Kuzey Afrika Müslümanları 19. ve 20. yüzyıllarda İslam ümmetinin tarihinde onurlu yerlerini aldılar. Bununla birlikte sömürgecilere karşı verilen uzun süreli ve yaygın mücadele; direniş aşamasında başarıya ulaşmakla beraber batılı sömürgecilerin izlerini tam manasıyla ortadan kaldırmak ve kalkın talebi olan İslami bir yapıyı oturtmak aşamasında başarısızlıkla karşılaştı. Bunda şüphesiz harici etkenlerin rolü yanında, Müslümanların kendilerinden kaynaklanan etkenler de önemli rol oynamıştır. Şöyle ki, direnişlerin duygusallığı aşarak sağlam İslami temellere oturtulamaması, önderliğin batıcı, laik kadrolara kaptırılmış olması gibi hususların başarısızlıkta önemli payı olmuş, sonuçta batılı sömürgecilerin kovulmasının ardından batıcı rejimler ortaya çıkmıştır.
Bu gayri İslami ortamlara Müslümanların tepkileri çok fazla gecikmedi ve bağımsızlık sonrası yaşanan hayal kırıklığının getirdiği ilk şaşkınlıkların atlatılmasıyla birlikte İslami muhalefet örgütlenmeye ve tepkilerini ortaya koymaya başladı.
Burada tercümesini sunduğumuz Libya, Fas, Tunus ve Cezayir'i konu alan dört makalede, bu ülkelerdeki İslami hareketler; bu ülkelerin sosyo-politik yapısı, iktidarların İslam'a ve Müslümanlara yaklaşımları ve ekonomik-kültürel yapılanmalar zemininde ele alınıyor. Bu İslami hareketlerin tarihi gelişimleri ve gelecekte oynayacakları muhtemel rol, fiili ve potansiyel kitleleri, İslam anlayışları tartışılıyor.
Makalelerde aktarılan bilgiler ve getirilen kimi eleştiriler önem taşıyor. Bununla birlikte yazarların batılı oluşları dolayısıyla yaklaşımlarının kesinlikle İslami açıdan olumlanamayacağını hatırlatmamız gerekiyor. Bu noktada belirtilmesi gereken iki husus var: Birincisi, tüm diğer oryantalistler gibi bu yazarların da yaptıkları çalışmaların bilimsel araştırma etiketine rağmen en genelde batılı efendilere ve/veya onların yerli işbirlikçilerine bilgi aktarımı işlevi gördüğü hususudur. Bu durum özellikle Tunus ve Cezayir'i konu alan makalelerde, örneğin, mevcut rejimlerin tehdidi yumuşatmak için bu ülkelerdeki İslami muhalefeti demokratik kanallara aktarması gerektiğinin vurgulanması şeklinde görülebilmektedir. İkinci husus ise; makalelerde görülen ortak bir yaklaşım olan İslam'ın "bağımlı değişken" olarak ele alınmasıdır. Bu yaklaşıma göre; "İslami hareketler bizatihi İslami değerlerden ve İslami amaçlardan kaynaklanmaktan ziyade, mevcut siyasi, ekonomik, kültürel sorunlara duyulan tepkinin bir ifadesidir. Bu sorunlara duyulan tepki bir başka biçimde de ortaya konabilirdi fakat İslam ortak kültür unsuru olduğundan ve ayrıca bir takım konjonktürel şartlar gereği tepkiler İslam adına ortaya konulmuştur."(!)
İnsanlık tarihiyle başlayan bir mücadelenin tarafı olan ve en azından on dört asırlık sahih bir geleneğin takipçileri olan Müslümanların hareketlerini bir takım şartlarla açıklamak zımnen İslam'ın kendisine ait bir özü olmadığını ileri sürmektir ki bu yaklaşımın bütünüyle reddedilmesi gerektiğini vurgulayarak makaleleri değerlendirmenize sunuyoruz.