İslam'ı mücadelede kaynak ve usul sorununu aydınlatma açısından önemli bir terkip olan "Kur'an İslamı" ifadesi, kamuoyunda yeterince amacına uygun olarak anlaşılabilmekte midir? İslam'ı hedeflerimize hizmet etmek amacıyla kullanılan bu terkip, halen bu amaca mı; yoksa egemenlerce tevhidi uyanış çizgisinin mesajının bulandırılması, geleneksel yapının düzene entegrasyonu açısından terbiye edilmesi çabalarına mı hizmet etmektedir?
İnsan, melaikeden (bütün varaklardan) sonra yeryüzü halifesi olarak yaratılmış, kendisine isimler öğretilmiş, aklı, kalbi, iradesi ve gücü olan bir varlıktır.
İslam, insanın yaratılış gayesi olan yeryüzü hilafetini gerçekleştirebilmesi İçin Rabbinden aldığı kelimelerle yaşaması demektir. Bu durum; Bakara Suresi'nde Hz. İbrahim kıssası olarak şöyle aktarılmaktadır."... bir zaman Rabbi İbrahim'i bir takım kelimelerle sınamış,.." (2/Bakara, 124), ''O'nâ 'İslam ol' dedi, O'da 'Alemlerin Rabbi'ne teslim oldum' demişti" (2/Bakara, 131)
İslam'ın kelime anlamı, teslim olmak, boyun eğmek demektir. O halde İslam, hem kelime anlamıyla, hem de istılahi anlamıyla "teslim olanla, teslim alanın" varlığıyla mümkündür. Bu şu anlama gelmektedir; İslam, ancak vahiy-insan ilişkisiyle varlık alanına çıkmaktadır ve onda hem vahiyden, hem de insandan katkılar söz konusudur. İkisinden birisini ortadan kaldırdığınızda İslam'dan söz edilemez. O nedenle insan veya vahyin öne çıkarılması suretiyle oluşturulacak bir İslam düşünülemez. O, zaten ilahi ve insani olanı bünyesinde zorunlu olarak bulundurmaktadır.
Tarih boyunca alemlerden (insan topluluklarından) din eksik olmamıştır, insan hayatında tarihin hiçbir döneminde gerçek anlamda din ile dinsizlik mücadelesi söz konusu değildir. Bilakis merhum Şeriati'nin deyimiyle "dine karşı dininin mücadelesi" vardır. Bu durum İslam tarihi için de geçerlidir.
İslam tarihinde ilk kez Muaviye, Kur'an sayfalarını mızrakların ucuna takarak onu siyasi istismar aracı olarak kullanmıştır. İstismar ve Muaviye'nin iktidara oturmasından sonra din adına İslami çizgiden sapma gelenekleşerek bu güne kadar devam etmiştir. Bu süreç boyunca beşeri yanı ağır basan bir çok düşünce, İslami kılıfa büründürülmeye çalışılmıştır. Ancak bu sapmalara hiçbir zaman, İslam ismi verilmemiş, onlar alimler tarafından bid'at, hurafe veya küfür olarak görülmüştür. Bu nedenle İslam, hep tek başına bir kavram olarak kullanılagelmiştir.
Yakın zamanlarda, (oryantalistlik dönemde) batılılar müslüman toplulukları incelemeye başladıklarında, dışarıdan bir algılayışla onlar arasında bir takım fikri ve kültürel farklılıkların olduğunu gördüler. Bu farklılıklardan hareketle, İslam'ı, başına yeni kelimeler ekleyerek tanımlamaya başladılar. "Sünni İslam", "Şii İslam", "Ortodoks İslam", "Protestan İslam" gibi, Tanımlayıcı ilave kelimeler giderek çoğaldı ve biz binbir çeşit İslam arasında kaldık, işte onlardan birkaçı daha; Siyasi İslam, ilerici İslam, Devrimci İslam, Radikal İslam, Halkçı İslam, Resmi İslam, Geleneksel İslam, Modern İslam, Savaşçı İslam ve nihayet Laik İslam.
Türkiye'de bazı müslümanlar diğer beldelerdeki gelişmelerden de etkilenerek kendi inançlarını, düşüncelerini ve kültürlerini gerçek anlamda İslamileştirmek istediklerinde, bunun yolunun vahyi (Kur'an'ı) merkeze almaktan geçtiğini fark ettiler. Seksenli yıllar boyunca Kur'an'a rağbet giderek arttı. Bizim kanaatimize göre bu büyük bir şanstı. Böylece İslam, yeniden ilahi olanla (Kur'an'la) beşeri olanın (insanın) birleşmesiyle gerçek bir varlığa kavuşacaktı. Bu çevreler, yukarıda sözünü ettiğimiz kategorize edici anlayışın da tesiriyle kendilerini diğerlerinden ayırmak için "Kur'ani İslam" veya "Kur'an İslami" gibi tanımlamaları kullanmaya başladılar.
Aslında bu tanımlama, hem İslam'ı sadece Kur'an'la sınırlandırmak, hem de onun dışında tamamen serbest bir alan ihdas etmek bakımından yanlış bir tanımlamaydı. Üstelik istismara da açıktı. Çünkü vahyedildiği dönemin diliyle konuşan Kur'an'ı, içinde yaşadığımız zaman ve mekana lafzi olarak birebir tekabül etmemesi nedeniyle, her türlü yoruma açık hale getirmeyi mümkün kılıyordu. Artık, "Kur'an İslamı" tanımlamasından yola çıkan herkes, onda istediğini bulur olmuştu. Kimisi onda atom bombası bulurken, kimisi demokrasiyi, kimisi de Demokratik-Laik Türkiye Cumhuriyeti'nin ilkelerini bulabiliyordu. Daha önce İfade ettiğimiz gibi artık dine karşı din ihdas edilmişti. Müslümanlara karşı "Kur'an müslümanları", İslam'a karşı "Kur'an İslamı"
İçinde yaşadığımız zaman ve mekanda gerek sistem gerekse yandaşları, kendilerini İslam'dan tamamen azade göremiyorlar. Çünkü, İslam en azından halkın kültüründe mevcut Bu nedenle O'nu istismar etmek istiyorlar. Sözünü ettiğimiz istismara en müsait bakış açısı ise "Kur'an İslamı" diye isimlendirilen ne olduğu belirsiz anlayıştır. Bu tamlama hem "Kur'an" ve "İslam" gibi iki kutsalı içermekte hem de kendi dışındakilerin kesinkes yanlış olduğunu gösterecek güçtedir. "Kur'an İslamı" olarak gösterilebilecek her düşünce otomatikman "tartışmasız doğru" olarak kabul edilecektir. Bu nedenle siyasi iktidarı elinde bulunduranlar tıpkı Muaviye'nin Kur'an'ı mızraklarının ucuna takarak kullandığı gibi "Kur'an İslamı" tamlamasını kullanacaklardır.
Burada müslümanların yapmaları gereken şey ise, Kur'an'ın şu uyarısına kulak vermektir. "Dikkat edin o aldatıcı sizi Allah ile kandırmasın" ilkesinden hareketle İslam'ı parçalara bölecek ve O'nu birbirine zıt anlayışlar haline getirecek "Kur'ani İslam", "Geleneksel İslam" vs. gibi tanımlamalardan uzak durmak, bir takım çevrelerin İslam diye ortaya koyduklarında O'na ters olan öğeler varsa onları bid'at, hurafe veya ilhad olarak isimlendirmek ve Allah'ın vahyi sonucu ilk muhatabının hayatında örneklendiği şekliyle ortaya çıkan dine de sadece 'İslam" demektir. Zaten Allah bize şöyle seslenmektedir: "...bugün size, dininizi olgunlaştırdım, nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam'ı beğendim..." (5/Maide, 3)