“Şiir tecrübe ve sürgündür”
Başka IrakYok’tan Mahmud Derviş
Çağdaş Filistin şiirinin usta isimlerinden Mahmud Derviş* "Benim hayatım bütün hayatlardan oluşmuş bir hayattır. Bir şair hayatıdır." diyen Neruda'nın sözlerinin en çok yakıştığı isimlerden biridir. Hem Arap edebiyatında hem de Filistin'in mücadelesinde önemli bir yere sahip olan Mahmud Derviş’in gerek yaşamının, gerekse edebi ve düşünsel seyrinin Filistin mücadelesinin değişimini yansıtan bir kişiliğe sahip olduğunu söyleyebiliriz.
Esas adı Mahmud Selim Derviş olan şair 1941 yılında, hâlihazırda İsrail sınırları içinde bulunan El-Berva’da doğmuş; köyünün 1948 Arap-İsrail savaşı sırasında saldırıya uğramasıyla, ailesi ile birlikte İsrail'in katliamından kaçarak Lübnan'a yerleşmek durumunda kalmıştı. Derviş yaşadıklarını söyle anlatıyordu: "Çocukluğum, tüm halkımın dramıyla ilişkili olarak, kişisel dramımın başlangıcı oldu. 1948 yazının o gecesinde, dingin bir köyde atılan mermiler ayırım gözetmedi. Altı yaşındaydım, zeytinliklere, sonra dağlara koşar buldum kendimi; bazen yalınayak, bazen yere kapaklanarak. Korkuyla ve susuzlukla geçen kanlı bir geceden sonra Lübnan denen ülkede bulduk kendimizi.” Başka bir konuşmasında Endülüs metaforuna başvurarak çocukluğunu anlatır: “Çocukluğum yalnız benim değil, aynı zamanda kolektif bir çocukluk yaşamıydı. Orası Endülüs’ü anımsatıyor. Çünkü orası her zaman için kayıptı. Endülüs bir ülke değildi. Bu psikolojik bir durum. Filistin’e gelince bu benim çocukluk çağımdır, bu kaybolan bir cennet değil, gerçek bir cennettir. Ondan söz açtığımda çok konuşuyorum, bu benim varlığımın özüne parmak basmaktır. Bir bakıma Filistin bir anı değil, daha çok bir varoluş, bir geçmiş değil bir gelecektir. Filistin bir Endülüs güzelliğidir, bu gerçekleşebilen bir Endülüs’tür.” (Barrat, 1983; 59) Daha yedi yaşındayken, İsrail’in saldırısına uğrayan köyünü terk etmesiyle başlayan sürgünlüğü onun kaderi olmuştur. Derviş 1960'lı yıllarda ortaöğrenimini sürdürürken, İsrail hükümeti tarafından üç kez tutuklandı. 1970 yılında İsrail’den sürgün edilmiş, 2 yıl birçok Arap ülkesinde dolaşmıştı. 1980-82'de Lübnan'da Sabra-Şatilla katliamını yaşadı. 1983-87 arasında Kıbrıs Rum kesiminde, 1988-95 arasında Paris'te yaşamak zorunda kaldı. Mahmud Derviş’in yaşamının bir ülkeden diğerine sürgünlükle geçmesi ve bu sürgünlük ortamının içinden yazısını üretmiş olması, Georgia Makhlouf’un “Çağdaş Filistin yazını her şeyden önce bir sürgünlük yazınıdır. Her şeyden önce aynı ölümcül ve acı ve yeniden doğuş çığlığını dile getirir. Bu çığlık kökünden koparılmanın dışavurumudur.” (1996; 237) tespitinin haklılığını da ortaya koyar. 1948 Mayıs’ından itibaren mülksüzleştirilerek başka ülkelere sığınmak üzere göç etmek zorunda kalmak edebiyat tarihindeki kök sürgünlük anlayışından farklı bir duruma işaret eder.
Şairin Kimlik Kartı
Küçük sayılabilecek bir yaşta şiir yazmaya başlayan Mahmud Derviş, İlk şiirlerini yayınladığı sıralarda 'Toprak' cephesinin çalışmalarına katıldı ve Filistin direniş şiiri, bu cephenin dergi ve bültenlerinde yeşerdi. “Vatanı olmayan mezar isteyemez.” diyen Derviş’in babası Lübnan’da sürgünde yaşamayı gururuna yedirememiş, bir süre sonra tekrar yurduna dönmüştür. Ancak yaşadıkları topraklar İsrail güçlerince işgal edilmiş, evleri yerle bir edilmiştir. Kimlik Kartı şiiri bu dönemin havasını yansıtan bir şiir olarak okunabilir: “Kaydet Arabım kartımın numarası belli değil / Çocuklarımın sayısı sekiz / Dokuzuncusu da yolda / Yaz sonunda burada / Kızıyor musun / Kaydet Arabım taş ocağında çalışıyorum / Emekçi yoldaşlarımla / Çocuklarımın sayısı sekiz / Giysilerini defterlerini / Taştaş çıkarıyorum ekmeklerini / Sadaka bekleyecek değilim kapında / Konağının önünde küçülecek değilim / Kızıyor musun / Kaydet Arabım adım var yalnız yoktur soyadım / Bu diyarda öfke kazanında yaşayan / En sabırlı insanım / Zamanın doğuşundan daha eskiye / Yılların bilinmesinden daha eskiye / Selvilerden, zeytinlerden daha eskiye / Uzanmıştır köklerim / Karasaban süren bir ailedendir babam / Soylu efendilerden değil / Ve dedem bir çiftçiydi / Ne nesebi belliydi ne şeceresi / Kitap okumadan önce / Güneşin yükselişini öğretirdi bana / Evim bir koruyucu kulübesi / Dallardan ve kamışlardan / Rahatlattı mı seni bu durumum / Adım var yalnız yoktur soyadım / Kaydet Arabım saçlar kömür karası gözler kahverengi / Ayırıcı niteliklerim / Başımda kefeğimin üstünde bir kan / Ayalarım sert mi sert kaya gibi / Tırmalar neyi tutsa / Adresim sokakları adsız / Unutulmuş bir köydenim silahsız / Taş ocağındadır tarladadır tüm erkekleri / kızıyor musun / Kaydet Arabım sen yağmaladın bağlarını atalarımın / Sürdüğüm çocuklarımla sürdüğü toprağı / Sen yağmaladın / Bana ve torunlarıma hiçbir şey bırakmadın / Şu kayalıklardan başka / Ve diyorlar ki hükümetiniz bunları da alacakmış / Öyle mi / Öyleyse kaydet / Kaydet birinci sayfanın en başına / Nefret etmem insanlardan hiç kimseye saldırmam / Ama aç kalınca yerim etini toprağımı gasp edenin / Kolla kendini kork benim açlığımdan / Kork benim öfkemden kolla kendini” Yer duygusu, yerin duyumsanma biçiminin sömürü düzeniyle altedilişinin ve yaşanmışlığın içinden gelen bir itirazın günyüzüne çıktığını görürüz bu şiirde. Mülksüzleştirme düzeninin yazarın duygularını nasıl etkilediğini ve şiire yansıyan şair kimliğini ele almak bakımından önemli bir şiirdir Kimlik Kartı. Şiirde İsrail’in adı anılmaz. Ama sürekli yinelenen “Kaydet Arabım ”dan Filistin trajedisinin karşıtı olarak İsrail’i sezeriz. Şiirin gizli öznesi konumundadır İsrail. Yaşananların bütününü açık eden şiirden yazarın bir topluma aidiyet duyduğunu, bunu da Filistinli kimliği üzerinden değil Arap kimliği üzerinden kurmakta olduğunu görüyoruz. (Er, 2004; 123) Derviş’in şiirinin en etkileyici yanları doğallık, içtenlik, yalınlık ve sıcaklıktır. Bu yalın dilde konuşma üslubunun akıcılığı hemen fark edilir. Ayrıca onun şiirinde dikkat çeken önemli özelliklerden biri tıpkı Nizar Kabbani’de olduğu gibi aynı kelime ve ifadeleri sık sık yinelemesidir. Böylelikle şair alışılmış dil kalıplarının dışına çıkarak şiirine müzikal bir iç ahenk ve canlılık kazandırır. Kimlik Kartı şiirinde “Kaydet Arabım ” ifadesinin çokça yinelenmesi sadece müzikalite ile açıklanamaz; bu yukarıda ifade ettiğimiz gibi şiirin ve şairin kimliği ile yakından ilgilidir. İsrail topraklarında yaşayan Derviş için şiir, yabancı ortamda kimliğini korumanın ve vurgulamanın bir yolu olduğundan, Semih el-Kasım ve Raşit Hüseyin ile birlikte direniş şairleri olarak anılmıştır. (El-Udhari, 2007; 16)
Vatan kavramı Filistin yazınında oldukça geniş bir yer tutar. Vatan, toprağın biçimini, mahallenin topografyasını, bitkilerin ve hayvanların yaşamını, varlıkların şiddetini içine alır. Mahmud Derviş kasıtlı bir biçimde somut sözcüklerle vatanını anlatır: “Özlüyorum anamın ekmeğini / Kahvesini anamın / Dokunuşunu / Büyüyor bende çocukluk anıları / Gün be gün / Yaşadığıma değmeli / Ölüm saatinde / Değmeli gözyaşlarına anamın / Ve geri dönersem bir gün / Al beni peçe olarak kirpiklerine / Ört kemiklerimi ot ile / Kutsanmış adımlarınla / Bir araya getir bizi / Saç tokanla / Bir iplikle, giysinin arkasından sarkan / (…) Geri dönersem / Bir odun olarak kullan beni, körüklemek için ateşini / Evinin damındaki çamaşır ipi olarak / Olmaksızın kutsaman / Çok zayıfım doğrulmaya / Yaşlıyım / Geri ver bana yıldız haritalarını çocukluğumun / Ki ben / Kırlangıçlarla birlikte / Çıkarabileyim haritasını patikanın / Bekleyen yuvana doğru olan.”
İşgal altındaki Hayfa'da yayınlanan El-İttihad gazetesi ve El-Cedid dergisinin yöneticiliğini, Filistin Es-Sawra adlı siyaset ve edebiyat dergisinin yayın yönetmenliğini yaptı. Derviş için ilginç bir ayrıntı onun İsrail Sosyalist Partisi saflarına katılmış olmasıdır. Bu katılım onun sosyalist bloktaki pek çok ülkeye gezi yapmasını sağlamış, bu sayede dünyanın değişik ülkelerinden pek çok yazar ve şairle tanışmıştır. 1964'te ilk şiir kitabı 'Zeytin Yaprakları'nı, 1970'te 'Filistinli Sevgili'yi yayınladı. 1970 yılında ülke dışındaki bir gezide İsrail Sosyalist Partisi’nden ayrılmış, önce Mısır’a gitmiş daha sonra Beyrut’a geçerek Filistin Kurtuluş Örgütü’ne katılmıştır. Burada Filistin Araştırmaları Merkezi’nde sorumlu müdür olarak çalışmış, aynı zamanda mevsimlik bir edebiyat dergisi olan El-Kermel dergisini yayınlamaya başlamıştır. (Bozgöz, 2004; 92) 1973-80 arasında sırasıyla 'Gecenin Sonu', 'Uzak Bir Sonbaharın Hafif Yağmuru', 'Celile'de Kuşlar Ölür', 'Düğünler', 'Uykudan Uyanıyor Sevgilim', 'Yedinci Deneme' kitapları yayımlandı. Sabra-Şatilla katliamının ardından 'Beyrut Kasidesi'ni yazdı ve bununla 1984'te Lenin Edebiyat Ödülü'nü kazandı. 1996'da 'Unutulanı Anmak' adlı anlatı-romanı yayımlandı. 2003'te Nazım Hikmet Şiir Ödülü'nü aldı. Şubat 2007'de Mısır'daki 'Kahire Uluslararası Şiir Şöleni'nde ödüle layık görüldü.
Şiir ve Hayat
Eski dilin, eski kitapların, eski ayakkabılar gibi delinmiş sözlerin aşağılık kelimelerinin yenilginin esas nedeni olduğu vurgulanmıştır. Dili olmayan siyasal yönetimlerin dilsizleştirdiği halkı savunmak için siyasal iktidarla karşı karşıya kalan şairlerin yaşamak zorunda kaldıkları deneyimlerden biri de sürgün olmuştur. Sömürgeci Siyonizm’i ve Arap yönetimlerini mübah görmeyen şairler iktidarların hışmına uğradılar.
Şiirlerinin büyük kısmını hapiste yazan Derviş şiirleriyle İsrailli işgalcileri adeta taşa tuttu. Filistinli Sevgili adlı şiirinde düşmana “Sakının hey / kayaları döve döve şarkımı koparan şimşekten! / Benim gençliğin yüreği! / Benim beyaz kanatlı atlı! / Benim yıkan putları! / Kartalları tepeleyen şiirleri benim eken / Tüm sınırlarına Suriye'nin! / Zalim düşmana bağırdım, ey Filistin, senin adına: / "Ölürsem, ey böcekler, vücudumu didik didik edin!" / Karınca yumurtasından kartal çıkmaz hiçbir vakit / Yalnız yılan çıkar zehirli yılanlardan! / Ben barbarların atlarını iyi bilirim / Bir ben dururum onların karşısında / bir ben / gençliğin yüreğiyim her daim / yüreğiyim beyaz kanatlı atlıların.” korkusuzca seslenir. Şiirinin tematik olarak incelenmesi onun şiir yazmanın başlı başına bir direniş olduğunu kanıtlayan bir şair olduğunu gösterecekti. Elbette şairin şiirleri kadar, şiirinin mayalandığı toplumsal ve edebi ortam, şiir ve diğer konular üzerine görüşleri de en az şiiri kadar önemlidir.
5 Haziran 1967’de başlayan ve Arapların yenilgisi ile sonuçlanan Arap İsrail Savaşı aynı zamanda Arap edebiyatında da ciddi değişikliklere neden olmuştur. Bu bakımdan Mahmud Derviş şiirini ve edebiyatını ve bununla birlikte tanıklığını anlamak için bu tarihi çıkış noktası olarak ele almamız gerekmektedir. Şairin ilk kitabı dışındaki bütün kitapları bu yenilgi savaşı sonrasında yayınlanmıştır. Bu bakımdan 1967 tarihi nasıl çağdaş Arap düşüncesini temelden etkileyen bir milat olarak kabul ediliyorsa, aynı şekilde çağdaş Arap şiirinin de oluşumunda önemli tesirler meydana getirmiştir. Gelenek, oluş, varlık ve gelecek hakkında önemli sorular sorulmuş, bu sorulara önemli yanıtlar verilmiştir. Yirminci yüzyılda Arap şiirinde etkin olan, belli kalıpları kırarak Arap şiir akışını değiştiren şairler vardır. Arap şiir dünyasında bazı ülkelerin şairleri yaptıkları çıkışla, yazdıkları şiir biçem ve biçimiyle Arap şiirinde kalıpları kırıp devrim yaratmışlar. Bu şairler arasında Suriye'den Nizar Kabbani, Irak'tan Nazik el-Melaike, Lübnan'dan Adonis, Filistin'den Fetva Tukan ve Mahmud Derviş, Mısır'dan Salah Abdussabur, Fas'tan Muhammed Bennis ve Abdüllatif el-Laabi’yi sayabiliriz. Bunların çoğu 67 yenilgisinden sonra ciddi arayışlar ve dönüşümler yaşamışlardır.
1967, toplumdaki farklı sosyo-kültürel güç ve gelenekleri temsil eden çok sayıda Arap aydınının yenilginin nedenleri üzerinde düşünmeye, ekonomik geri kalmışlık sorunu yanında bireyin ontolojik varlığı hakkında da “kritik ve sarsıcı sorular sormaya zorlayan sarsıcı bir deneyim”dir. (Ebû Rabi, 91) 1948 yılı nasıl Siyonist projenin devletleşmesini sağlayarak büyük bir şok oluşturmuşsa, 1967 de Nasırcılığın yenilgiye uğraması ve Arap dünyasının acı dolu bir gerçeğe teslimiyetini beraberinde getirmiştir. Bu acılı gerçek içinde Arap düşüncesi ve dili tuhaf bir düşünce felci geçirmiş, kimse ne yapacağını bilememiştir. Filistinli edebiyatçı Gassan Kenefani’nin deyimiyle Arap dünyası kendini ifade edememiş, bu süreçte deyim yerindeyse “kör bir dili” kullanması ile sonuçlanan derin bir girdaba sürüklenmiştir. Akabinde bir dizi eleştirel eser kaleme alınmıştır. Siyaset, düşünce ve edebiyat alanında yaşanan yenilgi kısa süre sonra eleştirel bir bilinç üretti. İşte bu süreçte şiir de bu eleştirel sorgulamadan payına düşeni almıştır. Örneğin Nizar Kabbani savaşın hemen akabinde Yenilgi Defterine Notlar adlı şiirini yazarak siyasi şiire yönelmiştir. Artık şairler aşk ve duygu hüznü içinde şiir yazmaktan vazgeçerek Arap toplumunun içinde bulunduğu durumu gerçekçi bir biçimde gören ve varolan kötü durumun sorumlularından hesap soran siyasi şiire yönelmişlerdir. Haziran yenilgisinden sonra şairler “öfke duymak ve duyduğu öfkeyi şiirlerine taşımak, İsrail’in Arap toprakları üzerindeki işgali varolduğu sürece bitmeyen uzun soluklu bir eylem” içinde olmayı öncelemişlerdir. (Tur, 231) Arapları hezimete götüren nedenler cesurca sorgulanırken, Arap edebiyatının klasik biçiminin söylemi ve bu söylemin duyguları uyuşturan yönleri de sorgulanır. (Koparan, 1996; 234) Varolan hezimetten çıkış için devrimci bir dil geliştirilmesi gerekliliğinin üzerinde duran isimlerden biri de Mahmud Derviş olmuştur. (Ebû Rabi, 94)
İsrail’in Beyrut’a 2006 yılındaki son saldırısı sonrasında açıklama yapmaktan çekinen Derviş bunun gerekçesini açıklarken 1967 savaşına gönderme yaparak şunları ifade eder: “Medya soru yağmuruna tuttu beni, politikacıların cevaplandırması gereken soruların cevabını bir şairden beklediler. Bugün sormak istiyorum, İsrail’in Lübnan’a yaptığı bu saldırı karşısında ‘şaşırdık’ diyen Avrupa, Filistin ve Lübnan direnişini ortaya koydukları şartlı çözümlerle engelleyen İsrailli entelektüeller nerede? Lübnanlılar bir şey istemiyor, İsrail çekilirse Hizbullah’ın da silaha ihtiyacı kalmayacaktır. İsrail eğer Filistin direnişini istemiyorsa, 67 sınırlarının içine çekilmelidir. Eğer Araplarla barış istiyorsa, Golan’dan çekilmelidir. Oysa İsrail ne yapıyor; hâlâ Gazze ve Ramallah’ta? Filistinliler ulusal tarihî yurtlarının sadece %22’sini istiyorlar. Bu küçücük istek yerine getirilse, Ortadoğu’nun bütün problemleri sona erebilir. İsrailliler, Güney Afrika’nın beyazları, biz de siyahları gibiyiz. Biz siyah olmayı kabulleniyoruz, ancak bu yeterli değil. İsraillilere göre biz ne siyah olabiliriz ne de beyaz, ne istiyorlar peki? Benim bulabildiğim tek açıklama şudur: İsrailliler barışın önünde bir duvar değiller, onlar barıştan korkuyorlar. (…) Sadece işgal altında yaşamıyoruz, işgal altında, hapishanelerde, hücrelerde yaşıyoruz. Biliyor musunuz kaç kişi hastaneye gidemediği için kontrol noktalarında ölüyor; kaç kadın çocuğunu karakolda doğuruyor? Tüm bunlar üzüntüyü, kırgınlığı, acıyı, kini büyütüyor ve insanları canavarlaştırıyor. Tüm bunlara rağmen, biz İsrailliler ile beraber yaşamaya hazırız, tüm bunlara küçük bir bedel olarak İsrail’den istediğimiz, Kudüs ve Gazze’yi içeren Filistin Devleti’nin tanınmasıdır.” (Derviş, 2008; 136-37)
Eluard "Gerçek şiir gerçek dünyayı dile getirmek zorundadır. Gerçek dünya eğer kafasına işlememişse (nüfuz etmemişse), ozan, soyutlama, karmaşa, biçimsiz düşler ve saçma inançlardan başka bir şey yaratamaz. Kişisel şiirsel gerçeği dünyanın şiirsel gerçeği karşısında direnemez..."der. Burada, Filistinlilerin yaşadıkları ve Filistinli şairlerin yazdıkları şiirler en çarpıcı örneğidir bu yaklaşım için. Dünyada Arap şiirinin tanınması açısından Filistin şiirinin önde gitmesi tesadüf değildir. Derviş'in dediği gibi: "Şairi olmayan bir ülke, hiçbir savaşı kazanmış sayılmaz."İsrail’in Güney Lübnan’ı işgal etmesinden sonra şair burayı terketmemiş, direnişçilerle ve halkla birlikte hareket ederek konuşmaları ve şiirleri ile onlara destek olmuştur. Şair olarak toplumdaki sorumluluk bilinciyle yazısını birleştirerek, ezilen, baskıya uğrayanın, mülksüzleştirilen, sindirilmeye çalışılan halkının sesi olmuş, onlar adına söz almıştır. Ahmed Zaataradlı şiiri bunun bir örneği olarak okunabilir: “Kekikten ve karamış taştan / O eller için bu çığlık / Unutulmuş ve yapayalnız / Ahmed için / Gelip geçen bulutlar / Yurtsuz ve yabancı koydu beni / Ve yalnız dağlar cesaret ediyor / Beni bağrına basmaya / Kıraç bir toprakta / Doğuyorum yine o eski yaralardan / Sokuluyorum toprağa / Bütün ayrıntılarını görünceye dek / Doğuyorum yine / Denizin taştığı yıl / Kül olmuş kentlerden / Kendimi yapayalnız bulduğum / Ahmed'di o deniz / Kurşunlar arasından köpük köpük / Bir kamptı öfkeyle büyüyen / Yağan kekikti üstümüze / Ve savaşçılara / Ellerine ayaklarına baktı Ahmed / Unutulmuş trenlerin / Anılarıyla büyüyen / Kimsenin karşılamadığı / Kimsenin el sallamadığı / Yaseminlerle / Ayakta dikildi yapayalnız / Kendini dinlediği gecelerde / Hakkın hasretini çekerek / Yirmi yıl / Yirmi yıl o yer senin bu yer benim / Dolaştı bir kimliği sora sora / Yalnız yanardağların yanıtladığı / Ben Arap Ahmed'im / Dedi / Ben kurşunlar / Ben portakallar / Ve düşler / Benim çadırımdır Tel Zaatar / Anayurt benim / Sürüp giden o yolculuk anayurda / Doğu'dan ta Batı'ya / Bilendi bütün kılıçlar / Ahmed tanımaya başlarken / Ellerini ayaklarını / Süzülen bir yıldız gibi / Bakıp bakıp Hayfa'ya / Ahmed'di seçilen kurban / Kentler asfalt organlarını / Bırakıp arkalarında / Düştüler peşine Ahmed'in / Öldürmek için / Doğu'dan ta Batı'ya / Cenaze törenini hazırlıyorlardı / Giyotinlerden giyotin beğenip / Ben Arap Ahmed / Gelsin kuşatmacılar! / Benim kal'am gövdem / Gelsin kuşatmacılar! / Ateş hattıyım ben / Kuşatacağım onları / Çünkü göğsüm / Sığınaktır halkıma / Gelsin kuşatma! / (…) Kekikten ve taştan Ahmed / Yükseleceksin / Hayır! Diyerek / Derinden esvap yapacak / Kırlardan gelen köylüler / Zalimleri ortadan kaldırmaya / Bir çiçek olacak yumruğun / Bir bomba / Her gün hayır! Demek için kalkan.”
Beyrut'ta bir Filistin kampı olan Tel Zaatar, Lübnan iç savaşı sırasında iki ay kuşatma altında kalır. Filistinliler güç koşullar altında kuşatmaya karşı direnirler ve Arapça'da "kekik dağı" anlamına gelen Tel Zaatar Filistin direnişinin bir sembolü haline gelir. Hayali bir kahraman olan Ahmed Zaatar sürekli yerinden edilen ve sürgünde yaşayan Filistinlilerin binlerce adsız kahramanını temsil etmektedir. İsrail, Lübnan’daki bütün Filistinlileri sürgün edince o da Tunus’a göç etmiş, burada FKÖ’de çalışmalarını sürdürmüştür. Derviş, 1993 Oslo Barış Antlaşması’ndan sonra, Yaser Arafat'ı protesto etti. Pek çok Arap aydını ve şairi gibi İsrail ve Filistin arasında imzalanan barış antlaşmasına karşı çıkmış, celladın kucağında uyumayı reddetmesi nedeniyle FKÖ’den istifa etmiştir. Barış sürecinin tiyatro olduğu bir ortamda Filistin’e sadece direniş yolu ile gidileceğine inanan Derviş, direnişi şiiriyle kimliklendirir. Haritayı direniş çizerken, edebiyat haritasını da şiir çizer. Kabbani gibi ülkesi yanarken edebiyatın tarafsız kalmasının onun ölümü olacağına inanır. Şiirini soyutlayarak değil tıpkı Âkif, Nâzım gibi toplumla kaynaşarak onun duyarlıklarıyla özdeşleşerek ama yer yer sorunlu eleştirel tutumunu da kaybetmeksizin kurmuştur. Filistin ve Lübnan şiirine katkıları ve Nâzım Hikmet şiiri ile kendi şiiri arasındaki bağlantıları, ortak yanlar ve ayrışmaları şöyle açıklar: “Filistin, Lübnan şiirine katkımı sorarsan; şiirin sesini yükselttim, şiirin imgelerindeki direnişi belirginleştirdim ve Filistin'de yapılan katliam ve bozgunun sesini şiirsel bir dille Filistin'in sınırları dışına taşıyıp edebi bir katkım oldu. Nâzım Hikmet'in şiiri büyük bir şiirdir, evrensel yanı ağır basan bir şiirdir; herkesin anlayacağı basit bir dille yazılmış, ancak derin anlamlarla süslenmiş, insanı ve insanlığın savunucusu ödün vermez bir şiirdir. Benim şiirimin de insanı ve insanlığı savunan tarafı ağır basıyor; bugün Türkçeye kazandırmış olduğun benim eski şiirlerim, basit bir dille yazılmış Nâzım'a daha yakın şiirlerdir. (…) Son on beş yılda yayımladığım yedi şiir kitabım ve bu kitaplardaki şiirler, Nâzım'ın şiiri kadar duru ve basit bir dille yazıldığını söyleyemem; ayrıca coğrafi olarak şiirim biraz daha içine kapanıktır diyebilirim.” (Derviş, 2004)
Derviş, çeşitli konuşmalarında ve yazılarında şiirle ilgili görüş ve düşüncelerini dile getirmiştir. Bir anlamda şairin poetikası olarak kabul edilebilecek söz konusu bu düşünce ve kanaatlerin gerek şairin gerekse şiirlerinin daha iyi anlaşılması bakımından önemi inkar edilemez.
Poetik Dünyası
Şiirin ne’liği ve mahiyeti hakkında pek çok tanımlama yapılmıştır. Ancak şiir hakkında birçok tanım yapılmasına karşın, bu tarifler kimi zaman birbirini iptal etmiş kimi zamanda birbiriyle çelişmiştir. Derviş, hem şiir tanımındaki öznelliğe vurgu yapar hem de şairin öznelliğinden ortaya çıkan poetikanın şiirde uygulanışına dikkat eder. İmgenin aşırı soyutlaşmasının şiirin içini boşaltacağını düşünür: “İlk sözlü şiirsel metinlerden bu yana, şiirin her yerde geçerli ve herkesçe kabul edilen bir tanımı yok. Şiir hep karşıtıyla tanımlanmıştır denilebilir. Fakat şiirin karşıtı nedir? Bu soruya cevap hep nesir olarak verilir; şiirle nesir arasındaki farkın, şiirin imge üzerine kurulu olduğu görüşü eklenerek. Öyleyse fark imge veya ritimden mi kaynaklanmaktadır? Nesir de bunlardan uzak değildir. Sonuçta şiirin ve şiirselliğin ortaya çıkışı tanımlanamıyor. Bugün için gerçek sorun, poetikanın şiirde nasıl uygulandığını bilmektir. Poetika sadece şiirin yapısı, mimarisi ve onun ritmi -ki her şairinki kendine özgüdür- ile uygulanır. Bir şiir kitabını okuduğumda, önce bunların arasının iyi olup olamadığını karşılaştırarak tartarım. Arap Dünyası’nda orta dönem şairleri ve öncüleri, şiirleri içi boş, hiç estetik yönü olmayan, sağlam yapıları olmayan imgelerle doldurmayı yeğlediler. Bu tip imgeler şiiri zayıflatır, okuyucuyu tiksindirir, bıktırır.” (Derviş, 2008; 138)
Onun edebi kimliği üzerine birkaç çift laf etmeyi düşündüğümüzde neler söylenebilir? Bu soruyu yazar yazmaz, onun toplumsal duyarlıklı bir şair olduğunu hemen peşinden yazmamız gerekir. Ayrıca diğer Arap şairlerle kıyaslamak da mümkün tabii. Mahmud Derviş de tıpkı Nizar Kabbani gibi şiirin isyan etmesini, içinde çağın öfkesini taşıması gerektiğini kısacası amaç ve hedefinin olması gerektiğini düşünür. Öte yandan ise şiiri bir barış güvercini olarak düşlemesi, şiire sınırlı görev biçmesi gibi noktalarda Kabbani ile aralarında derece farkı olduğu da görülür. Kabbani, şiirin zalimleri ve diktatörleri düşürmesini açık açık beklerken bu, Derviş’in poetikasında biraz daha ikincildir. Filistinli şairlerin yeterince direniş şiiri yazdıklarını, artık daha bireysel konulara yönelmeleri gereği üzerinde duran şair bu konudaki düşüncelerini şöyle açıklar: “Her şey şiir dünyamı etkiler, ancak şiir her konuyu taşıyamaz, desteklemez. Sürekli olarak şairin savaş zamanı ne yapabileceği sorulur. Bence şairler savaşı reddetmek için, savaşın dilini kullanmamalıdırlar. Bir şiir, ne kadar güçlü olursa olsun, asla bir savaş uçağını düşüremez, ama pilotun düşüncelerini etkileyebilir, değiştirebilir. Öyleyse şair insani görünümleri, bakış açısını; olaylar içinden de evrensel öğeleri gözetmelidir. Savaş mağdurlarının asıl dünyasına girmek gerekir. Şiir, hayatın ihtişamının ilahisi, ezgisi olmak, çirkin şeylere karşı güzellikle mücadele etmek, savaşa karşı barışı barındırmak zorundadır. Filistin edebiyatı, savaşın konularına hapsolarak İsrail işgalinin gerçekleştiğinin bir kanıtı olabilir, bu durumda da Filistinlilerin iç dünyası bütünüyle örtülü, üstü kapalı olarak kalabilir; insanlar kopyalara, maskelere dönüşebilirdi. Bugün için böyle olmaması, bizim için büyük bir hediyedir. İşgale, küçük düşürmelere, adaletsizliğe, haksızlığa karşı çok yazdık, ancak şimdi Filistinlinin bir aşk şiiri yazması, aynı zamanda hem hakkı hem de sorumluluğudur.” (Derviş, 2008; 139) “Şiirin özgürlüğü olmaz, bulunduğu konum ne olursa olsun mecazi olarak şiir özgür olamıyor. İşte bu durumda şiir bulunduğu çağdan uzaklaşıp ütopik bir çağa gider.” (Derviş, 2004)ifadeleri ile de şiirin mutlaka angaje bir yapıya sahip olduğunu dillendirir. Şiir, kayıtlı bir özgürlük altında gelişir.
Şiirin yansıttığı gerçeğin aynı zamanda bireyin duygusal gerçekliğini de içermesi gerektiğini düşündüren bu yaklaşım, şairin sadece toplumsal gerçeklere değil, bu toplum içinde yaşayan insanın hayatının iç yüzünü de içeren bireyin gerçekliğine de önem verir. Yaşamı sürdürmenin zorlukları içinde, şiirin bir halkın kendini, öz benliğini inşa etme sürecine katkı yapıp yapamayacağı noktasında Derviş, şiirin ve şairin dolaylı etkisine vurgu yapar: “Şiirin, ulusal mücadelede apaçık bir rol oynadığını sanmıyorum. Onun etkisi doğrudan doğruya değildir. Şiir aralıksız bir seyahat kurar, kültürler, zamanlar ve mekânlar arasında. Bu anlamıyla bir ulusal şiire inanmıyorum. Bir tarihin verilmiş bir dilin çocuğu olarak şair, bir halkın ulusal kimliğinin biçimlendirilmesine şüphesiz yardım eder, kültürel bir buyruk, sınıf rolü oynayarak. Ellili yıllarda hiç şüphesiz Arap Dünyası’nda ve dünyada bütün bağlantılı, güdümlü şiiri düşününce, özellikle, -Aragon- şair doğrudan siyasal bir role sahipti. Tabii dünya bugüne göre daha az karmaşıktı. Bizim durumumuzda, İsrail işgali uzun ve de Almanya’nın Fransa’yı işgalinden farklı bir işgal. Hangi sanatçı, sürekli olarak koşulların şairi rolünü oynayabilir, gönüllü asker anlamıyla şair rolü. Bu rol oynanabilirse, işgal şiiri de öldürmeyi başaracaktır.” (Derviş, 2008; 140)
Bir başka yerde kendi şiirinin bugünkü Arap şiiri içindeki yeri hakkında düşüncelerini dile getirirken Arap şiirinin roman karşısında geri çekildiğini, Arapların içinde yaşadıkları işgal ortamından dolayı Arap şiirinin varolan gerçeğin eleştirel bilinci olmak zorunda olduğunu düşünen Derviş, bu eksende, kendi şiirine dönüp bakarken, şunları söyleyecektir: “Arap edebiyatında şiir, özellikle de sizin şiiriniz nasıl bir yere sahip? Avrupa ülkeleri ve Amerika Arapça şiirin, 300 yıldır Arap kültüründe önemli bir yer tuttuğuna inanır. Batı dünyasında, Batı şiirinde yaşanan kriz ve bu şiirin okuyucusunu kaybetmesi konuşulur. Ancak bu sorunlar bizde de mevcut. Şiirle okuyucusu arasındaki ilişki, bugün için problemlidir. Belki de Arap şiiri deneysel formlara girdiğinden, halktan uzaklaşmıştır. Şiir metinle gerçeklik arasına mesafe koymuştur; ölçülü ahenkli Arap biçemlerinin zenginliğinden kendini mahrum bırakarak. Güncel kültür de bir neden tabii ki. Arap dünyasında şiir, birinci sırada gelen bir edebi tür değildir; roman onun yerine geçmiştir. Bu olumlu bir nokta olarak da görülebilir. Eklemek gerekir ki, biz siyasal ve kültürel kimlik krizi yaşıyoruz. Araplar, birçok alanda gerilemişlerdir. Yapılan tarihin dışında hissediyoruz kendimizi. Meselâ Büyük Ortadoğu konuşuluyor. Bu projenin sahibi Amerika, Araplara danışmaya gerek bile görmüyor. Süreç içerisinde Arap ülkelerinin sınırları yabancılar tarafından belirlenmekte, istedikleri zamanda yine onlar tarafından değiştirilmekte. Araplar, kaderlerinin belirlenmesine katılamıyorlar. Bu şartlarda, ne yapmasını bekliyorsunuz şiirin? Altın çağdan mı bahsetmeli? Geçmişi mi yüceltip tapınmalı? Asıl Arap Şiiri, Arap gerçekliğinin eleştirel bir şiiridir.” (Derviş, 2008; 139) Derviş, genelde edebiyatın, özelde ise şiirin doğaları gereği yaşanan sorunların bir parçası olmaktan kendisini kurtaramayacak bir etkileşim sürecinde olduklarını belirtir. Bundan dolayı onun ve diğer Filistinli şairlerin şiirleri öteden beri politik gerçeklikle ve ideolojik değerlerle kopmaz bir bağlılık içinde olagelmiştir. Özerk, katışıksız saf şiirin peşinde olmaktan çok, tarihin bir döneminde, bir coğrafyasında, bir toplumun yaşadıklarına belirli bir perspektiften bakma ve değerlendirmeyi amaçlamıştır Derviş.
Şairin hem Filistin ve Arap coğrafyasının direnişine, hem de bireyin çeşitli hallerine değinmesinden dolayı Yannis Ritsos Mahmud Derviş şiirini “epik lirizm” olarak niteler. Derviş ise bu açıklamayı kavramlara açıklık getirerek olumlar: “Ritsos benim şiirimi ‘epik lirizm’ olarak tanımlarken, şiirin mimari yapısını ve bu yapı içindeki sesin çeşitliliğinden bahsetmek istemiştir. Sadece benim sesim değil, başkalarının da sesi de var ki bu bir grubu ima eder. Şiirim sınırlı ve kişisel bir mekânda, alanda yer almıyor; ama tarihî ve coğrafik bir plan üzerinde geniş bir alanda bulunuyor. Bu noktada bazı metinlerim, epik şiiri çağrıştırabilir. Bu şiirlerdeki lirizm ne kişisel ne de bireysel; kolektif lirizmdir. Bu da ne tamamen lirik ne de tamamen epik bir şiiri işaret eder.”(Derviş, 2008; 141)
Direniş şiirine yeni bir soluk katan Derviş, özellikle din ve şiir ilişkisi konusunda karışık ifadeler ortaya atar. Şiirin tanrılar arayışında oluşuna vurgu yapması oldukça manidardır. Onun bu konudaki yaklaşımlarını derli toplu ve bütünlüklü bir açıdan okuyan biri, hiç de parlak olmayan kimlikler yakıştırabilir Mahmud Derviş’e. Sözgelimi, Adonis’le Özdemir İnce’ye sandığınızdan daha yakın kimlik taşıdığını düşünebiliriz. Şiirinin ve poetikasını temellendirirken İslam’ı bir engel olarak gördüğünü sezmemek mümkün değildir. Kağıt üzerine çizdiği kelimeleri, kelime piramitlerine ve direnişe çok şey katmış olan şairin bu kılçıklı düşünceleri bilinmezin ardından koşma adına dini yadsımaya dayanır. Şiirsel ilhamın imgelem dünyasını Peygamber’e vahyedilen bilginin yerine koymaya çabalayan şair, bir tür paganizm peşindedir: “William Blake, imgelemin yeni bir din olduğunu söyler. Bütün romantik akımlar, şiirsel ilhamı dinî ilhamın ve peygamber ilhamının yerine koymayı istemişlerdir. Şiirle dinin aynı kaynaktan doğduğunu düşünüyorum, ama şiir tek tanrıcı değildir. Heidegger’in dediği gibi, şiir tanrılar atar. Şiir kendisine karşı da sürekli bir başkaldırı içerisindedir, sürekli bir değişim içerisindedir. Din ise durağandır, değişmez ve süreklidir. Bilinmezin ardından koşma, onu bulmaya çalışma şiir ve dinin ortak özellikleridir denebilir. Şiir görünmeyenin, bilinmeyenin içine çözüm üretmeden yayılır. Din ise bir, bazen birden fazla çözüm bulur tüm verilere.” (Derviş, 2008; 139) Bu ifadeler, Derviş’in şiirle, paganizmle, o çok sevdiği bilinmezlikle, gizemli belirtilerle, kısacası agnostik akışkanlığı ile ilişkisini aydınlatır.
Derviş sadece bir şair değil, aynı zamanda bir filozof ve aktivist olarak Filistinlilerin kendi kendilerine ettiklerinin, başkalarının yol açtığı tüm adaletsizliklerden, işgalden, İsraillilerden, sürgünden ve tüm acılardan daha kötü olduğunu düşünüyordu. Bundan dolayı Derviş'in son şiiri, Filistin'de patlak veren iç çatışmaları konu aldı. Derviş, bu şiirinde Hamas ve el-Fetih arasında çatışmaya lanet yağdırdı, çatışmayı “halkın sokaklardaki intihar girişimi” olarak tanımladı.
Mahmud Derviş, Adorno’nun''Auschwitz'ten sonra şiir yazılmaz'' sözüne karşı daha büyük bir mülksüzleştirmeyi ve kıyameti tasvir ederek Filistin meselesine eğilmiş, yazdığı şiirlerle bir yandan Filistin’de yaşanan olağanüstü hal kuralını bütün dünyaya göstermiş öte yandan Adorno’ya da büyük ve anlamlı bir yanıt vermiştir.
* Mahmud Derviş’in kitap düzlemindeki üç eserinin de Metin Fındıkçı tarafından yapılmış olması büyük bir talihsizliktir. Bu konuda İbrahim Demirci şu açıklamayı yapar: “Metin Fındıkçı’nın bu tuhaf çevirilerinin yayıncı bulabilmiş ve bulabiliyor oluşu, ülkemiz adına utanç verici bir durumdur.” (Türkçede Filistin Şiiri, Hece, Sayı: 136; 83)
Kaynakça:
MAKHLOUF, Georgia (1996) “Filistin’in Tarihleri”, Sürgün Edebiyatı, Edebiyat Sürgünleri, Hazırlayan: Feridun Andaç, Bağlam Yayınları, İstanbul
JOYCE, James (1990) Sürgünler, Çev: Bora Komçez, Kabalcı Yayınları, İstanbul
BARRAT, Petrice (1983) “Yaralı Filistin’in Şairi Mahmud Derviş”, Çev: İnan Pilan, Yaba, Sayı: 27
EBÛ RABİ, İbrahim, M. (2005) Çağdaş Arap Düşüncesi, Çev: İbrahim Kapaklıkaya, Anka Yayınları, İstanbul
BOZGÖZ, Faruk (2004) Filistin ve İki Şair: Emel Dunkul, Mahmud Derviş,Araştırma Yayınları, Ankara
TUR, Salih (2005) Nizar Kabbani Hayatı, Sanatı ve Şiirleri, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doğu Dilleri ve Edebiyatı Anabilim Dalı,
KOPARAN, Ergin (1996) “Arap Şiiri: Bir Sürgünden Bir Sürgüne”, Sürgün Edebiyatı, Edebiyat Sürgünleri, Hazırlayan: Feridun Andaç, Bağlam Yayınları, İstanbul
EL-UDHARİ, Abdullah (2007) “Çağdaş Arap Şiiri ve Beyrut”,Kuşatma Altında Beyrut Günlüğü, Çağdaş Arap Şiirinde Beyrut İşgali, Hazırlayan: Kemal Kahraman, Beyan Yayınları, İstanbul
ER, Rahmi (2004) Çağdaş Arap Edebiyatı Seçkisi,Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara
DERVİŞ, Mahmud (2004) Beyrut Kasidesi, Çev: Metin Fındıkçı, Alkım Yayınevi
DERVİŞ, Mahmud (2004) Mavi Bir Gün, Çev: Metin Fındıkçı, Dünya Kitapları
DERVİŞ, Mahmud (2004) “Şiir söyledikleriyle Nesneleri Tarif Etmiyor, Söyledikleri Keyfi Düşler Olsa Bile” Konuşan: Metin Fındıkçı,Cumhuriyet Kitap, 08.01.2004
DERVİŞ, Mahmud (2004) Beyrut Kasidesi, Çev: Metin Fındıkçı, Alkım Yayınevi
DERVİŞ, Mahmud (2008) “Şair Bazen Kahramandır Ama Her Zaman İnsandır”,Çev: Ali Kozan, Hece, Sayı: 136