Postal kokularının hızla yaygınlaştığı ve bulaşmadık yer bırakmadığı bir süreçten geçiyoruz. Cuntacıların kökleştirmeye ve meşrulaştırmaya çalıştıkları 'cuntacılık ameliyesi', toplumdan yankı beklerken postalperver, darbesever, hem de demokratfürûş elitler, her köşeden başlarını uzatmaya devam ediyorlar. Bu manzaraları, diğer 3 badireyi (60-71-80) atlatanlarımız anımsamakta zorluk çekmeyeceklerdir; ama biz gençler 12 Eylülü bile tam ayrıntılarıyla hatırlayamıyoruz. Bu son gelişmelerle tam anlamıyla ol(a)masa da biz de cuntacıların geliştirdikleri ve değiştirdikleri yöntemleri kısmen de olsa tecrübe etmek şerefine nail olduk. "Peygamber Ocağı", bir "Yeni Yüzyıl" eşiğinde "Radikal"ce ve "Hürriyet" aşığı bir edayla, "Gözcülerinden aldıkları haberlerle, bazen "Sabah" bazen de öğle, "Posta" koyarak, arzu edenleri ve ihtiyacı olanları apoletlendirmek için bir ön hazırlık anlamında brifinglendirdi. Ön hazırlığı iyi bir performansla tamamlayanlar, apoletlerini kuşanıp "gerekirse silahla" formunun zirvesine çıkarak manşetlerini "sür"düler.
Medyanın bu yüzü, birçok sosyal-siyasal gelişmede -bu kadar açık olmasa da- karşımıza çıkagelmiştir. Ama bu defa ortaya çıkan, sumen altı edil(e)meyecek kadar net bir fotoğraftı. Ragıp Duran'ın Yol Yayınları'nın Patika dizisinden çıkan kitabı, son gelişmelerle birlikte dikkatlerimizi çekmekte gecikmedi: Apoleti! Medya.
Deneme-röportaj niteliğindeki kitap, yazarın farklı yıllarda, birbirinden çok farklı yayın organlarında yayımlanan yazılarından oluşuyor ve bir "medya-kritik" ekseni çerçevesinde bütünlük kazanıyor. Kitap, medyanın 'nesnelliği", medyanın Kürt sorununa bakışının "öznelliği" ve bu medya sistemi içinde yeni özel radyoların "özerliğini aynı şakacı bakışı ortaya koyarak sorguluyor. Aslında kitap, bazı değimlerinin yanında, ismiyle çok da fazla müsemma değil. Yazar örnek verdiği Le Monde ve Liberation gazeteleriyle daha sivil bir medya projesinin örneklerini sunmaya çalışmış.
Askerin, brifinglendirme ve ardından gerekli gördüklerini apoletlendirme girişimlerinde yararlandığı en büyük kaynak, gazete kupürleri ve kameramanların çektiği ucuz görüntülerdi. Bir kapasitenin dışavurumu olarak da değerlendirilebilecek bu yaklaşımın zihinsel arka planı, Ragıp Duran'ın Urfa'da dinlemiş olduğu bir fıkrada şöyle ortaya konuyordu:
"Askeri bir harekat sırasında, ordu birliği bir tepeyi ele geçirmiş, harekatı yöneten Paşa da, karargâhını tepeye kurdurmuş. Paşa, her sabah emir erini çağırıp, 'Git; bana en yakın kasabadan bir gazete, bir paket de sigara al' demiş. En yakın kasaba 30 km. aşağıda. İnmek nispeten kolay da, karargâha çıkmak günün yarısını alıyor. Emir eri; bir, iki, üç, dört gün derken, in çık, in-çık canı çıkmış. Beşinci gün, inmiş kasabaya, bakkala 'Bana 20 paket sigara, 20 tane de gazete' demiş. Altıncı günden itibaren de, yarım gün arazi oluyor, öğleden sonra Paşaya gazeteyle sigarasını veriyormuş emir eri, iki gün daha geçmiş, her şey yolunda, bir sakatlık yok. 9. gün, Paşa, emir erini çağırmış. Telaşlanmış bizimki: 'Eyvah, hapı yuttuk'.
-Oğlum, sen her gün bu gazeteleri getirirken yolda okuyor musun?
-Hayır komutanım, okumuyorum!
-Bak o zaman, gel gel de sana bir şey göstereyim...
Paşa, yanına gelen emir erine, üçüncü sayfayı açıp sağ alt köşede fotoğraflı bir haber göstermiş ve:
-Bak şu habere; hıyarın biri, aynı arabayla dört gündür aynı ağaca çarpıyor!"
Biz de bu fıkrayı 'Bazı Çalışma Grupları'na ithaf ediyoruz.