- Sayın Hüsnü Tuna, öncelikle AİHM nasıl bir mahkemedir? Mahkeme heyeti nasıl oluşur ve kararlar hangi kıstaslar esas alınmak suretiyle verilir? Genelde hangi tür davalar AİHM'in kapsamına girer?
- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni imzalayan, aynı zamanda Mahkemenin yetkisini kabul eden ülkelerin meydana getirdiği bir mahkemedir. Avrupa Konseyi, Avrupa Parlamentosu ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi gibi üçlü bir mekanizmadan meydana gelen bir yapılanmadır.
Mahkemede görev alacak hakimler, doğrudan Avrupa Konseyince seçilen kişilerden oluşur. Her devletten bir hakim bulunur. Fakat devletler kendi hakimlerini seçmezler. Ancak isim önermek hakları vardır. Halen 42 ülkeden 42 hakimin bulunduğunu sanıyorum. Mahkeme dört küçük daire ve bir de büyük daireden oluşmaktadır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde "bir hak olarak belirlenmiş" hususlardaki ihlal iddialarını incelemektedir. Bu sözleşmede hak olarak tanımlanmamış bir konuda mahkeme inceleme yapmamaktadır.
İnceleme kıstasları genel olarak İnsan Hakları Sözleşmesi'nde belirlenmiş kıstasları esas almaktadır. Yine verilen kararlar sonrası oluşan mahkeme içtihatları da önemli bir kıstastır.
- AİHM'in Türkiye yargısı karşısındaki konumu nedir?
- AİHM'i, Türkiye yargısı açısından ele alındığı takdirde en son üst mahkeme olarak değerlendirmek gerekir. Türkiye'deki adli yargının son mercii Yargıtay, idari yargının son mercii de Danıştay'dır. AİHM ise her iki kurumun da üzerinde bir konumdadır. Zira kural olarak Danıştay veya Yargıtay'dan sonra AİHM'e başvuru yapılabilmektedir. Ayrıca istisnai hallerde iç hukuk yolları tüketilmeden de doğrudan AİHM'e gidilebilmektedir.
- AİHM kararlarının iç hukuk mevzuatına yansımaları nasıl olur? AİHM kararlarının bağlayıcılığından söz edilebilir mi, bir yaptırım mekanizması mevcut mudur?
- AİHM tarafından ihlal tespiti halinde, tespit edilen ihlalin niteliğine göre iç hukuka yansıma olmaktadır. Tespit edilen ihlal bir mevzuat düzeltilmesini gerektiriyorsa, devletin ihlalin giderilmesi yönünde mevzuatını yenilemesi gerekebilir. Örneğin son günlerde çıkarılan uyum yasaları çerçevesinde her türlü dilin serbest bırakılması ve bu dillerin öğrenilmesi ve kullanılması hususunda yönetmelik ve benzeri çalışmalar yapılması bu kabildendir. Bu konu değişik zaman ve başvurularda AİHM'de ele alındı. Ve sürekli Türkiye aleyhine kararlara neden oldu.
Ayrıca işkencenin önlenmesi, gözaltılarda uygulanan bir kısım olumsuz uygulamaların giderilmesi ve yargılama sürecinde sanıklara kullandırılmayan bir kısım hakların kullandırılması gibi (örneğin ceza yargılamasında Yargıtay savcılığınca hazırlanan tebliğnamenin sanığa veya vekiline tebliğ edilmesi gibi) düzenlemeler AİHM kararlarından sonra başlatılmıştır. Herkesin bildiği DGM'lerdeki askeri yargıçların çıkartılması işleminin de AİHM'in "adil yargılanma hakkının ihlaline" dair tespitlerinden sonra yapıldığını hepimiz hatırlarız.
Dolayısıyla yeni mevzuat çıkartılması veya değiştirilmesi gereken hususlarda devlet mevzuat değişikliğini sağlamak; tazminatla giderilmesi mümkün olan hususlarda ise tazminatı ödemek zorundadır.
AİHM'in kararlarının takibi Avrupa Konseyi tarafından yapılmaktadır. Belirli sürelerde yapılan takiplerde kararların gereğinin yapılıp yapılmadığı takip edilmekte, yapılmamış ise ilgili devlet üzerinde gerekli uluslararası baskı mekanizmaları çalıştırılmaktadır. Geçtiğimiz günlerde kamuoyuna yansıyan ve Loizidu davası olarak bilinen Güney Kıbrıslı Rum vatandaşının Türkiye'ye karşı açtığı ve yüklü bir tazminata hükmedilen davanın kararı uzun bir süre Türkiye tarafından uygulanmadı. Buna rağmen Türkiye üzerinde oluşturulan baskılar sonucu bu paranın 2003'ün son aylarında ödetildiğini hepimiz biliyoruz.
- AİHM'in bugüne dek İslami kimlikli başvurucularla ilgili davalarda genelde olumsuz bir tutum sergilediği görülmekte. Eczacılık Fakültesi'nden mezun olan bir bayanın başörtülü resmi nedeniyle diplomasının verilmemesine ilişkin 1993 tarihli karar; YAŞ kararlarıyla ordudan atılanların başvuruları; RP davası kararı ve ayrıca İsviçre'de başörtülü bir kreş öğretmeninin işten çıkarılmasına karşı açılan davada AİHM hep idareden yana ve mağdurları haksız bulan kararlara imza attı. Bu kararların asgari düzeyde de olsa hukuki bir temele oturtulmuş olduğu söylenebilir mi? Yoksa bütünüyle AİHM nezdinde İslam'a ve Müslümanlara ilişkin bir karşıtlık, en azından bir ön yargının açık işaretleri olarak mı görülmelidir?
- Saydığınız tüm davaları biz de inceledik. Endişelerinize katılıyoruz. Ancak mahkemenin bu kararlarının "İslâm dini müntesiplerine" karşı gerçekten ön yargılı sayılmaları için yeterli neden olmadığını düşünüyoruz. Buna karşın Refah davasında Türkiye'deki özel şartlara benzer bir anlayışın ağır bastığını zannediyorum. Özellikle "yakın tehlikeden" öte "fiili tehlike" meydana getiren bir kısım partilerin başvurularında ihlal tespit etmesine karşılık Refah davasında "yakın tehlikenin" varlığı gerekçesiyle devleti haklı bulması anlaşılabilir değildir. Muhtemelen Türkiye içerisindeki 28 Şubat sürecinin mimarlarının birtakım uzantıları marifetiyle Avrupa Konseyi, Parlamentosu ve Mahkemesi üzerinde yoğun bir diplomasi trafiği ile kararı etkiledikleri yönünde kuşkularım bulunmaktadır. Nitekim bu yönde kamuoyuna yansıyan bilgiler olmuştur. Özellikle Arnavutluk Konsolosluğu'nun "Türkiye devleti ile aralarının açılmasını istemedikleri" yönündeki açıklamalarının yalanlanmadığı düşünülürse böyle bir çalışmanın yapılmış olmasını muhtemel kılmakta. Nitekim küçük dairede karar 3'e karşı 4 oyla kabul edilmişti. AİHM'in hukuki niteliğinin yanında Avrupa Birliği ve Konseyi'nin bir parçası olması nedeniyle siyasi tarafı da bulunmaktadır. Dolayısıyla başvuruları incelerken sadece sözleşmede belirtilen hukuki kriterler değil, siyasi kriterler de göz önüne alınmış olabilir. Ancak hukuki kriterler daha yoğunlukta ve kararlarında isabet derecesi daha fazladır. Bu nedenle genel olarak ön yargılı olduklarını düşünmüyoruz. Esasen AİHM'in önüne "Müslüman bir ülkede dini özgürlüklerin kullanılması"na ilişkin davalar yeni gelmiş bulunmaktadır. Müslüman, Hıristiyan veya bir başka dine mensup başvurucular arasında ayrım yapıp yapmadıkları belki bundan sonra verilecek kararlardan daha net anlaşılacaktır.
Yukarıda belirttiğiniz davalarda, başvuru, takip ve iddialarımızı delillendirme ve savunma açısından bizlerde de eksiklik bulunduğunu zannediyorum. Dolayısıyla öncelikle ben kendimizdeki eksiklikleri tamamladıktan sonra Mahkemenin kararında ön yargı bulunup bulunmadığına bakmalıyız diye düşünüyorum.
- Başörtüsünden dolayı eğitim hakkı elinden alınan Tıp Fakültesi 5. sınıf öğrencisi Leyla Şahin'in AİHM'deki davasını siz takip etmektesiniz. En son olarak Dışişleri Bakanlığı adına mahkemeye sunulan ve skandal niteliği taşıyan bir savunma dilekçesiyle gündeme gelen bu davanın seyrini ve vardığı noktayı özetler misiniz?
- Leyla Şahin davası 1998 yılında yapılmış ilk başvurulardan birisidir. Belirli süreçte savunmalar ve delillerin sunulması yapılmış en son 19 Kasım 2002 tarihinde AİHM'de duruşma yapılmıştır. Anılan tarihten sonra yapılanlar usuli eksikliklerin giderilmesi niteliğindedir. Kural olarak mahkeme her bir taraftan gelen yazıları diğer tarafa gönderdiği için Aralık 2003'e kadar bir kısım yazışmalar yapılmıştır.
Kamuoyuna yansıyan ve geri çekildiği iddia edilen şey savunma değil tali bir cevap yazısıdır. Dolayısıyla devlet dosyaya verdiği savunmayı geri çekmiş değildir. Anılan yazı Mahkemece devlete sorulan bir kısım hususlara cevap niteliğindedir. Örnek olarak belirtmek gerekirse başvurucunun (Leyla Şahin'in) 2000 yılında hükümetçe çıkarılan disiplin affına başvurup vurmadığı hususuna karşı "disiplin affından yararlanmaya tenezzül etmediği" şeklinde bir cevap vermişlerdir. Ayrıca başvurucu ile ilgisi bulunmayan 1998 yılında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi bahçesinde gösteri yaptıklarından bahisle haklarında "gösteri yürüyüşüne muhalefetten dava açılmış" 6 öğrencinin dosya fotokopilerini sunmuşlardır. Başvurucuyu da bu öğrencilerin arkadaşı olarak nitelendirmişlerdir. Esasen sunulan belge ve görüşler gerçek dışı belge ve görüşlerdi. Bunlar savunma değil aksine Mahkemeyi yanıltmayı amaçlayan bir yazışma idi. Nitekim hemen peşinden Leyla Şahin'in Eylül 2000 ayında aftan yararlanmak istediğine dair başvurusuna karşılık Rektörlüğün "disiplin affının kendisini kapsamadığına" dair cevabını ve gösteri nedeniyle açılan davanın Leyla Şahin ile ilgisi bulunmadığına dair belgeleri mahkemeye sunduk. Bu nedenle hükümetçe geri çekildiği ileri sürülen hususlar bir savunmanın geri çekilmesi değil, devletin gerçek dışı beyanlarının geri alınması olabilir.
Leyla Şahin davası şu anda karar verilme aşamasına gelmiş bulunuyor. Zira bundan sonra Mahkeme herhangi bir yazışma yapmamaya karar vermiştir. Dolayısıyla kararın açıklanması an meselesidir.
- Bu davanın nasıl sonuçlanmasını bekliyorsunuz? Bu davayla ilgili olarak verilecek karar ne tür sonuçlar doğuracaktır? AİHM'den çıkacak olumlu bir kararın Türkiye'de sürmekte olan başörtüsü zulmünün giderilmesine ya da azalmasına katkısı olabilir mi?
- Leyla Şahin davası kararının din özgürlüğü ve eğitim özgürlüğü açısından ihlal tespitiyle sonuçlanacağını düşünüyorum. Bu şekilde sonuçlanması halinde Türkiye'deki "din özgürlüğü"nü ihlal eden ve "eğitimi engelleyen" fiili engellerle mevzuat engellerinin kaldırılması yönünde gelişme sağlayacağını düşünüyorum. Bu ihlal tespitinin kaçınılmaz sonucudur. Devam eden ihlallerin durdurulması için gerekli düzenlemelerin yapılması zorunludur.
- Daha önce YAŞ nedeniyle ordudan atılanlar ya da RP davasında olduğu üzere şu an sürmekte olan başörtüsü davalarına ilişkin olarak da AİHM'in hukuk ilkelerini pek gözetmeyen bir karar vermesi ihtimali durumunda sizin değerlendirmeniz ne olur?
- Daha önce de belirttiğimiz gibi mahkemenin kesin olarak ön yargılı olduğuna ilişkin gözlemlerimiz yok. Dolayısıyla şimdiden bu konuda görüş beyan edersek, biz mahkemeye karşı ön yargılı hareket etmiş oluruz. Bu nedenle din özgürlüğü, başörtüsü ve eğitim alma hakkıyla ilgili tam gerekçeli kararlarının çıkmasından sonra AİHM'i değerlendirmenin daha doğru olacağını düşünüyorum.