1- Türkiye'de Kürt Sorunu'nu oluşturan en önemli faktörler nelerdir?
Türkiye'de Kürt sorunu'nu oluşturan unsurları ele alırken, olayın arka planını, tarihsel sürecini dikkate almadan sağlıklı bir sonuca ulaşamayız.
Kürt Sorunu T.C.'nin kuruluş yıllarında yeni kurulan Kemalist devletin, bir ulusun kimliğini tümden yok saymasıyla başlatılmış ve tarihten günümüze taşınmıştır.
Osmanlı tebası olarak gayet uyumlu bir sosyal grafik arz eden müslüman Kürt halkı, bölgedeki feodal yapıyı, oyunun kuralına göre idare eden hilafet merkezli siyasi güç karşısında bir sorun teşkil etmiyordu. Ancak yeni kurulan kemalist devlet, laik temellerini açıkladıktan sonra ilk ciddi tepkiyi bu müslüman halktan aldı. Kan ve zulümle bastırılan Şeyh Sait kıyamı, müslüman Kürt halkının Türklerle birlikte yaşama noktasında tek bağlayıcı unsur olan "din" bağının tek taraflı olarak ortadan kalktığını ilan ile başlamıştır. Bu noktada müslümanların kıyamı, Türk ve Kürt halkını ve diğer etnik unsurları yönetime musallat olan kafirlerden kurtarmaya yönelikti. Ancak bu hayırlı hareket, Türk ulusal devleti olarak ilan edilen T.C. tarafından, ortaya milliyetçilik fitnesi sokularak ve Kürt halkı itilip yalnız bırakılarak, sadece bir ulusa yöneltilen jenosit ile bastırılmış, bir manada Kürt kardeşi müslüman Türk'e, Kürt olduğu için vurdurulmuş, kandırılmış, vuran da vurulan da zulme maruz kalmıştır.
Toplumsal psikoloji öyle motive edilmiş ki, Kürdüm demek suç. Türk'üm demek kurtuluş vesikası olmuştur. Bunu başarmak için ayrılıkçı, Kürtçü ilan edilen Müslümanlar, Türk kamuoyunda mahkum edilmiş, artık onların sürgün ve baskılara uğramaları normal, hatta müstahak kabul edilmiştir.
Kürt halkı kemalist ve laik yönetim tarafından asimile edilmek istenirken bölge iktisaden geri bırakılmış, dil noktasında yapılan dayatma halkın kültürel ve siyasal gelişimini engelleyici bir unsur olmuş, eğitimsiz Kürt gençleri askerde Türkçe öğrenmeye zorlanmış, itilmiş, dövülmüş ve zulme uğrayan bu kavim sanki yaşananlar normalmiş gibi toplumun hiç bir kesimi tarafından sahip çıkılmamıştır. Bütün olumsuzluklara rağmen, özellikle son yıllarda Apo'nun "T.C. şöyle yaparsa biz de Türkleri vururuz" çift yönlü önermesinde "halklar arası düşmanlık" manevraları tutmamış, T.C.'nin Kürtler üzerinde uyguladığı aynı yönlü asabiyet propagandası karşılık bulmamış, halklar birbirine düşman edilememiştir. Buna rağmen yaşlı Kürt dedesi, torununa kafir ve zalim T.C.'nin çirkin yüzünü iyi tanıtmaktadır.
İki binli yıllara az kala yaşadığımız Kürt sorunu, dile getirilenlerden çok daha köklü tarihsel bir birikim içermektedir. Dil, kültür ve kendini ifade edebilme diye açabileceğimiz siyasi özgürlükler içeren komple bir olay olarak karşımıza çıkmaktadır.
Siyasi, kültürel ve sosyal boyutlar, T.C.'nin dayatması sonucu öne çıkan tahrik unsurları olarak sayılabilir. Bir de olayın uluslararası boyutu vardır. ABD'nin bugün dünyada tek patronluğa oynaması, günlük bir politikanın ürünü değildir. Malta Konferansı'nda oluşturulan dünya dengeleri. Orta Doğu'da sürekli kaşınacak yaraları hazır tutma siyasetini bölge ülkelerine bir baskı aracı olarak güçlendirmiştir.
Bu noktada sorun sadece Türkiye'yi ilgilendirmemekte, Kürt halkının yaşadığı üç ülke İran, Irak ve Türkiye'nin başını ağrıtmaya müsait tutulmaktadır.
Irak, Türkiye ve 1979 inkılabına kadar İran'ın uyguladığı ulusalcı politikalar, Kürt halkı üzerinde de etki tepki sonucu ulusalcı bir direniş kimliği oluşturmuştur.
Böylece sorunu tahrik eden önemli faktörleri sıralamak gerekirse, birinci öneme sahip; T.C.'nin uyguladığı baskı ve asimilasyon politikası sonucu sosyal, siyasal ve kültürel kimlik bunalımı öne çıkar. Emperyalizmin bölgeye yönelik siyasi kiriz yatırımları bir faktör. Oluşan ulusalcı bilinç ve buna bağlı gelişen ulusal kurtuluş(!) reçeteleri, kısaca milliyetçilik, kavmiyetçilik bir diğer faktör olarak görülür.
2- Kürt Sorunu karşısında Müslümanlar niçin ortak bir tavır geliştirememişlerdir?
Kürt Sorunu karşısında müslümanların ortak bir tavır geliştirememesi maalesef olayı Kur'ani bir yaklaşımla gitmemelerinden kaynaklanmaktadır. Üzülerek itiraf edelim ki, Müslümanlar daha düne kadar şövenist duygulardan arınmış bir akıl yerine, laik ve faşist T.C.'nin etkisi altında Kürt Sorunu'na yaklaşmışlardır. Bu Türkiye İslami hareketinin henüz daha oluşum safhasında olduğunun, karşı karşıya geldiği sorunlara İslami ölçülerle yaklaşım yeteneğine sahip olmadığını göstermektedir. Özellikle etnik sorunlar karşısında rüştünü ispat eden bir çizgiyi henüz tutturamamıştır. Etnik sorunlarla ilgilenmek, ancak o etnik gurupların mensuplarına kalmış, hatta müslüman olmayan, milliyetçi ya da komünist etnik kökenlilere terk edilmiştir.
T.C.'nin baskı altında tuttuğu ulusal kimlik gizlenmeye zorlanmışken, bunun açığa vurulması insanımızda "suç işleniyor" duygusu uyandırır olmuş, Müslümanlar da aynı etkilenimden nasibini almıştır. "Kürt halkı", "Kürdistan" kelimelerinin telaffuzundan rahatsız olanlar az, değildir. Oysa zulme karşı çıkmak, müslüman olmanın bir gereğidir. Resmi ideolojinin tesirinde İslam dışı, insanlık dışı, laik, milliyetçi duygularla Müslümanlık almaz. Bunlar İslam'a muhalif beşeri İdeolojilerin akidesidir. Ancak müslüman olmanın yolu önce Kürt, Türk, Acem olmaktan değil müslüman olmaktan geçer.
Akideyle ilişkisi bu derece önemli olmasına rağmen, müslümanların meseleyi ortak bir siyasi tavır olarak netleştirememesinin altında yatan bir diğer sebep de, İslami hareketin henüz bir kültür olayı olarak yaşanıyor olmasıdır. Maslahat tayin edecek organik bir yapı haline gelememişlik, olayı doğru tanımlayamamak kadar önemli bir unsur olarak öne çıkmaktadır.
Başlıklar halinde ele alırsak; Türkiyeli müslümanların etnik sorunlar karşısında sağlıklı bir akidevi yapıya kavuşamadıkları, olayı doğru tanımlayamamaları ve siyasi maslahat tayin etme noktasında organik bir bünyeye kavuşamamaları olarak bir sıralama yapabiliriz.
Türkiyeli Müslümanlar Kürt Sorunu karşısında ortaya Kur'ani bir tavır koyamamalarının bir sonucu olarak, ya sorunu her şeye rağmen sahiplenme ya da karşı çıkma gibi bir ikilemle yüz yüze kalmıştır.
3- Türkiye'de Müslümanlar Kürt Sorunu'na yönelik geliştirdikleri politikalarda Türkiye İslami hareketini mi yoksa bölgesel veya Kürt halkını önceleyen bir kalkışı mı esas almalıdır?
Zalime karşı mazlumdan yana tavır almak müslüman olmanın bir gereğidir. Öne çıkarılan "ulusal kurtuluş" mücadelesi ise Müslümanlar tarafından yürütülse bile, gayri İslamidir. Çünkü İslam'ın mesajı evrenseldir. Ve tüm mazlum halkların kurtuluşunu esas alır. "Ulusal kurtuluş" ulusalcılığı öne çıkardığından, kendi kavmini siyasal ve ekonomik olarak bir noktaya getirse bile, başka ulusların aleyhine gelişeceğinden, doğuracağı sonuç bir başka ulusalcılıktır.
Bu noktada Kürdistan İslami hareketini Türkiye İslami hareketinden bağımsız düşünmek bir taktik hata olur. Elbette ülke genelinde yürütülen çalışmalarda bir bölge, sosyal ve fiziki şartlar bakımından öne çıkabilir. Böyle bir durumda inkılabı müslümanların o bölgenin etnik unsurlarını harekete lokomotif güç yapmaları çelişki değildir.
İnsanlar Türk. Kürt, Rus ya da Alman doğmak noktasında herhangi bir iradi güce sahip olmadıklarından, kavmiyeti açısından ne bir övünç, ne de bir kınama payına sahip değildir. Allah'ın soy olarak yarattıklarını birer ayet olarak kabul etmek ulusal kimliğin ilan edilmesi bakımından da böyledir. Ancak Müslümanlar böyle bir kimliği öne çıkartmak ya da uğrunda mücadele etmekten men edilmişlerdir.
Türkiyeli Müslümanlar da İslami hareket bakımından bölgesel ya da etnik kökenli bir mücadele metodunu kalkış noktası olarak alamazlar. Hareket ancak kendi global bütünlüğü içinde değerlendirilebilir. Buna rağmen, her müslüman fert yaşadığı coğrafyanın gereğini yerine getirmede daha yetkin ve birinci derecede sorumlu olacağından, bölgesel etkinlikleri yapması ve buna birinci dereceden önem vermesi bölge Müslümanı üzerinde bir hak ve görevdir.
Türkiye İslami hareketi, global anlamda İslami hareket içindeki yerine kıyasla bölgesel hareketleri değerlendirmelidir. Etnik Müslümanlara düşen de. Türkiye İslami hareketi açısından Evs ve Hazrec birlikteliğinde bir hicret yurdu kurmaktır.