Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın 12 Nisan tarihli basın toplantısı "masaya yumruğunu vuracak ve kodu mu oturtacak Paşa" beklentisi içindeki politikacı ve gazeteci takımını hayal kırıklığına uğratmış olmalı. Paşalarının ağzından hükümet aleyhine bekledikleri doz ve kıvamda bir ikaz, muhtıravari bir açıklama alamayan bu postal yalayıcısı zevat bundan sonra yeni bir paşa mı beklemeye başlar, yeni bir ordu mu arar bilemeyiz ama darbe bağımlısı kadroların bir süre boşluk yaşamaları kaçınılmaz görünüyor.
Aslında garip bir ülke Türkiye! Cumhurbaşkanlığı seçimleri dolayısıyla hükümeti açıktan hedef almıyor, yıpratmıyor diye başta hükümet olmak üzere, sağ-muhafazakar kesimde askerin tebrik ve takdir edilmesi ne kadar ironik bir durum değil mi? Sanki siyaset askerin özel alanıymış da, lütfedip girmemiş gibi!
Bu temel çarpıklığı bir kenara bırakacak olursak dahi, Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt'ın 12 Nisan tarihli basın toplantısı hakkında söylenmesi gereken çok şey olduğu açıktır. Öncelikle ilkesel açıdan bu toplantının yanlış olduğu görülmelidir. Bir kere iç veya dış politika konularında askerlerin zırt pırt kameralar karşısına geçmeleri anlaşılır bir durum değil. Dışişleri Bakanı Gül'ün, söz konusu basın toplantısı ile ilgili olarak adeta "oh be, rahatladık" dedirtmeye matuf bir edayla toplantıdan bir müddet evvel "Genelkurmay Başkanı Başbakan'a bilgi verdi" açıklamasını yapması da ilginçtir. Normalde bilgi vermesi değil de, izin alması gerekmez miydi?
Büyükanıt'ın basın toplantısında Irak'ın kuzeyine yapılması düşünülen sınır ötesi harekattan, etnik kimlik sosyolojisine kadar bir dizi konuda verdiği hükümler, yaptığı değerlendirmeler tutarlılıktan uzak. Bazı konularda ise tutarsızlık çok daha ileri boyutlarda seyrediyor.
Örneğin Andıç konusunda anlamsız ve temelsiz bir savunu yapıyor. Adeta kendisini yargı mekanizmasının yerine koyup Gündem'i açıkça, Vakit'i ise isim vermeden "terör" destekçiliğiyle suçluyor. Bu tarz çevrelerin mensuplarının askeri kurumlara alınmasının yaratabileceği tehlikelere dikkat çekiyor. Oysa bu yaklaşım temelsizdir. Evvela bu bir suçlamaysa yargının alanına girer. Yok riskse, aynı risk her yerde geçerli değil mi? Askeri kurumların ayrıcalığı ne? Sonra buralara giriş çıkışlarda arama yapılmıyor mu? Yine eğer bir "terör" eylemi planlaması ihtimali varsa bunu yapmak isteyenler medyanın akredite kuruluşları arasına eleman sokarak ya da buranın çalışanlarından eleman devşirerek bu işi yapamazlar mı? Kısacası General Büyükanıt ne derse desin, akreditasyon uygulamasının hiçbir biçimde savunulabilecek bir şey olmadığı ortada.
Aynı konuşmada Büyükanıt medyayı "asker yanlısı ve asker karşıtı" şeklinde ayrıştırmanın yanlış olacağını söylüyor da ama bu ayrımın savunduğu Andıç belgesinde gayet net bir biçimde yer aldığını görmezden geliyor.
Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile ilgili bir soruya cevaben, devletin mevcut yapısına sözde değil, özde bağlılık duyan bir ismin bu makama gelmesi gerektiğini söylüyor. Hukuk dışı bir yaklaşım bu! Sözü anladık, şekil şartları, yemin vs. mevcut; peki, özü, kim neye göre tespit edecek, bunun kriteri ne ya da değerlendirme uzmanı kim? Anlaşılması gereken şu olmalı: Genelkurmay Başkanı da olsa kimse hukukta yeri olmayan bir kriter öne süremez!
Büyükanıt'ın Özden Örnek'in günlükleri ile ilgili yaklaşımı da çok dikkat çekici. "Konu yargıya intikal etti, konuşamam" diyor. Allah aşkına bugüne kadar Genelkurmay'ın böyle bir duyarlılığına hiç şahit olduk mu? Suç teşkil etsin ya da etmesin; suçlananlar yargılansın ya da yargılanmasın, herhangi bir konuda Genelkurmay'ın "şimdilik susalım, hukuki süreci bekleyelim" dediğini hiç gören oldu mu?
Yakın geçmişte Genelkurmay'ın başka bazı olaylarda nasıl davrandığını kısaca hatırlamak gerekirse; tank ihalesine tepki gösterenlerle ilgili olarak "analarının karnından Yahudi düşmanı doğan ya da pastadan paya alamayanlar" suçlamasını; Mersin'deki Nevruz olayında çocukların bayrak yırtması ile başlayan gerilimde yapılan "sözde vatandaşlar" açıklamasını; Şemdinli iddianamesinin nasıl püskürtüldüğünü ve Savcı Ferhat Sarıkaya'nın ipinin çekildiğini; Agos'un Sabiha Gökçen'in Ermeni kökenli olabileceğine dair haberine karşı Hrant Dink'i hedef haline getien şiddet yüklü açıklamayı; Danıştay hadisesi üzerine laik devleti korumak için bir kerelikle yetinilmeyip protestoların sürekli kılınması çağrısını ve daha başka pek çok konuda Genelkurmay adına ortaya konulan tavırlar unutuldu mu? Şüphesiz Genelkurmay Başkanı'nın son tutumu hukuki zeminde doğru olan tutumdur ama hukuk duyarlılığının sadece darbecilerin hukukunu korumak için geçerli olmadığını ispatlamak kaydıyla!
Büyükanıt'ın konuşmasına ilişkin söylenecek başka şeyler de var ama başta da belirtildiği gibi önemli olan bağlam, yöntem ve tarz. Sözlerin kendisinden ziyade oturduğu zemin, sarfedilme biçimi ve algılanış tarzı çok daha belirleyici. Bu çerçevede örneğin mantık örgüsü zayıf, iç tutarlılıktan uzak açıklamaların medyada nasıl da cilalanarak yansıtıldığını, hatta Büyükanıt'ın kendisine sorulan soruları anlamakta zorlanmasının dahi gözlerden kaçırılmaya çalışıldığını gördük. Türkiye'de hakim siyasi kültür içinde ordunun nasıl ilahlaştırıldığını bilenler için hiç de şaşırtıcı bir durum değil bu elbette.
Bunu somut bir karşılaştırma ile izah etmek mümkün. Medyanın ve dolayısıyla da kamuoyunun, Genelkurmay Başkanı'nın basın toplantısını algılayış biçimi ve verdiği önemi göz önünde bulunduralım. Bunu aynı gün yapılan Meclis Başkanı'nın basın toplantısına, hatta bir sonraki gün Cumhurbaşkanı'nın Harp Akademilerinde yaptığı konuşmaya atfedilen önem ile karşılaştıralım. Tek başına bu karşılaştırma bile ordunun belirleyici konumunu ortaya koymaya yeter. Neden böyle? Çünkü askeri vesayetten bir türlü kurtulamayan sistemin nasıl işlediğini herkes iyi biliyor da ondan!
Militarist kültürün ortaya çıkardığı çarpıklığı yansıtan "mahalle"den bir örnekle yazıyı bitirelim de hep iğneyi başkasına batırmakla yetinmiş olmayalım: 13 Nisan tarihli Vakit Gazetesi'nde bir gün önce gerçekleşen Büyükanıt'ın basın toplantısına etraflıca değiniliyor. Büyükanıt'ın sözlerinde Vakit'i hedef alan bölüm özellikle eleştirilmiş ama eleştiri okları daha ziyade malum medyanın askerci kalemlerine yöneltilmiş. Vakit'in özellikle yoğunlaştığı isim ise bekleneceği üzere Emin Çölaşan. Muhtemelen düşmanla kavgada her darbe mübah mantığıyla Vakit Çölaşan'a şöyle bir suçlama yöneltiyor: "Emin Çölaşan'ın Genelkurmay Başkanı Büyükanıt'a oturduğu yerden soru sorması makama saygısızlık olarak değerlendirildi."
Ne münasebet! Niye saygısızlık olsun? Bu tür toplantılarda gazeteciler Başbakan'a, bakanlara oturarak soru sormuyorlar mı? Bunlar yaşını başını almış gazeteci; asker ya da ilkokul çocuğu değil ki, karşılarında bir general var diye ayağa kalksınlar! Vakit'in Çölaşan alerjisini anlamamak mümkün değil ama acaba bu haberde örtük bir asker yüceltmesinin izleri de yok mu? Şunu bilelim ki, militarizmden kurtulmak sadece yasalarla, kurumlarla ilgili çabalardan ibaret değil, belki de en başta zihnimizden, dilimizden, korkularımızdan başlaması gereken kapsamlı bir temizlikle mümkün olabilecek bir süreçtir.