Küreselleşme yeni bir olgu değildir. Kapitalist pazar ekonomisine bağlı bir entegre piyasanın oluşumu 1. Dünya Savaşı öncesine dayanır. Fakat 1980'lerden beri yaşanan küreselleşme sürecinde, Doğu Blokunun çöküşü ile birlikte dünyanın geniş bir kısmı ve çok daha fazla bağımsız ülke bu sürece katıldı. Ulaşım ve iletişim sistemlerindeki gelişme ve ekonomik mekan olarak serbest pazarda sermayenin özgürleşmesi, kapitalist pazar ekonomisine sonradan katılan bu gelişmekçe olan ülkelere yönelik sermaye aktarımına neden oldu.
Kolonizasyon döneminin geride kaldığı 20. yüzyıl ikinci yarısında, demokratikleşme ve liberalizm, kapitalist pazar ekonomisi ile küresel manada siyasi, ideolojik ve kültürel yapısı ile çevre-merkez eksenli yeni bir uluslararası yapılanma ortaya çıkardı. Ve kuzu postuna girmiş kurt misali, emperyalizm küreselleşme adı altında kendine yeni ve saygın bir kimlik kazandı.
Bu süreçte "dünyanın kapitalist pazar ekonomisi etrafında örgütlenmesini" gerçekleştirmek için kurulan IMF (Uluslararası Para Fonu) ve Dünya Bankası, küresel düzeyde bu sistemi yerleştirme çabasına girdi. IMF ve Dünya Bankasını yönlendiren ülkelerin ABD ile birlikte G-7 olarak adlandırılan ülkeler olması, IMF güdümlü-destekli ekonomik yapıların da yine bu ülkelerin kontrolü altında seyretmelerine imkan sağladı.
Kapitalist ekonominin küreselleşme mantığı içerisinde, 19. yüzyıl sosyalizminin "İşçilerin vatanı yoktur" şeklindeki jargonunun tersine, 20. Yüzyılda "vatansızlaşan sermaye", global bir hareket serbestisi kazanarak ülke sınırlarından kolayca giriş çıkış yapmaya başladı. Ama diğer yandan, 19. yüzyıl sömürgecilik mantığında dünyanın dört bir yanından emek, yani insan gücü köleleştirilerek Batı'ya transfer edilirken, emperyalizmin dönüşen bu küreselleşme jargonu içerisinde 'emek kendi ülkesinin ulusal sınırlarına hapsedildi'.
'Görünmez El'in Arkası
Zengin Batı'nın kendi ülkesinde daha verimli yatırım imkanı bulamayan artı sermayesi, yeni kazanç kapıları açmak için küreselleşme adı altında bir finansal serbesti kazanırken, kapitalist pazar ekonomisine açık hale gelen bu ülkelere akmaya başladı.
Fakat iletişim devrimi ile birlikte artan, en yüksek kar oranı nerede ise oraya yönelen ve anlık hareketlerle ciddi ekonomik dalgalanmalara neden olan spekülatif para hareketleri çılgınca ve kontrolsüz bir şekilde gelişti. Sermaye hareketlerini serbest bırakan ve uluslararası sermaye giriş ve çıkışları üzerindeki kontrolünü yitiren gelişme düzeyindeki ülkeler, bu sermaye çevreleri için yeni yatırım alanları olarak ortaya çıktı. Fakat sıcak para diye bilinen kapital hareketin, girdiği ülkelerde ekonomik canlılık sağlarken, çıkış dönemlerinde kriz oluşturduğu görüldü.
Batı müdahalesine açık büyümenin bir model olarak sunulduğu 1970'li yıllardan bu yana, Asya Kaplanları diye bilinen Hong Kong, Singapur, Tayvan, G. Kore, Tayland, Malezya, Endonezya, Filipinler gibi ülkelerdeki gelişmeler serbest ticaretin, serbest piyasa ekonomisinin (görünmez elin) bir başarısı olarak örnek gösterildi. IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşlar tarafından gelişme sürecindeki ülkelere bir model olarak sunulan bu ülkeler aynı zamanda ABD ve Avrupa hegemonyasına karşı bazı çevrelerce bir Asya Pasifik modeli şeklinde idealize edildi.
Gerçekte bu ülkelerin gelişme sürecinde 1950'lerden 1980'lere değin toplam yatırımlarının yarıya yakını emperyalist ülkelerden aktarılan sermaye ile gerçekleştirildi. Bir kapitalist planlamanın sonucu olarak G. Kore'nin 1953-1962 arasında ABD'den aldığı dış yardım, toplam ithalatının % 69'una eşitti.
Aynı dönemde Tayvan'ın gayrı safi yatırımlarının % 34'ü ABD yardımı sayesinde gerçekleşti. Singapur çok uluslu bankaların Doğu Asya'daki merkezi durumuna gelirken 1985 itibariyle ülkede faaliyet gösteren yabancı banka sayısı 120'ye çıktı. Kar transferinin kolaylığı, vergi oranlarının düşüklüğü, ucuz işgücü ve sosyal harcamaların olmayışı gibi nedenlerle yabancı sermaye bu ülkelerde yatırıma önem verirken, son dönemlerde ücretlerin görece yükselmesine tepki olarak kimi yatırımlar bu bölgelerden çekilip Tayland, Endonezya, G. Kore gibi daha ucuz emek cennetine kaydı.
Serbest Piyasanın İflası
Asya Kaplanları diye de bilinen Güneydoğu Asya ülkelerinin bir bölümü 1997 yılı ortasından itibaren ciddi bir ekonomik kriz ile yüz yüze geldiler. Tayland'da başlayan kriz kısa sürede Endonezya, Malezya, Filipinler ve G. Kore olmak üzere, bölgeye yayıldı. Krizin nedenleri olarak:
1- Finansal kesimdeki yapısal zayıflıklar,
2- Kısa vadeli borçlardaki artışlar.
3- Yabancı sermayenin verimli alanlarda yatırıma dönüştürülememesi,
4- Dolara bağlı ülke paralarının azalttığı rekabet gücü,
5- Korumacı devlet politikalarının banka ve finans şirketlerinin yanlış ve çarpık yatırım kararlarını teşvik etmeleri,
6- Finans piyasalarının yeterince şeffaf ve serbest olmaması, vs. gibi çeşitli faktörler ileri sürülmektedir.
Kriz sonrasında önemli ölçüde döviz çıkışı karşısında yerel paralar değer kaybetti ve ülkelerin birçoğu paralarını ciddi manada devalüe etmek zorunda kaldılar. Asya Kaplanlarının paralarının reel olarak değer yitirmesi ve işçi ücretlerindeki düşüş, Asya dışı ülkelerin ihracat rekabetlerini olumsuz yönde etkiledi. Son yıllarda dünya ekonomisi üzerinde kayda değer bir konuma yükselen bölgenin yaşadığı şok dalgası haliyle bütün dünyaya yayıldı. Bu ülkelerin büyüme hızlarındaki önemli düşüş ve ithalatlarındaki gerileme ise dolaylı ve dolaysız birçok ülkeye yansıdı.
IMF Kaplan Avında
Bölgede yaşanan krizden en fazla ABD ve Japonya etkilendi ve başta IMF ve Dünya Bankası olmak üzere, uluslararası kuruluşları bu ülkelere kredi vermeye çağırdılar. Krizin ardından IMF tarafından G. Kore'ye 57 milyar dolar kredi aktarılacağı açıklandı. IMF, G. Kore paketinde, özellikle piyasasını yabancı bankalara açması, yabancıların hisse senedi ve tahvil almalarındaki sınırlamaları kaldırması, otomobil ithalatında gerekli belgeleri azaltması, Japon mallarının ithalatındaki yasakları kaldırması, vs. gibi açıkça G. Kore ekonomisi üzerinde nüfuz kurmaya çalıştığını gösteren koşulları dayattı.
Diğer yandan, yabancıların yerli bankaları ve finans kurumlarını satın almalarına izin verilmesi için Tayland hükümetine ve genel olarak bölge ülkelerinde hangi şirkete ne kadar kredi verileceğinden, hangi şirketin kapatılacağına kadar dayatılan koşullar ülkelerin bağımsızlıklarına ve içişlerine kadar müdahaleyi getiriyordu. IMF koordinasyonu altında Batılı sermaye çevreleri ve Japonya bölgede 'kaplan avı'na çıkmak için büyük bir fırsat yakalamışlardı.
Öyle ki, hem ABD'nin hem de Japonya'nın G. Kore ekonomisinin ayakta kalmasında büyük maddi menfaatleri vardır. G. Kore ithalat açısından ABD'den 33.5 milyar ve Japonya'dan 31.5 milyar dolar olmak üzere bu ülkeler için iyi bir pazar konumundadır. Halen ABD bankalarının G. Kore'den 10.6 milyar, Japon bankalarının ise 24.3 milyar dolar alacağı bulunmaktadır.
Alım gücü bir anda tükenen ve zenginliklerini kaybeden Asya Kaplanları denize düşen yılana sarılır hesabı, IMF'nin her türlü dayatması karşısında boyun bükerken, ülkelerinden yabancı sermayenin kaçışını önlemek için akla gelmedik yallara başvurmaktadırlar.
Sonuç
Egemen Batı, yeni sömürge metotları geliştirerek dünya pazarında üstünde güneş batmayan İmparatorluğunu kurma gayretindedir. 3. Dünyaya ihraç ettiği kapitalist ekonomi, serbest piyasa, demokratik yönetim gibi çeşitli oyunlarla halkların alınterini gasp etmektedir.
Dünya döviz piyasalarında dolaşan günlük 1 trilyon dolardan fazla paranın uzun vadeli ticari yatırımlardan ziyade bankalar ve diğer spekülatörler tarafından yapılan kısa vadeli bahislerle borsada kontrolü zor bir oyuna çevrilmesi, dışa bağımlı gelişmekte olan ülkeler için bir kumar teşkil etmektedir.
Krize giren Asya Kaplanlarının ekonomileri üzerinde 'spekülasyon kaynaklı istikrarsızlık' unsurlarının etkili olması bunun belirgin bir örneğidir. Krizin bir neticesi olarak piyasadaki nakit para sıkıntısı artmış; borsalara yatırım yapmış olan yabancı sermayedarlar ellerindeki kalıtları dolara çevirerek ülke dışına çıkarmışlardır.
Bir örnek olarak, kriz nedeniyle % 60 değer kaybeden Malezya parasının yaşanan devalüasyon sonucunda 200 milyar dolar zarara girdiği Başbakan Mahatir Muhammed tarafından ifade edilmektedir.
Diğer yandan, gelişen yeni sömürgecilik mantığı içerisinde kendi evinde sömürülen işçi kesiminin, yoğun baskı altına alındığı bölge ülkelerinde, düşük İşgücü ücretine rağmen krizin faturasının yine işçi ücretlerine yansıtılması sermayenin emek düşmanlığını ortaya koymaktadır. Krizin en çarpıcı sonucu işsizlik olmuştun işverenler krizin etkisini hafifletmek için işçi ücretlerini düşürme ve işten atma yoluna gitmektedirler.
Tayland hükümeti 1 Mayıs'ta 800 bin yabancı ve kaçak işçinin sınır dışı edileceğini açıklarken G. Kore'de her gün ortalama 10 bin kişi işten atılmaktadır. Endonezya ve Malezya'da işçiler Çinli azınlığa karşı kışkırtılırken, işsizlik sayısındaki artış bölge ülkelerini sosyal çalkantılara doğru sürüklemekte, yabancı ve kaçak işçilere karşı alınan tavırlar aynı zamanda ırkçılığı da körüklemektedir.
İşçi kesiminin koyu baskı altında tutulduğu, gelir dağılımının bozulduğu ve dışa bağımlılığın arttığı koşullarda sadece çok uluslu şirketlerin ve küçük bir yerli azınlığın çıkarlarının temin edildiği serbest piyasa ekonomisine dayalı "büyüme modeli", Asya Kaplanlarını birer uyuz kediye çevirmiş ve 20. yüzyıl kapitalizmi asrın sonunda abartarak yücelttiği modeli ile iflas etmiştir.