"Mutezili tefsirler, Sünni müelliflere ait tefsir tarihi kitaplarındaki klasik tasnifte, "mezhebi tefsirler" başlığı altında ele alınıp incelenmiştir. Lakin, mezhebi tefsir nitelemesi gerçekte ideolojik bir nitelemedir. Zira, İslam tefsir literatüründe mezhebi olmayan, yahut mezhepler-üstü olan hiçbir tefsir mevcut değildir. Bu tespitten hareketle denebilir ki, mezhebi tefsir tabiri, bu kategoride yer alan bir tefsirin Ehl-i Sünnet alimlerince bid'at ehli olarak tavsif edilen herhangi bir mezhep mensubu tarafından telif edildiği anlamına gelir ve bu anlam, aynı zamanda mezhebi-siyasi bir dışlamayı tazannum eder. Kısaca söylemek gerekirse, "mezhebi tefsir" demek , aslında "gayri Sünni tefsir" demektedir."
Mustafa Öztürk, Kitabiyat Yayınları arasından çıkan son kitabı 'Kur'an'ın Mutezili Yorumu' adlı eserine tefsir tarihi açısından çok önemli bir tespiti içeren bu satırlarla başlıyor. Gerçekten de Mutezile geleneksel anlatıda, Kur'an nasslarını aklına estiği gibi yorumlayan, sapkın ve bidat ehli bir mezheb olarak lanse edilmiştir. Mutezile'nin Kur'an'ı ve dini metinleri anlama ve yorumlama faaliyetinde aklı nassa önceleyen bir tutum içinde olduğu doğrudur. Fakat Mutezile Kur'an'ı yorumlamada aklı esas alırken, Kur'an metnini ana kaynak itibarıyla kadim felsefelerden ve özellikle hermesizmden beslenen birtakım düşünce ve inançların ifadesi olan semboller ve gizli şifreler manzumesi olarak gören batıni ve irfani tevillere karşı çıkmış, metni anlamada aklı kullanmanın sınırını Arap dilinin beyan sınırları içerisinde tanımlamıştır. Bu açıdan Mutezile, Ehl-i Sünnet'in iddia ettiğinin aksine, Kur'an'ı akla ve hevasına göre sınırsızca kullanan bir mezhep değil, aksine Kur'an'ı hiçbir sınır tanımadan akli ve dini çerçevenin dışında yorumlamaya çalışan akımlarla mücadele eden bir mezhep olarak karşımıza çıkar. Tefsir alanında tarihte ve günümüzde ortaya çıkan sapkınlık esasen, Kur'an'ı akla göre yorumlamaktan değil, Kur'an ayetlerini Arap dilinin, Kur'ani bağlamının ve akli muhakemenin dışında kalan felsefi ve İsraili öğretilerin etkisiyle yorumlamaktan kaynaklanmıştır. Mutezile işte bu noktada her zaman uyanık davranmış, bu meyanda Ehl-i Sünnet'in kendi içinde kontrol edemediği batini yorumlamalarla da mücadele etmiştir.
Mutezile bu mücadeleyi verirken gerek tefsir alanında gerek diğer İslami ilimler alanında pek çok eser vermiştir. Ancak bu eserlerin çok büyük bir kısmı muhaliflerinin mezhebi taassubu nedeniyle günümüze kadar gelememiştir. Mutezili tefsirlerin dil ve belagat açısından yetkin olması ve tefsirde İsraili malzemeden uzak duran bir tutum içinde olmaları, bu tefsirleri ehli sünnetin bütün aleyhte propagandalarına rağmen her dönemde ilgiye mazhar olan tefsirler haline getirmiştir. Mustafa Öztürk, bu gerçeğe işaret etmiş ve ihmal edilen Mutezili tefsir geleneğinin önemli bir halkasını araştırmacıların ve okuyucuların hizmetine sunmak amacıyla adı geçen eserini kaleme almıştır. Öztürk, mezkur eserinde 10. yüzyılda yaşamış Mutezili müfessir ve kelamcı Ebu Müslim el-İsfahani'nin kaybolan ve halen bulunamamış olan "Camiu't-tevil li Muhkemi't-tenzil" adlı on dört ciltlik tefsirini ortaya çıkarmaya çalışmıştır. Öztürk eserini, Sünni-Eşari olmasına rağmen İsfahani'nin yorumlamalarından büyük ölçüde faydalanmış olan Fahreddin er-Razi'nin "Mefatih'ul Gayb" adlı eserini baştan sona tarayarak, İsfahani'ye ait görüşleri ve yorumları tek tek tespit ederek meydana getirmiştir.
Öztürk'ün eseri üç ana bölümden oluşmaktadır. Giriş kısmında icmalen Mutezile'nin doğuşuna ve İslam tefsir tarihindeki konumuna değinilmiştir. "Mutezile ve Kur'an" adını taşıyan ilk bölümde; Mutezile'nin Kur'an'ı anlama ve yorumlama usulü hakkında bilgi verilmiş,ikinci bölümde ise; Ebu Müslim el-İsfahani'nin hayatı ve Kur'an'a bakışı ana hatlarıyla ortaya konulmaya çalışılmıştır. Üçüncü ve son bölümde İsfahani'nin dilsel, semantik ve teolojik içerikli yorumlamalarına yer verilerek eser tamamlanmıştır.
Eserin giriş kısmında Mutezile mezhebinin tarihine dair bir özet sunan yazar Mutezile'nin ortaya çıkışına dair mevcut literatürde yer verilen ve artık klasikleşmiş sayılan rivayetleri özgün bir değerlendirmeye tabi tutarak eleştirmiştir. Yazarın bu bölümdeki değerlendirmelerini oldukça önemli gördüğümüz için burada değinmekte fayda görüyoruz.
Erbabınca bilindiği üzere İslam düşünce tarihinde Mutezile'nin ortaya çıkışına neden olarak Vasıl b. Ata'nın Hasan-ı Basri meclisini terk etmesi, itizali gösterilir. Rivayete göre Vasıl b. Ata, Hasan-ı Basri'nin mürtekibi kebirenin (büyük günah işleyen kimse) durumuna dair görüşlerine muhalefet eder ve meclisten ayrılır. Hasan-ı Basri, Vasıl'ın bu hareketi üzerine "Vasıl bizden ayrıldı (itizal etti)" der ve buradaki itizal terimi Mutezile isminin menşei olarak kabul edilir. Öztürk bu kabulü isabetli bulmaz. Öncelikle, bu bilgiyi tarihsel olarak eleştirir ve rivayette adı geçen şahsın Vasıl b. Ata olmadığını belirtir. Öztürk'e göre İslam düşüncesini iki yüzyıl boyunca etkileyen, Ehli Sünnet kelamının dahi belli ölçüde varlık sebebi olan Mutezile'nin ortaya çıkışını, "Vasıl bizden ayrıldı" sözüne irca etmek pek inandırıcı değildir. Esasında Mutezile'nin ortaya çıkışına zemin hazırlayan en temel faktör, Emevi saltanat rejimidir. "Bu noktada mezhebin ortaya çıkış tarihinin Emevi hanedanının hüküm sürdüğü yıllara rastlaması son derece dikkate değer bir husustur. Meseleye bu tarihsel persfektiften bakıldığında Mutezile, cebr ideolojisini halka empoze etmek suretiyle kendilerine ait tüm gayri meşru icraatları Allah'ın irade ve takdirine bağlamayı ilke edinen ve bu dolayımda insana ait tüm fiillerin Allah'ın takdiriyle gerçekleştiğini, dolayısıyla emirlere ait her icraatın da aslında Allah'ın değişmez takdirinin –kaderin- bir tezahürü olduğunu dikte eden Emevi sultanlarına karşı insanın özgürlüğünü savunan onurlu bir siyasal muhalefet zemininde vücut bulmuştur."
Yazarın bu tespitleri Mutezile'nin doğuş panoramasına ışık tutmak açısından gerçekten takdire şayan bir önem ifade eder. İsimlendirme ile ilgili bahsi Öztürk şu sonuç ile bağlar: "..Mutezile isminin bidayette mezhebin muhalifleri tarafından, hak ve hakikat yolundan sapmak, cemaatten ayrılmak anlamında pejoratif bir lakap olarak kullanıldığını; daha sonra mezhep mensuplarınca müspet manada benimsendiğini söylemek mümkündür. Nitekim kendi mezheplerini 'ehlü'l-adl ve't-tevhid, el-muvahhide, ehlü'l-hak, ehlü't-tenzih, ashabü'l-aslah ve el-münezzihe' gibi övgü manası taşıyan muhtelif isim ve lakaplarla da anan Mutezililer, söz konusu ismin, gerçekte Kur'an'dan istinbat edildiğini, dolayısıyla burada bahis konusu edilen itizalin (ayrılma, uzaklaşma) haktan veya cemaatten kopmak değil, batıldan uzaklaşmak anlamına geldiğini belirtmişlerdir."
Mutezile ile ilgili önemli mülahazaların yapıldığı giriş bölümünün ardından eser, Mutezile'nin Kur'an'a bakışını anlatan birinci bölüm ile devam etmekte. Bu bölümde Mutezile'nin temel prensibleri kabul edilen usul-u hamse ışığında Kur'an'ın mahiyeti ve tefsire dair görüşlerine yer verilmiştir. Mutezile için tefsir zorunlu bir faaliyettir. Çünkü Kur'an'da anlamsız ve işlevsiz bir söz bulunmaz. O, anlaşılır bir kitaptır. Mutezile'ye göre; Kur'an'ı doğru anlamanın iki temel şartı vardır. Bunlar; tevhid ve adalet prensipleridir. Tevhid prensibinde ön plana çıkan başat unsur, Allah'ın mutlak birliği inancını sağlam temellere oturtmak ve bu inancı teşbih ve tecsim gibi aşırılıklardan arındırmaktır. Bu ilkenin tefsir alanındaki izdüşümü ru'yetullah ve haberi sıfatlarla ilgili Kur'ani ifadelerin yorumlanmasında ortaya çıkar. Adalet ilkesinin tefsirdeki en belirgin yansıması ise; insanın özgürlüğü ve fiilleri konusunda belirginleşir. Yazar bu ilkelerin ifade ettiği anlamı, teorik bir tartışmanın sınırları içine hapsetmemiş, Mutezile'nin, insanı fiillerinin yaratıcısı olarak kabul eden yaklaşımının, Ehli Sünnet'in zalim saltanatların haksız icraatlarını ilahi takdirin bir sonucu olarak takdim eden pasif yaklaşımı karşısında teolojik ve siyasi bir muhalefeti ifade ettiğine vurgu yapmıştır.
İkinci bölümde İsfahani'nin Kur'an anlayışını ele alan yazar, onun Bağdat Mutezilesine mensup bir müfessir olduğunu belirtir. İsfahani'nin Kur'an'a bakışında ön plana çıkan özelliği, tefsirinde Kur'an'ın anlaşılır ve kolaylaştırılmış bir kitap olduğuna dair yapılan vurguların yoğunluğudur. Bu manada Kur'an'da anlaşılmaz veya gizemli kabul edilebilecek hiçbir ifadenin bulunmadığının altını çizen İsfahani, huruf-u mukattaa gibi Sünni alimlerce müteşabih kabul edilen pek çok ifadeyi, dilsel anlatım açısından inceleyerek bu tür dilsel argümanların anlatımı zenginleştirici fonksiyonuna işaret etmiştir.
İsfahani'nin Kur'an yorumlarındaki en belirgin özelliklerinden biri de kendine özgülüktür. Onun yaşadığı dönemdeki pek çok müfessir, Kur'an'ı tefsirinde büyük ölçüde rivayet malzemesine itibar ederken İsfahani neredeyse tümüyle dirayeti esas almıştır. Bu yönüyle İsfahani özellikle Ehl-i Sünnet kanadından şiddetli eleştirilere maruz kalmıştır.
İsfahani'yi özgün kılan hususlardan birisi de nesh konusunda sahip olduğu tutumdur. İslam tefsir tarihinde "Kur'an'da neshin varlığını reddeden alim" olarak tanınan İsfahani, klasik nesh teorisinin Kur'an'ın korunmuşluğuna ve ilahiliğine halel getirdiğini belirtir. Ona göre; Kur'an'da vazedilmiş hükmün ilgası anlamındaki bir neshten sözetmek mümkün değildir. Mensuh olduğu ileri sürülen ayetlerde nesh değil, hükmün kapsamını daraltma anlamında tahsisten söz edilebilir. Mustafa Öztürk, İsfahani'nin neshin varlığını inkar eden yaklaşımına katılmaz ve İsfahani'nin adına tahsis demiş olsa bile, yorumlamalarında neshe kapı aralayan ifadeler olduğu tezini savunur. Yani; Öztürk'e göre İsfahani teorik olarak neshi inkar etse de, nesh vakıasını reddedememiştir. Bize göre; İsfahani'nin ısrarla reddetmesine karşın, onun nesh olgusunu inkar etmediğini söylemek ve müfessirin tahsis dediği şeyin nesh olduğundan bahsetmek isabetli bir yaklaşım değildir. Anlaşıldığı kadarıyla Mustafa Öztürk neshin tanımı konusunda bir karışıklık içindedir. Çünkü kendisi bir yandan İsfahani'nin tahsis kavramına yüklediği anlam ile klasik tefsir usulünde bahsedilen nesh kavramının mahiyet olarak aynılığını savunurken, öte yandan "neshi bir hükmün ilelebet ilgası olarak tanımlamak yanlıştır." diyerek klasik nesh kavramının mahiyetini eleştirmektedir.
İsfahani'nin tefsir anlayışında öne çıkan bir başka husus; onun ayetleri tefsir ederken israili veya kaynağı belirsiz rivayetlere itibar etmemiş olmasıdır. İsfahani, özellikle Kur'an'daki müphem ve kapalı ifadelerin tayininde israili rivayetlerden faydalanan Sünni müfessirlerin aksine bu tür müphem ifadeleri belirlemede kıraat farklılıklarını dikkate almak, medlülü özele indirgememek, aklın ve dilin imkanlarını sonuna kadar kullanmak, ilgili ayeti pasaj bütünlüğü içinde yorumlamak ve Kur'an bütünlüğünü dikkate almak gibi ilkeleri esas almıştır.
İsfahani Kur'an-ı Kerim'de temsili ve mecazi anlatımlar olabileceğini kabul etmiş, ancak temsili olduğunu kabul edilen ifadenin, Arap dilinde yaygın olarak kullanılan temsili anlatımlardan olmasını esas almıştır. Bu husus Mutezili müfessirlerin ayetleri yorumlarken, günümüzde pozitivizm ve rasyonalizm etkisi ile akla ve bilime aykırı düştüğü gerekçesiyle bir kısım Kur'an ayetlerini sembolik kabul eden modernist düşünürler gibi salt rasyonalist bir yaklaşım içinde olmadıklarını göstermesi açısından önemlidir.
Kitabın son bölümünde yazar, İsfahani'nin tefsir alanındaki özgünlüğünü ve orjinalliğini yansıtan filolojik, semantik ve teolojik yorumlamalarından örnekler vermiştir. İsfahani diğer pek çok Mutezili müfessirde gördüğümüz gibi, Kur'an'daki kelime, kavram, terkip ve deyimlerin anlamlandırılmasında çok başarılıdır. Kelime ve kavramların ait oldukları anlam dairesini tespit etmek için ilgili ayetlerle irtibatlar kurar. Özellikle deyim ve terkiplerin yorumunda son derece yetkin açıklamalarda bulunur.
İsfahani, peygamberlerin ismet sıfatı, şehitlerin şu an diri olup olmadıkları,hidayet ve delaletin kaynağı, kulların fiilleri, Allah'ın küfrü dilemesi-dilememesi gibi konularda Mutezile'nin genel ilkeleri çerçevesinde yorumlarda bulunmuştur.
İslam düşünce tarihinde Tevhid ve Adalet Ehli Mutezile'nin siyasi baskılar, mezhebi taassup ve yaftalamalar sonucu ihmal edilmiş ve kaybedilmiş mirasının mühim bir halkasını görünür kılma gayreti ile yapılmış bu mümtaz eserinden dolayı Mustafa Öztürk'e teşekkürlerimizi sunuyor, mezkur eseri Tefsir ilmi ile ilgilenen ve Mutezile ile ilgili okumalarını zenginleştirmek isteyen tüm okuyuculara tavsiye ediyoruz.