"Washington'daki büyük başkan topraklarımızı satın almak istediğini bildiren bir haber yollamış… Beyaz adam neyi satın almak istiyor? Gökyüzü ve toprağın sıcaklığını mı? Koşan antilopların çabukluğunu mu? Biz size bunları nasıl satabiliriz? Siz nasıl satın alabilirsiniz?... Son bufalo da öldüğünde onları yeniden geriye satın alabilir misiniz? ... Demir at (tren), öldürüp çürümeye bıraktığınız binlerce bufalodan nasıl daha kıymetli olabilir? ... Hayvanların başına gelen insanların da başına gelecektir. Toprağın başına gelen, oğullarının da başına gelecektir… Beyaz adam geçici bir iktidardadır ve o kendini bütün dünyanın kendisine ait olduğu, tanrı sanmaktadır… Beyazlar da bir gün bu topraktan, bu dünyadan gidecektir. Belki de bütün ırklardan daha çabuk… Yataklarınızı zehirlemeye devam edin! Ve bir gece kendi çöplerinizde boğulacaksınız!..." (Kızılderili Bilge)
Dünyamızın doğal ekosistemleri, daha önce görülmemiş bir hızla yok oluyor. WWF'nin (Dünya Doğayı Koruma Vakfı) yayınladığı '2006 Yaşayan Gezegen Raporu'na göre, gezegenimizdeki doğal kaynakları tarih boyunca görülmemiş bir hızla tüketiyoruz. Rapora göre hızla bu kaynakları tüketmeye devam edersek 2050'den sonra iki gezegene daha ihtiyacımız olabilecek. Yeryüzündeki her şey düzenli bir şekilde yerleştirilmiştir. Ve her biri bir diğerine bağlıdır. Örneğin Sahra Çölü'ndeki bir küçülme okyanus canlılarını etkileyebilmektedir. Veya kutuplarda, buzullarda meydana gelecek bir erime Üsküdar sahilini sular altında bırakabilir. Allah'ın böylesine eşsiz bir denge içersinde yarattığı ve insana sunduğu doğayı/dünyayı bozup ifsad eden de Rabbine, toprağa ve kendisine ihanet içerisinde olan insandan başkası değildir. İnsanlık tatmin olmayan sınırsız bir ihtirasla ve her şeye sahip olma çabası çılgınlığı içerisinde doğayı, ekini, toprağı ifsad etti. Şimdi doğa da Allah'ın koyduğu yasa gereği kendisini onarma çabası içerisinde. Allah'ın koyduğu dengeyi bozan insanlığı büyük zorluklar bekliyor.
Sanayi Devrimi ile birlikte nispeten doğayla uyumlu bir yaşama son veren insanlık doğaya hükümran olma çabasına girmişti. Fabrikalar ile her şeyin üretimi ihtiyacın da üstünde artmış bu da yerüstü ve yeraltı kaynaklarının çılgınca yağmalanmasına neden olmuştur/olmaktadır. Sömürgeci devletlerin pazar rekabetleri insanlık tarihinin şahit olduğu en kanlı ve korkunç savaşları doğurmuştur. Sömürgecilik ve emperyalist süreçlerle doğaya ve insanlığa tahakkümünü sürdüren 'Batı' tüm dünyayı felaketin eşiğine getirmiştir. Hesapsız ve insafsız makineleşme ve fabrikalaşma sonucunda açığa çıkan gazların etkisi ile dünya, adına "küresel ısınma" denen iklim değişikliği ile karşı karşıya.
İnsan tarafından atmosfere salınan gazların sera etkisi yaratması sonucunda dünya yüzey sıcaklığının artmasına "küresel ısınma" deniyor. Sera gazları dediğimiz gazlar; CO2, metan, ozotoksit, kloroflorokarbon ve su buharıdır. Normalde bu gazlar zaten atmosferde var olan gazlardır. Dengede olduğu müddetçe bu gazlar dünya için hayati öneme sahip. Bu gazlar yeryüzünün ısı dengesini sağlayan önemli faktörlerdendir ve buna sera etkisi deniyor. Güneşten dünyamıza gelen ışınların %25'i çeşitli nedenlerden geri yansır. Geri yansıyan ışınlardan bir bölümü atmosferde bulunan sera gazları dediğimiz CO2, metan, su buharı gibi gazlar tarafından soğurulur. Soğurulan bu ışınlar atmosferin alt katmanlarında kalarak buranın ısınmasını sağlar. Bu sistematik bir şekilde devam ederek yerkürenin ısı dengesini koruyor. Böylesine önemli bir sitemde sera gazlarındaki değişiklik hayatı ciddi anlamda olumsuz etkiler.
Neden Isınıyoruz?
Isınmanın sebebi sera gazlarının gereğinden fazla atmosfere salınarak daha fazla ısının atmosferde tutulmasıdır. Sanayi devrimi ile birlikte binlerce fabrika kuruldu, fosil yakıtlar hesapsızca tüketildi, yeni teknolojiler icat edildi, savaşlarda korkunç silahlar kullanıldı. Bunun sonucunda da başta karbondioksit olmak üzere sera etkisi yaratan gazlar inanılmaz düzeyde atmosfere salınmıştır ve bu durum hâlâ da artarak devam etmekte. Tüm bu devrimlerin ve hareketlenmelerin sonucunda da şu an dünya sıcaktan pişiyor, mevsimler belirsizleşmiş, kışlar bir sert bir ılık geçiyor… Bunun biraz daha ilerisi de tabiri caizse tam bir kıyamet senaryosu: Buzulların erimesi, okyanus akıntılarının değişmesi, çöl alanlarındaki değişmeler, deniz suyu seviyelerinin yükselmesi, ani ve beklenmedik meteorolojik olaylar, kuraklık, açlık, hastalıklar, göçler, canlı türlerinin yok olması…
Çevre İçin En Büyük Tehdit ABD!
Dünya hükümetleri ancak 1992 yılında bu iklim değişikliği konusundaki tehlikeli gidişatı durdurmak için harekete geçebilmişlerdir. Bu girişimlerde ancak 1997 yılında Kyoto Protokolü'nün imzalanması ile sonuçlanmıştır. Kyoto Protokolü' ne göre endüstrileşmiş ülkelerin kendi sera gazı yayılımların azalması için hedefler belirtilmiştir. Ancak bu protokol çok ciddi bir hedef içermemesine karşın özellikle dünya kaynaklarını yağmalayan ülkelerce imzalanmamış hatta protokol 2001 yılında ABD tarafından sabote edilmek istenmiştir. Bunun için BM üyelerine ve bilim adamlarına tehdit, şantaj ve rüşvet teklifi dahil her şey yapılmıştır. ABD, dünya nüfusunun %4'ünü oluşturmasına karşın atmosfere salınan zararlı gazların %25'inden tek başına sorumlu olup, buna rağmen Kyoto Protokolü'nü imzalamaya yanaşmıyor. İngiltere'nin en üst düzey bilim danışmanı olan Sir David King, dünyaya yönelik en büyük tehdidin ABD'nin iklim politikası olduğunu söylüyor. The Independent gazetesinin haberine göre King, iklim değişikliğinin dünya için en büyük tehdit olduğunu ama dünyayı en çok kirleten ABD'nin bunu ciddiye almadığını belirtiyor. ABD, dünyayı kirletme çağrılarına kulak asmadığı gibi, bu konuda uyarıda bulunan kişi ve kurumları da susturmak ve sindirmek için dev şirketleri ile beraber büyük uğraş veriyor.
Küresel ısınma konusunda Türkiye de "Bize bir şey olmaz!" havasında. Ormanlar, kıyı şeridi ve su havzaları yağmalanıyor. Örneğin Acarkent ve Koç grubuna bağlı TÜPRAŞ'ın Sapanca Gölü'nü hortumlaması... Ordu yıllardan beridir güvenlik bahanesi ile doğuda hatta İskenderun ve Osmaniye dağlarında binlerce hektar ormanı yok etmiştir ama çevre örgütleri dâhil hiçbir yerden bir itiraz yükselmemiştir. Konya Ovası çölleşiyor, nehirler kuruyor Türkiye daha şimdiden binlerce ton buğday ithal etme durumunda kaldı ama yetkililer çevre konusunda duyarsızlıklarını sürdürmeye devam ediyorlar. O kadar ilgisizler ki Çevre Bakanı Osman Pepe, 2012'de sona erecek olan Kyoto Protokolü'nü 2015'te imzalarız diyebilmektedir.
Yalnız şunu da çok net bir şekilde ifade etmek gerekir ki dünyadaki sömürünün, sefaletin, katliamların sebebi olan Batı/kapitalizm, küresel ısınmanın, çevre felaketinin de baş sorumlusudur.
Ne Yapabiliriz?
Küresel ısınmanın sebebi Batı olmakla birlikte bizim de yaşanılabilir bir çevre ve dünya için yapabileceğimiz şeyler var. Zaten bu konuda yapılan tüm önerilere baktığımızda şu sonuç çıkıyor: İsraf yapma! İsraf yapmamak da ilkesel olarak sahip çıkmamız gereken bir haslet, Müslüman kimliğimizin bir gereğidir. Bu konuda şunları yapabiliriz:
Elektronik eşyalar alırken az enerji kullanan ürünleri tercih etmek. Standart ampulümüzü floresan ile değiştirmek. Bu yolla %70'e varan enerji tasarrufu sağlayabiliriz. Varsa, özel arabamızı daha az kullanmak, daha çok yürümek ve toplu taşıma araçlarını tercih etmek. Evimizden çıkan çöpleri ayrıştırmak ve geri dönüşüme katkıda bulunmak. Televizyonların düğmesini kapatmak. (Televizyonları uzaktan kumanda ile kapattığımızda yanan kırmızı ışığı kapatarak bulaşık makinesi ve çamaşır makinesinin toplam harcadığı enerjiye eşdeğer bir enerji tasarrufu sağlayabiliriz.) Daha az sıcak su kullanmak. (Suyu ısıtmak için çok fazla enerji gerekmektedir. Bunun için daha az su tüketen bir duş başlığı tercih edebiliriz.) Ambalajları fazla olan ürünlerden kaçınmak, semt pazarlarını tercih etmek. Evde biriken poşetleri pazarlarda tekrar kullanmak. Klima ve kombi ısı ayarlarını mümkün olan en alt kademede tutmak. Ağaç dikmek. Dönüştürülebilir enerji üretimi için kamuoyu oluşturulmasına katkıda bulunmak...