Sosyal medyada sürekli ve hızlı değişen resimlerin yansıttığı hep başkasının güzelliğidir. Başkasının güzelliğine ulaşmak isteyen kadın sürekli güzellik merkezlerinin yollarını aşındırmakta hatta abone sistemlerine kaydolmak zorunda kalmaktadır. Masallara bile konu olan güzelliğini sürekli ayna karşısında “Ayna ayna, söyle bana: Benden daha güzeli var mı?” diyerek sorgulayan kraliçenin düştüğü durum gibi bir hal yaşanmaktadır. Evet, ekranlar her zaman daha güzelini, daha çekicisini çıkarmaktan çekinmemektedir. Onun için mükemmel ve kusursuz bir güzellik yoktur. Sürekli peşinden koşulan ama çoğu zaman ulaşılmaz olduğu için kadını bitkin ve harap düşüren, psikolojisini bozan bu güzellik arayışı bir hakikat arayışı gibi ömür boyu devam etmektedir.

Güzellik Endüstrisi

Güzellik beklentisini kullanarak kadını en zayıf yerinden vuran endüstri, güzellik ve gençlik vaat eden pazar yerinde onu süslü bir biblo gibi satış nesnesine çevirmiştir. Medya güzel ve çirkin standartları belirlerken herkese uygun reçeteler vermeyi de ihmal etmemektedir. Kendini standartların dışında çirkin görenlere de heybesinde çeşitli alternatifler sunarak sahte ümitler vaat etmektedir. Zayıflamak için diyet ilaçları, kozmetik ve estetik operasyonları baş kurtarıcı olarak kadının önüne sunulmaktadır. “Çirkin kadın yoktur, bakımsız kadın vardır!” mottosuyla da çirkin olduğunu düşünen kadın, arıza vermiş bir araç gibi bitmek tükenmek bitmeyen tamir/bakım merkezlerine mahkûm edilmektedir.

Bu şekilde oluşan güzellik endüstrisi, zamanla cinselliği teşhir eden model elbiseler ile kadın vücudunu bir tüketim sergisine dönüştürmüştür. Artık kadının cinselliğiyle ön plana çıkıp şeffaf ve dekolte kıyafetlerle vücudunu sergilemesi bir ahlaksızlık değil bilakis cesaret örneği olarak sunulmakta; bunu ancak kendine güvenen güzel ve zarif kadınların yapabileceğine dair baskın bir enformasyon yapılarak toplum bu yalanlara ikna edilmektedir.

Kendi inancına, toplumsal kabullerine ve ahlakına aykırı olsa da kadın, “Üstünde iyi durdu; yakıştı!” gibi ifadelerle her türlü kıyafetin ve görüntünün baskısı altında komuta edilen bir nesneye dönüşmüştür. Böylece kadın, güzelliğin, her zorluğu ve kapıyı açtığı aldanışına sürüklenmiştir. İş, meslek ve sosyal yaşantısının vazgeçilmezi olarak “güzelliğini” bir silah olarak gören kadın, güzelliğin yitiminde ise yok oluşunu kabullenecek basit ve dramatik bir duyguya sürüklenmiştir.

Temel ihtiyaç kalemlerinden görünen güzellik, anlık ve mekânsal olarak değişen ve sürekli tazelenmesi gereken bir şeymiş gibi yüzün ve vücudun ihtiyaçları için endüstri her gün yeni bir ürünü dolaşıma sokmaktadır. Bu ürünlere ulaşamayanlar sürekli kendini yetersiz ve yoksun olarak hissetmektedirler. Estetik için masaya yatan kadın sadece bir değil hatta dönemsel olarak birçok estetik operasyonun da müptelası olmaktan kendini alıkoyamamaktadır. Model kadınlara benzemek için yarışa sürülen kadınların, zamanla tek tipleşerek birbirlerine benzemeye başlaması ayrı bir tartışma konusunu oluşturmaktadır. Operasyonlardan veya aldığı ilaçlardan dolayı zarar gören, şekli bozulanlara bile iyileştirici ürünleri yine endüstri temin etmekte ve kurtarıcı rolüne soyunmaktadır.

Kadınlar çoğu estetik ameliyat gerekçelerini “mutlu olmak”, “daha iyi hissetmek” olarak açıklarken hayatın diğer kısımlarını ıskalıyorlar. Herkes endüstrinin sattığı bir güzellik aracına ihtiyacı olduğuna ikna edilmiştir. Güzelleşme, kusursuz yüz ve vücuda sahip olma küçükten büyüğe herkesin arkasından koşturduğu hayatın yegâne gayesi olarak görülmektir. Bu yüzden kadın, etrafındakileri sürekli nasıl göründüğü hakkında sorulara muhatap kılmaktadır.

Estetik kaygılar kız çocuklarını bile kendi yaşlarının üstünde makyaj yapmaya iterek erken büyüme ve kadınlaşma yarışına çekebilmektedir. Bu, kız çocuklarında pedagojik olarak gelişim problemleri oluşmasına neden olmaktadır.

Kapitalist endüstrilerin buyurganı medyanın modern kadın üzerinden iktidarını ilan ettiğini görmekteyiz. Kadının hedef alınmasına birçok sebep olsa da beden algısı ve güzellik zaafı, endüstriye kazandıran önemli bir boyutu oluşturmaktadır. Bugün adına “güzellik endüstrisi” denilen bu endüstrinin ticari hacmi milyar dolarlarla ifade edilmektedir.

Kuşkusuz bu kadar büyük ölçekli bir endüstrinin kaybettirdiği sadece para değildir. Vücuda zerk edilen kimyasallar ile doğurgan olan kadınların sağlığı, genetik ve hormonel yapıları bozulabilmekte; yeni neslin yeni sağlık sorunlarıyla karşı karşıya kalacağının işaretleri görünmektedir. Kadının yüzü ve bedeniyle bu kadar meşgul olması sosyal sorumlulukları sekteye uğratmakta ve dolayısıyla gelecek ümidini de zedelemektedir. Ulaşılamaz bir güzellik miti üreterek tüm kadınları bu mitin arkasından koşturan endüstri, kadını yorgun bir fenomene dönüştürmektedir.

Sonuç

Kadının sürekli bedeni üzerinde yoğunlaşmasına sebep olan yozlaştırıcı güzellik ideolojisinin sonu görünmemektedir. Kabul ve onaylanmayı sadece şekle/güzelliğe bağlamak diğer insani meziyetlerin ıskalanmasına sebep olmaktadır. Kadını kendi bedeni, şekli ve şemali üzerinde yoğunlaştıran ve vücudunu sürekli bir şantiye alanına çeviren bu saldırılardan dolayı kadınlar, gerçek hayattan ve gerçek sorunlarından hızla uzaklaşmaktadırlar.

Aynada kendine bakarken farklı görüntü kalıplarına göre sürekli kendini yetersiz ve çirkin gören mutsuz kadınların güzellik kaygılarını masaya yatırmak gerekir. Gerçekten güzellik algısının geri planında ne var? Neden güzel olmalıyız? Neden onay almalıyız? Neden fit olmalıyız? Neden kusursuz olmalıyız; olmasak dünya mı yıkılır? Bu soruların samimi bir şekilde cevaplanmalıdır. Âşık Veysel’in “Güzelliğin on para etmez, bu bendeki aşk olmazsa…” dediği gibi güzelliği dış görünüşle değil, yürek güzelliği ve insani meziyetlerle tanımlayan bir yaklaşım, hayata anlam katması yanında dünyayı daha yaşanılır bir hale getirecektir.

Bu zehirleyici ve dolayısıyla nesli ifsada götüren medyatik şiddet eşliğinde yürütülen güzellik ideolojisine karşı toplum olarak bir şeyler yapılması gerektiği konusunda büyük bir uyanış ve işbirliğine ihtiyaç vardır. Devlet ve STK’lar, kadın ve aile ile ilgili kurumlar konuyla ilgili bilinçlendirme çalışmaları yapmalıdırlar. Ayrıca medyanın ideolojik kadın tasarımına karşı, farklı bakış açıları üretmek gerekir. Öz kültür ve mana değerlerimizi yeniden canlandıracak kadın; nezaketiyle, hoşgörüsüyle, estetik anlayışıyla, insani meziyetleriyle doğal güzelliğine odaklanan ve dayatılan güzellik saplantısından kurtulan kadındır.


1- Berger J. (1990) Görme Biçimleri, çev. Yurdanur Salman, Metis Yayınları, İstanbul, s. 46.

2- Foucault, M. (2007) Cinselliğin Tarihi, çev. Hülya Uğur Tanrıöver, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2007, s. 72.

3- Byung-Chul Han, Enfokrasi, çev. Mustafa Özdemir, Ketebe Yayınları, İstanbul, 2022, s. 13.