Kürt Sorunu Karşısında TC’nin Çözümsüzlüğü ve Müslümanlar

Dünya ve İslam Dergisi

TC geçtiğimiz günlerde büyük törenlerle 70. kuruluş yıldönümünü kutladı. Gelinen nokta her açıdan tam bir iflas, tam bir tükenmişlik durumunu ortaya koymasına rağmen TC yöneticileri gayet pişkin bir tavır takınmakta hiçbir beis görmemekteler. 70 yıllık ırkçı-laik politikaların bugün ülkeyi bölünmenin eşiğine getirmiş olmasına, bu topraklar üzerinde yaşayan müslümanlar arasında hiç görülmemiş ölçüde bir düşmanlığın, kamplaşmanın yaygınlaşmasına yol açmasına rağmen, iflah olmaz Kemalist yöneticiler bildiklerini okumakta ısrarlılar. Ülkenin emperyalizme peşkeş çekilmesinin, kaynaklarının alabildiğine yağmalanmasının, halkın birbirine düşman edilmesinin başlıca sorumlusu izlenegelen ırkçı-laik politikalar değilmiş gibi, hala bağımsızlıktan, bütünlükten, faziletten bahsetmeyi sürdürebiliyorlar.

TC'nin bakar kör yöneticileri "bölünmez bütünlük" üzerine hamasi nutuklar irad buyururken, Erzurum'da, Tavas'ta fiilen, birçok başka yerde ise potansiyel olarak meydana gelen oluşumlar Türkiye'de yaşayan müslüman halkın hızla etnik temelli bir ayrışmaya ve çatışmaya doğru yol aldığının işaretlerini veriyor. TC'nin "milletin bölünmezliği" edebiyatıyla tesis ettiği 70 yıllık etnik bölücülük fitnesi, sözde "halkların kardeşliği" adına PKK tarafından bugün, "etnik boğazlaşma" noktasına tırmandırılma aşamasına gelmiş bulunuyor. Temelleri TC'nin ırkçı-laik politikalarıyla atılan kamplaşmaya, sivillere yönelik vahşice katliamları ile PKK benzin döküyor.

PKK bir süredir gerek Güneydoğu'da Türk kökenli sivillere yönelik cinayetleriyle, gerekse de Erzincan'ın Başbağlar ve Erzurum'un Yavi ve Çiçekli köylerinde gerçekleştirdiği katliamlarla bir tür "etnik arındırma" siyaseti izlemektedir. Öte yandan PKK'nın bu eylemlerinin Türkiye kamuoyunda siyasi tansiyonu alabildiğine yükselttiği ve bir Türk-Kürt çatışmasını körüklediği görülmektedir. Topyekün bir Türk-Kürt çatışmasını, PKK'nın stratejisi açısından arzulanan bir gelişme olarak görmesi doğaldır. "Halkların kardeşliği" sloganını sakız gibi sürekli çiğnemesine rağmen PKK'nın ırkçı bir hareket olarak temel politik stratejisini "ezilen ulus" bilincinin geliştirilmesi şeklinde belirlediği, bunun en pratik yolunun da "ezen ulus"a karşı düşmanlık ve nefretin yaygınlaştırılması olduğu açıktır. Dolayısıyla Türk-Kürt gerginliği ve çatışmasının yoğunlaştığı oranda PKK'nın muhatap kitlesini genişleteceği bir sır değildir.

Türkiye toplumunun hızla etnik ayrışmaya doğru gitmesinde PKK'nın oynadığı etkin rolün iyi değerlendirilmesi gerekmektedir. Mamafih bu duruma zemin hazırlayan şeyin asıl olarak TC'nin 70 yıllık politikaları olduğu gerçeği de gözden kaçırılmamalıdır. Üstelik TC'ye egemen çevrelerin günümüzde de bu temelinden yanlış politikaları sürdürmeye ve iflas etmiş tutumları yeniden canlandırmaya dönük çabalarının, durumu daha da içinden çıkılmaz bir hale dönüştürmesi söz konusudur. TC Kürt sorunu karşısında neredeyse sadece daha fazla Atatürk, daha fazla "Ne Mutlu Türküm Diyene!" önermektedir.

TC kendi zannınca kendine güvenen, ne yapacağı noktasında kesin kararlı bir görüntü vermeye çalışmaktadır. Gerçek ise bu görüntüyle taban tabana zıttır. "Zevahiri kurtarmak" endişesiyle güçlü, kararlı bir görüntü vermeye çalışan TC aslında tam bir çözümsüzlük içindedir. Temellerini sorgulamaya yanaşmayan -bunu yapmaya muktedir de olamayan- TC, Kürt sorunu karşısında her gün biraz daha batağa saplanmaktadır. TC Kürt sorununu çözmek değil, algılamaktan bile acizdir ve bu haliyle bizatihi çözümsüzlük üretmektedir. Bu çözümsüzlükle Galatasaray'dan, Naim Hoca'ya kadar her şeyi kullanma, tutunabildiği her dala sıkı sıkıya sarılma tavrı içine girmiştir. Bu arada gedikli faşist unsurların devreye sokulmaları da dikkat çekici bir gelişmedir.

Kürt sorununa bağlı olarak gündeme gelen sıkıyönetim ve Terörle Mücadele Yasası gibi tehditler düzenin demokratikleşme, sivilleşme vaadlerinin kandırmacadan başka şeyler olmadığını ortaya koymaktadır. Baskı ve şiddet bu düzenin yapısal bir özelliği olarak kendini belli etmektedir.

Öte yandan TC yöneticilerinin kurtulamadıkları hastalıklardan bir diğeri de, sorunu Türkiye sınırları dışında girişecekleri birtakım teşebbüslerle, müdahalelerle çözebilecekleri saplantısıdır. Kürt sorununu PKK terörüne, PKK'yı da "dış güçler" söylemine indirgeme kolaycılığındaki TC yöneticileri için bu konu önemli bir kamuoyu oluşturma alanı olarak da belirmektedir. Bir yandan İran ve Suriye düşmanlığı yaygınlaştırılırken, diğer yandan ABD ve İsrail dostluğu pekiştirilmeye çalışılmaktadır. Ne ilginçtir ki, Başbakan ABD'de, Dışişleri Bakanı İsrail'de resmen PKK'ya karşı destek talebinde bulunurken, sağcı-muhafazakar çevreler PKK'nın arkasında Amerikan ve Yahudi desteği bulunduğuna dair iddialarını hararetle savunmayı sürdürmektedirler.

Kürt sorununda görülen tırmanışın nereye varacağı belli değildir. Ama belli olan bir şey vardır ki, o da düzenin bu sorunu çözmesinin mümkün olmadığıdır. Bizatihi sorunun kaynağı olan bu düzenin çözüme kaynaklık etmesi de beklenmemelidir. Öte yandan düzenin hukuku, düzenin siyaseti içinde birtakım düzenlemelerle, birtakım değişikliklerle bu sorunun çözülebileceğini sanmak olmayacak duaya amin demektir. "Acil çözüm önerileri", "pratik çözümler" adı altında düzenin reformculuğuna soyunmak müslümanlar açısından savunulabilecek bir durum olamaz. Müslüman olmak "kırk katır mı, kırk satır mı?" sorusuna benzeyen, TC ile PKK arasında bir tercihte bulunma dayatmasını tümüyle reddetmeyi ve yalnızca İslam'ın hakimiyetini hedeflemeyi gerektirir.