"Kürt Sorunu Sempozyumu Değerlendirmesi"nin Değerlendirmesi

Abdulhakim Nas

16 Mayıs 1993 tarihinde Nubihar dergisi tarafından The President Hotel'de düzenlenen "Kürt Sorunu Nasıl Çözülür" konulu sempozyuma ben de dinleyici olarak katılmıştım. Hak Söz dergisindeki değerlendirmeyi okuyunca, gerek sempozyum hakkında, gerekse Hak Söz'deki değerlendirme hakkında bir kaç söz söyleme ihtiyacı hissettim.

Hak Söz'deki değerlendirmede, haklı olarak müslümanların söyledikleri bizi daha çok ilgilendirdiği için, müslüman konuşmacıların söyledikleri üzerinde daha çok durulmuş ve eleştirilmiş.

Mehmet Metiner ve Altan Tan'ın "Kürt hareketleri ve Kürt aydınlan İslam'la barışmalıdır" şeklindeki sözleri solculardan lütuf bekleme olarak değerlendirilmiş. Fakat iki konuşmacının söyledikleri beraber değerlendirildiğinde bunun böyle olmadığı görülecektir. Konuşmacılar, İslami bir gerçekliğin var olduğunu ve bunun dikkate alınması gerektiğini söylediler. Yoksa lütuf falan istemediler. Hak Söz'ün de bir kısmını aldığı Mehmet Metiner'in bazı sözleri, söylenenlerin lütuf olarak anlaşılamayacağını göstermektedir. Metiner, solcu bir konuşmacının itirazı üzerine herkes gelsin müslüman olsun demediklerini, ancak var olan İslami gerçekliğin kabul edilip dikkate alınması gerektiğini ve Kürt halkını dilsizleştirmeye çalışanlarla, dinsizleştirmeye çalışanlar arasında hiç bir farkın olmadığını, Kürt halkı arasında ateizmin yaygınlaşmasını isteyenlerin karşılarında müslümanları bulacağını belirtmişti.

Bu yazarların bazı görüşlerine katılmayabiliriz, ama söylediklerini parça parça değerlendirip çarpıtmaya hakkımız yoktur. Bu tür hareketler müslümana yakışmayan hareketlerdir. Benzer durumlar Hak Söz'ün başka değerlendirmeleri için de söz konusu edilebilir. Dileriz ki bu tür şeyler olmasın ve Hak Söz önyargısız bir şekilde meseleleri okuyucusuna aktarsın.

Daha sonra Abdurrahman Durre gibi insanların konuşturulmasından dolayı, Nubihar dergisi çevresi için, acaba bu çevrenin temel ölçüleri İslam'dan, etnik temele dayalı başka noktalara mı kayıyor? şeklinde hemen bir şüphe uyandırılıyor. Neden Sabah Karanın; Türk, Arap vb. bir müslüman bana müslüman olmayan bir Kürt'ten daha yakındır." mealindeki sözleri gözden kaçırılarak yanlış değerlendirmelere varılıyor? Her nedense Kürtler söz konusu olunca hemen etnik yön aklımıza geliyor. Bir müslüman Kürt, Kürtler'le ilgili bir şey söyledi mi hemen etnik temele dayalı bir yöne mi kayıyor diye endişeleniyoruz. Hak Söz dergisinin bunu aştığını sanıyordum. Doğrusu böyle önyargılı ve tek taraflı değerlendirmeler insanı üzüyor. Ayrıca Abdurrahman Durre'nin söylediklerine herkesin güldüğünü ve değer verilmediğini belirtmekte de fayda vardır.

Değerlendirmenin devamında, müslümanların bu meseleyi henüz kendi aralarında ciddi anlamda konuşup tartışmadıkları halde Kürt sosyalistlerinin ve Kürt milliyetçilerinin önünde tartışmalarının, müslümanlar için kolay kolay silinemeyecek bir negatif puan olduğu ifade edilmektedir.

Müslümanların bu meseleyi henüz kendi aralarında ciddi olarak tartışmadıkları doğru. Fakat, herhalde müslümanların bunu tam olarak konuşmaları beklenirse bunun hiç bir zaman başkalarıyla konuşulmaması gerekir. Çünkü bazı müslümanlar bazı gerçeklikleri bir türlü kabullenmek istemiyorlar. Nitekim bazı İslami dergiler; bu kadar konuşuldu, ama Kürt sorunu var mıdır, yok mudur belli olmadı" diyebilmektedirler.

Değerlendirmede devamla İslam'a ve müslümanlara yönelik eleştiriler yapıldığı, müslüman müzakerecilerin sadece İslam'ın Kürtleri ezdiği tezine karşı çıktıkları, bunun dışındaki eleştirilere en ufak bir karşı çıkışın olmadığı ifade edilerek, yoksa Kürt sorunu gözlerinin başka bir şey görmesini mi engelliyor? denilmektedir.

Sempozyum Kürt sorunu üzerine olduğu için Kürt sorunundan daha fazla bahsedilmesi normal karşılanmalı. Diğer eleştirilere en ufak bir karşı çıkışın olmadığı doğru değil. Müslüman konuşmacıların bir kısmı çeşitli şekillerde diğer eleştirilere karşı çıktılar.

Daha sonra tarafların pratiklerine dikkat çekiliyor. Elbette pratikler bilinmektedir. Müslümanlara yapılanları da kimse övmedi. Ancak belki bu tür oturumlar bir daha böyle üzücü olayların tekerrür etmemesine sebep olur.

Bütün bu söylediklerimle sempozyumda geçen her şeyin güzel olduğunu söylemek istemiyorum. Ancak, Kürt sorununu değişik kesimlerin karşılıklı konuşmaları şeklindeki hedefin gerçekleşmiş olması açısından faydalı olmuştur denilebilir.

Abdulhakim Nas / ÜSKÜDAR

HAKSÖZ'den CEVAP

Müslümanların birbirlerini belirli ölçüler çerçevesinde eleştirmeleri ve eleştirilen müslümanların da kendilerine yönelik tenkitleri dikkate almaları gerekir. Bu açıdan Abdulhakim Nas kardeşimize tefekkür ediyorum.

Hak Söz'ün 27. sayıdaki "Kürt Sorunu Sempozyumu ve Tartışmalar" başlıklı yazıya yönelik eleştirilerinizi sırasıyla cevaplamaya çalışacağım.

1. İslamı tarihinde Muaviye'yle başlayan ve 1993'lere gelene kadar çeşitli şekillerde tezahür eden gerçek İslam'ı sulandırma operasyonları hatırlatılıp, müslümanların bu operasyonlara karşı duyarlı olması istenmesine rağmen hala "Kürt hareketlerinin ve Kürt aydınlarının İslam'la barışması"ndan. "var olan İslami gerçekliğin solcular tarafından kabul edilmesi"nden bahsediliyorsa ve bu düşünce savunuluyorsa, hu noktadan sonra söylenecek fazla söz yoktur.

2. Metiner'in "Kürt halkını dilsizleştirmeğe çalışanlarla dinsizleştirmeğe çalışanlar arasında hiç bir farkın olmadığını, Kürt halkı arasında ateizmin yaygınlaşmasını isteyenlerin karşılarında müslümanları bulacağı" türü konuşmalarının içeriğine katılmamak mümkün değil. Fakat sadece güzel sözler sarfetmenin tek başına bir anlamı yok. O sözü söyleyenler, söylediklerinin gereğini yapmaları gerekir. Burada şunu sormak gerekir. Marksist-Leninist PKK eğilim kamplarındaki kültürel çalışmalarda ateist felsefeyi ya da en iyi ihtimalle Hz, Musa'yı, Hz. İsa'yı. Hz. Muhammed'i kendi devirlerinin marksistleri olarak gösteren yaklaşımı işlemiyorlar mı? Bu Kürt halkını dinsizleştirmeğe çalışmak ve İslam anlayışını sulandırmak değil midir? Yukarıdaki söylemin uygulamaya geçirilmesi halinde PKK ile mücadele edilmesi gerekirken sempozyumu düzenleyen arkadaşlarımız ortak cephe çağrısında bulunuyorlar. Biz de söz konusu yazımızda insanları yaptığı işlere göre değerlendirmeğe çalıştık. Hiç bir pratiğine yansımayan sözlerle değil.

3. Mektupta ayrıca bazen Hak Söz dergisinin insanların düşüncelerini çarpıtarak okuyucusuna aktardığı yönünde bir eleştiri var ki, mektubun sahibi bu eleştirisini derginin hangi sayısında çıkan yazılar üzerine söylediğini açıklaması gerekir ki o yazı etrafında konuşup tartışabilelim.

4. Abdurrahman Durre ile ilgili olarak şunu belirtmek istiyorum. Kesinlikle sempozyumda Durre'ye ve söylediklerine gülünüp geçilmedi. Eğer gerçekten gülünüp geçildi ise tekrar niye hatip kürsüsüne çağrıldı? Herhalde Durre sempozyuma meddahlık yapmak için de gelmedi. Ayrıca konuşmasının alkışlanması, Şeyda olarak tanıtılması hiç de gülünüp geçildiğini göstermiyor.

5. Kürt Sorunu ve Kürdistan gibi kelimeleri kullananları, gündeme getirenleri Kürtçülükle itham etmeyeceğimizi Hak Söz'ü takip edenler bilirler. Hem sempozyumun mevcut havasını beğenmeyenler sadece bizler değiliz. Kürtçülükle itham edilen bazı insanlar bile sempozyumu düzenleyen arkadaşları "pratik ve aktüel taleplere tav olmakla" suçladılar. Şunu da eklemek istiyorum. Kürt sorununa ilgi duyan bu İnsanların sempozyuma yönelik eleştirilerini Nubihar dergisi dikkate almalıdır.

6. Mektup sahibinin müslümanların Kürt sorununa yaklaşımlarıyla ilgili eleştirilerine katılmak mümkün değil. Devrimci müslümanlar genel olarak Türkiye'de Kürt sorununun varlığını kabul etmektedirler. Kabul etmedikleri anlayış, bağımsız Kürdistan düşüncesidir.

7. Kürt ulusalcıları ve sosyalistleri ile ortak paydada cephe çağrısı ise önemli bir olay olup, tüm Türkiyeli müslümanları ilgilendirdiğinden, her halükarda müslüman kimliğindeki insanların bu konuyu enine boyunu kendi aralarında tartışması gerekmektedir. Siyaset belirlemede acelecilik ve öfke geri dönüşü olmayan basiretsiz kararlar alınmasına sebep olabilir.

8. Kürt ulusalcıları ve Kürt sosyalistleri ile olan görüşmelerin ve beklentilerin fazla büyütüldüğü kanaatindeyim. Cephe çağrılarının müslümanların kendilerinden menkul olduğunu düşünmüyorum. Bunun, Abdullah Öcalan'ın 17 Mart'ta ilan ettiği ateşkesin ardından tüm kesimden Kürt gruplarına karşı yaptığı cephe çağrılarına bazı müslümanların ilkesiz ve pragmatistçe olumlu cevap vermeleri olarak görüyor ve müslümanların cephe girişiminden kazançlı çıkacaklarına ihtimal vermiyorum. (Zaten PKK'nın ateşkesi bozmasından sonra Kürt cephesinin konumu da belirsizleşti.)

9. İslam'a yönelik eleştirilere cevap verilmediği hususundu İse şunları belirtmek gerekiyor: "Kürt Sorunu Nasıl Çözülür" sempozyumunda herhalde İslam'ın kadına bakışının en ince ayrıntısına kadar işlenmesini beklemiyoruz. Fakat birileri bu tip başlıklar altında İslam'a saldırmışsa, kısa da olsa cevap vermek gerekir. "Konuşmacıların bir kısmının çeşitli şekillerde eleştirilere karşı çıktığı" görüşüne de katılamıyorum. Çünkü sempozyumu değerlendirme yazısını yazmazdan evvel, bantları tekrar dinlememe rağmen İslam'a yönelik saldırılara cevap verildiğine rastlamadım.

10. Farklı ideolojilere mensup grupların birbirleriyle görüşmeleri, birbirlerini tanımaları açısından faydalıdır. Fakat gruplar, birbirlerine yaklaşırken geçmiş pratiklerini göz önünde bulundurmalım gerekir. PKK'nın pratikleri ise hiç de iç açıcı olmayıp, tarihi çelişkili tavırlarla doludur. Geçmişte Kürt solundan PKK ve Türk solundan çeşitli örgütlerin katıldığı "Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi" (1982). PKK ile Irak-Kürdistan Demokrat Partisi arasındaki "Güçbirliği Protokolü" (1983) yürümemiştir. Ayrıca Kemal Burkay'ı da işbirlikçi, hain, Kürt reformist, uzlaşmacı ilan etmelerine rağmen cephe kurmuş, "Hizb-i Kontra, MHP'nin Kürdistanlılaştırılmış biçimidir" iftirasından sonra Hizbullah'ın devletten bağımsız olduğunu söylemiştir. Bu anlayıştaki bir örgütten, bu tip oturumların sonucunda daha evvelki pratiklerinden faklı şeyler beklemek kurdun kuzu doğurmasını beklemek kadar abestir.

Sonuç olarak, mesele farklı ideolojik gruplarda -ki insanların biraraya gelip Kürt sorununu tartışması değildir. Mesele, TC'den ve PKK'dan bağımsız üçüncü güç olarak bu soruna nasıl yaklaşmamız ve ne tür pratikler ortaya koymamız hususunda, hamasetten ve günü birlik politikalardan uzak ilkeli kararlar alabilmemiz ve bu hususta mümkün olduğunca birbirimizi anlamaya çalışmamızdır.

E. Kelekçi