Muhammed Nezzal'ın söylediği gibi Mahmut Abbas "one man show" veya "stand up" usulüyle yani tek kişiye ayarlı bir seçim kurgusuyla güya 8–10 aday arasında seçildi. Bu açıdan, seçilmesini dış irade temin etmiştir. ABD, İsrail ve batı ülkeleri bir bütün olarak Mahmut Abbas'ın arkasında duruyorlardı. Buna mukabil Mısır gibi bölge ülkeleri de aynı nedenlerden dolayı Mahmut Abbas'ı desteklediler. Arafat'ı barışın önünde bir engel olarak görüyorlardı. Onun yerine "hervele" yapacak yani İsrail'e koşacak bir lider aranıyordu. Arafat'ın katilleri kendileri için bir güvercin arıyorlardı. Aday isimler arasında aranılan vasıflara en uygunu herhalde Mahmut Abbas olduğundan o seçilmiştir. Onunla birlikte İsrail'e doğru bir koşu başlamış oldu.
Yeni döneme "mola dönemi" olarak bakmak mümkün. Ama bu dönemin uzun mu, kısa mı süreceğini tayin etmek zor; sürenin uzunluğu muhtemel gelişmelere bağlıdır. Ama Arafat'ın yokluğu, içeride ve dışarıda "hervele" yani koşu politikasını canlandırmıştır.
Cezayir'deki Arap Birliği toplantısında ABD'den icazetli bir şekilde Ürdün Kralı Abdullah, Arapların İsrail'i tanımalarını istemiştir. Hâlbuki Araplar tanımaya hazır olduklarını kaç defa ilan ettiler. Buna mukabil İsrail'in Arap topraklarından çekilmesini istiyorlardı. İsrail ise çekilmeksizin tanınma istiyor. Mahmut Abbas'ın seçilmesiyle birlikte 28 Eylül 2000 tarihi öncesi statüye geri dönülmüştür. Şartlar değişmediği halde Arafat'ın ölümü bu geriye dönüş için bir fırsat olarak görülmüştür ve değerlendirilmiştir; sıra İntifada'nın durdurulmasına gelmiştir. Şimdi bu ateşkesle birlikte kısmen de olsa sağlanıyor. İkincisi, Filistinli grupların silahlarından arındırılmasıdır. Hamas ve İslami Cihad gibi gruplar haklı nedenlerle buna karşı çıkıyorlar. Dışarıda ise İsrail devletine karşı sekteye uğrayan koşu yeni dönemle birlikte tekrar başlamıştır. Bu çerçevede Buteflika ve Fas Kralı VI. Muhammed'in Şimon Peres gibi İsrailli liderlerle alenen görüştüklerini görüyoruz. Onun da ötesinde Tunus Lideri Bin Ali, Şaron'u ülkesine davet etmiştir. Böylece yüzkarası bir süreç yeniden başlamış oldu.
Buna mukabil İsrail 'hayır'larını sürdürüyor. Gazze'den çekilme karşılığında Bush yönetiminden masraflarını ve onun da ötesinde 500 milyon dolar koparmaya çalışıyor. Bununla da kalmıyor, Batı Şeria'dan Kudüs'e doğru yerleşim merkezlerini genişletiyor ve tahkim ediyor. Abdulbari Atvan'ın da yazdığı gibi Şaron'un ılımlı lider Mahmut Abbas'a mukabelesi budur. Mahmut Abbas'ın kâğıt üzerinde kırmızıçizgilerden vazgeçmemesinin pek fazla bir önemi yok. Kudüs'ün statüsü ve mülteciler meselesi, 1967 sınırlarının öncesine çekilmek gibi hususlarda fiili durum devam ediyor. Buna mukabil İsrail'i rahatlatacak politikalar uyguluyor. Bunun karşılığında ne aldığı önemli? Yolsuzluklar nedeniyle vaat edilen paraları bile kendisinin kullanması zor görünüyor. Hâlbuki Şaron'un ve oğlunun rüşvetçi olduğu ve yolsuzluklara bulaştığı herkes tarafından biliniyor.
Arafat'la Mahmut Abbas arasında derin farklar var. Arafat karizmatik bir liderdi. Bazı hafif hallerine rağmen halkı tarafından seviliyor ve sabitelerden pek taviz vermiyordu. Meşruiyetini devrimci kişiliğinden alıyordu. Ama Amerikalılar ve İsrailliler onu hep bu yüzden suçladılar. Devrimci kişiliğini aşamadığını ve devlet adamı olamadığını söylediler. Hâlbuki İsrail için aynı şeyler fazlasıyla doğrudur. İsrail aynen Ebu Nidal tarzı eylemlerde bulunuyor suikastlar yapıyor ve adam kaçırıyor. Peki, bu durumda İsrail ne zaman tedhiş örgütü seviyesinden devlet seviyesine yükselebilmiş ki? "Ele verir talkını kendi yutar salkımı" hesabı yapmadıklarını Filistinlilerden istiyor. Mahmut Abbas ise daha ziyade teknokrat bir kişi. Bu anlamda, tam da kullanılmaya müsait bir yapı veya bir profil.
Hamas'ın seçimlere katılması İsrail'in gözünü korkutmuştur. Bu açıdan "iştiraiyye" denilen yasama meclisi seçimlerinin ertelenmesini istiyor. Hamas'ın sadece askeri gücü değil siyasi gücü de İsrail'i korkutmaktadır. Filistin davası var oldukça direniş ve bunu temsil eden Hamas gibi hareketler de eksik olmayacaktır. Manevra kabiliyeti yüksek olan Mahmut Abbas'ın FKÖ içindeki liderliğini tahkim edememesi ve yığılı sorunlardan bazılarını olsun çözememesi Hamas'a olan güveni artıracaktır. Liderlikte Arafat'ın yerini dolduramaması Hamas gibi örgütlerin gücünü artıracaktır. Arafat ise bir yerde gücünü Filistinli örgütler arasında uzlaşmacı kişiliğinden alıyordu.
Türkiye'nin Filistin-İsrail arasında tarafsız bir şekilde arabuluculuk yapması mümkün değildir. Ya İsrail'e taraf olacaktır ki, bu durumda bile potansiyeli itibarıyla ABD'nin yerini alamaz ve dolduramaz. Ayrıca AB'nin yapamadığını Türkiye yapamaz. Bu açıdan İsrail'in Türkiye'nin desteğine ihtiyacı olmakla birlikte kesinlikle arabuluculuğuna ihtiyacı yoktur. Kesin olan şudur ki, Türkiye İsrail üzerinden bölgesel rolünü veya oyunculuğunu artıramaz. Türkiye'nin rolünü artırması ancak Filistin ve Filistinliler üzerinden mümkündür ki bunu da göze almak zordur. Bedeli vardır. En azından mevcut hükümetin yapısı ve gücü değerlendirildiğinde. Bu açıdan Abdullah Gül'ün söyledikleri şimdilik temenniyattan ibarettir.