Kamuoyunda “Cinsel İstismar Yasası” adıyla tartışılan ve uzunca bir dönemdir TBMM komisyonunda mağdurların dinlenmesinin ardından torba yasaya eklenen “Ceza Muhakemesi Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı”nın Geçici 1. Maddesi’nin asıl amacı 3400 kadar erken yaşta evlilik yapmış mağdur ailenin mağduriyetinin giderilmesi idi.
2005 yılından itibaren yapılan yasal değişiklikler ve cezai artırımlardan toplumun yeter derecede bilgisi olmadığı ve bu konuda bir farkındalık oluşturamadıklarının altını çizen Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın ifadelerine de yansıdığı üzere, gerçekleşmiş olan evlilik, oluşan aile müessesesi gözetilerek, 16 Kasım 2016’ya kadar “cebir, şiddet…” gibi zorlamalar söz konusu değilse, bir defaya mahsus -bir nevi “af” diyebileceğimiz- aslında “ceza ve hükmün infazının ertelenmesi”nin öngörüldüğü kamuoyuna arzedilmişti.
Konu bu ilgi ve hassasiyetlerle sınırlı olmasına rağmen “Tecavüzcülere af geliyor!” mottosuyla muhalefet kesimleri ve kadın hareketlerince propaganda edildi.
Öncelikle maddeye ve amacının açıklanma biçimine bir göz atalım:
“Cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir neden olmaksızın 16/11/2016 tarihine kadar işlenen cinsel istismar suçundan, mağdurla failin evlenmesi durumunda, ceza açıklanmasının geri bırakılmasına, hüküm verilmiş ise cezanın infazının ertelenmesine karar verilir. Zamanaşımı süresi içinde evliliğin, failin kusuruyla sona ermesi halinde fail hakkındaki hüküm açıklanır veya cezanın infazına devam olunur. Bu fıkra uyarınca fail hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına veya cezanın infazının ertelenmesine karar verilmesi durumunda, suçtan azmettiren veya işlenişine yardım edenler hakkında kamu davasının düşmesine veya infazının ortadan kaldırılmasına karar verilir.”
Kamuoyunda “Tecavüzcülere af geliyor!” seslerinin yükselmesiyle birlikte Adalet Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada da konu şu şekilde vuzuha kavuşturulmaya çalışılmıştır:
"Tecavüzcüye evlilik yoluyla cezadan kurtulma imkânı kesinlikle getirilmemektedir. Tecavüz suçunun failleri bu düzenleme kapsamı dışındadır.
Düzenleme, failin mağdurla resmi nikâhla evlenmesi şartıyla uygulanabilecektir. Ancak tecavüzcüler, mağdurla evlense dahi bu düzenlemeden yararlanamayacaktır.
Düzenleme geçici bir düzenlemedir. 16 Kasım 2016 tarihinden önce işlenmiş suçlar yönünden bir kereye mahsus olarak uygulanacaktır. Bu tarihten sonra bu suçu işleyenler, mağdurla evlenseler dahi ceza almaktan kurtulamayacaktır.
Cinsel istismar, suç olmaktan çıkarılmamaktadır. Türk Ceza Kanununda cinsel istismar suçu ve cezası bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da aynen uygulanmaya devam edecektir. Suçun vasfında değişiklik ve cezasında indirim yapılmamıştır. Aksine bu kanunun 13. maddesiyle cezalar artırılmıştır.
Resmi nikâh yaparak düzenlemeden yararlananlar, evlilik kendi kusuruyla sona ererse, ceza almak ve cezaevine girmekle karşı karşıya kalacaklardır. En az 20 yıllık zamanaşımı süresince (davalar bakımından 20 yıl, cezalar bakımından ise 24 yıl) bu evliliğin failin kusuruyla sona ermemesi gerekmektedir. Böylelikle bu düzenlemenin istismarının önlenmesi hedeflenmiştir."
Adalet Bakanı Bekir Bozdağ ise gelen tepkiler üzerine şunları ifade etmişti:
“Türkiye'nin gerçeğinde bu yeni kanuna geçişte bir farkındalık kolay kolay oluşmadı. Yeni uygulamayı topluma tam anlatamadık. Bu arada erken yaşta evlilikler olmaya maalesef istemesek de devam etti. Şimdi aileler evlilikleri gerçekleştiriyorlar, düğünler, dernekler yapıyorlar. Evlilikler oluyor, doğum hadisesi olunca da doktorlar bunları savcılıklara bildiriyor. Gayriresmi olarak evlenmiş olanlar için koca hapse giriyor. Anne kucağında bebekle dışarıda kalıyor. Bunlar tecavüzcü değil, cinsel istismar suçunu işlemiş kişiler değil. Ancak kanunumuzun yeni düzenlemesinde rızayı kaldırdık. Yaşı küçükse tarafların geleneklerine göre böyle bir evlilik yapıp yapmadığına bakmıyor, doğrudan ceza veriyor. Bu uygulamadan kaynaklanan hem ortaya çıkmış hem yaş küçüklüğüyle evlendirilip mağdur edilmiş kadınlarımız var. Esasında anne babaların yaptığı büyük yanlışın cezasını hem kadın hem de erkek çekiyor. İçeride yaklaşık 3 bin civarında bu durumda vatandaşımız var. Geriye dönük bir kez uygulanacaktır, geleceğe dönük uygulanması sözkonusu değildir. Bu sadece geriye dönük bir uygulamadır.”
Tecavüzcülerin bundan yararlanacaklarına ilişkin iddialara da Bozdağ, şu şekilde yanıt vermiştir:
“Düzenleme mağdur kadınları, çocukları ve dağılan aileleri korumak için yapılıyor. 3 bin civarında hapiste olan vatandaş var. Buradan tecavüzcüler yararlanacak, onlar bundan istifade edecek diyenler büyük bir çarpıtma yapıyorlar. Tecavüzcülerin yararlanmaları mümkün değil. Dosyada gerçekten bir tecavüz mü var yoksa aileler tarafından çocukların rızası alınıp alınmadan yapılmış gayriresmi bir evlilik mi var? Burada sadece ailelerinin kurbanı olmuş, hem erkek hem de küçük çocukları koruyan bir adım attık. Küçük çocukların ailelerinin yaptığı yanlıştan dolayı birinin içeride 16 yıl yatması, diğerinin kucağında çocuğuyla dışarıda kalması haksızlık. Bu suç yine suç olmaya devam edecektir. Bütün mesele bu dramı ortadan kaldırmaktır. Bu kapsamda yaklaşık 3 bin civarında bir aile var.”
Süreç ve Algı Yönetimindeki Zaaflar
Maddenin düzenlenmesindeki niyet ve konunun özeti bu olmakla birlikte hem yasadaki maddi hukuki zaaflar (failin tanımlanması, vakıalardaki yaş aralıklarının belirlenmesi, “küçüğün rızası” meselesi vb.) hem de sürecin yönetilmesindeki kusurlar, üzüm yiyecek olanları engellerken vicdanları sızlamayan, bağcı altetmede de mahir olanlara yeni fırsatlar doğurdu.
Yasaların görüşüldüğü Meclis Komisyonunda 4 partinin (AKP, CHP, MHP, HDP) de üyeleri bulunmasına ve CHP’li Roman vekil Özcan Purçu ve yine bir CHP’li vekil olan Burcu Köksal gibilerin teklifleriyle aylar öncesinden bu konu komisyona taşınmasına rağmen, günlerce ülkenin mezkûr konuyla çalkalanmasındahükümet kurmaylarının sürecin yönetilmesindeki zaaflarını zikretmek gerek.
Toplumdaki hassasiyetleri içeren konularda ön tartışmaların yapılması, kamuoyunun brifinglendirilmesi, medyanın kullanımı, PR çalışmaları vb. konularda hükümet kanadının beceriksizliklerinden söz etmeden geçmek olmaz. Nitekim hem AK Partili kadın vekillerin hem de müzahir STK’ların yasayla ilgili maddi kusurlara yaptıkları eleştiriler hem de bu sözünü ettiğimiz medya ve toplumla kurulacak ilişkilerdeki umarsızlık eleştiri konusu edilmiştir. Haklı olunan bir konuyu bu derece dezenformasyona açık hale getirmek de ayrı bir “maharet” ister. Vakıa o ki “yüze göze bulaştırmak” deyiminin cuk oturduğu günler, onca geri adım atmama diretmesine karşılık, Cumhurbaşkanı’nın “Toplumsal mutabakat sağlanmalı.” sözlerinin ardından atılan geri adımla birlikte sönümlenebildi. Karşı cenahlara “devrimci zafer kazanmışlık” hissi yaşatmak bir yana, mağdur insancıklara dönüp mealen “Bu iş bitti, derdinizi daha iyi anlatıp gelin!” gibi garabet içeren bir yaklaşımla (sanki bu durumun suçlusu onlarmış gibi) süreç sonlandırıldı. Tabii şimdilik. Umarız ki konuyla ilgili -sivil toplumun ve hukukçuların da yapımına dâhil edildiği- apayrı/münhasıran bir yasa yapılıp ve mümkünse komisyon üyelerinin ortak açıklamasıyla deklare edilip o insancıkların da mağduriyetleri fazla ertelenmeden giderilsin.
Konuyla ilgili bir diğer husus da ülkenin dört bir koldan saldırılara maruz kaldığı, içeride ve dışarıda onca sorunla boğuştuğu bir atmosferde, bir haftaya yakın bir zaman böyle bir sorunla siyasetin kilitlenmesi, muhalefetin birliktelik ve örgütlenme provaları yapması karşısında serdedilen acziyet bir yana, muhafazakâr ve İslami kesimlerin bu türden gerek hukuki gerekse toplumsal-siyasal konulardaki hazırlıksızlıkları ve örgütsüzlükleri. İç ve dış hemen her konuda yaşanan sessizliği “İslamcı kamuoyusuzluk” olarak adlandırmak çok da yanlış olmasa gerek.
Nitekim en haklı olduğumuz, itikatlarımızın, konferanslarımızın, ders konularımızın en temelinde yer alan bireysel, toplumsal ve siyasi hususlarda bu derece lâl kesilmek de apayrı ve incelenmesi gereken bir “maharet” konusu. “İslam yegâne çözüm” ama ne bununla alakalı sosyolojik konularda varız, ne hukuki ne de siyasi. Varolduğumuz alanlarla ilgili de kendimizi görünür kılma becerisinden yoksunuz.
Adamlar toplumun en ahlaklı kesimlerini “tecavüzcü” ve “pedofili”; kendileri gibi en ahlaksız kesimlerini de “ahlak timsali” göstermede o kadar mahirler ki gıpta etmemek mümkün değil!
Üzüm Yemektense Bağcıya Tecavüzü Yeğleyenler
Çuvaldızı hükümete ve kendimize batırdıktan sonra gelelim toplumun ahlak konusundaki en dip kesimlerine. Zaten bu “toplumsal değerlerin istismarcıları”, (tecavüzcüleri mi demeliydik) hemen her konuda yalanı, istismarı, iftirayı, dezenformasyonu, odak dağıtmayı ahlak edindiklerinden işlerinin bizim kadar zor olmadığını da görmemiz gerekiyor. Bir nevi “Hem üzüm yedirtmem hem de bağcıya tecavüz ederim” hali!
Malum kesimlerden söz ediyoruz: Anamuhalefet partisinin liderinden tutun da Gezi medyası ve bileşenleri sol-seküler-feminist kadın hareketlerine kadar bilumum 7 Haziran öncesi konsorsiyumundan.
“5 kişinin tecavüz ettiği küçük kızı hangisiyle evlendireceksiniz?”diye topluma seslenen ahlaksız ve alçak bir siyaset tarzının neresini konuşup eleştiriye tabi tutabilirsiniz ki!
PKK’nın dağlara kaçırdığı yaşı küçük kızları ve onların bir kısmının başlarına gelenleri “istismar” konusu etmeyenleri (sadece cinsel istismar değil, AB raporlarına da yansıdığı üzere “çocuk asker” olgusuna insan hakları bildirilerinde yer vermekten imtina edenleri) hangi eleştiri kriterine vurabilirsiniz ki?
Yasadaki maddi hataları teknik düzeyde tartışma ve gerçek mağdurların sorunlarına çare üretmeyi devrimci şiddet dalgasının zaafa uğratılması olarak gören faşist zihniyetin hangi ahlak kriterlerine göre hareket ettiği ayan beyan ortada değil midir!
Kendisine Twitter hesabından konuyla ilgili açıklama yapmasını talep edip sorular soranları bloklayan CHP’li Burcu Köksal ve diğerlerinin sessizliği ya da zalim kocası tarafından tüfekle kollarından ve ayaklarından defalarca vurulmuş olan ama bir türlü hukuken boşanamayan bir hanımla röportaj yapıp ona “Benim kocam da bir kadına tecavüz edip evlenme vaadiyle hapisten kurtulmuştu(!)” yalanını söyletip, (Muhtemelen kadın hiç böyle bir cümle sarfetmemiştir. Hukuken evli bir adam yargıyı bu “vaatle” nasıl kandırmış olabilir acaba? Hele ki 2005 yılında kaldırılmış olan bir kanun maddesi üzerinden.)ardından da aynı kadına “tecavüzcü mağduruyla evlendirilip kurtarılmamalı” dedirterek kendi kamuoyunu hükümete karşı bu şekilde bilemeyi ve önyargılarını bir kez daha teslim almayı maharet sanan bir zihniyetle hangi ahlaki zemin üzerinden bir tartışma yürütebilirsiniz ki?
“Tecavüzcülere af geliyor”dan öte İslami kesimlerin “pedofil” olduğuna dair kampanyaları sadece geleneği değil, maruf örfü de yani İslami olan hususları da içine katacak şekilde genişleten zihniyet sahipleriyle hangi platformda yüzyüze hesaplaşabilirsiniz ki? (Orhan Bursalı Cumhuriyet gazetesinde günlerce “İlkellik” üzerine yazılar yazdı. “İlkel Toplum”a yönelik antropolojik kazılar yapılması gerektiğini, ilkelliğin kaç katmanlı olduğunun belirlenmesinin zorunluluğunu, “Osmanlı Cahiliye Toplumu”ndan “Çağdaş Toplum”a inkılâplarla geçilmesine rağmen başarılı olunamayıp başarının yakalanmasının 10 nesil sürebileceğinden dem vurdu. O ve onun gibiler nezdinde aydınlanmanın ne kadar önemli olduğunu, toplumun ve örfünün ıslah edilmesi gereken bir olgu değil, kesilip atılması icap eden bir ur olduğunu öğrenmiş olduk! Daha doğrusu bu zihniyet sahiplerinin şuuraltına yönelik patolojik sorunlar ve bunların psikolojik rehabilitasyonunun imkânsızlığınadair veriler edinmiş olduk!)
Meğer içinde eşcinsellerin ve eşcinselliğin örgütlü pazarlanmasının da olduğu özyönetim faaliyetlerinden taviz vermeyen ve kendilerini temsil ettiklerini iddia ettikleri kitleleri her yönden istismar eden, yaşam/can, düşünce, nesil, din, mal emniyetlerinin bile isteye ırzına geçen HDP’li vekillerin yasama faaliyetlerine dönmek için bahane aradıklarını, onlar Meclis’te olsaymış daha köklü bir muhalefetin serdedileceğini de bu vesileyle öğrenmiş olduk!
“Sevişirim evlenmem!” “Hamile kalırım doğurmam!” “Pornoma dokunma!” diyenlere özgürlükler adına destek veren RTÜK üyesi siyasilerin, çocuk istismarına dönük diziler ve filmler konusunda yapılan onca şikâyetlere düştükleri olumsuz şerhlerde, bir dereden su getirip, bu tür görsellerde “çocuk istismarına dönük erotizm ve pornografi unsurlarıbulunmadığını” ispat yarışına nasıl girdikleri konusunda bir kez daha bilgilenmiş olduk!
Kartel medyanın bazı kalemşorlarının da ortaokul-lise seviyesindeki erkek evlatlarının zamparalıklarından nasıl bahsedip; kart zampara yazarın “bir içim su” diye tabir ettiği sınıf arkadaşını oğlunun evinde misafir edişini iç gıcıklayıcı tabirlerle aktarıp bundan övünç duyduğunu da yine bu hercümerç sayesinde yapılan aktarımlardan öğrenmiş olduk!
Zinayı helal, evliliği yük gibi görenlerin sırf yaş tartışmaları üzerinden, ülkenin çoğunluğunu oluşturan kesimlerin “fıtratlarının” böyle olduğuna dair yapılan atıflar; bunların “pedofili” kavramıyla zihinlere kazınması propagandaları eşliğinde elbette ki İspanya’da 13 olan evlilik yaşının (14 yaşında hâkim izniyle evlenilebiliyordu) henüz 2015’te 16’ya çıkarıldığını duymak ya da tartışmak istemeleri muhaldir.
Bu ise apayrı bir tartışma konusudur ki hem tarih ve sosyolojinin hem de bunlara bağlı olarak düzenlenmesi gereken hukukun konusudur. Maalesef hukuk felsefesi konusunda henüz bu rüşte ermiş bir toplum değiliz. Evrensel değerler ve insanlığın gelişimi retoriği ve tabusu altında öylesine eziliyoruz ki bu tartışmaları toplumun değişken unsurları ve örfi farklılıkları üzerinden yapamaz hale geliyoruz. Cahilî örflerle, zorunluluk konularıyla, çekirdek aile, metropol yaşantıları vb. ile aşiretsel farklılıklar, ekonomik-toplumsal sorunlar, korumacılık vb. sebeplerle gerçekleşen farklı evlilik türlerini de bunların zarar ve faydalarını da tartışmaktan aciz bir konuma itiliyoruz. Bu modern baskılar bizleri cezaların artırımına (üstelik küçük yaşta ailelerin de desteğiyle gerçekleşen vakalardan mağdurlar üretmek suretiyle), cezalarda orantısızlık ve eşitsizliğe, yeni mağdurlar üretmeye vb. götürmekte ama birtakım zihniyet problemlerini bırakın aşmayı, daha da onların cenderesine girer hale geliyoruz. Modernist feminist yaklaşımlarla-geleneksel/fıkhi, hayattan görece kopuk teorik yaklaşımlar arasında gidip gelmekten, hayati vakayı/sorunları nereden başlayıp nereye götürmeye çalışacağımıza dair sadra şifa tartışma ve çalışma zeminleri üretemiyoruz. Oysa toplumsal zihniyetin ıslaha mebni dönüşümü de farklılıkların coğrafyalara ve geleneklere özgü dengesi de hukuk normları da ancak bu hassas çabaların omuzlarında yükselebilir. Toplumun adalet algısı da ancak bu şekilde tatmin edilebilir.