Ramazan ayının sonunda (6-9 Ekim)yaşananları yerinde görmek ve yardım organizasyonu yapmak üzere Lübnan'a giden İHH heyetinden Demet Tezcan'la gözlemlerini konuştuk.
- Kadir Gecesi'nde Lübnan ve Lübnan'daki Filistin Mülteci kamplarını ziyaret etme fikri nasıl doğdu?
İHH İnsani Yardım Vakfı'nın dünyanın herhangi bir bölgesinde savaş, yoksulluk ve doğal afetler sebebiyle mağdur olmuş/edilmiş bölge halklarının sorunlarını yerinde görmek ve gidermek üzere gerçekleştirdiği programlardan biriydi. Bildiğiniz üzere Lübnan halkı da geçtiğimiz yıl işgalci İsrail'in saldırısına maruz kaldı ve pek çok bölge, şehirler, köyler bombalandı. Ayrıca yıllardır İsrail işgali altında bulunan ve yurtlarından sürülen Filistin halkının bir bölümü 1948 yılından beri Lübnan'a sığınmış vaziyette kamplarda hayatlarını sürdürüyorlar. Vakfın gerek kamplarda yaşayan mültecilerle ilgili, gerekse yoksul halk ile ilgili yıllardır sürdürdüğü faaliyetleri var. Bu faaliyetlerden biri de yetim çalışmaları. Kadir gecesi kampta barınan 500 yetim çocuğumuza kefil olacak aile programı ile yetimlere sahip çıkan aileler tespit edildi bu vesileyle kadir gecesinde yapılan ibadetler de taçlanmış oldu.
- Bölgedeki zamanınızı nasıl değerlendirdiniz, nereleri ziyaret edebildiniz?
İşgalci İsrail'in iki askerinin kaçırılması bahanesi ile vurduğu Güney Beyrut, Lübnan'ın güneyindeki şehirler, Bint-i Cubeyl, Nebatiye'ye bağlı Dahiye, Habbuş, Zifde, Deir bölgeleri hafızalarımıza bebeklerin katliamı ile kazınan Kana, işgalcilerin Hıyam bölgesinde 2000 yılına kadar esir kampı olarak kullandığı (işkencehane) kamp ve Lübnan hükümetinin geçtiğimiz mayıs ayında el-Kaide mensubu olduğunu iddia ettiği Fethu'l-İslam örgütü mensuplarına yönelik saldırıda bombalarla yerle bir ettiği Trablus kentindeki Nehru'l Bârid Filistin mülteci kampı ve bu kamptan canını zor kurtaranların sığındığı Beddavi Filistin mülteci kampı.
- Bölgenin genel durumuyla ilgili bize bilgi verebilir misiniz?
Gerek doğal afetler, gerekse savaşın, bombardımanın geride bıraktığı tahribatı yerinde gördüğünüzde tahayyül sınırlarınızı aşmış olduğunu görüyorsunuz. Ekranlara düşen görüntülerle ne kadar idrak etmeye çalışsanız da manzara karşında dehşete kapılmaktan kendinizi alamıyorsunuz. Kentler, köyler bombalandı diye duyuyor, okuyor, biliyorsunuz ama orada gördüklerimiz bildiklerimizin fevkindeydi. "Bu kadarı olamaz!" dedirtiyordu manzara.
- Bölge savaş ve çatışmalardan bir türlü kurtulamayan bir bölge. Son olarak yaşanan iki olay var. Biri İsrail'in son saldırıları; diğeri ise Nehru'l Bârid Kampı'nda yaşananlar. Bunlar hem fiziki olarak hem de insanların duygusal ve ruhsal yapısında nasıl izler bırakmış?
Herkes ve her şey sussa, hiç kimse bu vahşete şahitlik için dilini oynatıp bir kelam etmese bile şehrin çehresi konuşuyor sizinle. Sinesinin günlerce ve tonlarca bombalarla nasıl dövüldüğünü satır satır okuyorsunuz yüzünden.
Her bir evin damına bomba atarken, her daireyi çatıdan zemin kata kadar içindekilerle beraber yok etmeye, bunu yaparken de işi şansa bırakmamaya azmetmiş terörist İsrail. Güney Beyrut'ta mesela Hizbullah lideri Nasrallah'ın evini vurmak gerekçesi ile vurmadıkları bina kalmamış. Hastane, cami, sivillerin sığındıkları merkezler, kreşler önlerine neresi geldiyse yüz yüze çarpışmayı göze alamayıp, yenilginin hıncıyla yukardan bombalayarak yerle bir etmişler. Bombalanmayan bölgeler ise şiddetin tesiri ile deprem yaşamış gibi sarsıntıyla yıkılmışlar. Güney Lübnan'a doğru gerçekleştirdiğimiz seyahatte ise kentlerin öyküleri, yollar boyu peşiniz sıra sizi takip ediyor. "Bakman yeterli değil, gör beni!" diyor adeta. Başınızı ne yana dönseniz kentlerin vahşet öyküsünden kendinizi kurtaramıyorsunuz. Yüreğimizde bir ah, boynumuzda bir vebal olup işte buralara kadar bizimle geliyor.
Nehru'l Bârid Kampı'ndada aynı durum geçerli. Vahşetin dili, zulmün yöntemi aynı. Yerle yeksan edilmiş, harabeye çevrilmiş binalar ve binaların kaderiyle özdeşleşmiş, yerle yeksan olmuş, harap olmuş hayatlar. Tam 50 yıl önce yurtlarından sürülüp muhacir olan, mülteci olan Filistin halkı, bu kez de kamptan kampa sığınmak zorunda kalmış. Bir muhacir-ensar öyküsü kamplarda yaşanan. Dünün muhacirleri bugünün ensarı olmuş. Zaten zor durumda olan Beddavi Kampı bu kez de Nehru'l Bârid sakinlerine kucak açmış, ev, ev üstüne, okullarda, dersliklerde, garajlarda yeni bir hayat kurmaya, bir sınıfta dört aile toplam 40 kişi barınmaya çalışıyor.
Duygusal ve ruhsal yanlan ise yine bizim idrakimizden çok farklı. Ortadoğu insanı yıllar süren savaş ve işgalin etkisiyle her an her şeye hazır bir vaziyette. Bir yanları ile hayata sımsıkı bağlı, diğer yanları ile her an neleri varsa arkaları sıra bırakıp cepheye gidip göğüs göğse çarpışmayı göze alacak kadar da gemileri yakmaya hazırlar. Her taraf şehit düşmüş evlatlarının posterleriyle süslü. Bu onlara kaybetmişlik, yenilmişlik psikolojisi vermek yerine bilakis bilenmelerine vesile oluyor. Tabii ki anaların içlerinde kor ateşler yanıyor, tabii ki babalar koruyamadıkları aileleri ve varlıkları için kahırlanıyorlar ama onlarda Allah ile yapılmış bir alışverişin-ahitleşmenin izlerini görüyorsunuz. Yoksa önce kocasını, bir hafta sonra üç yavrusunu birden işgalciye kurban veren bir annenin sabrını açıklayabilmemiz mümkün değil.
- İsrail ile yaşanan son çatışmalardan sonra Lübnan'da herkes tarafından paylaşılan ve kutsanan bir zafer havası vardı. Bu halen devam ediyor mu? Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Zafer havası halen sürüyor. Üstelik bu zaferi sadece Lübnan halkının değil tüm İslam dünyasının İsrail'e karşı zaferi olarak kabul ediyorlar. Hıristiyanı ile Müslümanı ile halk Hizbullah'a bu son İsrail saldırısında destek vermiş. Hizbullah'ın zafer sevincini de paylaşıyorlar ancak söz konusu ülke yönetimine geldiğinde Hizbullah'a karşı aynı yaklaşımı sergilemiyorlar. Dışarıya karşı kazanılmış bu zafer havası, söz konusu iç siyasi meselelere geldiğinde birbirinden çok çabuk ayrışıveriyor. Hizbullah'ın askeri gücü dışa karşı gurur taşırken öte yandan bu gücü siyasi arenada kendi üslerinde görmek de istemiyorlar, Hizbullah bu zafer ve destek sonrası meclis başkanlığından ötesine talip olmaya kalktığında orda dur deniyor. Yıllar yılı, dış güçlerin baskısı ile oturmuş bir siyasi düzen var. Bu düzende de gücünüz, imajınız, desteğiniz ne olursa olsun hiç değişmeyen dengeler var. Tıpkı cumhurbaşkanının daima Hıristiyan olması gibi.
- Lübnan halkı İsrail'den yeni bir saldırı bekliyor mu?
Söz konusu İsrail gibi işgalci terörist bir devletse ve bu işgalci devlet etrafındaki tüm Müslüman ülkelere karşı başta Amerika olmak üzere uluslararası desteğe sahip ve her türlü yaptırımdan muaf ise her an yeni bahanelerle yeni katliamların olabilmesi mümkün. Şu var ki İsrail bu son saldırısında beklemediği bir hezimetle karşılaştı. O yüzden hınçla köyleri bombalayıp, sivil halkı katletti. Bu katliamlar işgalcinin yapmayacağı türden değildi ama bazı Hizbullah mensuplarının dediğine göre karşılıklı çarpışmayı göze aldıkları ve sivilleri geride bıraktıkları için onlar bile bu kadar sivil katliamı gerçekleşebileceğini tahmin edememiş.
Hazırlıkları var mı? Kaybedecek hiçbir şeyleri yok diyebilirim. Hizbullah'ın kazanmış olduğu zaferle de düşmanlarını daha iyi tanımış durumdalar. Irak gibi içlerinde din ve mezhep çatışmasına sürüklenmezlerse artık İsrail onlar için alt edilemez değil.
- Nehru'l Bârid Kampı'nı da gördüğünüzü söylemiştiniz. Nasıl bir izlenim edindiniz?
Kamp şu anki haliyle oturulacak gibi değil. Lübnan ordusu tarafından bombalanan bu kampın askerler tarafından yağma edilip, delilleri yok etmek için de evlerin yakıldığı söylenmişti. Biz oradayken de halen dumanlar yükseliyordu. Demek ki talan henüz son bulmamış. Nehru'l Bârid Kampı sakinleri ticaretle uğraşıyormuş. Bu bombalama ile mevcut düzen alt üst olmuş. Yıllar yılı insanların dişiyle tırnağıyla ortaya getirdiği emeği yok edilmiş ve bir kez daha sürgün, sığınmacı, bir kez daha mülteci durumuna düşmüşler. Harabe de olsa tek arzuları kamplarına geri dönmek. Konuştuğumuz yetim çocukların bile hemen hepsi Nehru'l Bârid Kampı'ndaki evlerine dönmek istiyorlar. "Bayramlıklarım, kitaplarım, oyuncaklarım evde kaldı, dönmek istiyorum." diyorlardı. Kısa vadede Lübnan hükümeti bu geri dönüşe izin verecek gibi gözükmüyor. Nitekim bu dönüş için bir de gösteri düzenlemişler ama hükümet yine çok şiddetli bir biçimde bastırmış bu eylemi. Günün birinde yeniden dönme imkânı doğarsa onların, yeniden başlarını sokabilecekleri bir evleri olması için ciddi desteğe ihtiyaçları olacak.
- Nehru'l Bârid yaşamın mülteci de olsa sürdüğü bir kamp idi. Orada yaşayan insanlar şimdi neredeler, yaşam koşulları nasıl?
Mevcut 40 bin kişilik kamp sakinlerinin 25 bini Beddavi Kampı'na sığınmış. 15 bin olan Beddavi Kampı nüfusu ise bir anda 40 bin olmuş. İçinde insanların olduğu bu koşullan ifade ederken, temkinli olmaya, onları incitmemeye çalışmak gerekiyor. Özetle bir trajedi, bir insanlık dramı ve ayıbı yaşanıyor. Bir sınıfın dört aileye ev olduğunu söylemiştik. Düşünsenize mahrem dünyanızla namahrem arasına ancak bez bir perde çekebilmiş ve on kişilik bir nüfus ile bu perdenin ardını kendinize yaşanılır kılmaya çalışıyorsunuz. Orda iftar hazırlığı yapmaya çalışan kadınları gördüğümde bizim pikniklerimiz geldi aklıma. Bir günlüğüne bir güneş doğumu ve batımı arası zaman dilimine bile her türlü lüksümüzü sığdırmaya çalıştığımız ve kazara bir şeyi evde unutmuşsak akşama kadar süren hayıflanmalarımızı hatırladım. Ve ayrıca hep daha büyüğünü, hep daha ferahını, hep "daha"sını istediğimiz, bir türlü sığamadığımız, genişledikçe daha da daraldığımız evlerimizle kıyaslamadan edemedim.
- Peki, nasıl geçiniyorlar? İşleri var mı, çalışabiliyorlar mı? Yoksa sadece yardımlarla mı geçiniyorlar?
Bir kısmı küçük de olsa ticaret yapmaya çalışıyor. Ama şartlar zaten Beddavi Kampı sakinleri içinde çok kötü. Temel ihtiyaçtan mahrumlar. Genel olarak dışarıdan gelen yardımlarla geçiniyorlar.
- Bu ziyaretiniz sırasında sizi en çok etkileyen şey ne idi?
Nelerden etkilendiniz demiş olsanız çok şey söyleyebilirdim ama 'an' dediğinizde zaman durup, tüm sesler bebek çığlığı kesiliyor. 'An' bir gece yarısı oluyor. Masum bebekleri uykunun koynunda yakalayan vahşet anı. Abbas Haşim, "mavi emzikli bebek" o kendisi gibi katledilmiş, özelde Kana katliamının genelde tüm dünya mazlumlarının sembolü. Tıpkı ' atası Habil gibi mazlumiyetin sembolü. Bir yetim, yetimcik o. Onun ve diğer mazlumların mezarının bulunduğu Kana ziyareti, onun bir yanda gülen bir yanda katledilmiş halinin fotoğrafı işte o an. O an tüm zamanlar yetim çığlığı, mazlum çığlığı, bebek çığlığı oluyor. Masum, biçare onlarca bebek ve çocuk. "Hangi suçtan öldürüldüler?" sorusunun ağır vebali ve kor ateşiyle o an Kana diyorum.
- Mültecilerle daha çok Beddavi Kampı'nda bir araya gelmişsiniz. Onların size yaklaşımı nasıldı? Mesela Türkiye'den kadınların onları ziyaret etmesini nasıl değerlendirdiler?
Tüm samimiyetiyle gözlerinin içine bakıp dertleriyle dertlenecek, sonrasında seslerini duyurabilecekleri, duyarlı bir yürek olmanız onları ilgilendiren, cinsiyetinizin çok da önemi yok. İnsanlık dramının yaşandığı bir ortamda, insani olan her bir adım onlar için çok anlamlı. Tâbi bu adım Müslüman din kardeşi tarafından atılıyorsa daha bir anlamlı.
- Medyada Lübnan'daki tüm kesimlerin hızla silahlandığı ve gerginliğin had safhada olduğuna dair haberler yoğun olarak çıkmakta. Siz bu durumu gözleyebildiniz mi? Orada tekrar bir iç savaş çıkma ihtimali var mı?
Ermeni-Dürzî-Maruni Hıristiyan, Şii-Sünni Müslüman her bir dinin ve mezhebin kendi gettosunda yaşadığı ve yönetimde söz sahibi olduğu bir ülkede olacakları önceden okumak doğrusu pek kolay değil.
15 yıl boyunca yaşanan iç savaşın izleri binaların yüzünde halen duruyor. Cami ve kilise iç içe, uzaktan baktığınızda birbirine girmiş binaların hangisi kilise hangisi cami ayıramadığınız; mezheplerin ve dinlerin çeşitliliğiyle kozmopolit bir ülke. Kaldı ki, Lübnan iç savaşı sadece Müslümanlarla Hıristiyanların arasında da değildi. İnşallah son savaş, tek yürek olup kazandıkları zaferden ders alırlar. Cumhurbaşkanlığı seçimi dolayısıyla evet bir gerilim hakim. Birçok yerde askeri kontrol noktaları, tel örgüler mevcut ama halk arasında gözle görülür bir gerginlik görülmüyor. Olursa tıpkı Hariri suikastı gibi ortalığı karıştıracak olaylarla halk yeniden iç savaşın içine çekilebilir. Uğruna her türlü entrikanın dönebileceği, uğruna savaşılacak bir ülke Lübnan.
- Siz Lübnan'ı gazeteci kimliğinizle ziyaret ettiniz belki ama aynı zamanda İHH'da görev yapmaktasınız. Bu konuda iki sorumuz olacak. İHH'nın bölgede yaptığı çalışmaları bize özetler misiniz? Hangi bölgelerde ne tarz çalışmalar yapılmış ve bu çalışmalar orada nasıl yankı bulmuş. İkinci olarak da bu noktadan sonra neler yapmak lazım? Başlayacak olan, devam eden projeler nelerdir? Orada yaşayan halkın, mültecilerin ne tip ihtiyaçları var ve Müslümanlara bu konuda ne tür sorumluluklar düşmektedir?
Dört aydan beri Beddavi Kampı'ndan 3 bin aileye yemek dağıtan bir aşevimiz var. Yoksulların hizmet alacağı merkezi bir bölge olan Nebatiye şehrine bir sağlık merkezi, ortaöğrenim öğrencilerine yönelik İngilizce dil kursuyla, bilgisayar eğitimiyle, etüt programıyla İstanbul Eğitim Merkezi Nehru'l Bârid Kampı'ndan Beddavi Kampı'na sığınanlara yapılan kumanya yardımı, yine Beddavi Kampı'na üç bölümden oluşan duş kabinleri ve maalesef Nehru'l Bârid Kampı'nda yıkılan kamptaki kadınlara yönelik el beceri kursu... Barınma, gıda, eğitim ve sağlık masrafları ihtiyaçların başında geliyor.
Ortada kalmış bir halktan bahsediyoruz. Yetimlerimize kefil olacak ailelerden söz etmiştik. Bu ümmete Allah Resulü'nün emaneti yetimlerimize sahip çıkmak sorumluluklarımızın başında geliyor. Kimi sofralarda bir akşam yemeğine harcanan 70 YTL gibi bir miktarla bir yetimin bir aylık masrafı karşılanabiliyor. Yetimler, yetim anneler uzatacağımız yardım elini bekliyor. Ve yolda kalmışlar, muhacirler buralardan da olsa onlara bir ensar duyarlılığı göstermemizi bekliyor.
- Son olarak, Lübnan halkının ve Filistinli mültecilerin diğer bölgelerdeki Müslümanlar hakkındaki fikirleri nasıl?
Bölge halkının dile getirdiği şeyler aslında tüm Müslüman devletlerin halklarının dile getirdiği ortak serzeniş. Halklar birbiri ile alakadar ama hükümetler halkının teveccüh ve tercihinden uzak politika izliyor. Mesela İHH olarak, savaş esnasında Lübnan'a 100 tır kampanyası başlattık; halkımız buna 130 tırla cevap verdi. Bu bizim halk olarak hangi tarafta olduğumuzu gösteriyordu. Ancak aynı duyarlılığı ve tavrı maalesef hükümet olarak gösteremedik. Bu yıllar süren Filistin halkı ile olan dayanışmamızda ve hükümet politikamızda da böyle, Irak'ta, Afganistan'da da böyle. Dolayısıyla bir sitem bir serzeniş varsa bile bu Müslüman halkın birbirine değil, yönetimlerine. Belki burada da ümmet olarak üstümüze düşen bu konularda hükümetleri icraatları konusunda sürekli takip edip, halk olarak tavrımızı koymak.
Son olarak şunları söylemek isterim ki oradaki insanlarda moral olarak şaşırtacak derecede hayata her haliyle tutunmayı bilen, umudu ve İnancı kuşanıp düşmana karşı duruşunu asla bozmayan bir psikoloji hakim. Mesela Hıyam bölgesindeki esir kampında tam 4 yıl işkencenin her türlüsüne katlanan bir kişi vardı. Yaşadığı olaylar öylesine dehşet vericiydi ki her bir bölümde ayrı ayrı işkence türleri anlatmakla bitmiyor ve bir kısmını "Ablalar var, anlatamam!" diyerek geçiştiriyor. Bu kişi kampın 2000 yılında Hizbullah tarafından ele geçirilmesi ardından buranın bekçiliğini üstlenmiş. Kamp şu an bir vahşet müzesi olarak ziyaretçilerini bekliyor. Normal şartlarda burada o kişinin yaşadıklarını yaşayan bir insan bir daha o bölgeden geçmek bile istemez ama o kendisinin ve tüm diğer mağdurların yaşadığı vahşeti anlatmak için oradan ayrılmıyor.
- Gözlemlerinizi bizimle paylaştığınız için teşekkür ederiz.
Röportaj: Zehra Çomaklı Türkmen