Ortadoğu’da Kürtler ve Vesayet Savaşları
Bugün ümmet coğrafyasında ortaya çıkan dinamik süreç, küresel emperyalist güçleri tedirgin eder hale gelmiştir. Bölge üzerindeki hegemonyalarını düne kadar dikta rejimleriyle sağlamaya çalışan bu güçler, halkların meşru taleplerini göz ardı edip kirli planlarını tedavüle sokmak içinşimdi var güçleriyle şiddeti tırmandırmaktadırlar. Demokrasi yalanıyla oluşturdukları kaotik ortam, tam bir fitne kazanına dönüşmüş vaziyettedir. Bölgenin otoritesiz başıboş ve dağınık bir durumda kalması, şimdilik küresel güç odaklarının en çok arzuladıkları şeydir. Çünkü hem yaptıkları petrol anlaşmaları hem de ürettikleri silahlar için bulunmaz bir pazar konumunda olan coğrafyamız, maalesef kapitalist sömürgeciliğin iştahını kabartmaya devam etmektedir. Tam da bu vasatta direnişin uzun soluklu olarak sürdüğü Suriye, kilit bir sorun konumuna gelmiş ve bütün siyasal stratejiler Suriye üzerinden işler hale gelmiştir. Bir yandan ikiyüzlü ABD ve Avrupa IŞİD bahanesiyle olaya dâhil olmakta, diğer yandan Rusya ve İran ise bölgesel emellerine ulaşmak için her türlü yola başvurmaktadırlar.
Yüzyıl önce bölgeyi parçalara ayıran emperyal güçler Ortadoğu halklarının güç birliği oluşturup 21.yüzyılda yeni bir güç dengesi konumuna gelmemesi için böl ve yönet stratejilerini yeni bir safhaya taşımak niyetindedirler. Bu strateji aynı şekilde yine küçük etnik gruplar ve mezhep devletçikleri üzerinden yürütülmek istenmektedir. Şimdilik bu vasfa uyan toprak parçaları ise İran, Irak, Suriye ve Türkiye’dir.
Kürtler ise yüzyıl öncesinde devletsiz kalmış ve milliyetçiliği geç yaşayan bir topluluk olarak kendilerine sıranın geldiği kanaatiyle bu stratejinin en gözde aktörü konumundadırlar. Kuşkusuz bu süreçte Kürtlerin siyasal mobilizasyonunun bir parçası olan PKK de kendini küresel güç odaklarına pazarlamayı başarmış ve Suriye’de ele geçirdiği yerlerde kantonlar kurarak otoritesini kalıcı kılmak için var gücüyle çalışmaktadır.
Bütün bunlarla beraber PKK’nin yürüttüğü mücadelenin boyutlarını hesaplamak gerçekten uzmanlık isteyen bir konudur. Masa başında analiz edilecek teorik çıkarsamaların çok ötesinde kompleksbir siyasal yapıyı inşa eden PKK, arkasına aldığı küresel güç odaklarıyla Ortadoğu’da kendisini önemsetir bir pozisyona getirdi. Şimdilik PKK’nin yapmaya çalıştığı şey, Kürt sorununu uluslar arası bir boyuta taşımak ve kendisini meşru bir muhatap konumuna getirmektir. Suriye’de Rusya, ABD ve diğer koalisyon ülkeleriyle yaptığı stratejik işbirliği bu niyetin ön aşamasıdır. Sonraki süreçte ise bağımsız bir güç olmak için daha farklı hesaplar yapmaktadır.
Şüphesiz bu hesaplar, hem sivil alanda hem de siyasal alanda hissedilir oranda kendini göstermiştir. Nitekim Türkiye’de çok ciddi bir örgütlenmesi olan PKK’nin sivil ve siyasal alana yönelik yaptığı yatırımın somut neticesi HDP olmuştur. HDP, girdiği son seçimlerle parlamentoya 59 milletvekili göndermiştir. Ayrıca yerel seçimlerde bölgenin yerel yönetimlerini kazanmayı başarmış ve kendi paralel devletini kurmanın hazırlıklarını yapmıştır. Yüzden fazla belediyeyi elinde bulunduran HDP-DBP, kendi bürokratik oligarşisini hemen her yerde tesis etmiş ve bütün resmi kurumlarda varlık alanını genişletmiştir. Bundan dolayıdır ki bölgede resmi muhatabiyet konumunda olan STK’lar, ticaret odaları, barolar ve SİAD’lar tamamen PKK’nin politikasına hizmet eder vaziyete gelmiştir. Ancak bütün bu kazanımlara rağmen HDP’nin siyaset üretmekten aciz olduğunu ve tamamen PKK’nin vesayetinde kaldığını son süreçteki hendek savaşlarında bilfiil müşahede etmiş bulunmaktayız.
Siyasal Kapasite ve HDP
Siyaset, bir kapasiteyi bünyesinde taşımak mecburiyetindedir. Şayet bu kapasite olmazsa toplumu yönetme iddiasında olan siyasal aktörler ne kendilerini ne de toplumu ileriye taşıyamazlar. Türkiye’nin kangren haline gelmiş Kürt sorununu çözmek de ciddi bir kapasite işidir. Meselenin çok boyutlu oluşu, beraberinde getirdiği riskler, olur olmaz işin içinde bulunan siyasal aktörlerin pozisyonel boyutunu daha da önemli hale getirmektedir. Kuşkusuz bu sorunu çözme iradesi gösteren Ak Parti, ülke tarihinde hiç kimsenin cesaret edemediği bir meseleyi gündemine alarak siyasal tarihimizde ilk sayılabilecek bir motivasyona öncülük etti. Fakat AK Parti’nin duruma vaziyet etme noktasında somut bir projesinin olmayışı, bu işin uzaması ve bölgede başka hesapları olanların çözüm sürecine çomak sokma çabaları bu süreci akamete uğrattı.
Gelinen aşamada ise bütün olumsuzluklarına rağmen hükümet sahada moralite bakımından üstünlük sağlamış durumda ve tabi ki bunu doğru bir şekilde yapabilirse bundan sonra inşa edeceği stratejiyle siyasal kapasitesini biraz daha ileriye taşıyabilecektir.
Diğer taraftan Kürtler, bu süreçte HDP’ye de yeterince kredi açtılar ve sadece bir bölgede sıkışmış etnik milliyetçilikle siyaset yapan HDP’nin önüne müthiş bir fırsat sundular. Fakat bu devasa sorunun çözümünde muhatap alınan HDP, bu işin önemini yeterince algılayamadı ve iradesini esir alan savaş baronlarına teslim oldu. HDP başından beri izlediği gerilim siyasetiyle ergen bir gencin gösterebileceği basitlikte manevralar yaparak şuursuzca hareket etti ve kredisini tüketme noktasına geldi.
HDP, siyasal bir parti olduğunu unuturcasına bir tutum takınarak PKK’nin emir eri gibi davrandı. Parti eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, PKK’nin sözcülüğüne soyunup onların ortaya koyduğu tezlerin propagandasını yaptı. Özerklik, hendek savaşı ve toplumu tehdit eden diğer beyanatlar bu süreçte HDPKK milletvekillerinin ağzından düşmedi. Toplu katliamlar yapan PKK militanlarının cenazesine katılarak adeta bir meydan okuma yarışına katıldılar. İşte bütün bu göstergeler HDP’nin siyaset yapma kapasitesini ya da kapasitesizliğini bize göstermektedir. Dolayısıyla vesayeti ağzından düşürmeyen HDP, PKK’nin vesayetinden kurtulamadığını paradoksal olarak tescil etti. Kuşkusuz hala pişkince ağızlarına doladıkları demokrasi, halkın iradesi vs. söylemler ise bariz bir samimiyetsizliğin ve tutarsızlığın ironik kanıtıdır.
Dokunulmazlıkların Kaldırılması Nasıl Bir Sonuç Üretir?
Çözüm sürecini anlamsız bir şekilde bitiren ve ülkeyi kana bulayan PKK’nin yardakçılığını yapan HDP’liler, şimdi onları bekleyen yargı sürecini nasıl bir siyasal kazanca dönüştüreceklerini hesaplamaktadırlar. Doksanlı yıllardaki gibi zorla alınıp götürülmek şüphesiz en çok arzuladıkları şeydir. Bunun için de savcılıkların ifadeye çağrılma talebine retcevabı verdiklerini biliyoruz. Ancak bu kez doksanlı yıllardaki gibi mağdur bir pozisyonda olmayışları ve sadece kendileri değil diğer parti milletvekillerinin de dokunulmazlıklarının kaldırılması, onlar için sıkıntılı bir durumu ortaya çıkarmıştır. Yine aynı şekilde toplum nezdinde de itibar kaybına uğradıklarının onlar da farkında ve medyanın bu konuyu fazla gündemine alıp işlememesi de onlar açısından kurulan siyasal denklemin hazin sonunu göstermektedir.
Bu bağlamda hukuk karşısında mutlak bir sorumsuzluğun ya da dokunulmazlığın olmayacağını bilerek hareket etmek, bütün siyasetçilerin farkında olmaları gereken bir husustur. Şehirleri kan gölüne çeviren ve yüzlerce insanın ölümüne sebep olan PKK gibi cani bir örgütün savunuculuğuna soyunmak ve onlara lojistik destek sağlamak, kim olursa olsun hem siyaseten hem de hukuken kabul edilemeyecek bir durumdur. Bundan dolayı HDP’lilerin dokunulmazlıklar üzerinden yapmaya çalıştıkları mağduriyet edebiyatı, bu sefer onlar açısından istenen sonucu vermeyecektir.
Fakat birileri tarafından dillendirilen siyasal temsiliyet meselesi ise önemli bir detaydır. Dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla siyaset yolunun kapanacağı, şiddetin ve terörizmin tırmanacağı herkesin tahmin ettiği hususlardır. Bu noktada dikkatli olmakta yarar vardır. Çünkü şimdiden HDP sözcülerinin dillendirdiği duygusal kopuşu tetikleyebilecek bir sürecin ortaya çıkmaması için devlet aklının Kürt sorununu çözmede toplumu kucaklayıcı adımlar atması gerekir. HDPKK’nin siyaseten kullanabileceği sorunlu alanlarda, ivedi ve kalıcı reformlar yapılmalıdır. Aksi takdirde bu süreç tekrar onların istediği noktaya gelecek ve bütün olup bitenler havanda su dövmeye benzeyen nafile çabalara dönüşecektir. Ki bu da yüzlerce gencimizin bir hiç uğruna ölmesine ve telafisi mümkün olmayan tarihi kırılmalara neden olacaktır. Umarız bu hususta makul çözüm yolları aranır ve ümmetin arasına ekilen milliyetçilik fitnesinin kökü kazınır.